@piyara
|
Gecenin ilerleyen saatlerinde biz düğün salonuna girdikten sonra,davetlilerden bir çift, benim ve Fırat’ın ne kadar uyumlu göründüğünü söyleymişti. Fırat, hafif utanarak ama bana kendini kasa kasa sarılarak "Evet, biz çok başkayız," demişti. Gecenin sonunda salondan çıkarken birbirlerimize olan sevgimiz ve bağlılığımız daha da artmıştı. Yüreğimde, bu düğünden sonra Fırat’la gelecekte bir düğün hayali belirmişti; belki bir gün bizim düğünümüzde böylesine neşeli, sevgi dolu olurdu diye düşünürken bulmuştum kendimi. Düğünden birkaç gün sonrasında Mesut amcada soluğu Ankara'da almıştı. Fıratla konuşmuş olmalıydı ki öyle olmuştu. Ben Fırat'ın evindeyken kapı zili çalınmıştı. Fırat haberdar olduğu için kapıyı açmıştı hemen. Ama bana süpriz olmuştu. 'Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?' faslından sonra; -“Demek kavustunuz," demişti Mesut amca, yüzüme bakıp hafifçe gülümseyerek. Bu basit gibi görünen cümlenin altında yatan ağırlığı hissedebilmiştim. Ne kadar sevinçli görünmek istesem de içimde hâlâ taşıdığım korkular yüzüme yansımıştı. Dudaklarımda yarım bir tebessüm belirirken, başımı hafifçe sallayıp; -"Kavuştuk," demiştim, sesimdeki titremeyi gizleyemeyerek. Fakat içimde kopan fırtınalarla tekrar yüzleşeceğimi bilememiştim. Saatler önce mutluluktan uçan Dicle, Mesut amcanın bu sorusuyla geçmişe gidip gelmişti. Her gece, Fıratsız olduğum her an, her saat dua etmiştim. Her bir saniye bir ömre bedeldi benim için, o gün ise o büyük sevincin ortasında bile içimde garip bir burukluk oluşmuştu. -"Allah ayırmasın kızım," derken Mesut amca sesinde yılların yorgunluğu ve derin bir şefkat vardı. Başımı sallayıp, ama gözlerim yerde, kelimeler boğazıma düğümlenmişti. -"Allah ayirmaz da.." diye fısıldamıştım, içimdeki fırtına gittikçe büyümüştü. "Başka şeylerden korkuyorum. Olanlardan sonra... Kulların ayırdığını gördüm, sayısız olan yaşamımı o gün ellerimde hissettim. Bir insanın sevgiyle nefes alması en keskin kılıç gibidir derlerdi, ama o gün... O gün o sevgiyle aldığım nefesi, o kılıçı köreltiler. Sevgi için aldığım her bir nefesi zanneden o kadın sevdiğım adama fayda edemedi." Bir an durup boşluğa bakmıştım. O günü, o anı hatırlatmıştı sözlerim; zamana meydan okurcasına ağırlaşan saniyeler... Kalbimin her bir atışını sanki ellerimin arasında hissetmiştim. Ama bir türlü o kalbin kırılgan ipliğine tutunamamıştım. Ellerim titremişti, ben titremiştim. Oysa ne kadar çok insana, hayvana, dilsiz olan herşeye sevgimi sunmuştum. ne kadar çok kalbi kırılanları yeniden hayata döndürmüştüm saf sevgimle. En çok kalbi kırılana ellerim gitmemişti, sevgiyle sarıp sarmalak isterken, ondan uzağa kaçmıştım ben. Keskin bir soğukkanlılıkla, kayıtsız bir güvenle... Sevmiyorum diyerek... Ama istemeyerek içim acıyarak, çokça ölerekti. O gün... O gün sadece çaresiz bir kadındım, korkmuş bir kadın. Sevdiğim adamı kaybetme korkusu, bana ait olan herşeyi, bir rüzgâr gibi savurup gitmiştı. Ellerim bomboş kalmıştı. Ne kadar ironik bir durum değil