2. Bölüm

İstanbul'da bir kaos

Ay Işığı
piyara

Her yıldız, karanlığı delip geçer. Karanlıkla ışığın kesiştiği bu hikâyede, adalet, intikam ve cesaret sınırlarını zorlayan bir yolculuğa hazır olun. İstanbul’un sokaklarında başlayan bu oyun, kimin kurallarıyla sona erecek?

Taylant;

Gecenin en karanlık saatleriydi. Şehirdeki işlek caddeler, korna sesleri ve motor uğultularıyla yankılanıyordu, ancak tüm bu kaosun içinde siyah bir Cupra Leon, adeta gölgelerin arasından sıyrılarak ilerliyordu. Farlarından yayılan ışık, nemli kaldırımlarda birer hayalet gibi süzülüyordu. Direksiyonun başındaki adam ve arka koltukta bey efendi pozisyonunda oturan Kara Ferman, yüzüne oturmuş karanlık bir ifadeyle yola odaklanmışlardım Şehrin suç ve dövüş dünyasında adeta bir efsane olan bu adam, o gece tek bir hedefe kitlenmişti: beni bulmak.

Ferman, kendisine bağlı dövüş kulüplerinden gelen kazançlarla zenginleşmiş, bağlantılarıyla güç kazanmış bir adamdı. Ancak onun için bu gece para ya da güç değildi mesele; bu bir gurur savaşıydı. Telefonundaki bir mesaja göz attı: "Yer tespit edildi. Plan hazır." Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Kasvetli bir gülümseme dudaklarının kıyısında belirdi.

Salonuna ulaştığında, iki iri yapılı korumasıyla birlikte dev kapılardan içeri girdi. İçerideki loş ışık ve rutubet kokusu, ortamın ağırlığını hissettiriyordu. Duvarlarda dövüşçülere ait eski posterler, kanlı müsabakalardan kalan izlerle doluydu. Salon, hem bir savaş alanını hem de bir krallığın taht odasını andırıyordu. Ferman’ın gözleri, her detayı incelercesine salondaki kalabalığı taradı.

Bir adam, efendisinin huzuruna yaklaşıp başını öne eğdi: “Efendim, Bursa Dövüş Kulübü’nden 600 bin TL kazanç sağladık.” dedi konuşmasına aynı şekilde devam ederek. Ferman, başını hafifçe salladı. Adam devam etti:“Antalya’dan 400 bin TL, İzmir’den 860 bin TL...”

Ancak bu sırada kapı tekrar açıldı. Salonun havasını birden kesen bir telaşla, nefes nefese başka bir adam içeri girdi. Elinde buruşturulmuş bir poster vardı. Ferman’ın sert bakışları ona çevrilirken, adam titrek bir sesle konuştu: “Efendim, onu bulduk.”

Ferman’ın yüzündeki sakin ifade, yerini tehditkâr bir gülümsemeye bıraktı. Adam, posteri elleri titreyerek uzattı. Kara Ferman, posterin üzerinde duran aksiyon dolu pozuma gözlerini dikip dikkatlice inceledi. Kaşlarını çatarken metal çatalı elinde döndürüyordu. “Neredeymiş?” diye sordu, sesi bir bıçak kadar keskin ve soğuktu.

Adam cevap verdi: “İstanbul’da, efendim.” Ferman, posteri masaya bırakıp arkasına yaslandı. Çatalı masaya vurdu, gözleri hırçın bir ifadeyle salondakileri tarıyordu. Hafifçe gülümseyerek kendi kendine mırıldandı: "Gidelim o halde.”

İstanbul;

Çekim gününde, işimle meşguldüm. Stüdyo, terk edilmiş bir deponun içinde kurulmuştu. Tozlu variller, köşelere yığılmış tahtalar ve sis makinelerinin yaydığı pus, ortamı karanlık ve tehditkâr bir havaya sokuyordu. Yönetmen, sahne hazırlıklarını hızlandırırken figüranlar birer birer yerlerini aldı. Karşımdaki grup senaryo gereği bana saldıracak; her birini etkisiz hale getirip havalı bir final yapacaktım.

