
Telefonumdaki albümü gizli bölgeye aldıktan sonra telefonu çalışma masama koydum ve üzerimi değiştirmek için dolaba yöneldim.
Siyah taytımı ve sweatshirt'ümü giyip saçımın örgüsünü dikkatlice sol omzuma aldım. Sersem adımlarla odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başladım. Gerçekten tuhaf bir durumdaydım. Ailesi evde olmayan bir kız, evde iki erkekle birlikteydi. Şu an tam bir üçüncü sayfa haberine konu olacak haldeydim. Buna içten içe gülerek aşağıya indim ama merdivenleri inmek bile benim için zorlayıcı olmuştu.
Üç gündür aynı kıyafetlerle dolaştığım için fark etmemiştim ama şimdi net bir şekilde anlıyordum—oldukça kilo vermiştim. Normalde vücuduma tam oturan taytım bile bol geliyordu. Sweatshirt’ten bahsetmiyorum bile…
Mutfaktan gelen sesleri duyunca ağır ve sessiz adımlarla oraya yöneldim. Alper, bizim evdeki pembe önlüğü giymiş, başına da annemin sosyetik aşçı şapkalarından birini takmıştı. O kadar komik görünüyordu ki kahkahalarımı zor tuttum. Sarp ise kollarını kavuşturmuş, kaşlarını hafif çatmış bir şekilde ona bakıyordu. Sanki, "Hiçbir şeyim yokken bile senden daha iyi aşçıyım" der gibi dik dik Alper’in karıştırdığı şeye bakıyordu.
“Ne yapıyorsunuz?” dedim ama sesim o kadar kısık çıkmıştı ki duyduklarını bile düşünmemiştim. Ancak ikisi de bana bakınca rahatladım.
Ne var yani? Cümlemi tekrar etmeye üşenmiş olamaz mıydım?
“Şu Alper salağı yeni bir zehir keşfediyor, çorba adı altında da ona bakıyorum.”
“Ben çorba yapabilirdim, zahmet etmeseydiniz.” Umursamaz bir tavırla sandalyeyi çekip oturdum.
“Kızım, inanmıyorsun ama öyle bir şey yaptım ki MasterChef’te bile böyle çorba yok!”
“Söylemesen de olmadığına eminim… MasterChef genelde şifa odaklı ve lezzetli şeyler yapar çünkü.”
“Tamamen yargısız infaz! Önyargı, ne derseniz deyin ama tadına bakmadan konuşmayın lütfen.” Yaptığı şeye hayranlıkla bakarak kaşığı yavaşça karıştırmaya devam etti. “Tadına baktıktan sonra özür dileyeceksiniz ve ben sizi asla affetmeyeceğim.”
“Tadına baktıktan sonra hayatta kalabilecek miyiz, orası meçhul. Özür dilemeye fırsatımız bile olmayabilir.” Çenemi elime dayayıp onları izlemeye devam ettim. Alper beni kesinlikle takmamış, hatta gözlerini devirmişti. Kendi deyimiyle efsane çorbası ile ilgilenmeye devam ediyordu.
Sarp da karşıma oturdu, o da benim gibi elini çenesinin altına koyup Alper’i izlemeye başladı. İkimiz de ona bakarken, Alper büyük bir mutlulukla çorbasını karıştırıyordu. Sonunda yeterince piştiğine ikna olmuş olmalı ki ocağın altını kapattı ve mutfak dolaplarını açıp kapamaya başladı. Kase arıyordu ama sormaya zahmet bile etmiyordu.
“Sağdan üçüncü dolaba bak, aradığın orada.”
Bunu duyunca sanki zihnini okuyormuşum gibi bana dehşetle baktı. Açıklama yapmam gerektiğini hissederek devam ettim.
“Çorbanın altını kapattın ve üst dolaplara baktın. Kaşıklar yukarıda olmayacağına göre, kase arıyorsun. Yanlış mı düşünüyorum?”
"Haa..." dercesine bir ses çıkararak dediğim yere baktı. Kaseleri alıp önümüze yerleştirdi, ardından çorbaları aheste aheste kaselere paylaştırmaya başladı. Sarp da dilimlediği ekmekleri masaya getirdi ve karşıma oturdu. Alper ise ortada kalmıştı çünkü masanın dördüncü bir sandalyesi yoktu. Masa duvara yaslıydı ve zaten biz üç kişilik bir aile olduğumuz için başka sandalyeye hiç gerek duymamıştık.
Alper, merakla bana bakıyordu. İlk benim tatmamı istiyordu, yani sanırım… Yanılmayı çok isterdim ama sanırım ilk benim hayatıma son vermek istemişti. Kaşığı alıp çorbadan bir yudum içtim. O kadar tuzluydu ki boğazım yanıyordu ama Alper, güzel bir yorum bekliyordu. Ona kötü bir şey söylemek istemedim. Zar zor yutkunup gözlerimi kocaman açtım, beğenmiş gibi mırıldandım.
