Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1- Yüzbaşı ile Karşılaşma

@poncikss1234

"Sen bir yıldızsın, zifirin bile örtemediği..."

Usul usul havanın esmesiyle oturmuş, balkonda kahvemi içerken lojmana göz gezdiriyordum. Ben, Mihre Kandemir. Yirmi beş yaşında Ameliyathane teknikeriydim. Gözlerim açık kahve, saçlarım şarap kızılıydı. Boyum bir yetmiş ikiydi. Lisede de sağlık okuduğumdan, üniversiteyi de sağlık üzerinden seçmiştim. Atanmak için KPSS'ye girmiş, sonuçları beklemiştim. Sınavdan sonra puanımın yettiği yerleri yazmış, ona göre de seçim yapmıştım. Seçimlerimde Doğu’yu da yazmıştım fakat geleceğini hiç düşünmemiştim.

Açıklandıktan sonra ufak bir şokumun ardından kısmet buraymış deyip İzmir’den her şeyimi toparlamış, Cizre’ye gelmiştim. Buraya taşınalı neredeyse beş ay olmuştu ve alışılması bir hayli zordu. Kendimden başka neredeyse muhatap olacağım kimse yoktu. Bana yaklaşanlara ben yaklaşmıyor, benim konuşmak istediklerim ise benden uzaklaşıyordu.


Arka arkaya dizilmiş tankların lojmanın kapısının önünde durduğunda, sırtımı dikleştirip daha net görmemi sağladım. Neredeyse otuz beşe yakın askerin tanklardan inmesiyle açıkçası şaşırmıştım. Yeni mi göreve başlamışlardı yoksa uzun süreli görevden mi gelmişlerdi, bilemiyordum. Bildiğim kadarıyla karşı dairem, bir üst katım ve benim evimdeki yan binanın iki katı da boştu. Demek ki bu askerlerin birçoğu benim kaldığım lojmanda kalıyordu. Albayları olarak tahmin ettiğim adam, onların karşısına geçip önce hiç konuşmadan herkesi süzdü. Birkaç dakika sonra “Yüzbaşı Bintuğ Liva.” diyerek yüksek, itiraz istenmeyen bir ses tonuyla onu çağırdı.


İsmi gerçekten çok güzeldi. Bir askerin taşıdığı en güzel isimlerden bir tanesiydi. Ön tarafta bir adım öne gelen adamı gördüğümde, gökdelen gibiydi. Hepsinin uzun boyu vardı kabul ediyordum fakat bu adamın boyu diğerlerinden daha uzundu. “Emredin komutanım.” sesi, muazzamdı. Konuşmalar burada son bulurken herkes tek sıra hâlinde yürümeye başladı. O kadar güzel bir görüntüydü ki sabaha kadar yürüseler izlerdim. Karargâha geçtiklerinde, etraf sessizliğe gömülürken benim de canım sıkılmıştı. Birkaç dakika önce yaşadığım görsel şölen karşısında açıkçası boşluğa düşmüştüm. Telefonumun çalmasıyla, önemli bir durumun olduğunu anlayıp cebimden çıkarttım ve Duru’nın aradığını gördüm.


-Efendim Duru. Bir sorun mu var?


“Mihre acil hastaneye gelmen gerekiyor. Burası çok karıştı. Biliyorum izinlisin fakat başhekim bütün izinli olan sağlık çalışanlarını aramamı istedi. Şimdiden kusura bakma. Bir saat içinde burada olman gerekiyor. Galiba seni bugün hastanede bırakacaklar, haberin olsun. Ona göre kendine ait eşyalarını al, benim odamdaki dolaba koy.”


Bir şey dememe gerek kalmadan telefonu kapattığında, “Başa gelen çekilir.” Atasözüyle kendi kendime mırıldanıp odama geçtim. Bir saat içinde hızlıca duş aldım, büyük çantama da gerekli eşyalarımı yerleştirdikten sonra son olarak evin fişlerini de çektim. Evden çıktıktan sonra kol saatimden saate baktığımda, on beş dakikamın olduğunu gördüm. Hastane de eve yakın olduğundan, hızlıca etrafa bakmadan yürümeye başladım.


