@poncikss1234
|
“Sen beni, benim sana inanmışlığımdan vurdun.” (Gülten Akın) İçimdeki boşluk her geçen gün daha çok büyürken ruh gibi dolanıyordum. Fazla kendimi kaptırdığımı biliyordum fakat hiç de pişmanlık duymuyordum. Buluşup, konuştular mı diye düşünmekten başımın etini yerken onunla iletişime geçmek istedim. Abartı mıydı yoksa gerçekten de eskiye dayanan ilişkinin külleri yeniden mi dirilmişti? Onu merak ediyordum. Ani bir kararla telefonumu elime alıp arama bölümüne girdim. Yıldızladığım “Tilki Komutan.” Adlı kişiye dokunup onu aradım. Hat meşgul olduğunu duyduğumda, kardeşini aradım. O da hat meşguldü. Demek ki ikisi görüşüyorlardı. Dışarıya çıkıp evdeki eksik malzemeleri aldım ve eve geri döndüm. Evi baştan sona sinirimi atana kadar silip süpürdüm. Bana açıklama borcu vardı. O, istediği gibi benimle konuşup istediği gibi başkalarıyla buluşamazdı. Eğer öyle bir şeyi duyup görürsem işte o zaman bütün ipler ben de kopardı. Bintuğ Liva Anlatımıyla; Mesleğimden dolayı hep yeni insanlar tanıyordum. Bu insanları çözmek adeta ikinci görevim hâline gelmişti. Hastanede teknikerlik yapan Mihre’yi, Duru sayesinde araştırmış, sadece denk gelmeyi bekliyordum. İlk denk gelme sahnemiz biraz kötü başlangıçla olsa da daha sonra beraber yeni bir sayfaya imza atmıştık. Beraber geçirdiğimiz koskoca bir haftada ona istemeden de olsa alışmış, varlığı artık hep destekçim olmuştu. Bu durumdan çok memnun ve bahtiyar kalmıştım. Ona eski yaşantımı anlatmadığım için kendime kızsam da daha aramızdaki ilişkinin durumunu bilemiyordum. İkimizin arasındaki o çekimi kendisinin de hissettiğini, gözlerindeki ışıktan anlamıştım. İlk göreve başladığım zaman benden üst kıdemli olan Yüzbaşı Melek Karacı peşimde dolanıyordu. Onun sözünden çıkamadığım gibi ne dediyse yapmak zorunda kalıyordum. Bu durumu beraber çalıştığım timimle paylaşıp şikayette bulunmuştuk. Melek, Yarbayın talimatı doğrultusunda başka bir ilin askeriyesine tayini çıkmıştı. Mihre ile otururken bana kendisi mesaj atmış, ben de geçiştirmiştim. Mihre’ye baktığımda, gözlerindeki kıskançlık alevlerini görmüştüm. Nasıl açıklayacağımı düşünürken kendisi aramıza mesafeyi koymuştu. Nasıl düzelteceğim hakkında bir fikrim yokken kız kardeşimden yardım alacaktım. Onu arayıp en sevdiği kafeye davet ettiğimde, bir şeylerin ters gittiğini anlamış ve hemen geleceğini söylemişti. Kafede onu beklerken etrafıma göz gezdirip ters giden olayın olup olmadığına baktım. Herkes oturmuş, sohbet eşliğinde kahvesini içerken karşımdaki sandalye çekilmiş, Duru oturmuştu. Ona kısaca olaydan bahsettikten sonra onun bana yardım etmesini istemiştim. “Abi Mihre’ye söyleme ama o bana zaten köyde bu konuyu sordu. Hayatında birisi varsa benden uzak dursun dedi.” Onu dikkatlice dinlerken devam etmesi için gözlerinin içine baktım. “Benden mesajın içeriklerini istedi. Ben de sen duştayken gizlice fotoğraflarını çekip ona gösterdim. Adeta deliye dönmüş gibiydi. Aranızda ne var bilmiyorum ama o şeytan yüzünden Mihre’yi kaybedersin. Eğer onunla buluşursan da bu sefer ben de seninle bir daha konuşmam.” -Bu yaptığın yüzünden seni evden kovabilirdim fakat sen de en yakın arkadaşının iyiliğini düşünmek zorundasın. Sana hak verdiğim için bu olayı uzatmayacağım. Buluşma konusuna gelirsek de ben asla onunla bir arada olmam. Ekibe de söyledim, eğer o devre arkadaşlarıma da mesaj atarsa o zaman yapacaklarımdan ben sorumlu değilim. “Hadi hesabı öde de beraber Mihre’ye geçelim. Seni gördüğünde, bakalım yüz ifadesi nasıl olacak?” Dediğini yapıp garsona hesap işareti yaptım ve hesabı ödeyip kardeşimle arabaya bindik. On dakika sonra lojmanın önüne geldiğimizde, nöbetçi askere selam verip içeriye geçtik. Birinci kata geldiğimizde, Duru’nun görmeyeceği şekilde gözlerimi kapatıp cesaretimi topladım. Zili çaldığımızda, içeriden gelen sesler ile istemsizce güldüm. Kapıyı