@polisiyeyazari
|
🌿Görüş ve önerilere ihtiyacım var🌿 Hayata bir sıfır yenik başlamak diye bir şey gerçekten var. Çünkü ben kendimi bildim bileli hep yenik ve güçsüzüm. Ailem olduğu zamanlardan hatırladığım tek şey, kötü anılar. Eğer güçsüz ve çelimsiz bir çocuksanız sizden büyük çocukların her zaman hedefi olursunuz. Onların en büyük amacı, size dünyayı dar etmektir ki; bunu çok iyi başarırlar. Ben de okulda sürekli zorbalık gören o güçsüz ve korkak çocuklardandım. Tabii ki bunun yanında, bana yapılana "dur!" diyemeyecek kadar da zavallı olduğumu kabul etmek zorundayım. Sanırım dünyanın bir düzeni vardı ve siz, ne kadar bu düzene baş kaldırmak istesenizde bir şekilde boyun eğdirmeyi öğretiyordu. Boyun eğmek yaptığım en iyi şeylerdendi ve bir ödülü olsaydı muhtemelen ben alırdım. Tabii ailem öldükten sonra bu değişti. Bir çocuğa verilebilecek en kötü deneyimle öğrendim üstelik. Boyun eğmek benim kitabımda yoktu artık. Daha öfkeli ve başkaldıran bir çocuğa dönüşmüştüm. En kötüsü de, bir daha asla çocuk olamadım. Sanki ailemle beraber o da ölmüş, onlarla gömülmüştü ama kimsenin bundan haberi yoktu. Cenaze namazı kılınmamış çocukluğuma ağlayan tek kişi bendim. Uyumsuzluğum yıllarca sürmüştü ve bugün bile davranışlarımı kontrol edemiyordum. Aslında etmek istediğim de söylenemez, çünkü ben bir şekilde böyle yaşamayı seviyordum. Arkadaş yok, sevgili yok, aile yok. Hiçkimse yok! Öksürmekten tahriş olmuş boğazlarım için suyumdan bir yudum daha alarak bilgisayara döndüm. Çok eski bir uygulama kullanıyorlardı ve öğrenmek için bir saattir ter döküyordum. Öksürüğümü elimle kapatıp derin bir nefes aldım. Baş ucumda beliren gölge ile bakışlarımı tepemde, tek gözü kısık beni izleyen Ümit denen adama çevirdim. Sürekli tepemdeydi manyak herif! Elindeki dumanı tüten bardağı önüme koyduğunda kaşlarımı çattım. "Babaannemin soğuk algınlığı karışımı. İç biraz boğazların yumuşasın." dediğinde bıkkın bir nefes verip elimle ittim. "İstemez!" dedim soğuk bir sesle. "İnat etme işte! Havalar artık soğudu. Ben her sabah içiyorum, ölmedim. Sana da bir şey olmaz" dedi bastırarak. İtiraz etmek için ağzımı açtığımda Başkomiser bozuntusu içeriye girdi. Dünden beri adama iğreti oluyordum ve tenha da sıkıştırıp, güzel bir benzetme isteğimi zorlukla bastırıyordum. Yanımdaki adam saklayamadığı tebessümüyle Başkomisere döndü. Ne buluyordu bu adamda bu kadar? Kör sevgiydi bunun ki. Zaten belli ki kötü adamları seven aptal bir yani vardı, zira ilk günden beri köpek çeksem de hâlâ tepemdeydi. "Hoşgeldiniz Başkomiserim" dedi tok bir sesle. Komutanına söylüyordu sanki zevzek! Lâkin, komutanı başını sallamakla yetinip bakışlarını çevrede gezdirdi. Bir kalorifere yaklaşıp elini değdirirken bende onu göz ucuyla takip ettim. "Yine soğuk bunlar?" dedi sorgulayıcı bakışlarını Ümit'e çevirip. Ben yokmuşum gibi davranıyor it herif! Sanki bende sana meraklıyım.. "Evet, Başkomiserim yine bozulmuş ama yarına kadar halledecekler inşallah" dediğinde hapşırdım. Ortamda sessizlik olunca