@poncikss1234
|
“Acizler için imkansız, korkaklar için inanılmaz gözüken şeyler kahramanlar için idealdir.” (Mustafa Kemal ATATÜRK) “Bir şeylerin yoluna girmesi için, her şeyin raydan çıkması gerekir bazen.” (TS. Eliot) Önyargılarımız bazen hayat kurtarıcısı oluyordu. Tanımaya çalıştığın herhangi bir insana karşı ördüğün o görünmez duvar, senin kalkanındı. Ne zaman tanımaya çalışırsın işte o zaman ördüğün duvarın tuğlaları da dökülmeye başlardı. Ne demişler; "Sana duvar ördüysem tuğlasını da sen verdin." Önyargı; Hayata kirli camdan bakıp, her şeyi kirli bilmektir... Güne, içim sıkılmış şekilde başlamıştım. Dün akşam Duru ve abisi ufak bir tartışma yaşamışlardı ve ben de merak edip onu aramıştım. Telefonlarımı cevapsız bıraktığından dolayı içime bir kurt düşmüştü. Abisinin ya da Caner’in telefonu da olmadığından, müsait olup olmadıklarını da bilmiyordum. Mutfağa geçip kolları sıvadım ve kol böreği yapmaya başladım. İki tepsiyi de fırına verdikten sonra odama geçip üstümü değiştirdim. Akşam bana geleceklerini bilmediğimden daha hazırlık yapmamıştım. Fırından gelen sesle oraya gidip tepsileri çıkardım. Küçük tepsideki böreği özenle kesip saklama kabına koydum ve cebimdeki anahtarı da kontrol edip kapının ağzına geldim. Terliklerimi giyindikten sonra yukarıya çıkmaya başladım. Kapının önünde durduğumda, içeriden gelen sesleri net duyabiliyordum. Dün ki tartışmanın alevleri hâlâ sürüyordu. Kapıyı serçe tıkladıktan sonra bacağımı sallayarak açmalarını bekledim. Homurdana homurdana gelen Duru’yu duyduğumda, ister istemez güldüm ve kapıyı açtı. Beni görünce, sinirli yüz ifadesi uçup gitti yerine gülümseyen bir sima yerleşti. İçeriye geçtikten sonra elimdeki saklama kabını Duru’ya uzattım ve mutfağa götürmesini istedim. İçeriye geçtiğimde, Bintuğ’un üzeri çıplaktı ve Caner ona pansuman yapıyordu. Sessizce onları izlediğimde, Caner’in yanlış ilaç sürmesiyle hemen müdahale ettim. Bintuğ’un pansuman işlevini üstlenmemle, Caner’in rahatladığına dair derin nefes vermesi aynı anda olmuştu. Pansumanı yaptıktan sonra bir şey demeden karşılarındaki beyaz koltuğa oturdum. Caner, utandığı için bana bakmazken Bintuğ da telefonuyla ilgileniyordu. Onun davranışlarını bir türlü çözememiştim. Duru, elindeki tepsiyle gelip bana masayı getirmemi rica etti. Onu kırmayıp dediğini yaptım ve masayı hazırladık. Caner, kol böreğini gördüğü an mutluluktan havaya uçacakmış gibi hemen yerini alırken, Bintuğ sadece bana bakmayı tercih etti. Omzumu silkip bakışlarımı ondan çektikten sonra Duru’nun “Akşam sana yemeğe geleceğiz, haberin olsun.” Davetimi kabul ettiklerinde, kafamdan menü oluşturmaya şimdiden başlamıştım. Karşımdaki saat ikiyi on beş geçerken, yarım saat oturup inmeye karar verdim. Sohbeti sadece üçümüz yaparken onun hiçbir konuya girmemesi, alışılacak bir durum değildi. Ben gelmeden önceki tartışmalarından dolayı belki de siniri daha geçmemişti. Ona ithafen konuşma başlatmayı düşünürken kendisi “Akşam sana gelmeyeceğim, ufak bir görev var. Caner gelecek. Ona göre hazırlığını yaparsın.” Sesi çok soğuktu. Onun konuşmasıyla ona onay verip bir daha da