Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.⭐🌙

@pinkodaisy_

 

 

 

Esra kitabına hoş geldiniz

İlk bölüm huzurlarınızda efenim

Bölüm sonu sohbet ederiz

ballı böreklerim, keyifli okumalar ⭐🌙🫶

 

Rahmetli babam bana hep "zaman su misali" der dururdu, küçük Esra ise bunu o zamanlar hiç anlamaz oyuncaklarıyla oynamaya devam ederdi, bilmezdi bu 3 cümlenin hayatının özeti olacağını.

 

🌒⭐

 

2005, 15 Ocak soğuk bir kış gecesi

 

Bu gün Esranın doğum günüydü, Aynı zamanda Aile dostları Tahsin ve Gülşenin ilk çocukları olan

Ertuğrulunda.

 

Mehmet ile Tahsin aynı sokağın, aynı okulun, aynı mesleğin çatısı altında dostluklarını sürdüren iki Askerdi onlar gibi eşleri de yakın arkadaşlardı

 

Mehmet ile yıldız görücü usulü tanışmışlardı, onların nişanında ise en yakınları tanışmıştı, her şeyleri zamanlı ama peş peşe olmuştu

 

Gülşenin ilk hamileliği hariçti tabii onun ilk çocuğu Ayçaydı, Ertuğrul evlatlıktı ama bu dört ebeveyn arasında minik bir sırdı, öylede kalması için çabalıyorlardı ama Ertuğrul büyüdükçe tanımadığı annesine benziyordu, bu engellenemez bir şeydi, uygun olan en yakın sürede Gülşen ile Tahsin bu konuyu oğulları Ertuğrula onun anlayabileceği bir dilden anlatacaklardı ama en azından doğum gününü güzel geçirsin istiyorlardı.

 

15 Ocak kamp yapmak için pekte uygun bir gün değildi, zira hava çok soğuktu ve lapa lapa kar yağıyordu

 

Ama Esra, Ertuğrulunda aklına girmişti, bu iş olmak zorundaydı, o kampa mutlaka gidilmeliydi, çünkü... Çünküsü yoktu Esranın canı istiyordu, aslında bir çünküsü vardı, Esra ya göre doğum günü çok sıkıcıydı, hep hava çok soğuk oluyor hiç bir yere gidemiyorlardı, oysa arkadaşları ballandıra ballandıra doğum günlerinde gittikleri yerleri anlatıyorlardı.

 

İki aile Başaranların salonunda toplanmış, minik Esrayı ve ona uyan zavallı Ertuğrulu bu kar kıyametin olduğu vakitte kamp yapamayacaklarına dair ikna etmeye çalışıyorlardı lakin her türlü vazgeçirme girişimleri Esranın asi çığlıklarıyla son buluyordu

 

Yıldız kızını kucağına alıp tekrardan eşinin yanına oturdu önce minik Esranın saçlarını okşadı eli hala kızının yanağını okşarken Mehmet kızına bir kez daha anlattı "bak yavrum, minik süslü kurdelem benim, dışarıya ekmek almaya çıkınca bile götü - ay yani popomuz donuyor, evladım bu kamp aşkı nereden çıktı? Oturalım evimizde mis gibi, üfle pastanıda yiyelim artık! Çay da zaten kaynaya kaynaya bitti"

 

Yıldız son sözlerle eş değer bir şekilde gözünü belerterek eşine döndü sıktığı dişlerinin arasından savurduğu tehditler hiçte yüzü kadar masum değildi "çayın suyu bitmiş miş! Ben şimdi o çaydanlığı - tövbe tövbe" neyse ki bu söylenmelerini yanluzca eşi duymuştu.

 

Esra bağırmaktan kısılan sesiyle direnişe devam etti "ben kampa gitmek is ti yo rum heh işte öyle!"