Elbette babam yanımdaydı. Sadece fiziksel olarak değil, duygusal sahne çalma yeteneğiyle de setin atmosferini tamamen ele geçirmişti. O, her zaman menajerim olmuştu; ancak gereksiz abartılarıyla bir yan rolden çıkıp tüm sahneyi domine edebilecek yetenekteydi.

Sahne başladı. Figüranlar birer birer üzerime saldırırken ben dövüş yeteneklerimi sergiliyordum. Yönetmenin sesine karışan müzik temposu sahneyi daha da yükseltiyordu. Ancak işler tam da bu noktada karıştı. Final hareketim sırasında ayağım yerdeki bir kutuya takıldı ve tüm bedenim hızla yere çarptı.

Set bir anda sessizliğe gömüldü. Yönetmen “Kestik! Kestik!” diye bağırdı ama o sırada arka taraftan yankılanan o eşsiz ses duyuldu: “Durun! Kimse kıpırdamasın! Bir babanın yüreği dayanmaz!”

Babam sahneye doğru koşarken, elindeki mendili bir savaş bayrağı gibi sallıyordu. Çömelip yüzüme eğildi, alnımı mendille sildi: “Kızım! Gözlerin hâlâ cennetten mi ışık alıyor? Konuş benimle! Ne istersen söyle, bir atasözü ya da bir dua... Yeter ki nefes aldığını bileyim!”

“Baba, iyiyim,” dedim gülümseyerek. Ama o beni duyacak gibi değildi. Ayağa kalktı, ellerini geniş bir hareketle iki yana açtı ve set ekibine dönerek bağırdı: “Bu kadar rezil bir çalışma disiplini olmaz! Tahta kutular mı? 400 bin TL’lik oyuncumu bu hurdalara mı bırakıyorsunuz? Ambulans çağırın, sedye getirin, doktor çağırın... gerekirse Kızılay helikopteri gelsin!”

Yönetmen yanına yaklaşarak sakin bir sesle konuşmaya çalıştı: “Efendim, gerçekten gerek yok. Durumu kontrol altına aldık.”

Babam aniden ellerini kalçalarına koydu, sonra ağır adımlarla yönetmene yaklaşıp eğildi: “Evladım, kontrol altına almışsınız ama bakın, ben kontrol altına alınamadım. Çünkü evlat acısı başka bir şeydir.”

Sonra birden sırtını doğrultup kollarını göğe kaldırdı. “Allah’ım! Bir daha böyle bir düşüş olursa, bırak seti, sinema sektörünü bitiririm! Siz farkında değil misiniz? Bu kız, Türk sinemasının geleceği. Tekrar söylüyorum: Ge-le-cek!”

Babamı izlerken yerde oturmuş, yüzümde hafif bir gülümsemeyle olan biteni seyrediyordum. Fakat içimde büyüyen bir huzursuzluk vardı. Babamın bu teatral çıkışı bir nebze gerginliği hafifletmiş olabilir, ancak dışarıda bir şeylerin ters gittiğini hissediyordum. Gelen bir fırtınanın ayak seslerini duymak için bile seslerin susmasını beklemek gerekmiyordu. Kara Ferman çoktan yola çıkmıştı.

Kara Ferman, Taylant' taki görkemli villasından yola çıktığında gün henüz yeni ağarıyordu. Şöförü direksiyonun başında ustaca manevralar yaparken arka koltukta oturan Kara Ferman, koyu renkli gözlüklerinin ardından ufukta beliren istanbul'a bakıyordu. Siyah deri eldivenlerini yavaşça çıkarıp, gömleğinin yakasını düzeltti.Yanındaki küçük çantadan bir sigara çıkardı. Sigara yakılmamıştı ama o, sadece parmaklarının arasında çevirmekten keyif alıyordu. Arabanın içinde sessizlik hakimdi, yalnızca motorun derin homurtusu duyuluyordu.

Ferman, bir süre yanındaki evrak çantasına baktı. Derin nefes alıp, "Bu istanbul'a ders olsun," dedi. Sözleri, bir yemin kadar net ve kesindi. Şehirdeki çekim setine doğru ilerlerken, yolculuğun her dakikası, yaklaşan fırtınayı haber verir gibiydi.

