@poncikss1234
|
“Gözlerini parlatan şey için savaşmamak ne büyük korkaklık.” “Gözleri, en büyük bataklıktı. Ben de o bataklığa adımımı atmıştım.” Köydeki neredeyse üçüncü günümüzdü. Bugün, köyün merkezi alanlarına gidecektik. Albay, yaşadığımız durumun haberini alır almaz Aydemir ve timini de oraya yönlendirmişti. İki başarılı tim, kalacakları yerleri kendilerine göre belirleyip yerleşirken biz de hocaların gelmesini bekliyorduk. Aydemir ve Tuğrul kendi aralarında konuşurken, Aydemir bana baktı. Kısa bir baş selamı verip konuşmasına geri döndü. Herkesin gelmesiyle, ayarlanan araçlara binip yola çıktık. Yirmi beş dakikanın sonunda, araba durduğunda çantayı omzuma alarak indim. Etrafa bakındığımda, kaldığımız yerden daha iyi durumdaydı. Bintuğ’un timi yakınımızdaki evlere gidip haber verirken, ihtiyaç sahipleri kapılarını sonuna kadar açmıştı. Önce muayene gereken hastaların durumlarına göre hocalar ilaçları onlara teslim etmiş, baskın sonucu kendi imkanları ile pansuman yapanları da tespit ederek yenilemiştik. Yaşlı kadının bize doğru gelmesiyle, Kader’i oraya yönlendirdim. Kader elini kadının omzuna koyarak onu dikkatle dinliyordu. Bintuğ’un yanına giderek bir şeyler söyledi ve onun cevap vermesini bekledi. İlk başta kararsız yüz ifadesi daha sonradan olumluya dönmüş, bizi yanına çağırmıştı. “Köyün hanım ağası bizi evinde ağırlamak istiyor. Bu duruma ne diyorsunuz?” Hep beraber kabul ettiğimizde, kadın önde biz de arkasından onu takip ediyorduk. Ne kadar doğru yapıyorduk hiçbir fikrim yoktu ancak yemek konusunda sıkıntı yaşadığımızdan bu davet hepimize iyi gelecekti. Eve girdiğimizde, sırayla içeriye geçtik. Yanan odun sobasıyla ev sıcacıktı. Kısaca girdiğimiz odayı süzerken kadının gözleri bendeydi. Bizi masaya davet ettikten sonra grup şeklinde yemeğe karar verdik. Önce timin yemek yemesini istedik. Minnet dolu bakışları ile bize bakıp oturdular ve yemeğe başladılar. Yemeğini bitirenler, yerini bize bırakırken biz de bize ayrılan tabağı yemeğe başladık. Tadı tuhaftı ve daha fazla yiyemeyeceğimi belirttim. Kadının yüz ifadesini çözemesem de ısrar etmedi ve ben de masadan kalktım. Tuğrul ve Fatih’in yanına gidip yemeklerin tadının farklı olduğunu söyledim. Onların böyle bir durumla karşılaşmadığını belirttiler. Belki de sadece bana öyle gelmişti. Köydeki yemek sınırlılığından ağzımın tadı bozulmuş olabilirdi. Daha fazla üstelemedim ve dışarıya çıkıp hava aldım. Kendimi çok halsiz hissetmeye başlarken derin derin nefesler alıyordum. Akciğerim, nefesimden dolayı patlayacak gibiydi. Kalbim sıkışıyor, gözüm kararıyordu. Tutunacak herhangi bir yere baktım. Arkamı döndüğümde, onların uzakta kaldığını gördüm. Daha fazla ayakta duramadığımdan dolayı çöktüm ve başımı eğdim. Tuğrul’un bana seslenmesiyle, ona cevap veremedim. Midem ağzıma geliyor, boğazım yanıyordu. Kolumda hissettiğim elle kendimi tutamadım ve ona bıraktım. Yüksek sesi duyabiliyor, ona cevap veremiyordum. Vücudum terliyor, bir yandan da titriyordum. Yukarıya çıktığımı hissettim. Birisi beni kucağına almıştı. Bilincim yavaş yavaş kapanıyordu. Bir saat sonra; “Komutanım, Mihre bana yemeklerin tadının tuhaf olduğunu söylemişti. Bana da açıkçası normal geldi. Demek ki kadın, Mihre’yi zehirlemek istedi. Ya da planını bozan bir durumla karşı karşıya kalınca tabağın yerini değiştiremedi.” Uğultulu sesler kafamda yankı yaparken, gözlerimi açamıyordum. Sesleri daha net duyduğumda, gözlerimi açmadan onları dinlemeye başladım. “O kadını kaybetmeden yakalamak lazım. Sen hemen Aydemir’in timine haber ver. Yakaladığınız an bana haber verin.” Sakince emrini dile getirdi. Kapının kapanma sesi geldiğinde, yanıma yaklaşan adım sesi duydum. Elini, elime koyup sessizce bekledi. Beni incelediğini