 

Ertuğrul ise artık pes etmişti "ben daha istemiyorum kamp falan, hem annem üşürse karnındaki bebekte üşür, boş ver Esra artık pastamızı yiyelim"

 

Esra duyduğu bu cümlelerle yıkılmıştı, yarı yolda bırakılmış satılmıştı... En yakınından yediği bu darbe ise ona çok ağırdı, bu yüzdendi dudaklarının öne doğru büzülüşü, gözlerinin kızarışı ve burnunun akışı

 

Annesinin kucağından inip koşarak Ertuğrulu geriye doğru itti, halının üzerine sırt üstü uzanan Ertuğrul neye uğradığını şaşırmıştı, Gülşen ayaklanacaktıki Tahsin bir elini bacağına hafifçe yaslayıp onu durdurdu "sen yorulma hatun, ben bakarım" diyip ayaklandı

 

Gülşen ise yalnızca üç buçuk aylık hamile olmasına rağmen eşinin bu tavrından sıkılmıştı, aslında hoşuna gidiyordu ama hamilelikte işler tam tersiydi, mesela çikolata yemeyi çok seviyordu ama buraya gelmeden önce Tahsine 'ben neden çikolata seviyorum hiç mi merak etmiyorsun?' diye sorup tartışma çıkartmıştı, aslında Bi sebebide yoktu, öylesine sinirlenmek gelmişti içinden

 

Şimdide sinirleri tepesine vurmuştu "ay vallahi yangın var diye bağıracağım ha! Karnı burnunda kadın değilim ki ben! Kalkar bakarım oğlumuza, o kadarda değil Tahsin"

 

Tahsin aldığı ikaz ile yerine geri oturmuştu, zaten onlar tartışmalarını bitirene kadar Yıldız Ertuğrulun yanına gidip onu kaldırmış ve hiç bir yerine bir şey olmadığından emin olmuştu

 

Ertuğrul sakince babasının yanına oturdu "valla ne oldu anlamadım ki baba! Bi baktım küt yerdeyim, kötü bir şey mi dedim?" Tahsin oğlunun karşı cins isyanına büyük bir tecrübe ile cevap verdi "bak oğlum kadın milleti böyledir neye uğradığını şaşırırsın, bir bakarsın küt! yerdesin bir bakarsın çat! Lafı yersin ama böyle böyle birbirinize alışırsınız, ileride gül gibi geçinir gidersiniz"

 

Mehmet kızının laf arasında kaynadığını duyunca ayağındaki terliği çıkartıp keskin nişancılığını konuşturarak Tahsini anlının ortasından vurdu, en ters bakışlarını sunarken ayağa kalkıyordu "ayçada şimdiden Ay parçası gibi maşallah, bizim Yusufun oğluyla da yaşları yakın, ne yapsak beşik kertmesi falanmı -" sözünü yarıda kesen terliğinin ona aynı şekilde geri dönmesiydi

 

Zira Ayçada beşik kertmesi için bi 6 yıl kadar büyüktü.

 

Mehmet gururla gülümsedi" ipin ucu sana değince nasılda canın yanıyor? Yaa" yere bıraktığı terliğide giyinip kızının yanına gitti, kapısını tıkladı ama Esra bağıra çağıra salya sümük ağlamaktan tıklanan kapısının sesini duymamıştı, Mehmetde kapıyı yavaşça açıp içeriye girdi, kızının bakışları ise usulca kendisine döndü

 

Mehmet kapıyı kapatıp yavaşca kızının yanına yatağın ucuna oturdu, "sen gel bakayım Bi babanın kucağına" diyerek Esrayı kucağına aldı, tabii Esranın canına minnetti hemen babasının dediğini yaptı uslu uslu

 

Mehmet kızının saçları şefkatle okşamaya başladı " şimdi söyle bakalım babana, bu kamp fikrini aklına kim soktu?" Esra yeniden savunma moduna geçti

"kisme demedi baba ben kendim istedim" Mehmet derin bir nefes verdi "o zaman neden istediğini söyle eğer çok geçerli bir sebepse bu kamp işini bir kez daha gözden geçiririz" Esranın hemen yüzü düştü burnunu çekti elinin tersiyle sümüğünü koluna sildi koyu yeşil harelerini babasına çevirdi "arkadaşlarım doğum günlerinde hep bir yerlere gidiyorlar ama ben hiç gitmiyorum hep hava soğuk, evde oturuyoruz birde ben doğum günümü Ertuğrulla paylaşmak istemiyorum heh işte öyle"

 

