Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8- Ormanlık Alanda Hareketlilik

@poncikss1234

“Bazen konuşmamak daha iyi hissettirir. Hiçbir şekilde. Hiçbir şey hakkında. Hiç kimseye.”

“Görmeden gelin, ses etmeyin, cevap vermeyin. Sessizlik herkesi mahveder.”

(Charles Darwin)

Sanıldığı aksine çok da duygusal bir insan değildim. Sabır ede ede bu hâle gelmiştim. Belki de böyle olmasına ben izin vermiştim. Çadırın fermuarını açan kişiye baktığımda, Ayşe olduğunu gördüm. Endişeli bir yüzle bana bakıp “Yarın öğlen gelecek olan sezaryeni bugüne aldılar. Kadın hastalandığı için bebeğin durumlarını bilmiyorlar. Ona bir şey olmaması için Fikret hoca acil vaka olarak onu istedi.”

-Bu ortamda nasıl doğurtabiliriz? Hem ebemiz de yok.

Kendime gelip uzandığım yerden kalktım ve Ayşe ile birlikte Fikret hocanın yanına gittim Ona selam verdikten sonra bu konu hakkında konuşmak istediğimi belirttim. Yarım bıraktığı işle beraber ben de konuşmaya başladım.

-Hocam, kararlarınıza saygı duymakla beraber merak ettiklerimi sormama lütfen izin verin. Birinci hususum; burası ameliyathane gibi temiz değil. Ya anne ya da bebeğe enfeksiyon geçerse? Bunun sorumluluğunu kim alacak? İkinci bir hususum ise size yardım edecek ebe arkadaşımız yok. Kim ameliyata girecek?

Konuşmamı bitirdiğimde, beni yanında bulunan sandalyeye oturmamı istedi. Ben de ikiletmeden oturup onu dinlemeye başladım. “Dediklerinde sonuna kadar haklısın. Ben de isterdim ki temiz, güvenli bir ortamda o minicik bebeği doğurtmak. Bazen istediklerimizle yaptıklarımız birbiri ile uyuşmuyor. Hayat bazılarımıza hiç adil değil. Ebeye de gelecek olursam sen ya da Ayşe bana yardım edersiniz. Merak etmeyin ben size her konuda yardım ederim.”

Ayşe’ye baktığımda, Fikret hocaya “Hocam benim Çağdaş hocayla ameliyatım var. Üzgünüm.” Bunu duyduğum an ben kabul etmiş, dün ki ameliyattan çıkan hastaları kontrol etmiştim. Kimseyle göz göze gelmek istemiyordum. Sanki bütün gözler sırtımdaymış gibi dolanıyor, arkamı döndüğümde ise bu gözler yok oluyor gibiydi.

Duru’nun malzemeleri koyduğumuz çadırdan çıktığını görünce, onun yanına ilerledim. Ağladı ağlayacak durumdayken hemen ona sarıldım. Açıklamasını beklerken o da kısık bir sesle konuşmaya başladı. “Getirdiğimiz ekipmanlar eksik Mihre. Ne yapacağız?” Duyduklarım beni hayrete düşürmüştü.

-Nasıl ya? Kim alabilir ki, belki doktorlardan biri acil vaka için hazırlık yapıyordur.

“Hayır, sabahtan beri sordum, soruşturdum. Daha abime de haber vermedim.” Gidip etrafa bakındığımda, kırmızı çanta ortalıkta yoktu. Bintuğ’un kaldığı çadırı oturan Caner’e sorduğumda, sağdaki çadırı gösterdi. Ona bir şey demeden hemen çadırın önüne gelip onun adını zikrettim.

Yeni uyandığı her halinden belli olan yüzbaşı, beni görünce ayılmıştı. Onu daha fazla ayakta tutmamak adına konuşmaya başladım.

-Cerrahi malzemeleri koyduğumuz çadırda eksiklik var. Gece birileri buraya girmiş olmalı ya da aranızda köstebek var.

“Bu büyük bir itham Mihre. Eğer dediğin doğruysa o zaman onlar kaçacak delik arasın çünkü bulursam ben o deliğe sokacağım.” Beni bekleteceğini söyleyip çadıra girdi ve on dakika sonra resmi bir şekilde alana çıktı. Beraber yürürken herkesi etrafına toplayıp açıklama yapmak istediğini belirtti.