mi? Herkese deva olmaya çalışan ben, tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda sevdiğim adama bir damla umut olamamıştım. Kalbi avuçlarmın içinde duracak gibiydi, ama ben... Ben o kalbe dokunmaya cesaret edememiştim. Korkmuştum. Onu daha da kırmaktan, daha da incitmekten korkarken, onu yüz üstü bırakmıştım. En çok yara aldığım yerden, yara açmıştım sevdiğim adamın yüreğine. O gün Dicle değil, insan oluşumla yüzleşmiştim. Ve o yüzleşmede, kendimi yetersiz, işe yaramaz, korkak bulmuştum olanlardan sonra... Fırattan ayrıldığım o gün ben o sınavı kaybetmiş gibiydim. Mesut amca dikkatimi dağıtmak için; -"Kızım bize bir kahve yapta içelim." Demişti. Başımı sallayıp mutfağa geçmiştim kahve yapmak için. Mutfakta kahve makinelerinin hafif sesi arasında düşüncelerimle boğuşurken, ellerim titreyerek fincanları hazırlamaya başlamıştım. Bir yandan da Mesut amcanın söylediği sözleri kafamda tekrar ederken bulmuştum kendimi. “Allah ayırmasın...” Ne kadar kolay söylenmiş bir dilek, ne kadar masum bir temenniydi. Ama benim içinde olduğum geçmişte yaşanan fırtına, Mesut amcanın söylediklerini bir o kadar geçersiz kılmıştı. O günlerde Fırat’la aramızda yaşadıklarım, bazen sevginin büyüklüğü kadar yıkıcı da olabilmişti. Kahveleri hazırladıktan sonra salona geri dönerken ben, Mesut amca, Fırat’ın yanına oturmuş, bir şeyler konuşuyordu. Ancak gözlerim, her zamanki gibi Fırat’ın yüzünde yoğunlaşmıştı. Ona bakarken, içimdeki korku ve sevgi birbirini kuşatmıştı. Mesut amcayla bir ilgisi yoktu yaşadıklarımın ama o beni istemişti babamdan. Ve aniden gelmesi beni o günlere götürmüştü. Gerçekten ne kadar birbirimize yakındık, ama aynı zamanda o kadar da uzak... -“Teşekkür ederim,” dedi Mesut amca, kahve fincanını alırken. “Beni misafir ettiniz. Güzel bir gün geçiriyorsunuz anlaşılan.” -“Evet Albayım, çok mutluyuz,” dedi Fırat, gülümseyerek. Ama o gülümsemede bir şeyler olmuştu. Biraz hüzün, çokça eksiklik vardı, tıpkı benim gibi, Fırat nasıl anlıyordu bilmiyorum ama içimi okuyor gibiydi. Yüzüm düşse onun çinde fırtına kopuyordu ve o fırtınalarla içinde mücadele ediyordu. Bnu dışarıya yansıtmak istemediği de apacık ortadaydı. Kahvelerimizi içmeye başlamıştık. Her bir yudum, içimdeki gerilimi biraz daha hafifletmişti.O anları düşünmek, hatırlamak, geçmişin yükünü taşımak zordu. Fırat’la aramızdaki bu ince ipi bozmamak, kaybetmemek için her şeyi yapmaya çalışıyordum. Ama bir yanda da bir şeyler beni sürekli korkutmuştu. Mesut amcanın gözlerinde bir şeyler vardı. Her ne kadar yüzeyde neşeli görünse de, bakışlarında bir hüzün vardı. Anlıyordum ve bunu hissedebiliyordum. Bir süre sessizliğimizin içinde, sadece kahve fincanlarının sesleri duyulmuştu. Sonra Mesut amca, sanki içimdekileri okumaya başlamış gibi, çok nazikçe konuşmaya devam etmişti. -“Dicle kızım, her şeyin bir zamanı vardır. Sevgi de öyle... Her şeyin yeri, zamanı var. İnsanlar bazen birbirlerine en çok ihtiyaç duyduklarında, işte o zaman, en büyük sınavı verirler. Belki senin yaşadığın da