konuşmadım. Odanın kasveti beni ister istemez gererken izin isteyip kalktım. Yaptığı davranışlar, beden dili ve konuşma tarzı kesinlikle kendisini yansıtmıyordu. Kesinlikle sakladığı bir durumu vardı. Banyoya geçip ellerimi yıkadım ve mutfağa geçip önce tatlıyı yaptım. Buzdolabında soğumasını beklerken, perde pilavı ve patates püreli mantar tavuk soteyi yapmaya koyuldum. İki saat içinde bunları da yaptıktan sonra masayı hazırlamaya geçtim. Tabakları ve bardakları koyduktan sonra eksiğin olup olmadığını kontrol ettim. Mutfak penceresini de açıp havalanmasını sağlarken, Duru’nun “Geliyoruz.” Mesajından sonra eve kısa bir göz attım. Sabah önlemimi alıp ayrıntılı temizlik yaptığımdan, sadece onların gelmesini bekliyordum. Zil çaldığında, onları bekletmeden açtım ve ayakkabılıktan terlikleri çıkartarak önlerine koydum. İkisi de mutfağa geçerken, ben de yaptığım yemekleri servis etmeye başladım. Caner’e baktığımda, sanki hiç bu yemekleri görmemiş gibi otuz iki diş sırıtmıştı. Onun bu haline gülüp herkese “Afiyet olsun.” Sözümle yemeğe başladık. Sessiz geçen yemeğin ardından hep beraber masayı topladık ve ben hızlıca çayı demleyip tatlıyı dolaptan çıkardım. Duru, tatlıyı tabaklara yerleştirirken Caner de çayı demlemişti. Ben de onların sayesinde nöbete hazırlanmıştım. -Duru sana bir şey soracağım fakat yanlış anlamanı da istemiyorum. Bu soru Caner sana da geçerli, haberin olsun. İkisinin de beni dinlediğini gördüğümde, sorumu sordum. -Bintuğ neden böyle davranıyor? Yani sormak haddime değil biliyorum ama dışarıdan bir göz olarak şunu söylemeliyim ki sizi çok yoruyor. Onunla bu durumu konuştunuz mu? “Sabah beni o kadar sinir etti ki sana anlatamam. Görmen gerekiyordu Mihre. Caner’e emirler yağdırıyor, bana söyleniyor. Ben de anlamadım gitti. Acaba ameliyattayken abimin kurşunlarını değil de beynini mi aldınız?” Bu cümlesinden sonra ister istemez kahkaha attıktan sonra kafamı iki yana sallayıp konuşmasını dinlemeye başladım. “Kahvaltıyı hazırlıyorum. Acil gelmemi istiyor. Ben de ona bir şey oldu zannedip bütün işlerimi bırakıyorum ama beyefendi sadece kalkmaya üşendiğinden kumandayı benden istiyor. Ağrılarının olduğunu düşünüp bir şey demiyorum ama ileriye gitmeye başladı. Ben de ağzıma geleni söyledim.” Caner sessizce bizi dinlerken ona dönüp konuşmaya başladım. -Duru’ya böyleyse Allah bilir sana nasıl davranıyor? “Benden odasındaki tamamlanmamış dosyaları istedi. Gittim bir de ne göreyim iki bine yakın birikmiş dosyası var. Bizim gruptaki çocuklardan rica ettim, hepsini eve taşıdık. Daha sonra bana ter ters bakıp diyor ki “Hepsini neden getirdiniz, ben bunları istemedim ki.” Diyor. Ona açıklama yapmaya çalıştıkça da bağırıp çağırıyor.” Duyduklarım beni hayrete düşürmüştü. Onun bu kadar sinirli olması, onun sakladığı bir durum olduğunu kesinlikle ispatlamıştı. Onlara söyleyip söylememek arasında kalırken düşüncelere dalmıştım. Söylemeyi seçtiğimde ikisine de göz teması kurup konuşmaya başladım. -Sakladığı bir durum olabilir mi? Ne bilim kız arkadaşı falan varsa onunla tartışmıştır ve sinirini de sizden çıkartmıştır. Ya da diğer bir sezgim de köydeki baskında oluşan beklenmedik durum onun sinirlerini bozmuştur. “Kız arkadaşı yok zaten abime de katlanacak bir kız adayını da ben hiç görmedim. Köy baskınını da benimle konuşup ayrıntı veremez ama onu bilecek kişi de Caner olduğundan, cevabı onun vermesi gerekir.” Caner’in yüzüne baktığımda, düşünüyormuş gibiydi. “Aslında var.” Diye kısık sesle konuştuğunda, ikimiz de ona kitlenmiştik. Aslında onun hakkında merak ettiklerim çok fazla olsa da hem sürem yetmeyecekti hem de yanlış anlaşılma korkusundan ötürü bu düşüncemi rafa kaldırmıştım. Duru “Hadi söylesene.” Onu uyarmasıyla birlikte Caner’in irkilip gözlerini masadan çekti. İkimizde onun konuşmasını beklerken ben de çayları tazeleyip yerime geçtim. “Ya çok da önemli değil, bilmiyorum. Aydemirler geldikten sonra onların timi ile Bintuğ yüzbaşımın timi vardiyalı kontrol edecekler. Yüzbaşım da bu duruma sinirlendi. Hatta bu olayı Albay ile konuştu ancak Albay, Bintuğ’un yönettiği timi geri çekmekle tehdit edince, yüzbaşımda sinirlendi.” -Bu konu onun timi ve diğerinin timi arasındaysa madem o zaman neden size yükleniyor ki? Bipolar falan mı? Caner güldükten sonra telefonu çaldı ve izin isteyerek yanımızdan ayrıldı. Birkaç dakika sonra yanımıza gelip göreve gideceğini belirtti ve bana teşekkür ettikten sonra yanımızdan ayrıldı. Duru daha fazla abisini yalnız bırakmamak adına o da kalktı ve ben de hastaneye gitmek için evden çıktım. Nöbetimin başlamasına yirmi dakika varken yavaş yavaş yürüyüp hafif esen havanın tadını çıkarttım. Hastaneye vardıktan sonra nöbetçi kâğıdına imzamı attım ve ameliyat listesini kontrol ettim. Ameliyat on üçe gidip dolaptaki kullanılacak olan cerrahi malzemelerin tarihlerini kontrol etmeye başladım. Tarihi geçenleri kutuya attıktan sonra hastanın gelmesini bekledim. Hasta geldikten sonra dosyasını alıp okudum ve gereken malzemelerin çıkarılması için personele söyledim. Steril olduktan sonra masayı hazırladım ve ameliyata başladık. Yaklaşık kırk beş dakikanın sonunda hepimiz oradan ayrıldık ve ben ikinci vakanın saatini beklemeye başladım. Tek olduğumdan dolayı sıkılsam da en azından kafa dinlemek için en iyi zamandı. İster istemez yüzbaşıyı düşündüğümde, kendime kızdım. Onun bu hareketlerinden sonra ona karşı daha mesafeli davranmam gerekiyordu. Toplam on yedi vakam vardı. Şimdiden daha üçüne girmişken diğerleri gözümde büyümeye başlamıştı. Tek olmanın dezavantajı bana vurmuştu. On beş dakikalık molamda hızlıca kantine gidip kahve aldım ve bahçeye çıktım. Hava karamaya başlarken kızıl gökyüzünü izlemeye koyuldum. Hastane kapısından gelenlere baktığımda, gözlerimi kıstım. Üç asker, acilden girdiğinde durumlarını merak etmiştim. Kahve bardağını çöpe attıktan sonra acil servisten içeriye girdim. Askerlerden bir tanesi müşahede odasında hemşireyi beklerken diğer ikisi de bekleme salonunda oturmuştu. Önemli bir durumun olmadığını gördükten sonra dinlenme odasına geçtim. Bir saat sürecek olan ameliyatımın başlama saati yaklaşırken ister istemez mırın kırın etmiştim. Çağdaş hocanın odaya gelmesiyle hemen ayaklandım ve beklemediğimden dolayı afalladım. Beraber