açtığında, bizi beklemiyor olacak ki gözlerini kırpıştırdı. Hiçbir şey demeden kapıyı tamamen açıp içeriye geçmemizi bekledi. Evi incelediğimde, yeni temizlik yapmıştı. Bu hâline bakıp tebessüm ederken o bana neden geldin gibisinden bakışlar atıyordu. Onun kalbini nasıl kazanacağımı düşünürken o, Duru’yu mutfağa çağırıp beni salonda tek bıraktı. Normalde ikili konuşmaları merak etmesem de onların konuşmalarını merak edip salon ve mutfağın arasındaki duvara kendimi yasladım. Mihre’nin “Bana neden haber vermedin? Şu hâlime bakar mısın Duru, bari aramalarıma dönseydin.” Ne yani kardeşimi önceden aramış mıydı? Onlar beni fark etmeden hemen telefonumu çıkartıp cevapsız aramalara girdim. Onun da beni aradığını gördüğümde, büyük bir fırsatın elimden kayıp gittiğini anladım. Kısa bir iç çekmenin ardından konuşmaları dinlemeye devam ettim. “Mihre, abimle beraber biraz vakit geçirelim dedik. Beni aradığını da yemin olsun ki görmemişim. Keşke abimi arasaydın da ondan bilgi alsaydın.” Mihre “Ben onu da aradım merak etme. Kime cevap verip vermeyeceğine kendisi karar verir. Demek ki beni es geçip eskisiyle takılmaya karar verdiyse demek…” Mihre, öfkeli konuşmasından sonra hızlıca salona geçip onların gelmesini bekledim. Beş dakika sonra elinde tepsiyle yanıma eğilip kahveyi uzatırken gözlerine kitlenip kahve bardağını aldım. O, bana bakmazken her detayını aklımın en derinliklerine kazıdım. Sessizce kahveleri içerken ilk konuşmayı ben yapmak istedim. -Mihre, tatilin nasıl geçiyor? Bu soruyu neden sormuştum, bilmiyorum. Onun sesini duymak için başvurduğum saçma bir soruydu. Bana gözlerini kısmış bir şekilde “Çok iyi gidiyor, yarın birisiyle randevum var. Ona hazırlık yapacağım.” Dediğinde, Duru bana bakıp kaş göz yaptı. Doğruluğunu tam bilememekle beraber ağzımdan kötü bir söz çıkmamasına dikkat ettim. -Ya öyle mi ne güzel. Nereye gideceksiniz? Kıskançlığım kendisini devreye sokmuştu. Ellerimin titremesine mani olamıyordum. O da bu durumu fark edip genişçe gülümsedi ve “Bu seni ilgilendirir mi Yüzbaşı?” Dalga geçermişçesine söylediği her kelime kalbimi kesinlikle parçalayacak duruma getiriyordu. -Ben de diyordum ki yarın sen, ben , Duru hatta Aydemir’e de söyler, güzel bir lokantada yemek yeriz. O randevunu iptal et de hep beraber vakit geçirelim. Kahkaha attığında, eliyle gülüşünü kapattı. Gülüşünü izlemek en büyük servetken beni ondan mahrum bırakmıştı. “Aydemir’i bu duruma karıştırdığına göre randevumu hazmedemedin. Maalesef yüzbaşı, teklifini reddediyorum.” Duru’nun “Mihre’m ben tanıyor muyum o şanslı adamı? Tanıyorsam eğer hep beraber gidelim, olmaz mı?” Beni kurtarmaya çalıştığının farkındaydım. Ama Mihre o kadar zeki bir kadındı ki bizim her söylediğimiz cümleye güzelce cevap veriyor, bizi başından savıyordu. Bir sonuç alamadan evime geçtiğimde, ne yapacağımı düşündüm. Belki de onu gizlice takip edip randevusunu bozabilirdim. Bu düşüncemi hemen kenara atıp daha fazla benden soğumasını istemedim. -Duru, telefonumu masadan getir bakayım. Aydemir’i arayacağım. Aklıma yarın Aydemir ile buluşabilecekleri gelmişti. Telefonu bana uzatıp karşımdaki koltuğa oturdu ve benim ne yapacağımı dikkatlice inceledi. Aydemir’i arayıp yarın için Mihre ile randevusunun olup olmadığını sordum. Direkt yarın göreve gideceğini, sadece telefonla konuştuklarını belirtti. İster istemez randevu olayının gerçekliği ile baş başa kalırken telefonu kapattım Duru’ya söyledim. Duru da hem şaşkın hem de bana olan endişesi ile yerinde duramazken ne yapacağımı sordu. Ona bilmediğimi, onu kaybetmeyi göze alamayacağımı söyledim. Bu hâllerimi ilk kez gören kardeşim, bana şaşkınlıkla bakıyordu. Aşk bacayı sarmış gibiydi. O baca, ne zaman yanmaya başlayacaktı onu görmek istiyordum. -Yarın onu telefon sinyallerinden takip edeceğim. Eğer gerçekten bir randevusu varsa o zaman aramızdaki o elektrik başlamadan bitecek. “Bu yaptığın kişisel özele el koymak. Ya bunu fark edip seni şikayet ederse?” Gerçekten beni şikayet eder miydi? Kardeşim, konuyu kapatıp mutfağa çağırdığında beraber yemek yapmaya başladık. Güzel bir masa kurduktan sonra sessizce yemeğimizi yedik ve ben de hava almak için balkona çıktım. Aşağıya doğru sarkıp Mihre’nin balkonuna bakarken o, balkon kapısının yanından telefonla konuşuyordu. Kiminle konuştuğunu o kadar merak ediyordum ki kendimi tutmasam aşağıya inip telefonu elime alırdım. Kendime hakim olup Duru’nun getirdiği çayı aldım ve yavaş yavaş karargâhı izleye izleye içtim. Birkaç gün sonra sadece benim timimle yazılmış büyük bir görev vardı. Onunla aramızdaki sorunları çözüp öyle gitmek istiyordum. Eğer o sorunlara baş göstermezsem işte o zaman gözüm arkada kalırdı. Bana ne olacağının garantisi yoktu. Bazı şeyleri erteleyemezdim. Sabah olduğunda, hazırlanıp Duru’ya bir not yazdım. Evden çıktıktan sonra direkt karargâha geçtim. Hepsiyle selamlaştıktan sonra görev hakkında kısa bir toplantı yaptık. Bütün ihtimalleri düşünüp öyle yola çıkacaktık. Albay’ın odasının müsait olup olmadığını Fatih’e sorduğumda, daha gelmediğini söyledi. Yarbay’ı sorduğumda, ne olduğunu sordu. Ona anlatıp anlatmamak konusunda ikilemde kalsam da istem dışı anlatmaya başladım. Bütün tim beni sessizce dinlerken Tuğrul’un “Yüzbaşım, özür dileyerek fikrimi size beyan etmek istiyorum. Mihre hanımı tanıdığım kadarıyla dediğim dedik bir insan. İnatçı, tuttuğunu koparan bir kadın. Sizin onu takip edeceğinizi adı kadar iyi biliyor. O yüzden daha farklı ihtimaller düşünmeniz gerekiyor.” Yiğit Fatih’in “Yüzbaşım, Mihre hanımın telefonunu alacağını nereden biliyorsunuz ki? Belki sizin onu takip edeceğinizi tahmin ettiğinden evde bırakacak, konumu evde gözüksün diye.” O kadar mantıklılardı ki gözlerim yaşarmıştı. -Ulan madem bu kadar hepiniz aklınızı kullanabiliyorsunuz, görevlerde niye basiretiniz bağlıymış gibi hareket ediyorsunuz? Kendilerini tutamayıp güldüklerinde, kısa sürmüştü. Kapı tıklatıldığında, herkes toparlanıp ciddiyete bürünürken “Gel.” Dedim ve içeriye giren kişiye baktım. Eski yüzbaşı Melek Karacı… Hiç değişmemişti. Aynı saç rengi aynı giyim kuşamı… Tuğrul ve Fatih boğazlarını temizleyip selam verirken diğerleri de mecburi bir selamla onu karşıladılar. Kıdem farkı burada da devreye girdiğinden onlara kızamadım. Tokalaşmak için elini uzattığında, kabul etmedim ve karşımdaki boş sandalyeyi gösterdim. Oturduğunda, tek tek hepimize göz gezdirip “Ben Yüzbaşı Melek Karacı. Nasılsın asker!” dediğinde, teğmen ve erler mecburen cevap verdiler. -Ne işin var senin burada? Sesim inanılmaz soğuktu. Ben bile kendi sesimle üşümüştüm. Aramızdaki gerginliği bilenlerin ağzı kapanırken sadece ikimizin sesi yankılanıyordu. “Ne işim mi var, eski çalıştığım devre arkadaşlarımı ve eski sevgilimi ziyarete gelemez miyim?” diye pişkince soru sorduğunda, timime bir göz attım. Hiçbiri onunla bir kere bile çalışmamışken, eski timim demesi beni güldürmüştü. -Eski sevgili mi? Yine kendin yazıp oynuyorsun öyle mi, hiç değişmemişsin. Şen bir kahkaha attığında, çantasından çıkarttığı evrakı bana uzattı. Kaşlarımı çatıp elinden aldığımda hızla okumaya başladım. Kaşlarım kendiliğinden çatarken o zafer kazanmışçasına gülüyordu. “EE! Bir hayırlı olsununuzu alırım. Yeniden buraya atandım. Sizinle tekrar çalışmak benim için onur verici.” Gözlerimi kapatıp bunun bir hayal olmasını diledim. Bu okuduğum emir yazısı gerçek miydi yoksa ben mi halüsinasyon görüyordum? Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Yeni bölümle karşınızdayım. İkinci atacağım bölüm yarım saate gelir. Şimdiden iyi okumalar diliyorum. Melek Karacı, ne yaptın sen? Bakalım Mihre ile Bintuğ’a ne gibi zorluklar verecek? Hepinizi öpüyorum, vote ve yorum yapmayı unutmayalım. Hoşça kalın…
|
0% |