Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10- Aramızdaki Hain

@poncikss1234

“Beklemediğim yerlerden çiçek açmaya başladı.”

“Hata bir kere yapılır, telafisi vardır. İkinci kere yaptığınızda işte o zaman yakanızdan ayrılmaz.”

Duyduklarım beni bozguna uğratmıştı. Anlayıp dinlemeden bana tavır alması hiç hoş değildi. Pişman olacağı davranışlar sergiliyor, kendisi bu durumun farkında bile olmuyordu. Moralimi bozduğundan hiçbir etkinliğe katılmadım. Tüm gün çadırda sessizce kendimi dinledim. Arada kızlar yanıma gelse de onları tatlı dille uyarıp yanımdan uzaklaştırdım.

Hayat inişli çıkışlıydı. Bu duruma ayak uydurabilen bana göre galip gelirdi. Tökezlediğinde, ipin ucu kendi kendine kayıp gidiyordu. Olayın iç yüzünü tam öğrenmeden rest çektiğinden, ne yapacağımı kestiremiyordum. Tek istediğim bir an önce eski hayatıma geri dönmekti.

Bana olan davranışları bir öyle bir böyleydi. Evet, ilk hâlinden sonra baya değişmişti ancak bu son dedikleri sayesinde yolun başına dönmüştük. Belki de ben yolun yarısına geldiğimizi, kendimi kandırarak yedirmiştim. Duru elinde tepsi olduğunu, çadırın fermuarını açmamı istedi. Ben de onu bekletmeden tamamen açtığımda, karşımda parlayan bal gözlerle göz göze geldim.

Hiçbir şekilde göz temasımı ondan çekmedim. Duru da bakışlarımı takip edip kime baktığıma baktı. Abisi olduğunu görünce, sinsi sırıtmasıyla içeriye geçti. Onun hakkında konuşacağını düşündüğümden onu baştan uyardım. Kendisine güvenmediğinden dolayı söz veremedi ve benim ruh hâlimi sordu. Evimi özlediğimi, keşke bu görevi kabul etmeseydim gibi açıklamalar ile içimi dökmüş oldum.

“Buraya ilk geldiğimizde içimdeki sıkıntıları bir ben bir de Allah biliyordu. Burada yaşayan insanların durumundan dolayı bu teklife göz yumdum. Doğru mu yaptım, tartışılır fakat en azından hem abimi sağ gördüm hem de iyileşen hastaların duasını aldım. Bu durumdayken eskiye dönemedim.” Dedikleri gerçekten içtendi. Tepsiye göz gezdirip beraber yiyeceğimizi söyledim ve itiraz kabul etmeyeceğimi belirttim.

-Aydemir’i bulduktan sonra ben de senin gibi düşündüm. Onu sağ salim dimdik burada gördüğümde, evin yolunu unuttum. Bazı kendini bilmezler yüzünden ya da bazı kendisini doğru zannedenler yüzünden tüm bu iyi düşüncelerim suya düştü.

“Abimden bahsettiğini anlayabiliyorum. Olayı tam olarak bilmiyorum, ha anlatmak istemesem de saygım sonsuz. En azından beraber fikir yürütüp yanlışları gözden geçirmemiz gerekiyor. Ne zaman buradan döneceğimiz belli değil, onların himayesi altındayız bir nevi.”

-Hatırlıyor musun, askerlerden bir tanesi Çağdaş hocanın erkek arkadaşım olduğunu tüm time söylemişti. İşte konu buradan başladı. Bana, onunla herhangi bir yakınlığım olup olmadığını sordu. Ben de özel hayatımı daha tanımadığım insana aktarmayacağıma göre onu geçiştirdim. Sinirlendi, Çağdaş hocayı hedef alarak benim üstüme oynadı. Kahve içmeye davet etti, delirdi kendisi. Sonra bana dedi ki “Sen sağ ben selamet, bir daha da görüşmeyelim.”