anlayabiliyorken bu anı bozmak istemedim. “Keşke, o eve girmeseydik. Hepsi benim hatam, özür dilerim. Keşke onay vermeseydim.” Sesinde pişmanlık vardı. Onu da suçlayamıyordum çünkü nereden bilecekti? Gözlerimi yavaşça açıp elimi oynattım. O da aniden ayağa kalktığında, doktoru çağıracağını anladım. Nerede olduğumuzu bilmediğimden, bizim ekibin doktorlarından olduğunu düşündüm. Tanımadığım, neredeyse emekli olacak yaşta doktor odaya girdiğinde, gözlerim ışıktan dolayı bulanık görüyordum. Sol elimle gözlerimi ovuşturdum ve görüşüm netleşmeye başladı. “Geçmiş olsun Mihre hanım. Nasıl hissediyorsunuz? Yediğiniz bir yemekten dolayı zehirlenmişsiniz. Sizden rica ediyorum buradan herhangi bir yerden yemek yemeyin. Gelen hastalarımın hepsi aynı şikayetten muzdaripler, geçmiş olsun. Bir gün daha burada kalmanız gerekiyor, kan tahlili sonucu sonrası taburcu olabilirsiniz.” Doktora teşekkür edip çıkmasını bekledim. Bintuğ, eski yerine geçerken ben de ona bakmaya başladım. -Sadece yemek bana tuhaf gelmiş olmalı. Baksana tığ gibi karşımda duruyorsun. Güldüğünde, ona tebessümle baktım. Her koşulda yanımda bulunurken ona teşekkür etmek için uygun bir zaman yaratmam gerekiyordu. Lojmana döndüğümüzde, onu bana davet edecektim. “Bunu dediğine göre maşallahın var.” Gözleri kısık bana bakarken, istemsizce ellerimi gözlerine götürdüm. Gözlerine dokunduğumda, gözlerini kapatmıştı. -Gözlerin, Güneş’i temsil ediyor. Onlar sayesinde kışı hissetmiyorum. Ağzımdan çıkanları kulağım duymazken o da şaşkınlıkla dediklerimi sindirmeye çalışıyordu. Belki de içimden geçenleri dışarıya vurmak için erkendi. İş işten geçmiş, cümlemi değiştiremezdim. Bu konu hakkında bir şey demeden direkt konuyu değiştirdi. “Aydemir’den haber gelmedi. Ben bir bakayım.” Benim bir şey dememe izin vermeden direkt odadan çıkmıştı. Bahanesi beni ikna etmemişti fakat onu durduracak bir harekette bulunmamıştım. Bintuğ’dan sonra Duru ve diğer arkadaşlarım girdiğinde, onlarla da biraz konuştuk. Çağdaş hocanın girmesiyle, saygıdan kendimi toparlamaya çalıştım. Serumdan dolayı bu bana engel olurken o, hemen beni durdurdu ve durumumu sordu. Gerektiği gibi cevap verip Kader’e dönüp suyu işaret ettim. Bardağı elime almak istesem de Kader buna itiraz etmiş, bana içirmişti. Ona teşekkür ettikten sonra herkes çıkmak için hazırlanırken kendimle baş başa kalacağımdan dolayı mutlu olmuştum. Etraf sessizleşince gözlerimi kapatıp dinlenme seansımı gerçekleştirdim. Kolumdaki serumun değiştirilmesiyle kendime gelirken, hemşireye dönüp konuşmaya başladım. -Biraz yürümek istiyorum. Koridora çıkabilir miyim? Beni reddetmeyip kalkmama yardımcı oldu ve serumu da eline alarak beraber yavaş yavaş yürümeye başladık. Koridora çıktığımda, en azından insan yüzü gördüğümden kendimi daha iyi hissediyordum. On beş dakikalık yürüyüşün ardından kan alımı için hemşire beni oturttu ve kan alarak laboratuvara yolladı. Sonuçların bana göre temiz çıkacağını düşündüğümden köye dönmek için izin istedim. Hemşire bana bakıp bunun mümkün olmayacağını tatlı dille belirtip beni yalnız bıraktı. Tavanı izleyip kendimle içten içe sohbet ederken kapının tıklatılıp içeriye giren kişiye kafamı çevirdim. Gelen kişi Aydemir’di. İşinden dolayı fazla yan yana gelmemiştik ve şu an geldiği için sebepsizce mutlu olmuştum. Yanıma oturduğunda, ellerini ellerime koyup “Nasılsın? Haberi alır almaz geldim fakat yüzbaşı görev verdi. Onu yerine getirmem gerekiyordu.” Ona iyi olduğumu söyleyip sohbete devam ettik. Yerinde kıvrandığında, kaşlarımı çattım. -Bir şey mi söylemek istiyorsun? Merak etme söyleyeceğin şeyi kaldırabilecek kadar gücüm var. Derin bir nefes alıp “Aslında daha önceden söylemem gerekirdi fakat birkaç kişi buna engel oldu. Ben de daha