Kızının bu açıklaması Mehmeti gülümsetmişti, ama yinede kızını bu sevdadan vazgeçirmesi lazımdı "arkadaşların bir yerlere gidiyorlar çünkü kaliteli ve eğlenceli zaman geçirmek istiyorlar, ama bizim bir yerlere gitmeye ihtiyacımız yokki, Tahsin amcan, Gülşen yengen, Annen, abin, Ayça, Ertuğrul birde ben biz kocaman bir aileyiz, hep birlikteyken zaten çok eğlenmiyormuyuz? " Esra hemen başıyla onayladı" e ozaman doğum gününü kocamaaan ve mutlu ailenlemi kutlamak istersin yoksa otun çöpün içindemi?" Esra biraz düşündü" ailemle kutlayacağım ama Ertuğrulla doğum günümü paylaşmam! " Mehmetin hoşuna gidiyordu tabii bu Ertuğrul meselesi, canına minnetdi ama Ertuğrulada yazıktı "tamam kızım artık Ertuğrulla paylaşmana gerek yok ama bu seferlik paylaş olurmu? Son kez, sonra paylaşmazsın"

 

Esranın aklına yatmıştı bu fikir Mehmet kızının göz yaşlarını eliyle sildi cebinden çıkardığı mendille Burnunuda sildi Esra babasının kucağından inip aynasının karşısına geçti ve toz pembe her yerinde kurdeleleri olan elbisesini düzeltti

 

 

 

 

(elbisenin her yerinde küçük küçük tülden toz pembe kurdeleler var)

 

Mehmet kızının yanına gidip başını okşadı, Esranın elini sıkıca tuttu ve odadan çıktılar, herkes oturma odasındaydı, Hakan bile! Kardeşinin doğum günü hürmetine arabalarıyla oynamayı bırakıp ailesinin yanına gelmiş Yaşam belirtisi vermişti.

 

Doğum gününün yıldızları sanki az önce küsmemiş gibi 32 diş sırıtıp sandalyeye ilk oturan kazanır yarışması yapıyordu, her şey normale dönünce Tahsin kamerasını çıkarıp kaydı başlattı, herkes masada sessizce oturuyordu ışıklar kapalıydı, Gülşen ile yıldız mutfakta pastayı hazırlayıp mumları yakmıştı, Yıldız pastayı eline alıp önden yürüdü, Gülşende ışığı kapayıp arkasından.

 

İkisi salona girdiğinde hep bir ağızdan koro halinde hiç şaşmayan marşlarını okudular, son kez olduğundan habersizdiler

"iyiki doğdunuz çocuklar

İyiki doğdun Esra

İyiki doğdun Ertuğrul

İyiki doğdunuz, iyiki doğdunuz

Mutlu yıllar size!"

 

Sonra kakhalar ve alkışlar bir tufan kopardı, Tahsin videoyu sonlandırıp herkesin sonkez birlikte olduğu o fotoğrafı çekti, her şeyden habersiz çokda mutlulardı

 

Pastalar yendi limonatalar içildi Esra her zamanki gibi elbisesini pasta aracılığıyla kirletti, yıldız söylene söylene Esranın üzerini değiştirip pijamalarını giydirdi

 

Çocuklar bir yanda oyun oynuyordu, büyükler koltuklara geçmiş çay eşliğinde zamanın su gibi akıp gittiğini, Esranın 6 Ertuğrulun 10 yaşına ne ara girdiğini konuşuyorlardı

 

Gün bitince herkes evine çekildi ve son kez derin, mutlu ve huzurlu bir uykunun tadını çıkardı...

 

⭐🌙 🇹🇷

 

Gülşen hamileliğinde verdiği yorgunlukla başını yastığa koyar koymaz uykuya dalmıştı

 

Tahsin ise bunu fırsat bilip çalışma masasına geçmiş eline bir kalem alıp beyaz kağıda olan biten herşeyi yazmış ardından bu mektubu bir zarfa koyup Gülşenin makyaj masasındaki takı kutusunun içine bırakmıştı

 

Yatak odasından çıkıp biricik prensesi Ayçanın odasına gitti önce, kızının üzerini örttü, altın sarısı saçlarını okşadı, alnına ve yanaklarına küçük öpücükler bıraktı, bu vedalaşma canını yakıyordu onları bir daha göremeyecek olmak çok kötü bir hisse neden oluyordu

 

Göz yaşları akmak için fazlaca çaba sarf ediyordu sessizce kızının odasından çıkıp oğlunun odasına geçti, Ertuğrulun üzeri açık değildi ama o yinede yorganını düzeltti dalgalı kumral saçlarını okşadı, kilolu olmamasına rağmen tombul olan yanaklarını öptü, o sırada Ertuğrul uyanır gibi oldu "baba?" kalkmaya meylederken, Tahsin oğlunun başını tekrar yastığa bıraktı "uyu oğlum ben üzerini örtmeye geldim, tatlı rüyalar Aslan parçam" Ertuğrul uyku ile uyanıklık arasındaydı, babasının dediğini yapıp tekrardan uykuya daldı, gelecekte bu davranışı yüzünden asla affetmeyecekti ama bilemedi.