o sınav. Ama unutma, her zaman bir çıkış yolu vardır. Korkma, her şey düzelecek.” -“Kahve çok güzel olmuş Dicle,” dedi Mesut amca, son yudumunu da içerken. - “Birlikte her şeyi aşacağız, değil mi?” demiştim içimden gelen tüm gücü toplarak. Fırat, derin bir nefes alırken, sonra gözlerimin içine bakarken; -"Evet, birlikte aşacağız. Ne olursa olsun.” -"Dicle, kızım Fırat'ı senden bir süre alacağım. Bir görev için sınır bölgesine gitmek için hazırlanacak. En yakın zamanda da orada olması gerekiyor." Demişti. Fırat, bir süre sessiz kalmıştı. Yüz ifadesi anlatmak istediği bir şeyler olduğunu belli ettirmişti. Fakat konuyu açmakta zorlanmıştı. Birkaç saniye sonra derin bir nefes alıp ve bana doğru dönerek elimi tutmuştu. -"Dicle,” derken sesi kararlı ama bir o kadar da üzgün çıkarken, “Sınır bölgesine özel bir görev için gönderiliyorum. Bir süre seni göremeyeceğim. Ama en kısa zaman içinde döneceğim.” Sözleri kalbimde anı bir ağırlık oluşturmuştu. Fırat’ın görevlerini biliyordum, ancak sınır bölgesi denince içimdeki huzursuzluk artıyordu.Bir şeylerin yolunda gitmeyeceğine dair bir korku içime düşmüştü. Yüzümdeki kaygıyı fark etmişti Fırat. Elini yanağıma koyarak gözlerimin içine bakmıştı. - “Endişelenme,” demişti yumuşak bir sesle. “Bu görev kısa sürecek. Ben döner dönmez yine senin yanındayım.” Gözlerimde beliren yaşları gizlemeye çalışarak başımı sallamıştım, ama içimdeki boşluk dolmamıştı. Onu böylesine tehlikeli bir bölgede düşünmek kalbimi sıkıştırmıştı. Aynı zamanda önceki görevden döndüğünde kötü şeyler yaşanmıştı. Yine de ona bu durumda destek olmaktan başka bir şey yapamayacağımı da biliyordum. -“Peki,” demiştim titreyen bir sesimle, “Kendine çok dikkat et, tamam mı? Her zaman yaparsın ama bu kez… bu kez daha fazla dikkat et.” Fırat, gülümseyerek başını sallamıştı. Ama o gülümseme, gözlerindeki derin endişeyi gizleyemeye yetmemişti. Mesut amca bir süre sessiz kalmış sonra yavaşça yerinden kalkmıştı. -“Ben artık kalkayım,” derken. “Fırat, hazırlıklarını yaparken biraz zamana ihtiyacı olacak. Dicle kızım, ona güç ver. O sana güveniyor. Bu görev her zamanki gibi bitecek, merak etme.” Mesut amca gittikten sonra evde bir sessizlik hâkim olmuştu. Fırat, bir süre boyunca oturduğu yerden kalkmadan dalgınca boşluğa bakmıştı. Onu böyle görmek beni daha da kaygılandırmıştı. Yanına oturup elini tuturken -“Fırat, bu görev… Daha öncekiler gibi mi? Yoksa… başka bir şey mi var? Bana dürüst ol, lütfen.” Fırat bir süre gözlerimin içine bakmıştı. Söylemek istediği bir şeyler olduğu belliydi, ama bunu nasıl dile getireceğini bilmiyor gibiydi. Derin bir nefes alıp, başını hafifçe eğmişti. -“Bu görev, diğerlerinden biraz farklı, Dicle,” dedi sonunda. “Detayları anlatamam, biliyorsun. Bu yüzden bana güvenmeni istiyorum. Bu işi en iyi şekilde halledip döneceğim. Sana söz veriyorum.” O gece eve gitmek istememiştim. Fıratın evinde kalmaya karar vermiştimz onun yanında olmak istemiştim. Fırat geceden eşyalarını toplamıştı.