@poncikss1234
|
"Senin ne olduğun yüzünden belli, demirden bir yürek var göğüsünde." Gözyaşlarımı silip telefonumu şarja takıp dolmasını beklerken, bir ileri bir geri hâlinde bütün salonu dolanıyordum. Onun söyleyeceği her detay benim için çok önemliydi. Açıldığını belirten ışığı gördüğümde, sevinçten havalara uçacaktım. Ellerimin titremesini umursamadan hızlıca son aramalara girip kaydedilmemiş numarayı aradım. “Çalıyor.” İbaresini gördüğümde, kalbimin sesini dinliyordum. Açmadığını gördüğümde, heyecanım sönmüştü. Belki de önemli bir görevi çıktığından dolayı açmadığını düşünüp telefonu kenara koydum. Kimdi benim can kardeşim? Neden bana bunca zamandır hiç ulaşamadı? Umarım geçerli bir sebebi vardır. Aklıma, Bintuğ yüzbaşı ile kaldığı gelmişti. Odama hızlıca girip pijamalardan kurtuldum ve elime ne geçtiyse onu giyindim. Şu an kombin düşünecek kadar zamanım yoktu. Hızlıca evden çıkıp merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Evin önüne geldiğimde, derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım. Yaklaşık on dakika boyunca beklerken, bütün ümidim bitmişti. Eve tekrar geldiğimde, hiçbir şey düşünmek istemedim. Düşünürsem, yarın ki nöbetim çok zor geçerdi. Her şeyi bir kenara koyduktan sonra dinlenmek için yatağıma geçtim. Komodinimin üstünde duran beyaz çalar saati iki saat sonraya kurduktan sonra gözlerimi kapattım. Alarmın sesi kulaklarımda çınlıyor, yastıkla onu dindirmeye çalışıyordum. Alarmı kapattıktan sonra yatağımdan kalkıp nevresimini düzenledim ve banyoya girip işlerimi hallettim. Dolabımda her zaman ütülenmiş bordo üniformamı giyinip makyaj masama oturdum. Saçlarımı alttan topuz yapıp yüzüme de nemlendiricimi sürdüm. Gözlerimin çekik olması, rimel sürmeye itse de iş yerinde bunu yapamazdım. Son olarak güneş kremini de yüzüme iyice yedirdikten sonra yarın için yedek kıyafet ayarlamaya başladım. Mavi kot pantolonumu, beyaz askılı sade bluzumu, siyah çantama attıktan sonra hazırdım. Salondaki telefonumu alıp cebime attım ve ayakkabılığa giderek siyah terliklerimi poşete koydum. Onu da çantama attıktan sonra yeni aldığım terlikleri giyindim. Evden çıktığımda, havanın bulutlu olması şaşırtıcıydı. Umarım az da olsa yağmur yağmazdı. Dalgın dalgın yolları yürürken, yolun sonunda duran bakkalı gördüm. Oraya girip sakız, su ve çikolata aldıktan sonra parasını ödeyip çıktım. Suyu açıp içtiğimde, akciğerlerim kendine gelmişti. Hastaneye vardığımda, üstümü değiştirmeyeceğim için direkt odama geçtim ve kızlara selam verip çantamı askılığa astım. Mehtap’ın “Bugün nöbet sırası sendeydi değil mi?” dediğinde ise ona bakıp onayladım. “Kızlar ben bir duyum aldım ama inşallah bu duyumlar uydurmadır.” Diyen Ayşe’ye baktım. -Ne duydun ki? Streslenmiştim. Normal bir yerde yaşamadığımız için aklıma binbir türlü şey geliyordu. “Bugün askerler dönüş yaparken saldırıya uğramışlar. Bir tanesi ağır yaralı diye duydum. Umarım kötü bir şeyi yoktur, Allah korusun.” Üzgün olduğu her hâlinden belliydi. Bintuğ, Aydemir ve o ikili aklıma geldiğinde, ellerimle oynamaya başladım. Umarım kimseye bir şey olmamıştır. Ambulansın sesi geldiğinde, hepimiz kalkıp koridora doğru çıktık. Duru’yu gördüğümde, ağlamaklı bir şekilde yanıma geliyordu. İçimden “İnşallah Bintuğ yaralanmamıştır.” Desem de maalesef ki Duru, onun yaralandığını söylemişti. Ameliyat için Duru benden rica ettiğinde, koşulsuz kabul