 

Tahsinin en baş ve en son durağı her zaman ki gibi Gülşendi, onun yanına gitmek, ona veda etmek bir hayli zordu, ağlamamak için kendini çok kasıyordu, yavaşca yatak odasına girdi kapıyı kapattı, Gülşenin yanına oturdu ve kendi eline kıyasla ufacık kalan eli avucuna aldı sımsıkı tuttu Narin bir öpücük bıraktı

 

Göz yaşları kara harelerinden firar ediyordu, bir elinin tersiyle sildi isyankar göz yaşlarını, sonra Gülşeni yanaklarından alnından ve gamzesinden öptü, onu bu hamile haliyle bırakmak çok caniceydi, kendini asla affetmeyecekti.

 

Yataktan kalkıp üzerini değiştirdi, salona geçip saatin 02:30 olmasını bekledi, telefonu ilk çalışta açtı, beklediği görev talimatı geldi evden çıktı kapıyı çekmeden önce arkasına son defa baktı, yatakta uyuduğunu sandığı Gülşenin gözünden acı bir damla yanağına doğru süzüldü, kal diyemedi gitme, yapma da demedi sessizce kabullendi bu ihaneti, çünkü biliyordu Tahsin ne yaparsa önce vatanı sonra ailesi için yapardı

 

Ve Tahsin kapıyı çekti bir daha açmamak üzere.

 

Gülşen hüngür hüngür ağlamaya başladı koyu kahve hareleri takı kutusunda takılı kaldı.

 

Tahsin kıpkırmızı gözlerle üst kata çıkıp Mehmet Başaranın kapısını tıkladı, uykudan yeni uyanan Mehmet açtı kapıyı "bir şeymi oldu devrem?" Tahsin başını hayır anlamında salladı "beni aradılar göreve gidecekmişiz beş dakikan var" Mehmet çatallaşan sesini düzeltip sordu "daha sabah ezanıydı geldiğimizde iki gün iznimiz yokmuydu nereden çıktı bu görev?" Tahsin derin bir nefes verdi "ne bileyim müneccimmiyim ben? Göreve gidiyorsunuz dediler hazırlandım, uzatmada git üzerini giyin vedalaş çıkalım bizim çocuklar donmasın şimdi bu soğukta" Mehmet başıyla onayladı kapıyı açık bıraktı ve Yatak odasına gitti Zaten uyanık olan yıldızla vedalaştı üzerini değiştirdi sonra Hakan ile Esranın odalarına gidip onlarıda öptü çıkışa yönelecekken yıldız kolundan tutup onu durdurdu

 

Mehmet sorgular bakışlarını eşi Yıldıza dikti "Mehmet, içimde bir sıkıntı var, gitmesenmi bu göreve?" Mehmet içten bir şekilde tebessüm etti "o nereden çıktı Yıldızım? Acil çağırmışlar işte hep böyle oluyor zaten hem çok uzun sürmez herhalde malumat verilmemiş çünkü, yani çok uzun sürmez, geliriz inşallah bir iki güne" yıldız yinede çok endişeliydi "peki madem sen öyle diyorsun Allah'a emanet ol Mehmetim" Diyerek son kez sarıldı eşine Mehmetde sonkez eşine sımsıkı sarılıp boynuna bir öpücük bıraktı "sizde Allaha emanet olun Yıldızım"

 

Birbirlerinden ayrıldılar Mehmet Yıldızın topuklularının yanındaki postallarını ayağına geçirdi, kapıyı çekip evden çıktı, birlikte merdivenlerden aşağı inip askeriyeye doğru yol aldılar.

 

⭐🌙🇹🇷

 

Tüm Tim Tahsinin yönlendirmesiyle birlikte dağlara çıkmış düşmanlara karşı pusu kurmuşlardı, her biri doğayla kamufle olmuştu

 

Tahsin ve Mehmet her zamanki gibi yanyanalardı, Mehmet silahının dürbününden evin içindeki Ele başı olan Aykut adında bir teröristi hedef almıştı, Tahsinden vur emri gelmesini bekliyordu ama Tahsin hala hiç bir emir vermiyordu

 

"ne zaman vuracağız komutanım?"

