Yeni Üyelik
9.
Bölüm
@plutorik

Hiç bir yeri patlatamamanın verdiği mutsuzlukla metrodan indim. Deniz de yanımda yürüyordu. İkimizde ses çıkarmıyorduk. Sessizlik rahatsız edici bir seviyeye ulaşıncaya kadar sabrettim.

 

"Ee ner'de bu restorant?"

 

"Birazdan varacağız acıktın mı yoksa?"

 

"Evet dikkat et seni yemeyeyim."

 

"Bir prensesin midesinde ölmek güzel olurdu."

 

İğreniyormuş gibi dilimi çıkarttım.

 

"Nerden öğreniyorsun bu lafları? Ekşisözlük filan mı?"

 

Başparmağını havaya kaldırıp sırıttı.

Ben bununla ne yapacağım? Hadi tamam ikimiz de eğleniyoruz ama... Hareketlerine dayanamıyorum. Suratına oklavamı geçiresim geliyor.

 

Yüksek bir binanın önüne gelince durdu. Camla kaplı olmasından iş yeri havası verse de terasından sarkan sarmaşıklar sıcak hissettiriyordu.

 

"Terasa çıkacağız. Manzarası çok güzeldir."

 

"Deniz manzaralı mı yoksa?"

 

"Evet!"

 

Bunu söylerken kendini gösterdi. Kötü espiri, kalitesiz, mimik oynamadı.

 

"Mal olduğuna her gün daha da inanıyorum."

 

Suratını asıp ilerlemeye başladı. Otomatik açılan kapılar, yüksek tavandan sarkan avize. Resmi gülümsemesini yüzüne takınmış sarışın personelin yanına yaklaştık.

 

"Hoşgeldiniz Deniz Bey. Her zamanki yere mi?"

 

"Hoşbulduk. Evet her zamanki fakat..."

 

Arkasında dikilip bu anın hızlıca bitmesini dileyen suratıma baktı.

 

"Bu sefer babamın haberi olmasın."

 

Kadın şaşırıp başıyla onayladı.

 

"Tabiki, iyi akşamlar."

 

Kadının yanından uzaklaşıp asansöre bindik. Yüz ifadesi normalden daha gergin ve sert görünüyordu. Ters giden ne vardı? Babasından mı korkuyordu?

 

"Deniz."

 

Bana cevap vermeden asansör kapısına bakıyordu. Dişlerini sıktığını hissedebiliyordum.

 

"Deniz!"

 

Gözlerini açıp bana baktı.

 

"Ne?"

 

"Sorun ne?"

 

Cevap vermeden önce 10 saniye bekledi. Beklerken göz temasını kesmedi. Hafif çatılmış kaşları, titreyen elleri sorunun sandığımdan daha büyük olduğunu anlatıyordu.

 

"Seni ilgilendirmez."

 

Normalde her şeyi şakaya vuran Deniz şimdi bana haddimi bildirmişti. Soğuk, mesafeli. Bu sesi ondan duyacağımı düşünmezdim.

 

Ve ben nedense

 

Kırılmıştım.

 

Neden böyle üzüldüm ki? Okula geleli 1 hafta anca olmuştu ve ilk yaptığı şey beni tehdit etmekti. İlk izlenimi hoş olmasa da bugün farklı hissetmiştim. Buraya gelene kadar bile eğlenmiştim. Neden şimdi, bu oyunu ciddiye aldım?

 

Başımı önüme çevirip kendime kızdım. Yerini bil İrem.

 

Kapılar açılınca kendimi ileri attım. Deniz de arkamdan eli cebinde rahat tavırlarıyla ilerledi. Sanki babasının malı da her gün geliyor.

 

Saat 15.16

 

Manzarası gerçekten nefes kesiciydi. Ankara' nın zirvesinde. Beklediğim kadar zengin işi bir yer değildi. Korkulukları sarmalayan sarmaşıklar ve tahta kirişlerin üzerindeki hasırlar sahil kenarındaymışım gibi hissettirdi.

 

"Bu taraftan."

 

Elini uzatıp köşedeki masayı gösterdi. Onu beklemeden ilerledim. Şu an ilgimi çeken tek şey aşağısının nasıl gözüktüğü olduğu için çocuksu bir heyecanla başımı sarkıttım. Beklentilerimi karşılayan şehir manzarası. Acaba gün batımında nasıl görünürdü?