ettim. Hemen hazırlıklarımı yaptım ve ameliyathane bire girdim. Doktor da hızla geldiğinde, durumun ciddi olduğunu anladım. Stajyerin dosyayı okumasıyla beraber kulağımı kabarttım ve onu dinledim. Hasta; Bintuğ Liva. Yaş; Otuz Kullandığı ilaçlar; Bulunmamaktadır. Ameliyat nedeni; Kurşun yaralanması ve ağır travmatik yaralar. Bintuğ’a göz gezdirdiğimde, dört yerinden girmiş olan kurşun yerlerine baktım. Hızlıca Ayşe ile yeşil, steril olan örtüyü örttük ve ameliyata başladık. Ameliyatın yirmi beş dakikasında kan değerleri düşmeye başlamıştı. Stajyere dönüp “Hastanın kan grubu ne?” diye seslice sordum. O da dosyadan okuyup “ Sıfır RH negatif.” Dediğinde, benimle aynı kan grubundaydı. Doktorun “Bu kan grubu herkeste yok. Arkadaşlarına sordunuz mu? Eğer varsa acil kana ihtiyaç var.” Dediği sırada hemen söze ben girdim. -Hocam müsaade ederseniz ben ameliyattan çıkıp kan vereyim. Hastanın durumu acil. O da başıyla onay verdiğinde, steril eldivenlerimi çıkartmadan hızlıca ameliyattan çıktım. Koşarak koridoru geçtiğimde, bekleme salonunda oturmuş arkadaşlarını gördüm. Beni gördüklerinde, yanıma gelmek isteseler de kabul etmeyip hemşireye seslendim. Gereken bilgileri verdikten sonra beni kan alma bölümüne götürdü. “İki ünite almam gerekiyor. Umarım senin için sorun olmaz.” Diyen hemşireye kafamı hızlıca iki yana salladım. İntraketi* hazırlayıp önce sağ kolumdan girdi. Onun dolmasını beklerken, ayaklarımı sallandırmaya başladım. Diğer yanımda duran hemşire, kan ünitesini ameliyata yetiştirecekti. Birinci ünite dolduktan sonra, intraketi oradan çıkartıp kesici delici aletlere attı. İkincisini hazırlarken, koşan hemşireye baktım. Durumu gerçekten ciddiydi. Sol koluma da aynı işlemi yaptıktan sonra o üniteyi de ben aldım ve koşarak ameliyathane kapısına girdim. Şifreyi girdikten sonra hızlıca eldivenlerimden kurtuldum ve ameliyathane personeline üniteyi uzattım. Başım aniden dönse de kimseye belli etmedim. El yıkama bölümüne gidip tekrar steril olduğumda, kan veren hemşire çıkmıştı. Ondan aldığım haberle durumu iyiye gitmeye başlamıştı. İçimden dualar ederken, Ayşe’ye mola vermesini söyledim. Çıkmadan önce kulağına “Duru’ya söyle abisinin çok güçlü olduğuna inansın.” Bunu ileteceğini söylediğinde, doktor üçüncü kurşunu da çıkartmıştı. Saate baktığımda, yaklaşık iki buçuk saattir ameliyattaydı. Bu kadar kurşunla vücudunun direnmesi, her yiğidin harcı değildi. Son kurşun kaburgasına saplanmış olduğundan, riskli yerdeydi. Hepimiz komplikasyon riskini göze alarak kaburgasındaki kurşunu çıkarttık. Gözlerimi aniden kapatıp, anestezi uzmanının son durumu söylemesini bekledim. “Her şey yolunda, devam edebilirsiniz.” Dediğinde ise maskemin altında gülüp dikişleri atmaya başladım. Bintuğ’a özel olarak attığım dikişleri, o uyandığında tek tek gösterecektim. Ameliyat bittiği için çok sevinçliydim. Hızlıca masama geçip cerrahi malzemeleri saydım ve gereken talimatları stajyere söyleyip oradan ayrıldım. Bekleme salonunda duran kadim dostları beni gördüklerinde, heyacanla yanıma gelmeye başladılar. Onlara bilgi veremeyeceğimi, yüz ifademden anlamalarını istedim. Hepsi bana baktığında, kocaman gülümsedim. Onlar da sevinçten birbirlerine sarılırken, birkaç tanesi bana da sarılmak istediğini söyledi. Onları kırmadan sarılışlarına karşılık verdim ve oradan ayrıldım. Yoğun bakım ünitesine geldiğimde, Mehtap’ı kenara çektim. Bintuğ hakkında en ufak bir harekette yanıma gelmesini istedim. Şaşırsa da kabul etti ve onun yatacağı yeri kontrol etti. Hasta bakıcılarını kapıda gördüğümde, onu getirdiklerini anladım. Sedye de yatan adamın yüzünü, ezberlercesine incelerken Duru’nun sesini duydum. Aniden bana sarıldığından, dengemi kaybetsem de hemen ona karşılık verdim. -Hemşire ile sana bir şey söyledim. Sana söyledi mi? “Abimin çok güçlü olduğunu söylemişsin. Evet, o gerçekten de çok güçlü. O olmasaydı şu an ben burada olmazdım, Mihre.” Ona hak verip biraz moralinin yerine gelmesi için kantine davet ettim. O da itiraz etmeden kabul ettiğinde, kantine inip ikimize de kahve aldım. Etraf boş olduğundan, sağ köşedeki iki kişilik masaya oturduk. Kahveyi içerken neredeyse konuşmamıştık. Telefonum çaldığında, Mehtap’ın aradığını gördüm. Hızlıca açıp cevap verdiğimde, Duru ve beni yanına çağırdı. Duru’ya söylediğimde, hızlıca oradan ayrıldık ve beraber yoğun bakıma gittik. Mehtap, dışarıda bizi beklerken gözlerimiz buluştu. Karşısına geçtiğimde, bana “Fiziksel hiçbir sorunu yok. Nabzı, solunum hızı her şey normal. El hareketlerini inceleyemedim çünkü ellerinin üstünde yanıklar var. O yanıkların iyileşmesiyle ancak kontrol edebilirim. Bu arada Duru, sen beş dakikalığına geçebilirsin.” Duru, bunu duyduğu an hazırlanmaya giderken ben de küçük camdan onu seyrediyordum. Duru, içeriye girip abisinin yüzünü severken, gözlerim dolmuştu. Değerlin olan birisine bir şey olduğunda, canından can gidiyordu. Onları seyrederken monitöre baktım. Duru her konuştuğunda, kalp atışı hızlanıyordu. Buna ister istemez gülümsedim ve kafamı yere eğdim. Duru çıktıktan sonra, ben de girip girmemek arasında kaldım. Sonuçta sağlıkçı olduğumdan, kontrol ediyormuş gibi davranabilirdim. Ani kararla ben de girdiğimde, onun yanına adımladım. Sandalyeyi kenara çekip serumu kontrol edermişçesine parmaklarına dokundum. Her dokunuşumda, benim de parmaklarım yanıyordu. Duru’nun izlediğini bildiğimden, ellerimi çekip endotrakeal tüpü* de kontrol ettim. Hiçbir sorunu gözükmüyordu. Kontrol etmem bittikten sonra onunla hızlıca konuşmaya başladım. -Yüzbaşım. Ameliyatın çok güzel geçti. Sana öyle bir dikiş attım ki, hayran olacaksın. Sonra bana diyeceksin ki “Mihre, güzelim vücudumu daha da güzelleştirmişsin, teşekkür ederim.” Şaka bir yana o kadar güçlüydün ki uyanınca sana bunu tekrar hatırlatacağım. Duru da yanına geldi, gördü ve uzun uzun konuştu. Umarım hepsini duyabilmişsindir. Sen, benim tanıdığım en nadide insansın. Bunu bir daha söyleyemem, o yüzden şansına küs. Kalp atışı çok yükselmişti. İster istemez panik olsam da daha sonradan bu yükseliş eski hâline geri dönmüştü. Duru’nun yanına gidip her şeyin eksiksiz olduğunu, tim arkadaşlarını fazla tanımadığımdan onun haber vermesini istedim. O da anlayışla karşılayıp benden ayrıldı ve ben de odama geçtim. Mehtap’ı orada gördüğümde, onu kenara çekip teşekkür ettim ve içimden gelerek sarıldım. Birbirimize gülümsedikten sonra Melisa’ya diğer ameliyatları sordum. Ufak tefek ameliyatlar olduğunu, hemen taburcu edildiklerini söylediler. Onlar adına sevinmiştim. Mehtap kulağıma “Ben yüzbaşının yanına gideceğim, istersen sen de gel, onu gör.” Dediğinde ise ona gereken açıklamaları yaptım. Şakasına kızmış gibi yaptı ve elini omzuma koyarak bana destek oldu. Mavi koltuğa uzanıp başıma masaj yaptığımda, benimle çalışan stajyer öğrenci yanıma gelip Bintuğ’un dosyasını getirdi. Ona anlamsız bakışlarımla baktığımda, “Giren ameliyathane hemşiresinin adı ve soyadı.” Bölümünü doldurmamıştım. Ona teşekkür ettikten sonra önlüğüm ön cebinden mavi tükenmez kalemimi çıkartıp “Mihre Kandemir.” Yazıp imzamı attım. Kıza uzattığımda, tebessüm ederek odadan çıktı. Mesaj sesi geldiğinde, Mehtap olduğunu gördüm. “Ellerine yanık kremi sürdüm. Endotrakeal tüpünün hava basıncını arttırdım. Nazal kanülünü* de kontrol ettim. İçin rahat olsun.” Ona merak ettiklerimi sordum. -Nabzı, solunum hızı ve ateşi yerinde değil mi? Pembe dosyasına da her şeyi yaz, şimdiden teşekkür ederim. Duru’ya da haber verdikten sonra Ayşe’den rica edip çay suyu koymasını istedim. Başımın ağrısı, her dakika içinde büyürken dayanılacak gibi değildi. Herkese yönelik ağrı kesicisi olanı sorduğumda, Melisa’nın cebinden çıkarttığı “Arveles.” Gözümdeki ışıltıyı arttırdı. Yanımda taşıdığım suyla beraber ilacı içtikten sonra gözlerimi kapattım. İlaç etkisini göstermeye başladığında, kendime gelmiştim. Üst üste gelen ameliyatlar sonucu kendime hiç bakamamıştım. Ayşe, bardağımı uzattığında papatya çayı olduğunu gördüm. Ona içten bir gülümseme ile teşekkür edip itiraz etmeden onu yudumlarken vücudum da toparlanmaya başlamıştı. -Kızlar, sizin başka ameliyatınız var mı? Melisa’nın “Benim bir saat sonra safra kesesi ameliyatım var. Doktor Cihan hoca girecek.” Ayşe “Benim ameliyatım bitti. Birazdan eve geçeceğim.” Dediklerinde, onlara bir şey demedim. Gözlerimi tekrar kapattığımda, kapının açılış sesini duydum. Stajyer diye düşündüğümden, gözlerimi açmadım. Omzumu kıracak şekilde dürtüklenmesiyle yerimden doğrulup neşeyle gülen Mehtap’a baktım. Uyandığını düşündüğümden dolayı hızlıca yerimden kalktım. Mehtap beni durdurup “Her şeye tepki veriyor Mihre. Yakında uyanacak, emin ol.” Bu haber beni baştan sona iyileştirmişti. Onunla ne kadar iyi bir zamanda tanışamasak da daha sonra sohbetimizle aramız düzelmişti. Bu durum beni çok mutlu etmişti. Hem Duru’nun sayesinde onu daha çok görme fırsatın olacaktı. Nöbetimin birinci saati dolduğunda, koridora çıkıp biraz yürüyüş yaptım. İstemsizce adımlarım yoğun bakıma giderken, kendimi başka yöne gitmeye zorlamadım. Kapının şifresini girip içeriye geçtim. Onun yanına geldiğimde, hiçbir şey demeden onu izlemeye başladım. Yatarken bile kaşları çatıktı. Her an acil bir durumda arkadaşlarına yardım edebilecek kapasiteye sahipti. Bu hâle ister istemez güldüm. Aklımdaki düşünceleri duymadığı için çok mutluydum. Yanık ellerine gözüm kaydığında, iç çektim. Daha fazla oraya bakmamaya özen gösterip yüzüne gözlerimi sabitledim. Bal rengi gözleri, şimdi karanlıkta parlıyordu. Dudakları konuşmak için değil, nefes almak için aralıktı. Bu durum canımı çok sıkıyordu. O farklıydı. Her ameliyatında var olduğum hastalarda bunu düşünmüyordum. Enfeksiyon kapmaması için daha fazla kalmak istemediğimden, bekleme salonuna geçtim. Arkadaşlarının yarısından fazlası hâlâ buradayken yanlarına gittim. Beni fark ettiklerinde, hepsi ayağa kalkmıştı. Onları oturtup ben de boş sandalyeye oturdum. -Hepiniz yüzbaşınızın durumunu merak ediyorsunuz. Normalde benim söyleme yetkim yok fakat sizi daha fazla endişelendirmek istemiyorum. Bilinci açık, sizi duyabiliyor. Ellerine ya da herhangi bir vücut bölgesine dokunduğumuzda, tepki verebiliyor. Nefes alıp vermesinde hiçbir sorun gözükmüyor. Ellerinde yanıklar mevcut. Bu yanıklar birinci dereceden olduğu için çok çabuk iyileşecektir. Siz sadece uyanmasını bekleyin, sağlığı bana emanet. Esmer, uzun boylu, gamzeli olan adam tebessüm edip “Teşekkür ederiz. Bu bilgiler ile yüreğimize su serpildi. O kadar mutlu olduk ki bütün arkadaşlarım adına konuşuyorum. Allah senden ve arkadaşlarından da razı olsun.” Hepsiyle on dakikalık sohbetin ardından telefonumu çıkartıp ameliyat saatime baktım. Beş dakika içinde başlayacağını görünce, onlarla hızlıca vedalaşıp kendimi hazırladım. Mide fıtığı ameliyatı için hazırlık yaparken el yıkamam bitmişti. Tek başıma gireceğimden dolayı hızlıca eldivenlerimi giyinip doktoru da hazırladım. Masa düzenine de baktıktan sonra ameliyata başladık. Seksen yaşında, kadın hastanın fıtığı bütün midesini kaplamıştı. Komplikasyon riskini göz önüne alınarak önce koter ile o kısmı yakmaya başladım. Her yaktığım yer birbirinden ayrılırken, doktorun eliyle dur işareti vermesi üzerine ayağımı koter pedalından çektim. “Bu hastanın fıtığı olduğuna emin misiniz? Mide kanseri teşhisi konulmuş olması gerekiyor. Tekrar dosyaya bakın.” Dediğinde, oda personeli dosyayı açıp okudu. Fıtık yazdığını söylese de doktor inkar etti. Personele “Hemen Gizem Hanım’ı çağırın.” Demesi üzerine, hızlıca ameliyattan ayrılmıştı. Açık olan dosyaya bakıp okuduğumda, Mide kanaması, bulantısı ve kasılması üzerinde şikayet etmişti. Ultrason fotoğraflarına göz gezdirdiğimde, tarihlerine baktım. On iki ağustos iki bin yirmi üç yazıyordu. -Hocam, ultrason fotoğraflarının tarihi geçen seneye ait. O yüzden yanılmış olabiliriz. Gizem hocanın da steril olmuş bir şekilde yanımıza gelmesiyle, koterle açmış olduğum yeri gösterdim. O da “Bu fıtık değil, bu hücreleşmiş kanser. Çabuk olmamız gerekiyor. Yaşından dolayı bu ameliyatı kaldırmayabilir.” İki bilgili doktorumuzla beraber hastayı kurtarmıştık. Yanlış verilen fotoğraflar sonucunda bir insanın hayatı kayabiliyordu. Dosyalardaki gerekli yerlere imza attıktan sonra sterilizasyon ünitesine malzemeleri yerleştirdim. Oradan çıkıp yoğun bakımın önüne geldim. Nöbetçi hemşire titizlikle yaralara bakarken, beni görünce eliyle iyi olduğuna dair bir işaret bıraktı. Ona gülümseyip oradan ayrıldım. Nöbetimin bitmesine bir saat kala bahçeye çıkıp temiz hava aldım. Hastane kokusu çok yoğun olduğundan, burnum artık o kokuya alışkanlık hâline getirmişti. Bol ağaçlı bankta oturup ayaklarımı da uzattıktan sonra cebime koyduğum çikolatamı açıp yemeğe başladım. Gerçekten de nöbet için birebirdi. Ani vakaları düşündüğümden dolayı bahçeden ayrılıp hastaneye tekrar giriş yaptım. Direkt odaya geçip elimi, yüzümü yıkayıp kendime aynadan baktım. Saçlarım dağılmış olduğundan, bonemi çıkartıp saçlarımı tekrar topuz yaptım ve bonemi özenle yerleştirdim. Televizyonu açıp ilk kanalda durduğumda, çizgi film olduğunu gördüm. Zaman geçsin diye izlemeye başladığımda, nöbetçi hemşirenin buraya geldiğini gördüm. Heyecan, stres yüzünden ayağa kalkıp ona baktım. Bana hiç görmediğim gülüşünü atarak “Yüzbaşı kendine geldi, hadi bakalım.” Demesi üzerine elimi kalbimin üstüne koydum. -Birilerine bir şey dedin mi? “Hayır, demedim. Niye ki?” -Kimseye çaktırma, odaya girip onu görmem gerekiyor. Sen de idare et beni. O da anlayışla karşılaştığında, koşarak üniteye vardım. Arkadaşlarını görmediğimden dolayı etrafa hızlıca göz gezdirdim. Kantinde olabildiklerini