Diye aklından geçeni sordu Mehmet, Tahsin ise içeriden Aykutun işaret vermesini bekliyordu, cevap vermedi bu yüzden

 

Bir kaç dakika sonra Aykut bir sigara yaktı bu Tahsin için beklediği işaretti yavaşca ayağa kalktı Mehmet onun bu tutarsız davranışlarından şüphelenmeye başlamıştı sinirle uyardı "komutanım ne yapıyorsunuz? Bizi yakalatacaksınız!"

 

Tahsin bu serzenişe cevap verdi "vur" Mehmet sinirle tekrardan önüne dönüp adamı hedef aldı ama bir dakika oda neydi, Aykut az önceki yerinde yoktu ve ev boşalmıştı!

 

Mehmet tedirgince Tahsine döndü ama Tahsinin silahını elinden bırakıp düşmanın inine doğru yürüdüğünü gördü, şok içindeydi "komutanım ne yapıyorsunuz!" dedi Tahsinin duyabileceği bir tonda

 

Fakat cevap belirginleşiyordu! Tahsin yavaşca evin bahçesine toplanan it sürüsünün yanına gitti Aykut ile tokalaştı, Mehmet bu yaşanan olayı ağzı açık bir şekilde izledi, ihanete uğramışlığın verdiği yıkım tüm bedenini ele geçirmişti

 

Tüm tim Mehmetin yanına gelip ne olduğunu Tahsinin ne yaptığını sormuştu Mehmet sonunda geçirdiği şoktan çıkıp ekip arkadaşlarına yöneldi "Tahsin komutanımız bize ve vatanına ihanet edip o it sürüsünün yanına geçti, yalnızca bu görevde izin verirseniz komutanınız ben olmak isterim?" herkes başıyla onaylayınca devam etti "belli ki iki taraftan biri bu savaştan sağ çıkamayacak! Kanınızın son damlasına kadar bu haine ve it sürüsüne karşı savaşmaya varmısınız?" hepsi bir ağızdan sessizce varız dediler

 

"Hakkınızı helal edermisiniz?"

"Helal olsun"

"hakkınızı helal edermisiniz?

" helal olsun "

" Hakınızı helal edermisiniz"

"helal olsun"

 

Mehmet gözünü kararmıştı "vatan sağolsun!" dedi ve içinden diğer herkes gibi şehadetini getirdi

 

"Göğüs göğüse çarpışacağız Aslan parçaları varmısınız?"

 

Askerlerin gözünde ve kalbinde tereddüte yer yoktu "varız!" dediler hep birlikte

 

Ve tüm heybetleriyle ayağa kalktılar önde Mehmet arkada Timin geri kalanı postallarını yere vura vura it sürüsünün karşısına geçtiler

 

Aykut ellerini arkadan birleştirmiş koca göbeğini öne atmıştı gelen Adamlarla yüzündeki memnuniyetsizlik ifadesi dahada arttı "داشتم به این فکر میکردم که جلسهات کی تموم میشه، زود تموم شد! "

 

(bende toplantınız ne zaman bitecek diye düşünüyordum erken bitti)

 

Mehmet ve arkasındaki Yiğitler bu farsça küçümsemeyi elbette anlamışlardı komutanları cevabını verdi "biz itle köpekle dün karşılaşmaya başlamadık Aykut!" Türkçe konuşmuştu, elalemin diliyle konuşmak için kendini yoramazdı, zaten hain bir köpek sınıfına geçen Tahsin bunu hemen farsçaya çevirmişti, Mehmet hala Tahsinin bu yaptığına inanmakta zorlanıyordu.

