Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Ateşte açan güldük biz

@piyara

 

 

Fırat tuzlu kahve beklerken ağzının tatlanmasıyla gözlerini kısıp bana gülümsemişti.

 

 

Mesut amca;

 

 

-"Kahveler geldiğine göre konuyu açabiliriz artık efendim." Dedi babama hafif bir gülümseme ile.

 

 

-"Mehmet Bey..." Dedi kanıyan yaram babama mesut amca. "Sebebi ziyaretimiz malum, Fırat' ı oğlum gibi sever sayarım. Kötü hiçbir huyu yoktur. Fırat'ın annesi babası bir kaza sonucu vefat ettiler Azat ve Fırat o kazadan sağ çıkan iki karderştir. Babası Levent'i iyi tanırdım. Çok iyi bir adamdı rahmetli ve arkadaşımdı. Fırat'ı yıllar sonra buldum. Şuan üsteğmendir kendisi abisi ise otomobiv şirketi vardır." Diyerek; "Zaten araştırmışsınızdır oğlumuzu."

 

 

Babam başını sallayarak;

 

 

-" Biliyorum araştırdı oğlum epey." Dedi.

 

 

-" Çocuklar birbirini görmüş beğenmiş, onlar ikisi uzaktan bir bağ kurmuş, birbirine kördüğüm olmuşlar. Bize de usulünce Allah'ın emri, peygamberin kavliyle istemek düşer."

 

 

-"Diyecek birşeyim yok mesut bey. Hayırlısı olsun diyelim." Dedi babam.
Kanayan tarafımdı babam hâlâ öyleydi. O kadar şey yaşamıştım. Fakat hiçbirseye ses çıkartmayandı babam. Ne olumlu ne olumsuzdu... O gün yaşadıklarım bir an gözlerimin önüne serpilmiş içimden şöyle seslenmiştim babama;

 

 

Görüyordum beni vurmaya gelenleri, kafamı çevirdiğimde baba suretinde birileri. Bakışları anlamsız olsa da ağzında bir orduya yetecek kadar mermi. Üstelik ben bir ordu değilim, ben tek başımayım. Hâlâ oyuncak saklar, kağıttan gemiler yaparım. Baba burada sadece ben varım, bana kötülük yapanlar ise uzaklarda. Onları aradığını sanıyordum. Yoksa aradığın ben miydim? Ama ben yavrun değil miydim?...

 

 

Babam fırat'la evlenmeme sadece yaşadıklarımdan ötürü müsade vermişti. O yüzden sesi çıkmamıştı. Benimle kanayan annemdi sanırım sadece. Abimde severdi beni ablalarımda severlerdi fakat babam, babamın beni sevdiğini hiç görmedim... Yani ben babamın bahçesinde sulamadığı çiçektim... Ve o gün o gece ben o adamların ellerinde cebelleşirken içimden şunu geçirdim;

 

 

"Babama haber salın, sulamadığı çiçeği kökünden söktüler..."

 

 

Neyse nerede kalmıştık, evet sonra Mesut amca ve Sibel teyzenin ellerini öptüm, Fırat'ta annemle, babamın ellerini öpmüştü. Sonra tatlı ve içecekler eşliğinde söz yüzüğü takılmıştı Fırat tarafından parmağıma.
İsteme ve söz bir arada olmuştu. Ondan sonrasında, hayatımız yeni bir döneme girmişti. Fırat, göreve gitmek için hazırlık yaparken, kalbimde oluşan bir huzursuzluk vardı. Bunu ona belli etmemiştim. Gitmeden önce beni görmeye geleceğini söylemişti. Ben o gelmeden onun için bişeyler hazırlamıştım yanında götürmesi için...

 

 

Geldiğinde ise tedirginliğimi ve endişemi anlamıştı yüz ifademden. Suskunluğumdan en çok. Ellerimle oynamamdan. Ellerimi tutarak;

 

 

-"Döneceğim Mahbube'm görev biter bitmez yanında olacağım söz veriyorum sana."

 

 

-" Korkuyorum..." Dedim dudaklarım titreyerek. " Korkuyorum Fırat." Dedim devamında.

 

 

Fırat gözlerime bakıp ellerimi sıkı sıkı tutarken;

 

 

-" Ben seni seviyorum Mahbubem." Kesin bir dille, emin bir ifadeyle devam etti. " Bu ifade çok dersen, 'etkileniyor' de. Az dersen, 'ölüyor' de. Sen neyi koyarsan senden sonrasına benim kabulüm. Ben seni, ben sana Mahbube... Devamını bir sürü şeyle doldurabilirmişim gibi ama senin neyi kabul edeceğini bilmeden ben sana bir değil, birçok şeymiş gibi hissediyorum."

 

 

-"Bende seni, bende sana... Senden sonrasına neyi koyarsan kabulüm." Dedim saf ve masumca gözlerine bakarak.

 

 

Saatler o kadar çabuk gecmişti ki farkına bile varmamıştık. Gideceği vakit gelmişti. Fırat'a;

 

 

-"Sana birşeyler hazırladım. Yolda yersin aç bırakma kendini." Diyerek hazırladıklarımı ellerine tutuşturdum.

 

 

-" Ne gerek vardı yavrum, kendini niye yordun." Derken.

 

 

-" Korkma zehirlenmezsin." Dedim gülümseyerek.

 

 

"Hmmmm korktuğumu kim söyledi?"