Direğe benzer cisme çarptığımı düşünüp kafamı yerden kaldırmadım ve sola kayarak yürümeye devam ettim. Arkamdan seslenen adamı duyduğumda, gözlerimi onun göremeyeceği şekilde belertip dudağımı utançla ısırdım. “Kör müsün arkadaşım? Niye önüne bakmıyorsun, çattık herhâlde!” Sonlara doğru benim duyacağımdan daha fazla sesini yükselttiğinde, elimi kulaklarıma doğru götürüp ovdum.
Bu kadar yüksek sesle neden konuşuyordu ki? Beni, körmüşüm gibi muamele etmesini de anlayamamıştım. Kafamı dikleştirip ona döndüğümde, karşımdaki adamın sabah Albay’ın önünde selamıyla durmuş, konuşmalarını dinlediğim aklıma gelmişti. Normalde bağırıp çağırırdım ama onu karşımda gördüğümde, sakince açıklama yapmaya başladım.


-Kusura bakmayın. Yoldaki herhangi bir direk sandım sizi. Sonradan ses verince insan olduğunuzu anladım. Bu arada kör değilim, siz çok uzunsunuz. Tekrar kusura bakmayın, yetişeceğim bir ameliyatım var. Daha sonra görüşmek dileğiyle.


Hiçbir şey demesine izin vermeden yoluma devam ettim. Hastaneye vardığımda, soyunma odasına geçtim. İzinden dönen meslektaşlarımın, kendi aralarında konuşmalarına kulak misafiri olurken dolabıma kıyafetlerimi asıp kilitledim ve soyunma odasından çıktım. Duru’nun odasına gelip kapıyı tıklattım ve ses gelmeyince içeriye geçip içeriye göz gezdirdim. Acil bir vakasının olduğunu düşündüğümden, işimi çabuk halledip çıktım.Hemşire odasına girdikten sonra herkesle selamlaşıp yerimi aldım ve kaynayan çayın oraya gidip bardağıma doldurdum. Yerime geçtiğimde, havan sudan konuşmalarla zamanı öldürmüştüm. Vakanın geldiğini, stajyerlerden bir tanesi odaya girip haber verdiğinde, sıranın ben de olduğunu gördüm. Bardağı, kendime ait dolaba koyduktan sonra solumdaki odadan bohcamımı aldım ve ameliyathaneye girişimi yaptım. Benden önceki arkadaşımın steril olmasıyla bohçamı önce ben açtım, yeşil örtüsünün görünmesiyle ona devrettim. Ellerimi yıkamak için hemen odadan çıktım ve karşımdaki üniteye gittim. Ellerimi üç kere yıkadıktan sonra hazır olduğuna kanaat vardım ve içeriye girip Sinem’in beni hazırlamasına müsaade ettim.


Masaları kontrol ettikten sonra her şeyin eksiksiz olduğunu stajyerime yazdırdım ve Selim Bey’in gelmesiyle ona verdirdim. Selim Bey’in onayını aldıktan sonra ameliyata başladık. Çok zor bir ameliyat olmaması üzerine herkes daha rahat çalışıyordu. Panik bir hava sezmemiştim. Stajyerimin açtığı kısık slow şarkı sayesinde en azından ameliyathanede ses oluşmuştu. Emilebilir olmasına özen gösterdiğimden, süturlar arasından Vicryl’i elime aldım. Doktorun da onayından sonra güzel bir dikiş attım ve steril masama geçerek cerrahi malzemelerimi saydım. Onu da evrakta yazdım ve içine koyarak eldivenlerimi çıkartıp çöpe attım. Cerrahi malzemelerini sterilizasyon ünitesine bıraktıktan sonra lavaboya geçtim ve elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmemi sağladım. Dışarıya çıktıktan sonra koridordaki kalabalığı merak edip oraya gitmeye karar verdim. Hiçbir şey demeden olanları duvara yaslanmış bir şekilde izlerken yanımda duran kişinin gölgesi benim önüme düşmüştü. Sabah ki Yüzbaşı’nın olduğunu gördüğümde, istifimi bozmadan ona bakmaya başladım. Boyundan dolayı boynum ağrımaya başlasa da ona bir şey çaktırmamak adına tekrar baktığım yere döndüm.


“Sabah ki konuşulanlar için üzgünüm. Biraz sinirliydim ve sana denk geldi.” Kısa ve öz konuşmuştu ve açıkçası da memnun olmuştum. Ona bakmadan ben de konuşmaya başladım.


-Önemli değil. Sinirlenmiş ya da kızmış olduğun bir durum olmuştur, ondan bana çatmışsındır. Hem ben unuttum gitti, sen de lütfen o konuşmaları unut.