bakışlarımı onlara çevirdim İkisinin de bakışları bendeydi. Umursamadan önüme dönerek kabanıma daha çok sarıldım. "Ümit, sen git arşivde ki küçük elektrikli sobayı al gel" dediğinde göz devirdim. Adama bak! Başkomiser olmak varmış; biz burada soğuktan donarken, o sıcak odasında oturacak. Ümit bir dakika bile sürmeden elindeki küçük elektrikli sobayla geri döndüğünde saniyelik bir bakış atıp önüme döndüm. "Tak şuraya" dediğinde kaşlarımı çatıp ne yaptıklarına baktım. Bilgisayarımın bağlı olduğu üçlü prize taktığında; soğuk bakışlı adam, Ümit'in elinden alıp bana doğru çevirip bıraktı. "Ne yapıyorsunuz?" Diye sordum anlamayarak. "Burası senin geldiğin yere benzemez, soğuğu keskindir. Daha fazla dikkat etmelisin. Ara sıra derecesini kıs çarpmasın, yoksa daha çok hasta eder." diyerek elini cebine koyup odasına girdiğinde ben hâlâ bıraktığı boşluğa bakıyordum. "O verdiğim çayı da iç" diyen sesle irkilip masasına geçmiş bilgisayarına bakan adama bakışlarımı çevirdim. "Neden?.." diye duraksadığımda bilgisayarın ışığı değen göz bebeklerini bana çevirip baktı. Devamını getirmeyince bilgisayarına döndü. "Hastasın" dedi mırıldanarak. Sorumun cevabı, bu bile değildi. Neden bunu yapıyor sunuz? ✨✨✨ Şikayet telefonu çalınca irkilip bakışlarımı telefonu açan Ümit'e çevirdim. Telefondaki sesi kaşları çatık dinlerken bıkkın bir nefes verdi. "Yine mi?" Diye mırıldandığını duymuş üstünde çok durmamıştım. Ayaklandığında göz ucuyla takip ettim. Amirin odasını hafifçe tıklatıp başını içeriye soktu. Bir dakikadan kısa bir süre sonra kapıyı kapatıp bakışlarını bana çevirdi. "Şikayet geldi gidelim" dediğinde kaşlarımı çattım. Herhalde cinayet falan işlenmemişti, öyle değil mi ? Peşinden giderken arkamdaki boşluğa baktım. "O gelmiyor mu?" Diye sorduğumda anlamayarak baktı. Gözlerimi devirip sorumu yeniledim "Başkomiser işte! Gelmiyor mu? "Diye bıkkınca sorduğumda gülümsedi "Biz önden gidelim, gelir." dedi yaramaz bir bakış atarak. Hepsi manyak bunların! Hızla daracık bir sokağa girdiğimizde sessiz sakin olması sinirimi bozdu. İnşallah gürültü için çağrılmadık, zira çevreme baktığımda olay yeri inceleme, polis ya da meraklı kalabalık yoktu. "Ne işimiz var burada?" Diye sormama rağmen cevaplamadan önüne baktı. Çatısı düşmek üzere olan bir kapının önüne gelip yumrukladı. İçeriden bağırış ve ağlama sesleri geliyordu. Silahıma uzandığımda koluma tutup engel oldu. Sakin olmamı söyleyen bir bakış attıktan sonra kapı aralandı. Tahminen 6 yaşlarında olan bir kız kapıyı açıp yaramazca gülümseyerek içeriye kaçtı. Ümit açılan kapıdan içeriye girince takip ettim ve evin perişan hâline yüzümü buruşturarak baktım. Sıvası dökülmek üzere olan duvarlar, rutubetten görünmüyordu. Yerdeki halı, üstündeki kirler yüzünden adeta yere yapışmış çürümüştü. Ağır bir kokuyla burnumu kolumla kapattım. Kırık dökük ve eski eşyalarla bir insanın yaşaması mümkün değildi. Salona girdiğimde sağ tarafımızda kalan küçük tüplü bir televizyon, muhtemelen eskiden yeşil şimdi koyu kahverengine