“Duyduklarım karşısında güvenliğimizi tehdit edecek unsurlar bulunmaktadır. Gece nöbetinde kimler varsa önce el kaldırsın.” Benim hakkımda konuşan asker ve onun yakın arkadaşı el kaldırdığında, Bintuğ çenesini sıkmıştı. “Ekipman odasına gece kim girdi?” Esmer olan “Bizden kimse girmedi komutanım. Sağlıkçı arkadaşlarımız da dinlenmeye çekilmişti.”

İkisinin de gergin olduğu ortadaydı. “Ekipman eksikliği var! Bizden biri girmediyse buraya kim girebilir asker!” Bağırdığından dolayı birkaç saniye gözlerimi kapattım ve ben araya girdim.

-Tamam birbirimizi suçlayacak vaktimiz yok. Belki de yanlışlıkla onu dün akşam kullandıkları zaman yerine koymamışlardır.

Ayşe, benim söylediğim cümleye ekleme yaptı. “Mihre, iyi düşündüğün için sana bir şey diyemem fakat o ekipman çantasını hiçbirimiz kullanmadık.” İyice karmaşık bir hâle gelmişti. Askeriye aracı girişte durduğunda, Bintuğ herkesle sonra hesaplaşacağını belirtti ve araca gidip kontrol etti. Kadın ve eşini gördüğümde, Fikret hocayı çağırması için Ayşe’den rica ettim.

Hoca geldikten sonra çadırdan katlanılabilir sedyeyi ayarladım ve görünmeyecek şekilde yerleştirdim. Ekipman çadırına girip doğum için hazırladıkları çantayı aldım ve Ayşe’nin sayesinde steril oldum. Fikret hoca vakit kaybetmemek adına ameliyata başlarken tedirginliğim devam ediyordu.

Anestezi uzmanımız olmadığından, bu durumu hoca üstlenmişti. Hastayı uyuttuktan sonra Ayşe, askerleri buraya gelmemesi için uyarıda bulunuyordu. Yaklaşık on beş dakika geçmişti ve bebek kordona bağlanmıştı. Morarmaya başladığından dolayı Fikret hoca destek istedi. Çağdaş hoca ve Ayşe yeni ameliyata başlarken ben de Kader’i çağırdım.

İlk defa doğuma gireceğinden başaramam korkusuyla önce gelmek istemedi. Bebeğin durumunu gördükten sonra o da hızlıca steril oldu ve bebeği kordondan kurtardık. Kendisine gelmesi için onu baş aşağıya çevirip kan akışını hızlandırdım. Yavaş yavaş rengi kendine geldiğinde, bebeği yandaki küçük sedyeye koydum ve babasından çantasını rica ettim. O da elindeki mavi çantayı bana uzattığında, sterilliğim sona ermişti. Kader’e devrettikten sonra ben de yeniden steril olup bebeği hazırladım ve babasının görmesi için dışarıya çıktım. Ben çıkmamla alkış tufanı koparken, baba göz yaşlarını tutamadı. Bebeği kucağına aldıktan sonra onu bağrına bastı ve bana sayısız teşekkür etti.

Geri döndüğümde, ameliyat bitmişti. Boş olan çadıra götürüp Kader’e bakması için teslim ettik. Fikret hoca bana şükranlarını sunarken, beni izleyen Bintuğ ile göz göze geldim. Ona yorgun bir tebessüm yollayıp atıştırmak için çadıra yürüdüm. Bana ayrılan sandviç ve meyve suyuna bakıp onları elime aldım. Sandviçten ısırık aldığımda, sanki hayatımda hiç yemek yememişim hissi doğdu.

Yemeği yedikten sonra biraz orman havası almak için çadırdan çıkıp arka tarafa doğru yürümeye başladım. Issızdı ve karanlık olmadan buraya tekrar dönmem gerekiyordu. Cebime koyduğum eldiveni ağaca bağladıktan sonra yürümeye devam ettim. İçimdeki hissi bastıramıyorken bir kilometre ötede hareketlilik sezdim. Telefonum yanımda olmadığından dolayı koşmaya başladım. Yaprakların sesinden dolayı duyduğum sesler kesilirken, yakalanmanın verdiği o duygu yüzünden koşmamı arttırdım. Nefes nefese geldiğim yönden kaldığımız yere geldim.