düşünüp koşarak oraya gittim. Hepsi oturmuş sohbet ederken beni gördüklerinde endişeyle ayağa kalktılar. -Hadi gözünüz Aydın. Yüzbaşı uyandı. Hepsi birbirine sarılıyor, yüksek seslerini duyabiliyordum. Elimle onları çağırdım. Hepimiz üniteye geldiğimizde, camdan onu gösterdim. Hepsi sevinçle bakarken, birkaç tane askeri hazırlayıp beş dakika arayla içeriye soktum. O kadar mutlu olmuştu ki ceza alsam bile değerdi. Yüzündeki o mutlu ve huzurlu siması beni çok sevindirmişti. Onları camdan çağırdıktan sonra diğerleri de girdi ve askerlerin duaları ile baş başa kaldım. Hepsiyle tek tek ilgilendikten sonra en son ben girdim. -Yüzbaşı, Bintuğ Liva. Nasılsınız bakalım? Gülmek için zorlansa da başarmıştı. Kısık bir sesle “Nesin sen komutanım mı?” demesi üzerine ne dediğimi düşünmeye başladım. -Evet şu an askeriye de değilsin. Benim himayem altındasın. O yüzden ben şu an senin komutanın oluyorum Bintuğ Liva. Kendini nasıl hissediyorsun? “Çok daha iyi hissediyorum. Nefes almakta güçlük çekiyorum o kadar.” -Kendini konuşurken fazla zorlama. Duru’ya da haber verilmiştir o da gelir birazdan. Ben, seni merak ettiğimden uğrayayım dedim. Hem arkadaşların kaç gündür burada süründü. Seni gördüklerinde, yüzlerinde açan gülleri görmen lazımdı. Hepsi sana çok değer veriyor, yüzbaşı. Kısık bir sesle kıkırdadı ve eliyle elime dokundu. Vücudumun aniden titremesiyle çekmek istesem de yapamadım. O, bana bir şey söylemek istiyormuşçasına bakarken onu dinliyordum. “Sen tanıdığım en nadide insansın.” Demesi üzerine gözlerimi belertmiştim. Ne yani, söylediklerimin hepsini duymuş muydu? -Dediklerimin hepsini duydun mu? Gerçekten şaşkındım. O da şaşırmış rolü yaparak konuşmaya başladı. “Mihre, güzelim vücudumu daha da güzelleştirmişsin, teşekkür ederim.” Dudaklarım kendiliğinden açılırken o gülümsemeye çalışıyordu. -Hani duymuyordun? Mehtap öyle söylemişti. “Benim lakabım, Tilki Komutan. Biraz sinsilik yapmış olabilirim.” Ona gülüp kalkmam gerektiğini söyledim. Telefonuma baktığımda, nöbetimin bittiğini gördüm. Derin bir nefes alıp onunla vedalaştım. Dışarıya çıktığımda, arkadaşlarına da çıkacağımı söyledim. Esmer olan beni bırakacağını söylediğinde, ona onay verdim. Soyunma odasına giderken tebessüm ede ede yürüyordum. Uyanmasına çok sevinmiştim. Üzerimi değiştirip onu bekletmeden hemen çantamı da koluma taktım ve dışarıda beni bekleyen askerin yanına gittim. Arabaya bindiğimizde, gözlerim kendiliğinden kapansa da eve kadar direnç gösterebilirdim. Ona teşekkür ettikten sonra, anahtarlarımı çıkartıp kapıyı açtım. Bugünü düşündükçe kendi kendime bu yorgunluğum üstüne bir de dans ettim. Daha fazla yorulmamak adına hemen üstümü değiştirip yatağıma yattım. Bal gözleri, bana her baktığında güneşi temsil ediyordu. İki güneşin yan yana gelmesi, iyi değildi. Her an tutulmaya girebilirdik. Umarım bu tutulma sonucu patlama meydana gelmezdi. Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Umarım bu bölümü beğenirsiniz. Sizi seviyorum🤍 Kendinize iyi bakın, vote ve yorumlarınızı bekliyorum. Not; Nazal Kanül ameliyattan çıkan hastaların nefes alıp vermesini kolaylaştıran yeşil, burun kablosudur. Not; endotrakeal tüp: Yoğun bakım hastalarının ağızlarına konan uzun genelde ince yapıdaki tüplerdir. Genellikle uzun süreli ameliyatlarda hastanın solunum yolunu kontrol altına almak adına kullanılır. Kısacası entübe için kullanılır.
|
0% |