Sarp, kaşlarını kaldırarak bana şaşkınlıkla baktı. Çorbanın fazla tuzlu olduğunu anlamıştı ve Alper’i bu konuda önceden uyarmıştı. O yüzden benim tepkime inanamayarak bana bakıyordu.
“Biliyordum be! İlk denememde bile efsane bir şey çıkaracağımı biliyordum!”
Öyle mutlu olmuştu ki kaşığını doldurdu ve büyük bir hevesle ağzına attı. Ama saniyeler içinde tükürüp yüzünü buruşturdu.
“Iyyy, bu ne be?!”
Gülmemek için kendimi zor tutarken çorbadan bir kaşık daha aldım.
“Kızım… Yeme şunu, gerçekten zehirleneceksin!”
“Biraz fazla tuzlu olmuş, o kadar da kötü değil.”
“Şaka yapıyor olmalısın… Şap gibi olmuş bu, nasıl içebilirsin?”
Alper’in şaşkın bakışlarına içten bir gülümsemeyle karşılık verdim.
“Benim için yapmadın mı? Saygısızlık edip yaptığın çorbaya hakaret etsem daha mı mutlu olurdun?”
“Bu çorba insanı tansiyondan öldürür… Salak kız!”
Çorba kasemi önümden almak isterken direnmeye çalıştım ama elim kaydı ve çorba bileğime döküldü.
“Ahhh!” diye bağırdığımda ikisi de aynı anda ismimi söyledi.
“Ahu!” dedi Sarp.
“Ahu!” dedi Alper.
Koşarak yanıma geldiler. Bileğimi acıyla tutarak ağlıyordum ama onları üzmeye hakkım yoktu.
“T… Tamam, iyiyim ben… Sakin olun.” Gülmeye çalıştım ama gerçekten zordu.
Alper homurdanarak, “S*keyim şimdi senin bu altıncı melek olarak dünyaya inmiş hallerini…” dedi.
Sarp, iki avucunu yanaklarıma koyarak gözlerimin içine baktı.
“Ahu, beni dinle tamam mı? Yanık kremi var mı, nerede olduğunu söyleyebilir misin?”
“Bilmiyorum… Sanırım yok.”
Sağlıklı elimle gözyaşlarımı sildim. Çok acımıyordu… Evet, evet, hissetmiyorum bile… Kendimi buna inandırmaya çalışıyordum ama elime bakmaya cesaret edemedim.
“Alper, arabayı kapının önüne getir, acele et!”
Sarp bir anda eğilip beni kucağına aldı. Sol elim acıdığı için boynuna sarıldım.
“İyi olacaksın, tamam mı? Başına bir şey gelmesine asla izin vermem.”
Başımı salladım.
"S... Sana güveniyorum," diye fısıldadım. Sarp'ın kucağında mutfaktan çıkıp dış kapıya yöneldik. Tam kapıya vardığımızda konuşmaya başladım:
"Sarp... Anahtarı unutmayalım."
Bana göz devirdi, gerçekten şu an bunu düşündüğüme inanamıyormuş gibi bir ifadeyle baktı.
Anahtarı almadan evden çıkıp asansöre değil, merdivenlere yöneldi.
"Sana da yük oldum... İstersen indir, ben yürüyebilirim," dediğimde gözleri öfkeyle parladı. O an, göz rengini asla tam olarak bilmediğimi fark ettim ama eğer renk körü değilsem, şu an kesinlikle kırmızıydı...
"Bana yük olduğun falan yok. Başına ne geldiyse bizim yüzümüzden oldu zaten," dedi dişlerini sıkarak.
Daha fazla konuşmamaya karar verdim.
Aşağı indiğimizde Alper arabayla kapının önünde bekliyordu. Arka kapıyı açmış, bizi gözlüyordu.
Sarp beni kucağından indirmeden arabaya bindi, hızla kapıyı kapattı. Şu an hâlâ kucağında oturuyordum.
"Hızlı ol, Alper. Çabuk hastaneye gitmemiz lazım."
"Tamam... Tamam, ne kadar hızlı olabilirsem o kadar hızlı olacağımdan şüphen olmasın."
"Beni kucağından indirebilirsiniz, sadece elim yandı," dedim. Evet, hâlâ ağzımı tutamıyordum.
Sarp, sesi alçak ama keskin bir şekilde fısıldadı:
"Ahu... İnmeyeceksin. O hastane odasına kadar seni hiçbir güç benden uzaklaştıramaz."
Kabul etmek istemesem de... kalbim tekledi.
Ve bu, çok tehlikeliydi.
🍂
Ben geldimmm
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek için çok heyecanlıyım.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |