@pinarmisrarikan
|
Ayda, yıllar önce yaşadığı o tanıdık duyguyu yeniden hatırlamıştı. Heyecan ve mutlulukla gülümsedi. Yanındaki kediye dönerek, "Bana şimdiden iyi geldin. Kim bilir, seninle daha neler yaşayacağız," dedi. Arabayla, eve doğru yol alırken, bir marketten mama aldı ve küçük dostuna bakarak, “Bu geceyi böyle geçirelim, yarın sana daha büyüğünü alırım,” diye ekledi. Eve vardıklarında, mamanın ve suyun yerini hazırladıktan sonra koltuğa uzandı. Kediden önceki yalnız günlerini hatırlayıp iç geçirdi: "O sırada kedi mamasını bitirmiş, sessizce yanına sokulmuştu. Ayda gülümseyerek, “Sana bir isim bulmam gerek. Bana biraz zaman ver olur mu?” dedi. Zararlı olabilecek her şeyi dikkatlice ortadan kaldırmış, sanki bir bebeği korur gibi güvenli bir alan yaratmıştı. Oysa kedisi henüz yavruydu ve çoğu şeye ulaşamazdı bile. Biraz acıkmıştı ve birşeyler atıştırmak için mutfağa yöneldi. Dolabı açtı ve kolayca hazırlayabileceği bir sandviç yaptı. Yemeğini bitirdikten sonra televizyonun karşısına geçti. Bir film seçti fakat gözleri ekrana odaklanamıyordu. Zihni, küçük kız çocuğuna takılıp kalmıştı. Derin bir düşüncenin ardından yüzüne tatlı bir tebessüm yayıldı. Bu tebessümün sebebi Kemal'di. "Ne kadar da ilgilendi benimle..." diye mırıldandı. Aklında bir soru belirdi: "Acaba herkesle böyle mi yoksa bana özel bir ilgi mi gösterdi?" Ayda, yorgun bir günün ardından gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Rüyasında, kendini annesi ve babasıyla aynı sofrada buldu. Masadaki sessizlik ağırdı; herkes yemeğine odaklanmış, kendi dünyasında gibiydi. Ayda ise içten içe sorguluyordu: “Bu masada benim yerim ne?” Gözlerini tabaktaki yemeğe dikti, çatalı tereddütle eline aldı.
Babası Rıfat yemeğini bitirirken sandalyesini geri çekti ve ayağa kalktı. “Ben çıkıyorum, biraz gecikebilirim,” dedi. Annesi Belgin, bakışlarını kaçırmadan, soğuk bir tonda karşılık verdi: “Gelmeni beklemiyorum zaten, alıştım.” O anda odadaki hava biraz daha ağırlaştı. Belgin sofrayı toplamaya koyuldu, Rıfat ise kapıyı sessizce arkasından kapatıp gitti.
Ayda, yüreğinde yine bir hüzünle, “Bu evde kavgasız bir günümüz olmayacak mı?” diye düşünerek odasına doğru yürümeye başladı. Annesine, “Biraz kitap okuyacağım,” dediği sırada, Belgin’in sert sesi arkasından yankılandı: “Nasıl kitap okuyacaksın? Okuyup bana ne faydan olacak? Gel, yardım et sofrayı toplayalım, bulaşıkları yıka.” Ayda içini çekti, “Ama anne…” diyerek masaya geri döndü, bulaşıkları toplamaya başladı.
Bulaşıkları sıyırırken, annesinin öfkeli bakışlarını fark etti. Tabakları o kadar sert veriyordu ki neredeyse elinde kırılacak gibiydi. Ayda, cesaretini toplayıp sordu: “Anne… Anneannem sana hiç kızar mıydı? Yani, sana böyle kızar mıydı?”
Belgin bir an duraksadı, sonra gözlerini dar bir çizgi haline getirip öfkeyle cevap verdi: “Ne demek istiyorsun sen? Sana kızıyorsam, bir şeyler öğren diye kızıyorum. Baban gibi nankörsün, anlamıyorsun!” Elindeki tabakları sertçe bırakıp devam etti: “Hepsini tek başına halledeceksin, hadi bakalım!”