Setin kapısına bir süratle geldiklerinde, set kapısının önünden geçen yayaları görmesden gelir gibi üzerlerine doğru sürmüştü arabasını. Korkup kaçışan insanlar neye uğradığını şaşırmıştı. Arabadan iner inmez adamları harekete geçti. Koruma, bahçeye yaklaşan adamları görünce ,"Efendim, nereye giriyorsunuz?" diye sordu, ama Ferman'ın adamları bellerinden silahları çekip korumanın üstüne doğulttu. Koruma, ellerini kaldırarak geri çekilmek zorunda kaldı.

Ferman, sanki olan biteni önemsemiyormuş gibi adamlarının arkasından yavaşça arabadan çıktı. Yüzündeki ifade, hiçbir duygu belirtisi taşımıyordu. Adamları, o sırada oyuncu karavanlarının önüne varmıştı bile.

Bahçenin biraz ilerisinde, kahve molası veren babam, olan biteni fark etti. Gözleri kısılmış olanları anlamaya çalışıyordu. Bir an tereddüt etti, ama sonra her zamanki kararlılığıyla yürümeye başladı. Adamların karşısına dikilerek, "Dur bakalim evlat," dedi. Adamlar, bu ani müdahale karşısında kısa bir an durakladı. Ancak sonra, babamın sözlerine aldırmadan yürümeye devam ettiler.

Babam, bir adım daha atarak en yakındaki adama yaklaştı ve omzuna hafifçe dokunarak, "Kulakların duymuyor mu?" diye mırıldandı, ardından eliyle adamı hafifçe itekleyerek sert bir sesle konuşmaya devam etti. "Paydos oldu. Hâlâ ne yapıyorsunuz burada Paydos dedim. Paydos!"

Adamların yüzünde bir anlık tereddüt belirirken, babam birinin elindeki silahı işaret ederek, "O elinde tuttuğun oyuncak silah var ya... " dedi, alaycı bir gülümsemeyle. Adamın elinden silahı alarak, silahın namlusunu eliyle aşağı bastırarak devam etti. "Kabul ediyorum, aksiyon benim işim değil ama bazılarının bunun gerçeğiyle kemerini açtığını bilirim. Aynen şu şekilde.." dedi, el hareketiyle silahı kemerine doğru göstererek.

O esnada Kara Ferman, ağır adımlarla onlara doğru yürümeye başlamıştı. Ferman, babamın tam karşısına geldiğinde,yüzündeki tehditkâr sessizlikle bir an durdu. Ardından, aniden elini kaldırıp babama tokat attı. Babam, tokadım şiddetiyle başını yana çevirdi ama ifadesi hiç değişmedi. Yüzündeki hafif korku ve alaycı gülümsemeyi koruyarak, yanağını tutup Ferman'a baktı. "Ben paranızı ödemeye gidecektim birazdan. Yani.." dedi ama Ferman cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden ikinci bir tokat daha indirdi yanağına.

Tam o sırada karavanın kapısını açmaya çalışırken, içeriden, "Baba, ne oluyor?" diye sordum. Kapıyı tam açmamla gözlerim Kara Ferman'la karşılaştı, yüzüme yayılan şaşkınlık birkorkuya dönüştü. Ferman'in sert duruşu, bana meydan okuyan bakışları içimde tarifsiz bir ürperti yarattı. Kapının eşiğinde, donup kalmıştım.

Babam, beni fark edince, "İçeri dön bebeğim, kapınıda kapat." dedi. Ancak sesindeki tedirginlik, o ana kadar pek görmediğim bir şeydi. Ferman, gözlerini bana tekrar çevirdiğinde yüzünde alaycı bir tebessüm belirdi. Sanki çoktan her seyi çözmüş gibi bir ifadeyle bakiyordu. Bu sırada adamları, karavanın önünde sessiz bir tehdit gibi durmaya devam ediyordu. Gerilim, havayı keskin bir biçak gibi doldurmustu.

Ferman, hiçbir şey söylemeden babama tekrar döndü. Sanki bir sonraki adımını düşünüyormuş gibi birkaç saniye duraksadı. Ancak o anda, aramızda olan meydan okuma hikâyenin daha yeni başlayacağıydı...


 

Bölüm : 21.08.2024 14:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...