 

"Beğenmene sevindim."

 

Kafamı kaldırıp önümde ellerini birleştirmiş beni izlerken gülümseyen kişiye baktım. Unutma İrem o seni tehdit etti.

 

"Evet, bana bahsettiğin şu anlaşma?"

 

"Çok acelecisin. Önce bi şeyler içeriz diye planlamıştım."

 

"Açıkçası şaşkınım."

 

Kollarını kavuşturup sorgulayıcı bakışını attı.

 

"Seni çağırdığımda yarım saat vardı. Nasıl yer ayırtabildin ki?"

 

Ciddi ifadesini bozup gülmeye başladı. Gülünecek ne vardı ki? Adam gibi soru sordum.

Bu sefer ben ciddi şekilde baktığımda gülmeyi kesti.

 

"Burası benim."

 

Ne? Şaka mı bu? Zengin olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim.

 

"Yani aslında babamın."

 

"E o zaman senin olmuyor."

 

"İki kişilik bir ailede her şey kullanıma ortak oluyor."

 

İki kişi. Abisi nerede? Sorarsam işler kötüye gidebilir. Peki ya annesi? Hem şu an neden merhamet gösteriyorum ki? Canının yanıp yanmaması neden umrumda?

 

"Abim evden kaçtı."

 

"Hah?"

 

"Beni araştırdığını bilmediğimi mi sandın?"

 

Sanki bu muhabbeti herkesle yaşıyormuş gibi bıkkın görünüyordu. Ne bu şimdi, bana neden anlattı ki? Merak ediyordum tamam ama...

Özel bir şey olması lazımdı bunun.

 

"Deniz buraya gelme amacım benden ne istediğini öğrenmek. Daha fazlasını istemiyorum."

 

"Tamam. Haklısın sanırım. Biraz iş mi konuşsak?"

 

"Evet lütfen."

 

16 yaşımda düştüğüm hallere bak. Sanki dünyayı kurtarıyoruz.

 

"Açık konuşmamı mı istersin?"

 

Başımı sabırsızca salladım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

 

"Baban' ı uyarmanı istiyorum."

Ben daha kurduğu cümleyi algılayamadan telefonum çaldı:

Akif

 

"Efendim Akif?"

 

"Bugün gelicen mi?"

 

Saat çoktan beş buçuk olmuştu.

 

"Evet, gelebilirim belki. Sonra konuşalım işim var."

 

"Davut olmana gerek yok artık."

 

Telefonu kapattı. Söyledi mi yani onlara.

 

Dikkatle Deniz' e baktım.

 

"Babam?"

 

"Evet. ona sadece bu işin peşini bırakmasını söyle."

 

"Ne işi?"

 

"Daha fazlasını söyleyemem."

 

Karmaşık duyguların içinde umutsuzca sebep arıyordum.

 

"Sen iyi misin? Babamın tehlikede olduğunu ima edip susacak mısın?"

 

"İrem sadece bu kadarını söyleyebilirim. İyiliğiniz için."

 

Ses tonum gittikçe yükseliyordu. Ailemden sadece babam kalmıştı ve onun tehlikede olma fikri beni çılgına çeviriyordu.

 

"Hem sen babamı nerden tanıyorsun lan?"

 

"İrem daha fazla anlatamam."

 

"Deniz, bahsettiğin kişi benim tek dayanağım. Anlatmak zorundasın."

 

"Daha fazlasını biklmek sadece seni tehlikeye sokar."

 

Titreyen sesim gittikçe yükselip çaresizlikten öfkeye dönüştü.

 

"Ya babam tehlikedeyken ben burada oturup çay mı içeyim?"

 

"Zamanla anlayacaksın."

 

"Ya zaman yoksa napacağım? ÖLMESİNİ Mİ BEKLEYEYİM?"

Ayağa kalkıp hararetle salladğım bileğimi tuttu.

 

"SENİ KORUMAYA ÇALIŞIYORUM!"

 

Öfkeden tüm vücudu kasılmıştı. Bileğimi o kadar sıkı tutuyordu ki bir an kopacağını sandım. Tüm gözler üzerimizdeydi. Bu muameleye daha fazla dayanamayıp bileğimi sertçe çektim. Eşyalarımı alıp masadan kalktım. İnsanların meraklı bakışlarından bir an önce kaçmak ve sakinleşmek istiyordum. Arkamdan bana seslenerek koşuyordu.