Ayda, derin bir iç çekerek işini bitirdi ve her şeyi yerli yerine dizdikten sonra bir kahve yapmaya karar verdi. Kahveyi hazırlayıp annesinin yanına, bahçedeki balkona götürdüğünde Belgin’in sessizce ağladığını fark etti. Yüreğinde bir şeyler kırıldı. “Anne… Neden ağlıyorsun?” diye sordu, kahveyi masaya bırakırken. Belgin, belki de ilk defa kızına yakın olmak istercesine, “Gel, otur biraz,” dedi.
Ayda, annesinin yanına oturdu. Belgin derin bir nefes aldı ve gözlerini uzaklara dikerek konuşmaya başladı: “Ben ne çocukluğumu bildim ne gençliğimi, kızım. Tek bildiğim şey okumaktı. Okurdum, çalışırdım ama izin vermediler. Hayalimdi… Kalemime sıkı sıkıya sarılırdım, onu da kırdılar. Babanla evlenmemi istediler, biz büyüğümüze karşı sesimizi çıkaramazdık. Evlendik ama annemin sözü babama geçmedi, her ne söylediysem dinlemedi.”
Belgin gözyaşlarını saklamak istercesine başını gökyüzüne çevirdi: “Yıllarca bu gökyüzüne baktım. Kuşları izledim; kanatlarındaki özgürlüğü, sınır tanımayan yolları… Onlar çırpındıkça ben cesareti gördüm. O kuşlar sonsuz mavilikte kaybolurken, ben hep olduğum yerde kaldım, yerimi bulamadım.”
Ayda, annesine biraz daha yaklaşıp fısıldarcasına, “Anne… Ağlama. Seni çok seviyorum. Babam da seviyor, ama işleri yüzünden bizimle olamıyor. Yine de bizi seviyor, biliyorum.”
Belgin gözlerini kapatıp yorgun bir sesle, “Anlayamazsın, kızım… Ruhumun çektiğini bilemezsin. Zamanla büyüdükçe anlayacaksın,” dedi. Derin bir nefes alarak, “Kahveyi ver de, hadi… Soğutmuşuz,” diyerek gözlerindeki yaşı saklamaya çalıştı. Ayda, annesinin gözyaşlarını içinde hissederek kahveyi uzattı, ve o an annesinin içindeki hüzünlü kadını biraz daha anladığını düşündü. Ayda, odasına gitmek üzere ayağa kalktı. “Anne, ben odama gidiyorum, biraz kitap okuyacağım,” dediği anda, annesinin sesi arkasından yankılandı:
“Bu konuştuklarımız aramızda kalacak, yoksa…”
Ayda, gözlerini annesine çevirdi. “Biliyorum, yoksa beni odaya kapatırsın. Merak etme, kimseye söylemem,” diyerek odasına yöneldi. Kapıyı arkasından kapatıp yatağına uzandı. Gözleri tavana kilitlenmişken birden açıldı. “Hayır, yine rüyaydı! Ama ben o anı yaşamak, orada kalmak istiyordum. Annemle yakınlaştığım tek güzel anımdı…” diye düşünerek iç geçirdi.
Sabah olmuştu. Koltukta uyuduğu için sırtı ve boynu tutulmuş, bedeninde hafif bir ağrı hissediyordu. Yavaşça kalktı, pencereden süzülen güneş ışığı odayı ısıtıyordu. Gözlerini kedisine çevirdi; o, masanın altında yatıyordu, fakat uyumuyor, Ayda’ya bakıyordu.
“Mamanı bitirdin mi?” diye sorarak kabına baktı. Biraz yemiş ama gerisini bırakmıştı. “Neden az yedin acaba?” diye düşündü. Sonra kendi kendine gülümsedi: “Herhalde alışana kadar böyle olacak. Zamanla birbirimizi daha iyi tanırız,” diyerek mutfağa yöneldi. Kahve hazırlamak için suyu kaynamaya bıraktı.
Rüyasında annesiyle geçirdiği o kısa, ama anlamlı an, içini ısıtıyordu. İlk defa annesini anlayabilmişti; belki de aralarındaki soğuk duvarların biraz olsun erimeye başladığını hissediyordu. Kahve yaparken, dünkü veterineri düşündü. Bir an gülümsedi: “Nasıl kötü başlayabilir ki günüm? Umut tohumları, farkında bile olmadan, kalbimin bahçesine ekildi.”
O sabah, içindeki hafif hüzne rağmen, kalbinde filizlenen bir umut vardı. Güneş, iç dünyasında yeni bir başlangıcı selamlıyordu.
|
0% |