gitmemizi söylediğinde, onu anlamasam da ona onay verdim ve ameliyathane bire doğru yürümeye başladık. Hazırlıklara başladığımda, o da yardım ederken şaşkınlığım daha da katlanıyordu. Bir şey demek istemediğimden, sessizce malzemeleri diziyordum. Hazırlıklar bittikten sonra hastaya pozisyon verdim ve ameliyat olacak yeri steril ettim. Ameliyata başladıktan sonra kamerayı kontrol ederken istenmeyen durumla karşılaştım. Hemen Çağdaş hocaya ilettikten sonra o da gereken müdahaleyi yapmıştı. Ameliyat bitiminden sonra Çağdaş hoca beni kantine davet etmişti. Şaşırmayı bırakıp iyi yönden düşünerek kabul ettim ve beraber konuşa konuşa yürümeye başladık. İstediğim bir şeyin olup olmadığını sorduğunda, kafamı iki yana sallayıp reddettim. O da kartını okutup karşımdaki sandalyeye oturdu. Siyah kıvırcık saçları, koyu kahverengi gözleri, kemikli burnu; erkek standartlarına uygun boyu vardı. Genel cerrahi de uzman olarak yaklaşık on yıldır aynı hastanede beraber görev yapıyorduk. Kendine ait bölümünde gerçekten başarılı bir uzmandı. Bütün hastalar genelde onu seçerdi. “Mihre, seni görmeyeli yaklaşık iki ay oluyor. Nasılsın?” ilk konuşmayı kendisi başlatmıştı. Ben de tebessüm ederek ona cevap verdim. -Evet hocam denk gelemedik. İyiyim siz nasılsınız? O, gülerek beni dinlerken biraz önce gördüğüm askerler kantine geldi. Beni gördüklerinde, ortadaki Kumral olan adam bana kaşlarını çattı. Onun bu hareketinden dolayı ben de aynısını yaptım. Bir şey demeden kendilerine çay alıp yan masaya geçtiler. İster istemez bedenim kasılırken, Çağdaş hocaya bir şey çaktırmak istemedim. “Yarın burada mısın? Üç ameliyatım var ve senin girmeni istiyorum.” Yarın benim olmadığımı çok iyi biliyordu. Bu sorunun alt metnini anlamıştım fakat belli etmemeye çalıştım. -Hayır hocam, yarın ben yokum ama Melisa ve Ayşe burada olacak. Yüzü düşmüştü. Bana yürüdüğünü anlasam da kanıtlarım olmadığından yerimde sayıyordum. Daha fazla sohbet etmek istemediğimden izin alarak ayağa kalktım. Ameliyatımın olduğunu söyleyip hızlıca kantinden ayrıldım. Üç saatimin boş olduğunu bildiğimden, kapıyı kapatıp yatış pozisyonumu aldım. Telefonumun sesini yükseltip yanıma koydum ve gözlerimi kapattım. Kendi kendime uyandığımda, nöbetimin bitmesine yirmi dakika vardı. Vakanın şimdiye denk gelmemesi de şansımın bugün var olduğunun simgesiydi. Kendime geldiğimde, dolaptaki suyumu çıkartıp içtim. Rahatlamanın verdiği hisle telefonumu elime alıp kontrol ettim. Arama ya da mesajın olmaması da benim için iyiydi. Yavaş yavaş odadaki eşyalarımı toplayıp çantama koydum. Üstümü değiştirmek istemediğimden boş boş koltukta oturup saatimin gelmesini bekledim. Yirmi dakika dolduğunda, havaya baktım. Hava, yeni yeni aydınlanırken kuşların cıvıltılı sesleri de ortaya çıkmıştı. Kimseye bir şey demeden hastaneden ayrılıp evin yolunu tuttum. Eve geldiğim an hemen duşa girdim ve ruhsal yorgunluğum geçmesini bekledim. Kuşlar kadar hafiflediğimi hissederken televizyonun karşısına geçip sabah haberlerine baktım. Köyün baskınını haberlerde gördüğümde, dikkatimi ona verdim. Nöbet kulübesinde kalan askerlere çatışma