Bintuğ’u bulduğumda, nefes nefeseydim. Kaşlarını çatıp merakla beni izlerken konuşmaya çalıştım.

-Oradalar… Buraya geliyorlar.

“Kim geliyor Mihre? Sakin olsana!”

-Soldaki orman yolunda yürüyüş yapmak için çıktım. Birkaç dakika sonra oradan sesler gelmeye başladı. Ağaca bağladığım eldiven sayesinde buraya tekrar dönebildim.

O, doktorları da dahil herkesi tanklara binmesi için uyarırken, askerlere de hazırlıklı olmalarını emretti. Çadırdaki hastaların durumunu ona sorduğumda, birkaç askeri görevlendirip onları boş, eski ahşaptan yapılmış eve yerleştirdiler. Hepimiz söylenen tanklara bindiğimizde, elim ayağım titriyordu. Duru’nun omzuna başımı yaslayıp bu hareketliliğin geçmesini bekledim. Yarım saattir burada otururken, susadığımı fark ettim. Öndeki askere sorduğumda, açılmamış suyu bana uzattı.

Ona teşekkür ettikten sonra suyu içmeye başladım. Birkaç silah sesi duyduğumda, yerimden sıçradım. Tankta pencerenin de olmayışından dolayı hiçbir anı göremiyordum. Korkum tüm vücudumu sararken içimden dualar etmeye başladım. Öndeki askerin sesi ile kendime gelirken onun uyarısına kulak kabarttım. “İki kişi bizimle birlikte inip hastaları kontrol edecek. Kimler gelecek, kendi aranızda konuşup halledin.” Sesi aceleci olduğunda, Kader ve Ayşe’yi öne sürdük.

Ayşe “Sen, benim yerime git de yüzbaşını görürsün. Duru’ya da haber verirsin.” Dedikleri mantıklıydı o yüzden askere gidecek olanların ismini verdikten sonra temkinli bir şekilde tanktan indik. Bir asker önümüzde diğeri arkada güvenliğimizi sağlarken, hızlıca eski köy evine giriş yaptık.

Önce doğum yapan kadını kontrol edip Kader gereken ilacı ona verdi. Ben de bacağından ameliyat olan hastaya pansuman yapıp serumunu değiştirdim. İşimizin burada bittiğini haber edip evden çıktık. Evden çıkarken etrafıma bakınırken kimseyi görememiştim. Tekrar tanka bindiğimizde, Duru bana heyecanla bakıyordu.

-Maalesef onu göremedim. Daha doğrusu kimseyi göremedim. Kamufle olmuş gibiler.

Anladığına dair cevap verip sessizliğimizi korurken arkamdaki bölmede oturan Tuğrul’a dönüp konuşmaya başladım.

-Tuğrul, haber var mı? Çok merak ediyoruz. Haber varsa lütfen saklama.

“Haber gelmedi, gelse bile bizim söyleme yetkimiz yok.”

Yarım saatten fazla sanki esir tutulmuş gibiydik. Hastaları sadece bir kere kontrol etmiş, durumlarını da bıraktığımız gibi kalmıştı. Tuğrul’a hastalar için izin aldığımda, bu sefer Ayşe’de gelmek istedi. Hızlıca eve giriş yaptığımızda, Kadının yattığını gördüm. Nabzını kontrol ettiğimde, atmıyordu. Hızlıca Fatih’e dönüp Fikret hocanın gelmesi gerektiğini söyledim. Asker eşliğinde hoca gelirken, enfeksiyondan kaynaklı olarak vefat ettiğini söylemişti.

Kocasına bu durumu nasıl açıklayacaklarını merakla beklerken arkadan gelen tıkırtı seslerine yönelmiştim. Evin arka tarafında bulunan aralıklı kapıdan dışarıya çıktığımda, bazı askerlerin burada kuşandıklarını gördüm. Beni gören asker, gözlerini belertip hemen yanıma geldi. “Bacım aklını peynir ekmekle mi yedin? Ne işin var senin burada, hemen tanka geri dön. Tehlike daha geçmedi.” Ona açıklamamı yaptıktan sonra kadın için gerekli sevkiyatı yapmışlardı. Ona Bintuğ’u sorduğumda, köyden çıktığını anca sabaha karşı geleceğini söyledi.