Yaslandığım duvardan ayrılıp onun önünden geçerken göz göze geldik. Yüzünü hâlâ göremesem de eminim ki ileride görecektim. Tebessüm edip yanından ayrıldıktan sonra aklıma Duru’yu görmek geldi. Odası bu koridorun sonunda olduğundan, ağır ağır yürüyüp odanın kapısını çaldım. “Gelebilirsiniz.” diyen arkadaşıma gülüp içeriye geçtim ve koltuğa oturdum. Odasına girip eşyalarımı bıraktığımı, onu göremediğimi söylediğimde ise haber vermemden dolayı sevinip bize iki sade Türk kahvesi söylemişti. Ameliyatların günlerine beraber göz attığımızda, sohbete dalmıştık ve kapının açılmasıyla konuşmamız yarıda kesilmiş, ikimizde kapıya bakmıştık. Bilmem kaçıncı karşılaştığım Yüzbaşı kapının önünde bize bakarken, Duru’nun gülerek ayağa kalkıp “Abi hoş geldin.” demesi üzerine bendeki taşlar yerine oturmuştu. O da sarılışına karşılık verdikten sonra ben de saygısızlık olmasın diyerekten ayağa kalktım. Elini bana uzattığında, tedirginlik yaşamadan tokalaştık ve tebessüm ederek konuşmaya başladım.


-Maşallah her kapıdan da sen çıkıyorsun Yüzbaşı.


“Siz tanışıyor musunuz abimle?” sorusu üzerine kafamla onay verdim ve konuşmaya devam ettirdim.


-Sabah balkonda otururken abinlerin geldiğini gördüm. Kendisi rütbeli olunca, Albay’ın karşısına geçip birkaç dakika konuştular. Oradan tanıdım abini. Bir de ameliyathanenin önünde kalabalık vardı, orada bulunurken abin sağ olsun yalnız bırakmadı beni.


Yüzünü net olarak sonunda görmüştüm. Bal rengine çalan gözleri, kaşının bitiminde bulunan kabuklaşmış yarası, çok dolgun olmayan fakat herkesi özendirmeye yönelik biçimli dudakları ve en dikkat ettiğim düz, biçimli burnuydu. Duru’nun yüz şekli de abisi gibiydi. Sadece onun dudakları biraz daha dolgun ve yuvarlaktı. İncelememi bozan Yüzbaşı’nın sesi olmuştu.

“Ben de kendisiyle güzel tanışmadım ama daha sonra durumu düzelttiğimi düşünüyorum. Ben Bintuğ Liva, Memnun oldum.”

-Ben de memnun oldum Bintuğ Yüzbaşı. Ben de Mihre Kandemir.


“Mihre, isminin bir anlamı var mı? Daha önce hiç duymamıştım.” Onun meraklanması üzerine, Duru da bana bakıyordu. Aslında ismimin iki anlamı vardı.


-Evet iki anlamı var. Biri Güneş diğeri de sevgi anlamına geliyor.


“Benimkini biliyorsundur, o yüzden söylemeyeceğim.” Ona boş bakışlarımdan attığımda, şaşırmıştı.


-Ben, isimlerin anlamını çok da merak etmem açıkçası. Senin isminin anlamını bilmesem de en azından güzel bir anlamı olduğuna da eminim.


“Savaşçı, dövüşken anlamı var. Liva ise Bayrak demek.” Liva’yı ben de merak etmiştim, sormaya açıkçası utanmıştım. Kendisi açıkladığı için sormama gerek kalmamıştı.


-Muhabbetinize doyum olmaz. Benim odama geçmem gerekiyor, birazdan ameliyat bildiresi gelebilir. Tanıştığıma yeniden memnun oldum. Görüşmek dileğiyle.


Onlarla ayrıldıktan sonra dinlenme odasına geçip koltuğuma yayıldım. Cebimden çıkarttığım telefonumla oynarken stajyerim Mine’nin yanıma gelmesiyle dikleşip elindekilere baktım. Birkaç imzalamam gereken stajyer defteri olduğunu söylediğimde, onu masaya yönlendirdim ve hepsini titizlikle okuyup imzaladım. Benimle vedalaşan Mine’yi hüzünle yolladıktan sonra yeni gelecek stajyerleri araştırmaya başladım. Ben ve diğer arkadaşlarımla istişare ettikten sonra kendi aramızda bölüştük ve internet üzerinden bazılarını onayladık. Onların eğitimleri birkaç gün içinde başlayacak olmasından biraz da olsa kafam boş olurdu. İkinci ameliyat vakasının bildiresini de aldıktan sonra sıra ben de olmadığı için yerimden kalkmadım. Ayşe’nin “Mihre abla, senin adın yok fakat beraber girecekmişiz.” demesi üzerinde onunla birlikte hazırlanıp ameliyata girdik. Yaklaşık üç saatin sonunda her şeyi kontrol edip Ayşe’ye söylemiş, oradan hızlıca ayrılmıştım. Çok fazla hastanın ben de yarattığı adrenalin beni germeye yetiyordu. Onlar ile bağ kurmasam bile onların yaralarını, hastalıklarını tedavi etmek beni mükemmelleştiriyordu. İnsanın her şeyiyle size emanet olması bir nevi sizi kendi özel hayatınızdan alıkoyuyordu.