düzenlenmişti. Bunu izlediğimde ister istemez vücudumun gerildiğini hissettim. Bütün köyü didik didik ararlarken merkeze kadar uzanacaklarını da söylemeyi ihmal etmemişlerdi. Merkezde kaldığımdan dolayı endişem git gide dışarıya çıkarken derin bir nefes alıp televizyonu kapattım. Evdeki açık bütün pencereleri kilitledim, kapıları kontrol ettim ve rahat olan koltuğuma uzandım. Saat sabahın sekizi olduğundan, karnım guruldamaya başlamıştı. İstemeye istemeye durumu kabullenip tekrar uykuya daldım. Telefonumun ısrarla çalmasıyla yerimden sıçrarken gözümü açmaya çalışıyordum. Elimle koltuğu tarayıp telefonu buldum ve kimin aradığına bakmadan açtım. Hışırtı seslerinden başka bir ses olmadığından, dalga geçtiklerini düşünüp kapattım. Tekrar aradığında, kayıtlı olmadığını gördüm. Meşgule attığımda, ısrarla aramaya devam ediyordu. Sinirlenip numarayı engelledim ve Duru’yu aradım. Ona yaşadığım durumu anlattıktan sonra bana uğrayacağını söyledi. Duru’nun bana gelmesiyle telefonumu ona verip numaraya bakmasını istedim. O da numaranın Bintuğ’a ait olduğunu söylediğinde, aramasını istedim. Sessizce onun açmasını beklerken neden beni ısrarla aradığını merak ettim. Duru’nun telefonuna cevap verdiğinde, hoparlöre alıp konuşmaya başladı. Bintuğ, konuşurken neredeyse telefona sinirlerini bir bir aktarırken, Duru’ya nerede olduğunu sordu. Ben de hemen ona burada olmadığını gösteren beden dilimle konuşup onun tepkisini merak ettim. “Abi, Mihre yatıyordur. Neden kızı arıyorsun ki?” Ona sorduğu soruya cevap vermeyi es geçip dikkatli olmamızı istedi. Aklıma sabah ki haber geldiğinde, durumun ciddi olduğunu anladım. Duru, ona ne zaman döneceğini sorduğunda, telefonu yüzüne kapatıp ona cevap vermiş oldu. Haberi izlediğimi, durumun ciddi olduğunu ona anlattım. O da haberlerde göründüğü gibi olmadığını, her an merkeze inebileceklerini söyledi. Buradaki güvenliğimiz ne kadar korunsa da koruyanlara da bir şey olmasını istemiyordum. Numaranın engelini açtıktan sonra uyuduğuma dair açıklamalı mesaj attım ve telefon rehberine kaydettim. Beş dakika sonunda bana mesaj geldiğinde, ekrandan okudum. “Bugün evden çıkma.” Emrivaki olan mesajına bakıp göz devirdim ve ben de ona mesaj attım. -Her an vakam olabilir. O yüzden çıkamama gibi durumum söz konusu olamaz. Aslında vakam falan yoktu. Onu sinirlendirmek için yazmıştım. Ondan cevap beklerken yoğun olduklarını düşünüp telefonu kapattım. Duru’nun “Ben çıkıyorum Mihre’m, hastane yolu beni bekler. Sen de dinlenmene bak. Bir şey olursa hemen beni ara.” Ona sarıldıktan sonra çıkışını izledim ve ben de bugünün rahatlığını kullanmaya başladım. Canımın sıkılmasıyla dışarıya çıkmaya karar verdim. Kendimi bugün şımartmak istediğimden, dolabımın karşısına geçip elbiselerime bakındım. Gözüme çarpan Mavi, çiçek desenli kısa elbisemi yatağa attıktan sonra üstümdekilerden kurtuldum. Makyaj masama geçtikten sonra elbisemle uyumlu makyajımı tamamlayıp gereken eşyalarımı da yanıma alarak lojmandan çıktım. Önce parka uğrayıp biraz oturdum ve çocukları izledim. Oradan çarşıya geçip Hayati amcaya uğradım. Onunla sohbet edip eşyaların durumunu