İçimdeki tüm korkular bir fırtına gibi yükselmişti. Ben banyoda Fıratın asılı olduğu gömleğini giyinmiştim ve giyindiğim gömleğiyle sırılsıklam kurulanmadan salona geçerken, Fırat'ın gözleri beni yakalamış gibi; -"Eğer şimdi gitmezsen kendime engel olabileceğimi hiç sanmıyorum. Hem gömleğimi giyinmiş ve sırılsıklam, tüm vücudun ortada. Seni kucagimda..." Derken daha; Elimi panikle dudaklarına kapatmıştım. Parmaklarima rağmen konuşmaya devam etmişti. -"Bazen çok cesursun ama çoğunlukla utanıyorsun benden. Nasıl bir şeysin sen? Derken Fırat, Yüzüm kızarmış bir şekilde, birazda tripli bir tavırla; -"Söylediklerin utanılmayacak gibi mi?" Diye sormuştum. Fırat, gözlerimin içine bakarak elimi usulca dudaklarından çekmişti. Gözlerindeki derin tutku, beni oldugum yere mıhlamıştı. Bana daha da çok yaklaşırken teninden yayılan sıcaklık nefesimi kesiyordu. -"Utanıyorsan söyle," dedi, sesi buğulu ve alçaktı, ama bir o kadar da etkileyiciydi. "Sana dokunmamı istemiyorsan, hemen dururum. Ama gözlerin... Gözlerin de senin beni istediğini söylüyor, Dicle." Bir şey demek istedim, ama kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Titreyen ellerimle gömleğin önünü sıkıca kavramıştım, ama bu, onun daha da yaklaşmasını engellememişti. -"Dicle.." diyerek adımı fısıldamıştı ıslak saçlarımın arasında. Sesi hem şefkat dolu hem de şehvet yüklüydü. -"Sen benim sınırımsın. Seni her gördügümde kendimi kaybediyorum. Şimdi de kaybolmamak için kendimi zor tutuyorum." Parmak uçlarını yüzümde gezdirdiğini hissettigim an, içimdeki tüm korkular ve endişler eriyip gitmişti. Dudakları usulca alnıma dokunmuş ,ardından yanagima... Ve sonunda titreyen nefesini dudaklarımda hissettigimde, vücudum tamamen ona teslim olacak gibiydi. -"Senin cesaretin bende, utanman da...Hepsi benim," demişti fısıldayarak. Dudakları, dudaklarıma değince sanki kalbim tüm duvarları yıkmak, kuralları çiğnemek ister gibi direniyordu. Fırat’ın dudakları dudaklarıma değdiği anda, içimdeki tüm korkular yerini garip bir güvene bırakmıştı. Ama sonra, aklıma bir şey gelmiş gibi başımı hafifçe geri çekip hafifçe gülümseyerek ona bakmıştım. -"Ben sana birşeyler hazırlamadım, yarın gideceksin ya yemek filan yapmadım. Hemen hazırlayayım, yolda yersin." Derken ben; Fırat’ın bakışları bir an yumuşamış, içindeki o yoğun duyguyu dizginlemeye çalıştığını fark etmiştim. Gülümseyerek iç çekip, başını sallamıştı. -"Tamam, sen bilirsin. Ama bunu bitirmedik, Dicle," demişti hafif tehditkâr bir alayla. Gözlerimi devirip, mutfağa doğru seğirtmiştim. İçim hâlâ onun sıcaklığıyla doluydu, ama bir şekilde konuyu dağıtmayı başarmıştım. Hemen ufak tefek birşeyler hazırlarken sabah için düşüncelerim yine kaygılarımın etrafında dönüp durmuştu. Aynı zamanda ise onun bu kadar yakınken, yarın uzaklara gidecek olması fikri içimde tarifsiz bir boşluk bırakmayı ihmal etmemişti. Ben salata yaparken Fırat Tezgaha bıraktığım limonu eline almıştı. Kalın -"Fırat," diye cırlamıştım. Mutfağı dolduran bir kahkaha atmıştı. -"Aklın kötü senin. Masum degilsin." Derken