Başhekime çıkmaya aniden karar verdiğimde, asansöre binip beşinci kata bastım. Odasının önüne geldiğimde, kapısına göz gezdirdim. “Başhekim Mehmet Alatürk.” Yazısını görüp derin bir nefes aldım ve kapıyı tıklattım. İçeriden ses geldiğinde, vakit kaybetmeden içeriye geçip tam karşısında durdum. Başhekimle burada kalmam gerekiyor mu, kalacaksam nerede kalacağım gibi sorular üzerinden ufak bir konuşmanın ardından eve gitmemin sakıncası olmadığını söyledi. Buna gerçekten çok sevinmiştim. “Teşekkürler.” Dedikten sonra asansöre binip kendi katıma bastım. Soyunma odasına girdim ve üstümdeki bordo üniformamdan kurtuldum. Asmış olduğum siyah kot pantolonumu siyah yarım kollu baskısız düz bluzumu giyinip terliklerimi dolaba yerleştirdim ve kitledim. Duru’ya uğrayıp eşyalarımı aldıktan sonra onunla vedalaşıp hastaneden çıktım ve seri adımlarla eve vardım. Eve girdiğimde, kendimi zafere ulaşmış gibi hissediyordum. Çantamı askılığa astıktan sonra poşetteki üniformamı da çamaşır makinesine attım. Banyoya girip elimi yıkadıktan sonra bu saatte yemek yapamayacağımı gördüm. Birkaç kez sipariş verdiğim yeri arayarak her zamanki menümden sipariş verdim. On beş dakikanın sonunda kurye gelmiş, ben de yemeğe başlamıştım.


Çamaşır makinesinden gelen ses üzerine üniformamı sermek için balkona çıkarken üst kattan sesler geliyordu. Ona fazla dikkat etmemek adına güzelce formaları serdim ve masanın üstündeki birkaç ıvır zıvırı elimin arasına sıkıştırdım. Düzenli olmayı severdim. Bu yüzden herhangi bir eşyanın orada olması beni sinirlendiriyordu.


“Ya oğlum sen de akıl var mı? O öyle mi serilir lan, kurumaz ki o?” Yüksek sesle tartıştıklarından dolayı bu cümleyi duyup gülmüştüm. Yukarıya doğru baktığımda, askeri üniformalarını sermekle cebelleşiyorlardı. Pantolonun bir paçası üst demire diğeri de alt demire sabitlenmişti.


-Bakar mısınız? O pantolon gece boyu böyle kalamaz. Mandalınızın demiri kırılmak üzere. Onu hemen çıkartın.


“Bak gördün mü? Hanımefendi bile diyor, sen anlamakta güçlük çekiyorsun.” Gülmemek için dudaklarımı ısırırken onlara yardım etme dürtüm gelmişti.


-İsterseniz yardıma gelebilirim. Ne de olsa “komşu komşunun külüne muhtaçtır.”


İlk bir dakika ses gelmese de daha sonradan “Vallahi olur. Şimdiden teşekkür ederiz.” Sesi beni mutlu etmişti. İnsanlar ile mesleğim gereği çok fazla konuşuyordum. Bu yüzden onların hareketlerinden samimi olup olmadıklarını net bir şekilde sezebiliyordum. Terliklerimi giyinip üst kata geldim ve tek kapılı yere vardım. Kapıyı çaldıktan sonra kapıyı uzun boylu genç bir çocuk açtı. Yeni göreve başladığı belli oluyordu ya da ben ilk defa gördüğümden öyle yorumluyordum.


“Hoş geldin, ne desem bilemedim. Çok teşekkür ederim sana. Umarım evimdeki bazı eşyalar seni rahatsız etmez. Görevden yeni döndüm, döner dönmez de temizliğe başladım.”