Şok olmuştu. Demek ki abisinden bu kadar sert çıkışı beklemiyordu. Uzun dertleşmemizin ardından kalkarak tepsiyi de yanımdan aldı. Tekrar uğrayacağını söyleyip çadırı açtırdı ve dışarıya çıktı. Aynı yere baktığımda o, orada değildi. Biraz etrafı tarayıp analiz yaptım ve sessizliğin hakim olduğunu anladım. Gerginliğin zirvede olduğu alanda kimse yanlış bir kelime söylemek istemiyordu.

Aniden Aydemir’in yanına gitme istediğim sayesinde çadırdan çıkıp o timin oturduğu bölgeye giriş yaptım. Beni fark ettiklerinde, sandalyede oturan asker ayağa kalkıp bana yer verdi. Ona tebessüm edip oturdum ve genel durumu sordum. Yarın beş kilometre ötedeki köydeki hastaların sevkiyatı için hazırlık yapıldığını öğrendim. Kaybolan çantayı da sorduğumda, bilgisinin olmadığını söyledi. Aydemir’i sorduğumda, yemek dağıtımı için görevlendirildiğini, birazdan geleceğini belirtti. On dakika kadar oturduktan sonra ekipman çadırına doğru ayaklandım ve içerideki gölgeden dolayı yürüyüşümü durdurdum. Telefonla konuştuğunu anladığımda, arka tarafa dolanıp dinlemeye başladım. Konuşan kişi Çağdaş hocaydı.

“Ya anlamadılar benim aldığımı. Evet yarın sabah hasta gelecek onunla beraber size gelirim. Ya uydururum ben bir şeyler. Hastanede sorun çıkmış, acil dönmem gerekiyor diye bahane uydururum. Siz bana paramı ayarlayın, gerisi ben de.” Duyduklarımla dumura uğramış gibiydim. Bintuğ’u bulmam gerekiyordu. Arka taraftan çıkıp onun kaldığı çadıra gittim. İsmini birkaç kez tekrarlasam da içeride olmadığını düşündüm.

Tuğrul ve Fatih’i ateşin başında gördüğümde, yanlarına koştum. Endişeyle ayağa kalktıklarında onları eski evin arkasına sürükledim. Bana anlamsız bakışları ile bakan askerleri, daha fazla meraklandırmamak için konuşmaya başladım.

-Çağdaş hoca, ekipman odasındaki eşyaları birilerine kiralıyor. Acil telefon sinyallerinden kimin konuştuğunu araştırın. Hatta yarın bir bahane ile buradan ayrılıp birileri ile buluşacak.

Fatih duyduklarından sonra telefonunu çıkartıp “Yüzbaşıyı arayacağım ona da aynısını ilet.” Dedikten sonra ona kafa salladım. Çaldığında, yanıma yaklaştı ve cevap verdiğinde, “Yiğit Fatih Erbaş İzmir komutanım. Önemli bir bilgi vermek için sizi rahatsız ediyorum.” Dinlediğini belirttikten sonra telefonu ben aldım ve onunla konuşmaya başladım.

-Yüzbaşı beni iyi dinle. Çağdaş hoca kırmızı çantayı birilerine satmış. Yarın sabah saatlerinde buradan ayrılacak. Birileri onu bekliyor, nerede olduklarını duymadım fakat bahane bulup sizin askerlerden bir tanesiyle hastaneye dönecekmiş gibi buradan ayrılacak. Önlem almazsanız bütün timle konuşulan gizli bilgiler onların eline geçer.

“Dediklerin için şahit var mı? Sadece sen duyduysan eğer onun telefonunun sinyallerini kontrol etmemiz gerekecek. Aradığı tüm numaralar araştırılacak. Siz hiçbir şekilde kimseye çaktırmayacaksınız, sadece biz bileceğiz. Ben geldiğimde, gereken cevabı zaten ikinize de vereceğim.”

Bana vereceği ne gibi cevabı olabilirdi ki?