 

it sürüsü aniden eve doğru koşmaya başladı Tim bu saçma ve anlamsız kaçışa bir kulp takamasada onların peşinden koştu, eve girdiklerinde odalara dağılıp aramaya başladılar tam o sırada çok şiddetli bir patlama oldu, yüksek desibeldeki ses kulakları sağır etti herkesin bedeni bir köşeye savruldu toz dumana karıştı, her yer alev aldı Tüm bedenler cayır cayır yanmaya başladı, Mehmet yerde boylu boyunca uzanıyor nefes alamıyordu başından aşağı sızan sıcak sıvı uykusunu getiriyordu gözlerinin önüne Yıldızı geldi Esrası, Hakanı geldi yüzünde masum bir tebessümle Şehadet getirmeye çalıştı son kez titrek bir nefes verdi tüm hayatı gözünün önünden geçti ve aciz kalan bedeni oracıkta ruhunu teslim etti

 

⭐🌙🇹🇷

 

Yıldız dün gece endişeden uyuyamamıştı Eli sürekli Mehmetin hediye ettiği ay yıldızlı kolyeye gidip durmuştu, daha önce hiç böyle bir endişe duymamıştı ama şimdi içi nedensizce kan ağlıyordu

 

Sabah namazından sonra uzun uzun dua etmişti eşi ve çocukları için, dualar içini bir nebze ferahlatmıştı

 

Şimdide mutfakta çocuklara kahvaltı hazırlıyordu

 

Esra yumurtayı tam pişmiş seviyordu Hakan ise bıraksan yumurtayı çiğ çiğ yiyecekti, onlar için ayrı ayrı omletler hazırladı sofrayı kurup Esranın odasına gitti, yine yorganını itmiş üzeri açık uyuyordu minik afacan

 

Yıldızın yüzüne bir tebessüm yayıldı kızının yanına gidip kızıllık barındıran koyu kahve saçlarını okşadı güneş vurdukça annesinin tarafından aldığı kızıllıklar dahada parladı, Yıldız sesini çok yükseltmeden kızını uyandırdı "Esra, güzel kızım uyan hadi, süslü kurdelem benim kalk hadi"

 

Uykusundan uyandırılmış Esra hiçte bir prenses gibi değildi saçı başı dağılmıştı ve bir cadıya benziyordu

 

Annesini görünce oda gülümsedi ve yattığı yerden kalkıp annesinin yanağına kendince kocaman ve sulu bir öpücük kondurdu "Günaydın" dedi bir kuşu andıran cıvıltısı

 

Yıldızda onun gibi karşılık verdi "sanada günaydın prensesim benim, hadi koş bakalım tuvalete" Esra aldığı komutla hemen tuvalete koştu Yıldız arkasından baka kaldı, biri dokunsa ağlayacaktı

 

Esra çişini yapıp elini yüzünü yıkadı o çıkınca Hakan da işini halletti ve hep birlikte sofraya oturdular Hakan mutfağın kapısından oturma odasına doğru baktı ama kimseyi göremedi Yıldız oğlunun kimi aradığını biliyordu "babanız göreve gitti çocuklar ama merak etmeyin çok yakında dönecekmiş" içinden inşallah demedende edemedi

 

Çocukların yüzü düştü herzaman ki gibi sessiz sedasız bir kahvaltı oldu buda, bu gün cumartesiydi okul yoktu o yüzden Hakan, Esra, Ertuğrul ve Ayça lojmanın bahçesine oyun oynamaya indiler

 

Yıldızda aklındaki kötü düşünceleri savmak için temizlik yapmaya karar verdi, mutfağı topladı, çamaşırları makinaya attı, evi süpürdü sildi, en sonundada bir güzel duş aldı, üzerini giyinmiş tam salona geçiyordu ki kapı tıklandı, kalbi güm güm çarpmaya başladı, fortmantodan şalını alıp başına doladı kapıyı açtı ama gelen Yalnızca Gülşen ve Timdeki Yusuf adında bir askerin Eşi Nidaydı

 

Gülümseyerek onları içeriye davet etti, mutfağa gidip çay suyu koydu sonrada salona kadınların yanına geçti

 

Hoş geldin beş gittin fasıllarından sonra koyu sohbete dalmıştı üç genç kadın, Yıldızın içinde ki o kötü his, derdini arkadaşlarıyla paylaştıkça azalmaya başlamıştı

 

Nida kayınvalidesiyle yaşadığı komik bir anıyı anlattığında üç kadında şen kahkahalar attı

 

Tam o sırada kapı tıklandı, Yıldız yüzünde asılı kalan tebessüm ile kapıyı açtı çocuklar geldi sanıyordu bu yüzden aşağı doğru bakarak kapıyı açmıştı ama karşılaştığı şey çocuk değil büyükçe bir Türk bayrağıydı

 

Önce yüzündeki gülümseme yavaşca soldu ,ardından gözleri doldu dudakları titremeye başladı ,bakışlarını yavaşca bayrağı tutan askere kaldırdı ,ağlamak üzere olduğundan çatallaşan sesiyle masumca sordu