Etrafı incelediğimde, katlanmış kıyafetlerin bir yerde, serilecek olan kıyafetlerin bir yerde olduğunu gördüm. Hemen görüş açıma giren mutfağı da süzdükten sonra düzen takıntım beni dürtükledi ve önce serilecek olan çamaşırları alıp balkona çıktım. Askeri formalarını özenle serdim ve diğer çamaşırları da en onun kadar özenle serdikten sonra ona tebessüm edip mutfağa geçtim.


-Görevden geldiğini tahmin etmiştim. Sen evi süpür ben de izin verirsen mutfağa geçip şu düzensizlikten kurtulayım. Ne dersin?


“Olur mu öyle şey? İzin vermem. Sonuçta seni çalışan hanımefendiler gibi tutmadım. Lütfen rahatına bak ben hallederim.” Ona attığım kızgın bakışlarım sonrasında gardını indirdi ve beni mutfağa yönlendirdi. Gereken yerleri gösterdikten sonra mahcup olmuş şekilde yanımdan ayrıldı. Bulaşık makinesini kontrol ettiğimde şanslıydım ki bulaşık yoktu. Bir güzel kirlileri oraya dizdikten sonra tezgahı temizledim ve oradan çıktım. Salona geldiğimde, onun toz aldığını gördüm. Tebessüm edip konuşmaya başladım.


-Anladın değil mi nasıl sereceğini? Bir şey olursa ben alt katında oturuyorum. İsmim Mihre. Bazen nöbetim oluyor, açmazsam bilerek açmadığımı düşünme sakın. Sana kolay gelsin.


“Allah razı olsun Mihre bacım. Sen olmasaydın yetiştirme imkanım olmayacaktı. Bu arada benim adım da Aydemir. Bir şey olursa gelmekten lütfen sen de çekinme.” Ona tebessümle bakıp kapıya geldiğimde, kapı önünde de birkaç dakikalık sohbet ettik. İçeriden çarpan kapının sesi ile kaşlarımı çattığımda, duyulan ses bana çok tanıdık gelmişti. Aydemir’in “Ev arkadaşım da yeni gelmişti. Duştan çıkmış olmalı. İstersen onunla da tanış. Seversin eminim.” Onu onayladıktan sonra içeriye tekrar girip Aydemir’in ev arkadaşına seslenmesiyle onun gelmesini bekledim. Üzerinde siyah takım eşofmanı, boynunda gördüğüm gri künyesi ile karşımda duran Bintuğ’a baktım. Şaşkınlığımı gizleyemeden konuşmaya başladım.


-Aydemir, ev arkadaşım dediğin kişi Bintuğ Yüzbaşı mıydı?


“AA! Siz tanışıyor musunuz? Bintuğ Yüzbaşımın evinde ufak tefek arızalar olduğundan birkaç haftadır ben de kalıyor. Normalde o yan binadaki lojmanın birinci katında oturuyor.”


-Aydemir, tanıştığıma memnun oldum. Dediğim gibi bir şeye ihtiyacın olursa alt kata inmen yeterli. Bintuğ yüzbaşı sizi tekrar görmek güzeldi.


Baş selamı verip salona geçti ve Aydemir de beni uğurladıktan sonra evime geçtim. Bugün ki yaşananları tekrar tekrar düşünüp kendi kendimle münakaşaya girdim. Normalde insanlar ile fazla konuşamayan ben, bugün rekorlar kırmıştım. Demek ki benim soğuk oluşumdan dolayı kimse bana yanaşamıyordu. Kendime çekidüzen vermem gerektiğini bir kez daha hatırladım. Odama geçip ışığımı kapattım ve yandaki komodinin üstünde bulunan buhar makinemi açtım. Geceleri kesinlikle buharsız uyuyamazdım. Havanın temizlendiğini hissettiğimde, uykuya kendimi teslim ettim.

Ay Merhaba. Nasılsınız? Sıkılıp sıkılıp yazdığım bilmem kaçıncı kurgum, sayamadım. En azından okunmasa bile sıkıntımı alıyor ve yazmak beni rahatlatıyor. Umarım beğenirsiniz, seversiniz ve karakterleri de benimsersiniz. Sizi seviyorum, iyi okumalar diliyorum. Not; Kitap Kapağı yapmayı bilen varsa lütfen bana ulaşabilir mi? İhtiyacım var da ...

Not; İsim anlamlarını neredeyse her kitabımda kullanıyorum. Çünkü farklı isimler olduğundan, anlamları da bir hayli güzel oluyor.

 

Loading...
0%