sordum. Verdiğini söylediğinde, mutlu olmuştum. Oradan ayrıldıktan sonra birkaç mağazaya uğrayıp beğendiklerimi aldım ve kafeye oturup kendimle baş başa kahve içtim. Hazal’ı da orada gördüğümde, onunla da ayaküstü sohbetimizin ardından oradan ayrıldım. Telefonuma mesaj geldiğinde, çantamdan çıkartıp baktım. Bintuğ’un olduğunu gördüğümde, şaşırmıştım. Mesaj bölümüne geçip mesajı okudum ve cevabı verdikten sonra yazmasını bekledim. “Evde misin?” mesajı ile ona “Hayır, değilim. Geziyorum.” Dediğimde ise beni aramıştı. Kızgın tonla uyarılarına devam ederken, kalbini kırmamak için kendimi tuttum. Neredeysem yanıma uğrayacağını söylediğinde, onaylayıp konumu attım. Yaklaşık yirmi dakika sonra beyaz sivil bir araç hemen solumdaki yolda durup Bintuğ’un indiğini gördüm. Ona doğru yürüdükten sonra elimdeki poşetleri görüp kendisi aldı ve beraber yol boyu yaptık. Biraz önce oturduğum parkta dururken boş banklarda oturup dinlendik. “Vakan yok ama gezecek zamanın var.” Dalga geçercesine söylediği cümleden sonra ben de cevap verdim. -Baskın var ama yüzbaşı benim yanıma geldi. Bunu beklemediğinden dolayı kahkaha atarken onu inceledim. İlk defa bu kadar net güldüğünü görmüştüm. “Yemek yedin mi?” sorusu üzerine ona “Hayır, yemedim. Aç değilim.” Dedim. Bir şey demeden beni kaldırdı ve hemen ileride bulunan restorana götürdü. Siparişleri verdikten sonra o, etrafı incelemeye başladı. Bu sessiz ortamı bozmak için ben konuşmaya başladım. -Sabah haberleri izledim. Sence de dedikleri gibi mi? “Ne dedilerse sen onlara aldırıp rahatını bozma. Ne olacağı daha belli değil. Bir şey olursa beni aramayı da ihmal etme. Hatta şöyle yapalım; Sana birisini vereyim hastaneye beraber gidersiniz, ne dersin?” Bu teklifi reddettim ve konuşmasını bekledim. Konuşmaya başlayacakken garson siparişlerimizi getirdi. Sessiz geçen yemeğin ardından hesabı ödemek için ayağa kalktım. Beni durdurup kendisi ödediğinde, kızgın bakışlarımla ona bakmaya başladım. O, tebessüm edip “Kızgın bakışların buysa eğer vah hâlime.” İlk defa samimi davranmasına karşın ben de onun suyuna gitmek için tebessüm ettim. Beni eve bıraktıktan sonra bugün için teşekkür ettim ve ben de ısmarlamak istediğimi söyledim. Şaşırsa da kabul etti ve kendisi de eve geçti. Bugüne baktığımda, eğlenceli geçmişti. Bintuğ’un herkese olan davranışlarına kıyasla bugün bana iyi davranmıştı. Belki de yaşadığı sıkıntılardan dolayı çevresindeki insanlara takılıyordu, bilemiyordum. Onun da kendince haklı durumları olabilirdi. Onu tam tanımadığım için yorum yapmak istemiyordum. Bazen tanıdığım zannettiğimiz insanlar bambaşka karaktere bürünüyordu. Onu yaşamamak için yerimde gözlem yapacaktım. Belki de düşündüğümden daha iyi birisi çıkardı ve ben bu önyargımı bir nebze de olsa kırardım. Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Size yeni bölümü sunduktan sonra kaçıyorum. İyi okumalar diliyorum. Vote ve yorumlarınızı da bekliyorum. Birkaç gün içerisinde Ölüm Sokağı’na da yeni bölüm gelecektir. Taslağını oluşturdum, tamamlanması kaldı. Sizi seviyorum, kendinize iyi bakın. Not; Siyahla yazdığım cümleler alıntıdır... |
0% |