Fırat. -"Elindeki şeyin limon oldugunu sanmıyorum. Aklı kötü olan sensin." Demiştim kaşlarımı oynatarak. Bakışları gö*üslerime inmişti.Fırat, bir an için bakışlarını kaçırıp, limonu avucunun içinde daha da sıkıştırarak, sanki bir şeyleri ortaya çıkaracakmış gibi bir hâl alırken, gözlerini tekrar gözlerime kilitlenmişti. -“Senin kadar saf biri için oldukça dikkatli olman gerekebilir,” dedi, alaycı bir şekilde gülerek. “Gerçekten de masum musun, yoksa senin aklında da başka şeyler mi var yavru güvercinim?” Sözleri, mutfakta yankı yaparken, elleriyle limonu ileri geri hareket ettirdi. -“Bunu limon sanıyorsun, ama belki başka bir şeydir, hani limon olduğunu sanmıyorum demiştin ya.” diyerek, bir adım daha attı ve neredeyse tüm odak noktamı kendine çekmişti. Gözlerindeki eğlenceli ve alaycı tavırları benim ne kadar sinirlendiğimi görmek istercesine parlıyordu. -Fıraaaat,” dedim, yüzümdeki gerginlik hissedilmeye başlamıştı. “Şaka yapma, eğer şakaysa hiç komik değil Üsteğmen! ” Bana bir adım daha yaklaşıp; -“Seni sinirlendirmek o kadar hoşuma gidiyor ki, çok şirin görünüyorsun, bir ellibeş boyunla, ve sinirli halinle çok tatlı oluyorsun” diye karşılık verdi, ve elindeki limonu hafifçe sallayarak bir gülümseme daha eklemişti kahkalarına. Yemek işi bittikten sonra, Fırat’la birlikte kanepede oturmuştuk. Televizyonda anlamsız bir program açıktı. Ama ikimiz de izlemiyorduk. Gözlerimiz, ellerimiz birbirine kilitlenmişti. Fırat’ın elini sımsıkı tutarken, sanki ona veda ediyormuş gibi hissediyordum. O da bunun farkındaydı. Beni rahatlatmak istercesine başımı omzuna yaslamıştı. Bir süre sessizce öylece oturduktan sonra gözlerim ağırlaşmaya başladı. Uykusuz kalmak beni epey yormuştu. Fırat’ın omzunda kendimi kaybediyordum. Onun kokusu, güven veren varlığı beni rahatlatıyordu.. Gözlerim kapanırken hafifçe mırıldanmıştım. - "Beni yalnız bırakma, Fırat..." Fırat, elini saçlarımda gezdirerek fısıldamıştı. - "Hiçbir zaman, Dicle. Hiçbir zaman seni yalnız bırakmam." Son hatırladığım şey, onun sesiyle dolan zihnimdi. Sabaha doğru saat 5'e gelirken su içmek için uyandığımda Fırat'a uyanıktı.Ellerini saçlarımda gezdirerek; -"Tüm gece boyunca bana sokuldun. Dizin -"Sen olmadan eksik kalyorum," demiştim, o an bildigim tek doğruyu dilendirerek. Ben onsuz olamıyordum artık. "Farkında ya da farkında olmadan seni arıyorum," dedigimde dudaklar dudaklarıma asılmıştı. Sonrasında tekrar gözlerim kapanıvermişti. Sabah, odada hissettiğim boşlukla uyanmıştım. Fırat gitmişti. Eşyalarını toparlamış, arkasında sadece bana bıraktığı bir not bırakmıştı. Masanın üzerinde duran notu aldım ve titreyen ellerimle açtım: "Dicle, Görev süresince kendine iyi bak. Seni düşündüğüm her an daha güçlü olacağım. Sana verdiğim sözü tutacağım. Dönünce kaldığımız yerden devam edeceğiz. Söz. Ve dün geceyi unuttum sanma yarım bıraktığımızı tamamlayacağız... Fırat." Notu okurken içimde bir hüzün dalgası yükseldi. Görev… Yine sınır bölgesi… Yine bekleyiş…Ve yüzleşmekten korktuğum bir çok şey... |
0% |