-Bana ne gibi cev-

“Sırası değil Mihre, sonra.” Telefonu Fatih’e verip bizimkilerin yanına gittim. Beni gördüklerinde sevinip bana yönelik sohbet başlattılar. Duyduklarımdan sonra ne kadar iyiymiş gibi rol yapabilsem de Duru bendeki sıkıntıyı anlamıştı. Ona söyleyip söylememek arasında kalırken kalkmasını istedim. Çıkışa doğru yürüdüğümüzde, ona her şeyi anlattım. O da hayretle bana bakıp time yönelse de haberlerinin olduğunu, araştırılacağını söyledim. “Abime de söylemeniz gerekiyor. Eğer başka birisinden duyarsa o adamı buraya diri diri gömer.” Onu yaparsa haklıydı. Sadece oturup izlerdim.

-Merak etme Fatih’ten ulaştım ona. Bizzat kendim söyledim. Geleceğini belirtti ve kimseye söylemememizi tembihledi.

Tankların olduğu alanda olduğumuzdan yol rahatlıkla gözüküyordu. Beş dakika sonra askeriye aracı buraya yaklaştığında, onun geldiğini anladım. Ellerimin titremesine mani olamadım. Önce albayın inmesiyle beraber Bintuğ ve tanımadığım devresi indi. Tüm heybetiyle buraya doğru yürürken, bizi fark etmemişlerdi. Albay’ın yanımızdan geçerken selam verip timinin yanına gitti. Onun yanında bulunan asker de müsaade isteyerek yanından ayrıldı. Üçümüz kaldığında, bana bakmayıp Duru ile konuşmaya başladı. Sakinliği içimi ürpertirken yavaşça gözlerini yüzüme sabitledi. Her detayı inceledikten sonra yutkundu, bir şeyler söyleyecek gibi oldu.

-Telefon sinyallerine ne zaman bakacaksınız?

Neden bu soruyu sormuştum bilmiyordum. Sessizliği bozmak için uydurduğum kılıftı. O da “Bana haber verdin, bitti. Gerisi ben de olacak.” Sakinliği içinde yatan öfke ve intikam duygusu kendisini belli ediyordu. Ona hak vermeye başlamıştım. Duru’nun koluna dokunup bizi yalnız bırakması için saçma bahane ile onu çağırdıklarını söyledim. Yanımızdan ayrılırken nasıl konuya gireceğim hakkında hazırlık yapmamıştım. Doğaçlama gireceğimi bildiğimden gözlerimi kapatıp kendimi toparladım.

-Dediklerinde haklıydın. Bunun için kusura bakma. Ben anlayamadım onun böyle bir hainliği olduğunu. Demek ki bir şeyler sezmişsin de beni uyarmışsın. Ben, özür dilerim. Belki de bu konuşmayı dinlemiyor da olabilirsin ama ben dersimi aldım. Bundan sonra daha dikkatli olacağıma emin olabilirsin, tekrardan kusura bakma.

Bu cümlelerimden sonra bir şey diyeceğini düşünmemiştim. Arkamı dönüp gidecekken eli, kolumu kavrayıp beni kendisine döndürdü. “Ben de sana ağır çıkıştım. Bunun için ben de senden özür diliyorum. O adamı ilk gördüğüm andan beri gözüm tutmamıştı. Bizim timdeki Kemal ile Kerim’in ulu orta yerlerde senin ilişkini konuştuklarında, aklım başımdan gitti. Yediremedim belki de. Sen de ona yakın davranınca ne bileyim, Kemal ile Kerim doğru söylüyor zannettim.”

Ona tebessüm ettikten sonra elini sürte sürte kolumdan çekti ve önden yürümeye başladı. Onu gören erler direkt hazır ola geçtiğinde, eliyle oturmalarını istedi. Beden dilinden anladığım üzere önemli bir konu hakkında beraber aralarında toplantı yapıyorlardı. Aydemir’in yerine bakan sorumlu komutan da daha sonradan dahil olmuş, beraber konuşmalara devam etmişlerdi.