fazla senden saklamak istemedim. Seni aradığım gün ne hikmetse göreve gittim ve yaklaşık bir aydır burada değildim. Seninle iletişime geçemediğimden, kardeşini bulduğumu söyleyemedim. Mihre, kardeşini buldum.” Kalbim yerinden çıkacakmışçasına atarken devam etmesi için elini sıktım. O da anlayıp “Kardeşini çok uzakta aramışsın abla, ben hep yanındaydım.” Kahkaha atmaya başlarken birden gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Ona sarılmak istediğimi söylediğimde, o da onu bekliyormuşçasına beni sarmaladı. O kadar sıkı sarılıyordum ki sanki ellerimden kayıp gidecekmiş gibiydi. -İlk karşılaştığımız andan itibaren zaten anlamıştım ama konduramadım. Belki de yanlış kişiye doğru duygular vereceğimi sandım. Meğersem yanılmışım. Doğru kişiye, doğru duygular beslemişim. Birbirimizden ayrıldıktan sonra buradan çıkmak istediğimi belirttim. O da doktorla konuşup uğrayacağını söyledi. On beş dakika sonra çıkabileceğimi söylediğinde, sevinmiştim. Hazırlık sürecim bittikten sonra Duru beni hazırlamak için odaya girdi ve temiz kıyafetleri üstüme geçirdi. Beraber hastaneden çıktıktan sonra Aydemir’in emriyle köye döndüm. Etrafımdaki güvenlikler arttırıldığında, kendimi daha rahat hissetmiştim. Akşam olduğunda, herkes masanın etrafına toplanmış dinlenirken ben de yaktıkları ateşin başına sandalyemi çekmiştim. Zihnim karanlıktan bir türlü kurtulamazken bununla nasıl başa çıkacağımı düşünüyordum. Bana aniden sarılan kişiyle irkildiğimde, Duru olduğunu gördüm. Her koşulda bana destek veren tek yakın arkadaşımdı. Onun hayatımdaki yeri çok farklıydı. Sessiz ses tonumla, Aydemir ile konuşmalarımızı anlattım. Ağzı açık bana bakarken, elimde çenesine hafifçe vurdum. “Ay! Harika bir haber bu.” Bu cümlesinden sonra birkaç kişi bize dönmüştü. Yine yanlış anlamaya müsait bir cümle olduğundan seslice konuşmaya başladım. -Ya kan tahlilim de temiz çıktı. Duru, özür dileyip başka konu açarken Bintuğ’un yanımıza gelip bizi kontrol etmesiyle göz devirdim. Hastane odasında bahaneler üretip beni yalnız bırakan adama gönül koyacaktım. “Öğrenmişsin.” Diye söze başladı. Aydemir’den bahsettiğini anlayıp onu onayladım. “Benim de öğrenmem gereken bir husus var.” Dediğinde, ona anlamsız bakışlarımı yolladım. Nasıl başlayacağını sanki bilmiyormuşçasına sessiz kalınca ben de araya girmedim. “Çağdaş doktorla aranızda ne var?” -Senin hiç bilemeyeceğin şeyler var. Bilerek böyle cevap vermiştim. Bunu beklemiyor olacak ki bir dakika boyunca tek kelime etmedi. “Aynı soruyu tekrar etmeyi sevmem Mihre.” Kısık ama net konuşmuştu. Ben de onun anlayacağı dilden konuşacaktım. -Ben de verdiğim cevapların ikiletilmesini hiç sevmem Bintuğ yüzbaşı. Hiçbir şey demeden kalkıp askerlerin yanına oturdu. Bacaklarının sallayış sesi buraya kadar gelirken, elinden bir kaza çıkacağından endişeliydim. “Ne oldu şimdi?” diyen Duru’ya bakıp boş ver gibisinden el salladım ve ateşin başından kalktım. Benim kalkmamla Çağdaş hocanın da kalkması bir oldu. Çadıra yürürken Çağdaş hocanın “Mihre, konuşalım mı biraz?” demesiyle Bintuğ ayağa kalkmıştı. Hocayı reddedip çadıra geçtim. Aniden çadırın açılmasıyla beraber yerimden doğruldum. Bintuğ, izinsiz alanıma girerken ona kızgın bakışlar attım. “Ben cevabımı aldım Mihre. Bundan sonra sen sağ ben selamet. Bir şey olursa kardeşin seninle ilgilenir.” Benim bir şey dememe izin vermeden çadırdan çıktı ve beni kendimle baş başa bıraktı. Ne demişti, kardeşin seninle ilgilenir mi? Ne yani, o bu durumdan haberdar mıydı? Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Yeni bölümü size sunuyorum. Oy ve yorum atmayı unutmayalım. İyi okumalar diliyorum. Bakalım akşam ki bölümde bizi neler bekliyor? Şimdiden kemerlerinizi bağlayın… Sizi seviyorum, esen kalın. |
0% |