dönüşmüş koltuklar ve gri perdeler, fakirliğin fotoğrafı gibiydi. Yaşlı bir kadın ve 16 yaşında olduğunu tahmin ettiğim genç bir oğlan vardı. Kadının gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Arkamda ki hareketlilikle bakışlarımı yol vermemi isteyen orta yaşlardaki adama çevirdim. Elindeki su bardağı ile içeriye girip yaşlı kadına uzattı. "Hoşgeldin Ümidim" diyen adam yaşlı teyzenin yanına oturup Ümit'e baktı. "Hoşbulduk muhtarım. Yine mi kaçmış?" dediğinde kaşlarımı çatıp Ümit 'e baktım. Kayıp ihbarı için mi gelmiştik? Sinirden dudaklarımın altını ısırıp gitmek için dönecektim ki tutulan kolumla duraksadım. "Kim olduğunu unutma!" deyince bakışlarımı anlamayarak ona çevirdim ama o eskimiş ve kırılmak üzere gelmiş sandalyeye oturup, yanına bir diğerini çekerek gözlerime bakmadan oturmamı işaret etti. "Sen ne...." "Otur" dedi sözümü keserek. Bıkkın bir nefes vererek yanına oturdum ama onun bakışları yaşlı teyzedeydi. "Hatice annem, anlat hele ne oldu?" Dedi yumuşak bir sesle. " Yine gitti! Kesin o çapsız ile kaçtı bu sefer. Koruyamadım" dediğinde genç çocuk araya girdi. "Bence kurtuldu işte, ağlayıp durma!" Dedi sertçe Aile draması izlemek için mi gelmiştim? Gerçekten! "Keşke bende kaçıp gidebilsem" diye mırıldanan çocuğa çevirdim bakışlarımı gözlerinde öfke ve çaresizlik vardı. "En son ne zaman gördün Ayşe'yi ?"diye sordu Ümit "Bu sabah" diyerek ağlamaya devam eden kadına yüzümü buruşturarak baktım. Neden bir sosyal hizmetler bunlara yardım etmemiş? Diye düşünmeden kendimi alamadım. Çocuk haklı, bu evde yaşanmaz. Ayaklanan kadınla meraklı bakışlarımızı ona çevirdim. "Hele açsın sen, yeni okuldan geldin. Dur yemeğini koyam. Siz de açsız oğlum?" Diyerek Ümit'e dönen kadına şaşırarak baktım. "Değilim aç falan! Hâlâ yemek diyor!" Diyen çocuk homurdanıp salonu sinirli adımlarla terk etti. "Bu aralar böyle huysuz, ergenlik diyolar"dedi biraz şive kullanan yaşlı teyze. Elinde son görünen yerler ve arkadaşlarının iletişim bilgilerini alan Ümit'i, salonda bırakıp dışarı çıktım. Temiz hava almam şarttı yoksa boğulacaktım. Dışarıya çıktığımda Başkomiserin sesiyle kaşlarımı çattım. "En güvenli ev, sevildiğin insanların kalpleri. Başka eve, başka insanlara ihtiyacın yok" Diyen Tarık Başkomiser, genç oğlanın yanında oturmuş omzunu şefkatle kavrayıp konuşuyordu. Onu ilk defa buz kalıbının dışında görmüş, şaşırmıştım. "Ama böyle de yaşanmıyor. Nenemi çok seviyorum onu kaybetmek istemiyorum ama yaşlandı. Bizim için yorulmasını istemiyorum artık" diyerek ağlayan çocukla kaşlarımı çattım. Ne yani? Sorun fakirlik, rutubetli ev, yetersiz beslenme değilde, bu muydu ? "Yük olma" korkusu mu ? Oysa benim gördüğüm tek şey, köpek bağlasan bile durmayacak bu evdi. Başkomiserin bakışları beni bulduğunda ilk defa gözlerinde başka bir şey gördüm. "Hüzün ve çaresizlik"
🌿🌿🌿 "Ne olursan ol kalpte ol, nefret duygusandan uzakta tertemiz ol. " Bitti İçime sinen bir bölüm olmadı değişebilirim sonra bakalım Giriş ve önerilerinizi bekliyorum mutlaka 🌿   |
0% |