Yeni Üyelik
1.
Bölüm

“Geçmiş’in Çağrısı”

@pinarmisrarikan

Geçmiş, silik izleriyle birlikte bugüne dahil olur, düşünceler zihinde yorucu yolculuklara çıkar ve şu ana ulaşmamıza engel olur. Sisli bir ormanın griliğinde, ağaçların arasında atılan tedirgin adımlar... Gökyüzü, ağaçların sınırlarıyla daralmış, nefes almak zorlaşmıştır. Oysa burası oksijen doludur; attıkça adımlar, kaybolma hissi daha da büyür. Neden buradayım? Korku dolu kalbim, uzaklardan gelen hayvan sesleriyle titrese de yürümeye devam ediyorum. Belirsizliğin içinde bir çıkış bulmalıyım, yoksa sınırlar arasında kaybolacağım. Daha hızlı koşmalıyım, bu sınırlardan kurtulmalıyım.

Yolun sonunda, griliğin arasında beliren bir kız çocuğu göründü. "Sen de kimsin?" diye sordu. Ayda şaşkınlıkla bakarken, küçük kız, "Ben de kayboldum," dedi. "Nereye ait olduğumu bulamıyorum." Ayda, derin bir nefes aldı. "Sen daha bir çocuksun... Adın ne? Burada olmaman gerekirdi. Ailen nerede?" diye sordu, ardı ardına.

Kız, boşluğa bakarak devam etti: "Adım Ayda. Olmam gereken yere gitmeye çalışıyorum." Ayda irkildi. Küçük kızın adıyla kendi adı aynıydı. Bu ne anlama geliyordu? Anlayamadı. Kız ona doğru yaklaşırken, Ayda geri adımlar attı. Kızın sesi, ormanın içinde yankılandı: "Ruhlarımızın birleşmesine izin vermedikçe belirsizlikten kurtulamayacağız."

Ayda, tedirginlikle başını iki yana salladı ve kaçmaya başladı. "Hayır! Ben yolumu bulacağım, bu ormandan çıkacağım!" Kızın sesi, koştuğu ormanın içinde yankılanmaya devam etti: "Çıkamazsın! Buraya aitsin. Benimle sarılmadan bu belirsizlikten kurtulamazsın."

Koşarken geriye doğru bakan Ayda, bir anda dengesini kaybedip bir çukura düştü. Her şey karardı. Gözlerini açtığında, kendini evinde, yatağında buldu. Ter içindeydi ve çok korkmuştu. "Bu kız kim? Neden peşimde?" diye kendi kendine sordu. Sonra saati fark etti. "Olamaz! Nasıl bu kadar derin uyudum? Alarmı nasıl duymadım?"Ofiste birsürü biriken işler vardı dedi ve

Hızla yataktan kalktı, banyoya koştu. "Duş alıp hazırlanmalıyım! Hadi, Ayda, acele et!" diye kendi kendine mırıldanarak gününe hazırlanmaya başladı.

Ayda, üstünü giyerken aynanın karşısında bir an için o küçük kız çocuğunu gördü. “Saçmalama,” dedi kendi kendine, “bu sadece bir rüyaydı.” Üzerini tamamlayıp, evin kapısını kilitleyerek arabaya yöneldi. Arabayı çalıştırırken dikiz aynasında çocuğu tekrar görecek mi diye bakarken, gözleri dalmıştı. Kendine geldiğinde, geç kaldığını fark etti. “Saçma bir rüyaya ne kadar kaptırdın kendini, Ayda?” diyerek kendi kendine sitem etti ve yola koyuldu.

 

İşe giderken hareketli bir müzik açtı. Günü kötü başlamıştı ama güzel devam etmeliydi; çünkü ofiste onu bekleyen biriken işler vardı ve bugün bunları bitirmeliydi. Kendisi ceza avukatıydı ve işinin gerektirdiği titizlikle, yoğun bir tempoya alışmıştı.

 

Ofise vardığında, arabayı park etti ve her sabah uğradığı börekçiye yöneldi. Bir tane simit almak istedi. İçeri girdiğinde, arkası dönük küçük bir kız çocuğu gördü. Çocuk, rüyasındaki kıza benziyordu. Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp, omzundan tutup kendine doğru çevirdi. Ama hayır, o çocuk değildi. “Özür dilerim,” dedi utangaç bir şekilde. “Saçında bir şey vardı—bir böcek, sanırım. O yüzden böyle yaptım.” Yanındaki kadın, muhtemelen kızın annesiydi, teşekkür ederek Ayda’nın arkasını dönmesini sağladı. Simitin parasını ödeyip ofise doğru yürüyen Ayda, kalabalığın içinde ne kadar yorulduğunu ve şehrin gürültüsünün ne kadar fazla olduğunu düşündü. “Bir gün bu kalabalıktan kurtulacağım,” diyerek içindeki sıkıntıyı hafifletmeye çalıştı.

 

Ofise vardığında Nehir, stajyeriydi ve çayı çoktan demlemişti. “Günaydın, Ayda abla,” dedi Nehir. “Günaydın, canım. Fincanım nerede? Bir çay koyayım, sonra hemen başlayalım. Yazılacak dilekçeler birikti, işler yoğun.”

 

“Tamam, abla,” dedi Nehir, fincanı uzatarak. “Gel, sen de bir şeyler ye. Yorulacağız bugün.”

Nehir, "ben yaptım kahvaltımı afiyet olsun abla dedi."

Ayda, günün ilk saatlerinde başladığı koşturmaca içinde, hem işin hem de şehrin gürültüsünün getirdiği yorgunlukla yüzleşirken, bir umut ışığı bulmaya çalıştı.

Ayda, çayını yudumlarken camdan dışarıyı izliyordu. Karşısındaki manzara belirsizliğin hüküm sürdüğü sınırlara doğru uzanıyordu. Gözleri, gözlerinin daldığı derin düşüncelerle dolu, bir ağacın dibinde yalnız başına ağlayan küçük bir kıza kaydı. İçinde, belki de yalnızlığını paylaşabilecek bir ruh arayışı vardı.

 

Küçük kızın yanına doğru yürüdü, dizlerini karnına çekmiş, gözleri yaşlarla dolmuş halde, ama o kadar sessizdi ki, sanki bir fırtınanın ardından kalan sessizlikte kalmış gibiydi. Ayda, yanına oturdu ve nazik bir sesle konuştu: “Bana söylediğin şeylerin altını dolduracaksan seni dinlemeye hazırım. Neden ağlıyorsun?”

 

Küçük kız, derin bir nefes aldı ve başını kaldırarak gökyüzüne bakmaya başladı. “Ağlıyorum çünkü bu orman kocaman, tam istediğim yer; doğa. Ama çok büyük, bak gökyüzüne, özgürlük var ama yön yok, bulamıyorum. Aitim bu ormana ama kimsesizim; kimse beni bulmuyor. Sen varsın sadece,” dedi. Gözleri, derin bir boşluğun içine bakar gibi parlıyordu.

 

Ayda, küçük kızın sözlerinden etkilenmişti. “Seni anlıyorum,” dedi, “Ben de kimsesizim aslında. İşim var, arkadaşlarım var ama ailem yok. Var, ama yok; uzaktalar. Bana bir çocukluk borçlular, ama bu borcu ödemek için hiçbir çabaları yok.”

 

Küçük kızın gözleri, Ayda’nın içsel yalnızlığını görebiliyor gibiydi. Cümlesinin sonunda Ayda, dizlerine kapanıp ağlamaya başladı. Küçük kız, üzgün bakışlarla onu izledi. “Ağlama, tamam. Bulacağız doğru yönü, çıkacağız istediğimiz yola. Ama şimdi adım atmalıyız,” dedi ve Ayda’nın ellerini nazikçe tuttu.

 

Ayda, küçük kızın cesaret verici sözlerine gülümsedi. “Biliyor musun, normalde kimse bana kolay kolay bir şey yaptıramaz. Ama sen, küçücük boyunla beni yönetiyorsun,” dedi. “Çünkü ben aslında…”

 

Küçük kız, Ayda’nın cümlesini yarıda kesti: “Neyse. Sen aslında anlayacaksın ama şimdi sanırım anlayacak durumda değilsin,” dedi. Ayda, küçük kızın her bir cümlesini hayretle dinledi. Küçük kızı, kendi çocukluğuna benzetti, ama bu benzerlik bir türlü anlam kazanmadı.

 

“Peki, neden korktun benden?” diye sordu küçük kız. “Bilmediğim bir çocuk bana garip şeyler söyledi. Korkmakta haksız mıyım?”

 

“Garip değil, aslında ihtiyacın olan şeylerdi,” dedi küçük kız. “Bana sarılmadıkça iyileşemezsin.”

 

“Peki sen kimsin?” diye sordu Ayda, merakla.

 

Küçük kız, “Ben…” derken, Ayda’nın sesi kesildi. Nehir: “Abla, çayın soğudu, daldın. İyi misin?” dedi.

Ayda birkez daha gerçeklere dönmüştü. Ve artık işe başlamalıydı.

 

Nehir, dosyaları düzenlemeye koyuldu. Tarifi netti: nasıl yapacağını biliyordu ve dikkatle çalışıyordu. Ayda, kendi işine koyulmuş, dilekçelerin arasında kaybolmuştu. "İşimle ilgilenmem lazım," diyerek, kaybolan zamanın farkında bile olmadan saatler geçti.

 

Nehir, günün ortasında seslendi: "Biraz ara verelim mi? Çok acıktım."