 

"İrem beni dinle lütfen."

 

Arkamı dönüp dolmuş gözlerle ona baktım.

 

"Birini tehdit ederek ya da bağırarak koruyamazsın."

 

Asansöre binip kapıyı kapattım. Gördüğüm son şey perişan haldeki Denizdi.

 

-------

Binadan çıkınca gözyaşlarımı sildim. Telefonumu açıp onu aradım.

 

"Baba?"

 

"Kızım kusura bakma seni arayamadım. Biraz yoğunum."

 

"Baba sen napıyorsun?"

 

"Efendim?"

 

Öfkem tekrardan alevleniyordu.

 

"Neden gittin oraya?"

 

"Ahhh, arkadaşın düğün-"

 

"Annem hakkında mı?"

 

"İrem nerden çıkardın bunu?"

 

Gözyaşlarımı daha fazla tutamadım.

 

"Sen evden çıktığında nereye gittiğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Baba yeter artık kendinde de bana da acı çektirmeyi bırak. O öldü tamam mı? Onu öldüreni bulsan da geri gelmeyecek. Annem artık yo-"

 

Telefon kapandı. O her bir yere gittiğinde annemin katilini aradığını biliyorum. Acısını her gün daha fazla deştiğini biliyorum. Yine de bilmiyormuş gibi davrandım. Görmezden geldim. Bu ihtimali düşünmek istemedim.

Erken emekli oldu. Çünkü annem onun için takıntıya dönüşmüştü. Ona çarpan kişiyi bulmak uğruna mesleğinden oldu.

Deniz' e karşı verdiğim tepki gereksiz fazla görünmüş olabilir. Sadece babamı da kaybetmek korkunç gelmişti. Belki tehlikeden kastı ölüm kadar ciddi değildi. Tehlike ve baba kelimelerini aynı cümlede duymaya alışıktım. Sonuçta polisti.

Bunu söyleyen kişinin Deniz olması beni asıl delirten noktaydı. Çocuk beni daha tanımıyordu bile. Düzgünce tanımdağım birinin beni böyle bir konuda uyarması olayı daha da korkunç hale getirmişti.

 

Ağlayarak metroya koştum. Herkes hala beni izliyordu. Rahatsız edici acıyan gözler. Sakinleşip gözyaşlarımı sildim. Durağa gelince kendimi dışarı atıp buluşacağımız parka oturdum. Telefonum sesini kısıp kapüşonumu kafama geçirdim. Başımın altına çantamı alıp banka uzandım. Bir dakika geçmeden gözlerim kapandı.

Uyanıp hızla doğrulduğumda telefonumu açtım.

 

Saat 18.30

Telefonu çantama tıkıştırıp tekrardan uzandım. Elimi aşağı sarkıttığımda irkildim. Yumuşak bir şey elime dolanıyordu.

Ayağa kalkıp bankın altına baktım. Yeni açılmış gözler, titrek sesiyle çığıran minik tüy yumağı.

 

"Napıyon orda?"

 

Sanki bana cevap verecekmiş gibi kediyle sohbet ediyordum resmen. İiyice mala bağladın İrem.

İyice eğilip elimi uzattım. Önce beni kokladı ardından bağırmaya devam etti. Elime alıp banka oturdum. Turuncu parlak tüyler ve kafasındaki tek tük siyah beneklerle dolu tüy yumağı.

"Sende ne protein vardır şimdi."

Yukarı kaldırdığımda bağırmaya tekrardan başladı.

"Ne güçlü sesin varmış senin de!"

Kediyi bacaklarıma yatırıp kollarımla sarmaladım. Belki de ısındığı içindi ama birden gözlerini kapattı. Tatlılığı karşısında erimiştim. Kendine bir köle buldun kedi.

Kulaklığımı takıp sadece bu anı düşünmemi sağlayan şarkıyı açtım. Sanki az önce babamın ölme ihtimalini ögrenmemişim gibi sadece kediyi bulduğuma sevinmem lazımdı. Ağlayarak dinledim. Gözyaşlarım mutluluktan mı yoksa üzüntüden mi bilemiyordum. Yorgunluktan mıydı yoksa?

Glimpse Of The Past - James Quinn

 

 

Loading...
0%