Fazla oyalamamak adına hızlıca eve girip bizimkilerle beraber tanka döndüm. Duru’ya da abisi hakkında aldığım bilgiyi aktardım ve bugünün geçmesini bekledim. Sabah, belim tutulmuş bir şekilde uyanırken etrafıma baktım. Bizimkilerin uyuduğunu gördüğümde, sessizce dışarıya çıktım. Çadıra geldiğimde, üstümdekilerden kurtuldum ve çantamda bulunan çikolatayı yedim.

İhtiyacımı karşılamak için güvenli bir yer ararken, evin lavabosunun olduğu aklıma geldi. Vakit kaybetmeden oraya ilerledim ve işlerimi hallettim. Hastalarla da ilgilendikten sonra beni merak etmesinler diye evden çıktım. Tankın önünde el kol hareketleri ile konuşan kişiye baktığımda, onun Bintuğ olduğunu gördüm. Yanına vardığımda, ateş saçan gözleriyle bana dönüp “Mihre ne yapıyorsun? Bizim koymuş olduğumuz kurallara uymayacaksan, ekipten birilerine söyleyeyim de seni eve bıraksın. Seninle mi uğraşalım yoksa size zarar verebilecek insanlarla mı?”

-Neredeyse bir gündür buradayım ve benim de kendime göre ihtiyaçlarım var. Hem biz burada durduğumuz sürece yaralı olan hastalar da ölecek. Peki bunu hiç düşündün mü?

“Önce kendini düşün, sonra başkalarını düşünürsün. Hemen geç içeriye.” Oflayıp eski yerimi alırken böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Bintuğ’da bindikten sonra tankın kapısını kapattı ve ona ayarlanan yere oturdu. Gözlerini kapattığında, onu incelemeye başladım. Sırıttığında, ne olduğuna dair anlam veremezken o, başını sağa doğru yatırdı.

İncelediğimi anladıysa bir daha onunla konuşamazdım. O da bunun üstüne benle uğraşmaktan keyif alırdı. Dışarıdaki askerlerden bir tanesi kapıyı açıp “Etraf temiz komutanım, herkes görevin başına geçebilir.” Açıklaması beni mutlu ederken hemen sıra sıra inmiştik.

Bintuğ, en son inerken beni yanına çağırdı. Önemli bir konu olduğunu düşünüp yanına gittiğimde, bana gülüp “Her fırsatı da iyi değerlendirmekte üstüne yok. Beni izlemen yarıda kaldıysa bak karşındayım.” Keyif alıyordu. Ben de onu incelediğimden dolayı açıkçası keyif alıyordum.

-Seni incelemedim, gözüm daldı.

Hadi hadi gibisinden el sallayıp bu durumdan galip gelircesine güldü. Ben de o güldüğü için güldüm ve bakışlarımı ondan çektim. “Bakmaya devam etseydin, Aa pardon gözün dalmıştı değil mi?” hâlâ dalga geçiyordu. Omzuna vurup çadırıma doğru yürümeye başladım. Arkamdan seslendiğinde, beni durdurup yanıma geldi ve ciddileşmiş ifadesiyle bana bakmaya başladı.

Sessiz bakışlarımızdan sonra ilk konuşan kendisi olmuştu. “Şu Çağdaş meselesini de konuşacağız, unuttum sanma.” Unuttuğunu düşünmemiştim. Benimle özel olarak konuşmasını da anlamamıştım.

-Onun hakkında konuşulacak bir durum yok. Herkes kendisine baksın ve ona göre hareket etsin.

“Konuşulacak bir durum var ki sana söylüyorum. Bir yere ayrılma, gözüm seni aradığında bulabileyim.” Bu cümleden sonra çadırıma geçip belimin ağrısını dindirmeye çalıştım. Onunla olan samimiyetimiz gittikçe daha sıkı oluyordu. Bu durumu nasıl yönetecektim hiçbir fikrim yoktu.

Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu bölümü de attıktan sonra sizi baş başa bırakıyorum ve ben kaçıyorum. Umarım beğenirsiniz, seversiniz. Şimdiden iyi okumalar, iyi geceler dilerim. Vote ve yorum yapmayı da unutmayalım. Sizi seviyorum, sağlıcakla kalın…

Loading...
0%