 

Ayda hemen yanıtladı: "Tamam, yemek yemeye çıkalım. Ama ofise sipariş vermeyecek miyiz?"dedi Nehir.

 

"Hayır," dedi Ayda "Bugün dışarı çıkalım, çok bunaldım."

 

Ayda, bu yanıtla sevinçle gözlerini parlatmıştı Nehir’in. Nehir gerçekten yorulmuştu ve biraz hava almaya ihtiyacı vardı. Ofisi kapatırken Ayda, göz ucuyla Nehir’e baktı ve merdivenleri inmeye başladılar.

 

Yakınlarda, Aydanın sıkça gittiği bir restorana yöneldiler. Deniz kenarındaki bu mekan, Ayda'nın çocukluğunu anımsatıyordu. İstanbul’da büyümüştü; evleri denize yakındı ve çocukluğunda sorun yaşadığında hep bu kıyıya gitmeyi arzulardı. Denizle her karşılaşması, geçmişin hafif bir melankolisini getiriyordu.

 

Burası, geçmişin soğuk anılarıyla dolu bir mekân haline gelmişti, adeta bir roman sayfası gibi.

Ayda, gözlerini tekrar açarak gerçekliğe döndü. İçindeki derin duygular ve belirsizliklerle yüzleşirken, bir anlığına içsel bir aydınlanma yaşadı. Kendisini yeniden bulmuş gibi hissetti. Nehir, Ayda’nın gözlerinde bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti. "Seni tanıyorum abla," dedi, "ve iyi olmadığından eminim. Neyin var?

 

Ayda, Nehir'in bu ilgisini zehiri reddeder gibi yanıtladı.

 

Yemeğimizi sipariş verelim mi?"

"Peki abla, haddimi aştım sanırım. Özür dilerim," diyerek menüye gözlerini dikti.

Nehir, bu yanıt karşısında derin bir üzüntü hissetti.

 

"Burada kalamarı denemelisin," dedi Ayda, garsonu çağırarak yemek siparişlerini verdi. Gözleri tekrar denize daldı, geçmişin karanlık köşelerine çekildi.

 

Ayda'nın aklı karanlık bir odaya hapsedildiği anları getirdi. Anne ve babası, hiç de mutlu görünmüyordu. Babası, Ayda'yı severdi ama çoğunlukla ihmal ederdi. Annesi ise, Ayda'yı sevmektense sürekli uzak tutardı kendinden. Küçük Ayda, anne ve babasının kavgası sırasında sessizce tv ünitesinin kenarında dizlerine başını kapamış ağlıyordu. Sesler yükseliyordu, babası sinirlenmiş kapıyı çarpıp çıkmıştı. Annesi Ayda'nın üzerine yürüdü.

 

"Her şey senin suçun. Senin yüzünden nefret ediyorum senden," diyerek Ayda'yı kiler odasına fırlatmıştı. Bir eşya gibi.. Ayda, saçlarından tutulduğu gibi odanın karanlığına savrulmuştu. "Anne, beni buraya kapatma. Burası çok karanlık. Lütfen aç," diye yalvarıyordu ama annesi duysa da ilgilenmedi.

 

"Nefes alamıyorum," diye hıçkırarak ağlamaya başlamıştı Ayda.. Annesi kapıyı açtığında, "Sesini çıkartma. Burada kalacaksın. Başımı ağrıtma, eğer bir ses daha duyarsam saçlarını keserim," dedi. Ayda, gözlerini büyüterek ürkek bir sesle, "Tamam anne, söz, hiç bağırmayacağım. Sadece saçlarımı kesme, lütfen," dedi ve kapı kapandı.

 

O kapının ardında, karanlıkta dizlerine başını koymuş çocuk, aniden 40 yaşında olgun bir kadın gibi hissetmeye başlamıştı. Ağlayarak sessizce uyuya kalmıştı.

 

 

Bir an denizden çekilen Ayda, Nehir’in sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaştı. Nehir, üzgün bir şekilde Ayda’ya bakıyordu. "Neden bakıyorsun? Ne oldu?" dedi Ayda, kendine gelirken.

 

“Yemeğin geldi, seslendim ama duymadın," dedi Nehir. Ayda, geçmişin derinliklerinde sınırlara mahkûm edilmiş anılarını hatırladı. O karanlık odanın derinliklerinde, çocukluğunun ağır izlerini taşıyan anılarla yüzleşmişti. Yemeğini yemeye başlayan Ayda, boğazına düğümlenen her bir lokmada canının yandığını hissediyordu, ancak güçsüzlüğünü belli etmemek için çaba gösterdi. Aklında o küçük kız çocuğu belirdi; dizlerini karnına çekmiş, o karanlık odada ağlarken anımsadığı görüntüdeki gibi. O küçük kızla birlikte ağladıkları anlar zihninde yankılanıyordu. Ayda, küçük kızı iyileştirmek istiyor, fakat ne yapabileceğini tam olarak anlayamıyordu.