 

 

Boynuma doğru dudakları yaklaşırken. Yaşadıklarım nedeniyle geri çektim kendimi. Gülümseyen dudaklarımın kenarına hüzün oturdu bir anda ve o bunu fark etmişti.

 

 

-"Dicle, seninle birlikte yanmayacaksam, ben seni hiç sevmedim sayarım." Yüzüne hüznü çöktürdüğüm adam; " Mutluluğumuzu gömme Mahbube. Çünkü insan bir kere mutluluğunu gömmüş ise toprağın en derinine, gülüşleri solmuştur. Şöyle bir ağız dolusu gülemez olur. Şuan kendini suçlu gördüğünü, bunun için hem kendinden hem benden utandığını biliyorum. Gülüşlerin hep yarım soluk Diclem. Gülüşlerini yarıda bırakma." Dedi.

 

 

Sadece gözlerimden akanlarla cevap vermiştim. Ben susmuştum o anlamış gibi konuşmuştu Fırat. Başımı hafif salladım ona tamam dercesine. Ama içimdekiler ruhumu çürütüyordu. Geçmişten kalan yaralarla zihnimin derinliklerinde bir varoluş çabasıydı benimki. Bazen öyle şeyler gelirdi ki insanın başına, yeniden başlamak zorunda kalır; ömrünün ortasında hayata... Peki, acıyla yanmış, yana yana kül olmuş ruhlar yeniden başlayabilir mi yaşamaya gerçekten?Paramparça bir kalp, mutlu bir sonsuzluk için atabilir mi yeniden?..

 

 

Fırat, Alanca Tim'in komutanıydı ve önemli bir operasyona katılacaktı bu durum, etimden kemiğimden çalıyordu. Beni oldukça endişelendiriyordu.

 

 

Fırat'tan;

 

 

Alanca timi sınır bölgesinde terörist unsurlara karşı düzenlenecek büyük bir operasyonun lideri olarak göreve katılmıştım.

 

 

Ekibimle birlikte, bölgedeki hedefleri etkisiz hale getirmek için detaylı bir plan yapmıştık.
Operasyon günü geldiğinde, ben ve ekibim sabahım erken saatlerinde bölgeye intikal etmiştik. Hedef, teröristlerin saklandığı bir dağlık alanlardı. Sessizce ilerleyerek düşman mevzilerine yaklaştık. Telsizle ekibime talimatlar veriyor, her adımda dikkatli olmalarını istiyordum.
Birden bire düşman ateşi açıldı. Soğukkanlılığını koruyarak ekibime siper almasını söylemiştim. "Hedefi belirleyin! Ateş serbest!" diye bağırdım. Tüm ekip koordineli bir şekilde düşman mevzilerini hedef alarak karşılık verdi. Patlamalar ve silah sesleri arasında, stratejik hamleler yaparak düşmanı püskürtmeyi başarmıştık. Yaklaşık olarak iki ay süren bu operasyon yokluğumda Dicle'yi çok etkilemişti. Çünkü haber almak ve vermek çok zordu. İletişim kurmak hemen hemen imkansızdı.

 

 

Benim yokluğun Dicle için zorlayıcıydı. Günler geçtikçe yalnızlık hissi artmıştı. Terapi seansları artık etkisini yitirmişti; her gün benden haber almak için telefonunu kontrol ediyor ama beklediği ne arama ne mesaj gelmiyordu.

 

 

Dicle’nin ruh hali kötüleşirken, Rojda ve Azat abim arasında gelişen ilişki ona biraz moral vermişti. Instagram üzerinden sık sık mesajlaşıyorlardı.

 

 

Rojda:

 

 

- "Azat, seninle konuşmak çok iyi geliyor.

Azat;

 

 

-"Ben de aynı şekilde hissediyorum Rojda. Seninle sohbet etmek bana da iyi geliyor."

 

 

Onunla artık sözlü olmam Dicle'nin içindeki boşluğu biraz olsun dolduruyordu ama yokluğum her an hissediliyordu onun tarafından.
Civan operasyona katılmamıştı, yakın arkadaşım olduğu için ve Diclenin hayatını kurtardığı için Dicle onu aileden biri olarak görüyordu. Benim için Civanla iletişim halindeydi sürekli.

 

 

Civan;

 

 

-"Dicle, Fırat senin için her şeyi göze alıyor. Onun döneceğine inanmalısın."

 

 

-"Bunları biliyorum fakat tedirgin ve huzursuz hissediyorum. Civan tam iki ay geçti o iki ay iki asır gibi geldi bana sesini hiç duymadım, konuşamadım. Onu özlüyorum. Hiç konuşmuyor musunuz?"

 

 

-" Tedirgin olacak hiçbirsey yok Dicle, yada yenge diyeyim sana artık. Sürekli irtibat halinde albay iyiler merak etme."

 

 

0perasyon başarıyla tamamlandıktan sonra geri dönmem bekleniyordu ama Dicle’nin içindeki endişe dinmiyordu. Bir kaç gün sonrasında Civan’dan aldığı haberle umutlanmıştı;

 

 

Civan;

 

 

- "Fırat yarın eve dönüyor!"

 

 

-"Gerçekten mi?" Dedi Dicle.

 

 

-"Evet yenge, albayın kendisi söyledi bunu." Diyerek yanıtladı Civan.

 

 


Dicle, sabırsızlıkla beklediği o anın gelmesini dört gözle beklemişti.Benim dönmemle birlikte her şeyin düzeleceğine inanıyordu.

Loading...
0%