Mehtap’ın uyukladığını gördüğümde onu kaldırıp çadırına yolladım. Saate baktığımda, onu yirmi sekiz geçerken yarın sabah yedi buçukta kalkacağım aklıma geldi. Yarın gelecek olan hastaların isimlerini kaydetmek için Duru ile anlaştım.

Alarm yerine sert bir sesle uyandığımda, ayılmıştım. Kolumun üstüne yattığım için bir iki dakika beklesem de sesler gittikçe artıyordu. Fermuarı yarım açarak ne olduğuna baktım. Bintuğ, kaçmaya çalışan sözde doktoru ensesinden tutup haşlıyordu. Sesleri duyanların hepsi başında toplanırken herkes şaşırmış bir şekilde sessizce olayı izliyorlardı.

“Bu kendini bilmez sözde doktor arkadaşınız var ya aramızdaki hain. Ekipman çadırındaki eşyaları bir yerde saklayıp satıyormuş bu adi şerefsiz. Şimdi siz söyleyin ben buna ne yapayım?”

Fikret hoca, Mehtap ve diğerleri bunu beklemiyor olacak ki transa geçmiş gibi volta atıyorlardı. Fikret hoca “Bu hainin yüzüne tükürmemek için kendimi tutuyorum. Sen nasıl…” Devamını getiremeden Bintuğ kafayı Çağdaş hocaya geçirdi. İçimin yağları erirken keyifle baş köşeden izledim.

-Evet sevgili Çağdaş Kılıç. Senin bu yaptığının yanına kalacağını mı düşündün? Rezil rüsva oldun herkese. Nasıl çıkacaksın hastanedeki insanların karşısına? Yaptığın kutsal meslekten de mi utanmadın karaktersiz, haysiyetsiz?

Bintuğ’un güldüğünü duyduğumda, gülüşünde takılı kaldım bir süre. O da bunu anlayıp gülüşünü derinleştirdi ve onu dinlene dinlene dövdü. Bu kadar hırpalamasına gerek var mıydı bilemiyordum ama ilk defa birisinin dövülmesini keyifle izliyordum.

Yiğit Fatih’in “Mihre’ye teşekkür etmeniz gereken konu var. Onun sayesinde fark edildi. O olmasaydı belki de hayatınız tehlikede olabilirdi. “ Söylediklerinden dolayı utanıp başımı kuru toprağa eğdim. Herkesin sevinç nidalarını duyup gülümserken ayak ucumda duran siyah postalları gördüm. Kafamı kaldırdığımda, Bintuğ hayranlıkla bana bakıyordu.

“Sen tanıdığım en cesur kadınlardan bir tanesin Mihre. Fatih’in de dediği gibi sen olmasaydın daha kötü sonuçlar olabilirdi. Önlediğin için teşekkür ederim.”

Bazen çevremizdeki insanları seçemeden hayatımıza dahil ediyorduk. Onları tanıdıkça bağ kuruyor, iletişime geçiyorduk. Kendisini yetiştiremeyenleri başka insanlar bu şekilde dersini veriyordu. Haklılar mıydı tartışılır fakat böyle olduğunda da kendilerine geliyorlardı.

“Hani demiştin ya bana “Gözlerin Güneş’i temsil ediyor, onlar sayesinde kışı hissetmiyorum.” Diye. Ben çok düşündüm bu cümleni. Kafamı yastığa koyarken, yemek yerken ya da göreve giderken bile hep bu cümlen yankılandı kulağıma. Belki de Güneşler birbirlerine yakınlaşıyordur Mihre, ne dersin?”

-Belki de Güneşler tutulmaya başlamıştır, ne dersin Yüzbaşı?

Merhabalar, nasılsınız? Ben iyiyim. Sizi bekletmeden bölümü atayım. Oy ve yorum yapmayı unutmayalım. Çağdaş’ın durumu hakkındaki düşüncelerinizi de alayım. Umarım beğenirsiniz. Allah’a emanet olun, esen kalın. Sizi seviyorum.

Loading...
0%