 

Yemek bitiminde, “Gidelim mi artık?” dedi Nehir’e.

 

Nehir, başını sallayarak, “Olur abla, gidelim,” dedi. Hesabı ödeyip ofise doğru yola çıktılar. Ayda’nın bedeni ve ruhu o kadar yorgundu ki, ofiste çalışacak hali kalmamıştı. “Bugün bu kadar yeter,” dedi Ayda. “Hadi buradan ayrılıp evlerimize gidelim.”

 

Nehir, “Olur abla, teşekkür ederim,” dedi. “Teşekkür ederim ne için?” diye sordu Ayda.

 

“Yemek için. Afiyet olsun canım. Yarın görüşürüz o halde,” dedi Ayda.

. Etrafında sanki yokmuş gibi hissettiği bir boşlukla yürümeye devam etti. Her zaman selam verdiği esnaflar, ona selam verirken, Ayda’nın selamını karşılıksız bırakıyordu.

 

Arabaya yaklaştığında, lastiğin kenarında bir yavru kedi gördü. “Sen ne tatlı bir şeysin, buradasın, annen yok mu?” diyerek kediyi sevmeye başladı. Kedi küçücüktü, etraftaki esnafa kedinin sahibini veya annesini sorarak yardım istedi, ancak kimse bir şey bilmiyordu.

 

“Burada iki gündür biz besliyoruz,” dedi esnaflardan biri. “Hiç görmedik etrafında annesini veya arayanı.”

 

Ayda, “Peki,” dedi, tekrar arabaya yöneldi. “Sen benim kızım olmak ister misin? Yalnızım ben, çok yalnızım. Belki birbirimize arkadaş olabiliriz.” Kediyi, Ayda arabaya bindirdi..

 

Yemek uzun sürmüş saat 6 ya gelmişti. Emin olamadı Ayda veterinerleri aramaya başladı. Bir veteriner, " açığız getirin,” dedi.

 

Ayda, “Çok teşekkür ederim,” diyerek yola çıktı. Günlerdir gülmeyen Ayda, içinde tatlı bir heyecan hissetti. “Kızım,” dedi kediye, “Sana isim bulana kadar sen benim kızımsın.”

 

Veterinere vardığında, arabayı park etti ve kucağındaki kediyle içeri girdi. “Sokakta buldum bu kediyi ve çok küçük. Ne yapabiliriz?” dedi.

 

Ah pardon Merhaba hayırlı işler diyerek ekledi.

 

Veteriner, “Ne tatlı bir şey bulmuşsunuz. İnsanlar evlerinde rahat uyurken, sokaklarda bu canlar soğukta kalıyor. Bu durum beni üzüyor. Keşke herkes sizin gibi vicdan sahibi olsa ve merhamet gösterse,” dedi.

 

Ayda, veterinerin bu sözleri karşısında gülümseyerek, “Keşke. Teşekkür ederim,” dedi. Veterinere bakarken, adamın hoş birisi olduğunu düşündü, acaba kendisiyle mi ilgilendi diye merak etti. İç sesi, “Saçmalama Ayda,” diyerek düşüncelerine karşılık verdi.

 

Veteriner, “Genel sağlık kontrolünden geçirmem gerekiyor, kedinin iyi olup olmadığını belirlememiz gerek,” diyerek vücuduna bazı dokunuşlar yaptı, kilosunu ölçtü ve yaşını, kilosunu, büyüme durumunu gözlemleyeceklerini söyledi. “Peki getiririm size ama adınız nedir?” diye sordu Ayda.

 

, “Kemal. Benim adım,” dedi. “Memnun oldum.”

“Peki sizin adınız nedir ? Dedi.

“Ayda benim adım bende Memnun oldum dedi.”

 

Kemal, “Bazı aşıları var, şimdi parazit aşısını yapıp size takip dosyası vereceğim. Aşılarında getirirsiniz, tırnağını kesemezseniz yardımcı olurum,” dedi. Temizlik ve kontrol işlemini yaptıktan sonra aşıyı gerçekleştirdi.

 

Ayda, kediyi kucağına alıp öpmeye başladı. Kemal, “Parazit olabilir ?” dedi..

 

Ayda, “Peki, bizde aşı oluruz olmaz mı ?” diyerek gülümsedi.

Kemal’de gülümsüyordu üstelik. Aşı işlemi tamamlandıktan sonra ücretini ödeyip arabaya yöneldi. Ayda, "kendinize iyi bakın Kemal bey"dedi. "Sizde Ayda hanım hoşçakalın" diyerek vedalaştılar.

 

 

 

 

 

Loading...
0%