 

"Ne oluyor? Siz kimsiniz?" Asker çok fazla söze hacet duymadı karşısındaki kadının yüzüne bakmadan "başınız sağ olsun " dedi Yıldız henüz ilk şoku atlatabilmiş değildi bu yüzden "vatan sağolsun" dediğini fark etmedi bile

 

Gözünden bir damla yaş süzülüp girişteki paspasın üzerine düştü , kendine uzatılan bayrağı titreyen eliyle aldı , ağlama ve bağırıp çağırma isteği hat safhadaydı , "Mehmet" dedi sesizce , ardından kapının önünde yere çöktü zira bacaklarından derman kesilmişti, daha yüksek bir sesle bağırdı "MEHMET!" Elindeki bayrağı bağrına basarken haykırdı

"MEHMET! SENDE Mİ BAYRAĞIN ALINA, AKINA KARIŞTIN MEHMET!"

 

İçerideki kadınlar Yıldızın feryadını duydukları gibi hızlıca kapının önüne geldiler Nida yere çöküp bayrağa sarılarak ağlayan Yıldızın yanına çömelip onu sakinleştirmeye çalışıyordu

 

Gülşen ise az sonra duyacaklarını duymak istemiyordu ama yinede sordu "Ne oluyor burada? "

 

En öndeki asker geriye çekildi ve sağdaki onun yerinde dimdik durdu "Mehmet Başaran , Tahsin Kalender ve Yusuf uludağ gittikleri görevde şehit düştüler , naaşlarını toplamak uzun sürdü ,başınız sağ olsun "

 

Yıldızın gözleri fal taşı gibi açıldı korkudan titreyen sesiyle sordu "n-naaşlarını toplamak uzun sürdü derken ?"

 

En arkada Yusuf uludağın bayrağını vermek için bekleyen asker öne çıktı " yusuf uludağın naaşı tek parça halindeydi , Mehmet Başaranın sol bacağını bulamadık ve Tahsin kalenderin yanlızca sağ elini bulabildik oda yüzüğün içinde eşi ile kendı isimleri yazdığı için başınız sağ olsun "

 

Gülşen duyduğu cümlelerle eş değer bir şekilde elini karnına bebeğinin üzerine yasladı kapının pervazından ve bebeğinden destek almaya çalıştı ama bunlar onu ayakta tutmaya yetmemişti aniden gözü kararmış yer ayakları altından kaymıştı adeta, narin bedeni aniden yerle bir olunca Nida Yıldızı bırakıp bayılan Gülşene baktı başını kucağına koydu

 

Nida kendi derdine yanamıyordu çünkü iki arkadaşıda kriz geçiriyordu biri kendini kaybetmişçesine ağlıyor diğeri ise yerde baygın yatıyordu , ama en azından şanslıydı ,Yusufunun naaşı eksiksizdi, bir gün buna şükredeceği aklının ucundan bile geçmezdi

 

 

🌙🇹🇷

 

Eveet ballı böreklerim ilk bölümün sonuna geldik 2900 küsür kelime yazıp biraz lafı fazla uzatmışım

 

Ama ikinci bölümüde hemen atacağım inşaallah

 

Çünkü daha hikâyenin girişindeyiz yani şu an sadace geçmişi anlatıyorum

 

Gökçene benziyor diyenler içinde hazırlıklı geldim mdnxm

 

Son zamanlarda asker kurgusu yazan tüm yazarlara 'Gökçen2 veya Kitap adı yanlış olmuş Gökçen yazacaktın galiba ' gibi şeyler yazıyorlar

 

Ben Gökçeni çok ama çok seviyorum, ama benim kitabımda gökçen değil msndks

 

Loresima Wattpadde askeri kurgu akımını başlatmış olabilir ama bu herkesin ondan kopyaladığı anlamına da gelmez , ki ben Loresimayıda çok ama çok severim

 

Yani demem o ki yine lafı çok fazla uzattım ödndm

 

Ama ben gerekli açıklamamı yapayımda sonra başım yanmasın mdndllsm

 

Kurgumuza hoş geldiniz sefa getirdiniz

 

İkinci partımızı hemen yazmaya gidiyorum

 

Çokça öpüldüz hoşça kalın ballı böreklerim

 

Loading...
0%