@poncikss1234
|
"Asalet soydan gelmez, kendimizden gelir." Ölüm sokağına adım attığımda, hiçbir şeyden habersiz öylece sokağın girişine bakıyordum. Girişine adımımı atsam, dümdüz yol beni karşılayacak, sokağın uzun yolu beni içine çekecekti. Sokağın başından sonuna doğru uzanan geniş yolları, etrafındaki gür ağaçları, her ağacın arkasında bulunan eskimeye mahkum edilmiş gecekondu evleri, her gecekondunun yanında bulunan sanki zamanla yarışıyormuşçasına yanıp sönen sokak lambaları bulunuyordu. Sokak lambaları, sokağı fazla aydınlatma gücüne sahip olmadığı için "Burada insanlar yolları nasıl görüyordu? Bu yerde yaşayacak kadar düştük mü?" diye kendi kendime düşünmeden edememiştim. Annemin ölümünden sonra hızla toparlanmıştım. Toparlanmamın sebebi Mihlas'tı. Mihlas, bana göre biraz daha sorunlu bir çocuk olmuştu. Sorunlu olmasının sebebi babamızdan kalan travmalarıydı. Bende ki bu travmalar da Mihlas'ın sayesinde az da olsa içime gömmüş, tek derdim yanımda duran kardeşim olmuştu. Kardeşime iyi bir hayat sunmayı istediğimden , her koşulda onun yanında olacağıma söz verdiğimden dolayı, "Sözümde durabilecek miyim?" düşüncesi ile yaşıyordum. Kardeşime hiçbir şey belli etmiyor, etsem bile hemen o konu hakkında kendisini suçluyordu. Konu olmayan ailemizdi. Bizde ki aile kavramı çok iyiymiş gibi görünse de aslında çok trajikomikti. Bir insan neden ailesini seçemiyordu? Ailemizi seçmek için bizden ne kadar para istiyorlardı? Bunu gerçekten düşünmüştüm. Sonuçsuz kalmış, boşluğu dolduramamıştım. Mihlas, bana "Bu sokakta yaşayan insanlar deli mi?" diye sorduğunda, gülmüştüm. Mihlas'ın Tek derdinin bu olmadığını çok iyi biliyordum. Onu herkesten daha iyi tanımam, konuşmaya başlamadan önceki o gergin dudaklarının kıvrılma hareketine kadar biliyordum. Onu çözmek, bana göre gerçekten kolay olmamıştı. Değişken tavırları nedeniyle bir saniyesi bir saniyesine tutmuyordu. İkimiz, sokağı iyice analiz etmeye başladık. Sokağın içinde bulunan bütün gecekonduların ışıkları, sokak lambalarından etrafı daha iyi aydınlatıyordu. Bu aydınlatma sonucunda Mihlas ileride bulunan sağ köşede boş bir gecekondu bulduğunu söylediğinde, oraya gidip bakmamız gerektiğini söyledim. Mihlas'ın hızlı adımları yüzünden ona yetişemesemde buna tebessüm edip onu takip ettim. Mihlas'ın bulduğu gecekondunun önüne geldiğimizde, kapıya elimi uzattım ve kapıyı itekledim. Kapının gıcırtılı sesi bütün sokağa yayıldığında, yan tarafımızda bulunan gecekondunun kapısı açıldı. Oraya doğru döndüğümüzde ise orta yaşlı, eşofmanlarını üstüne giyinmiş, elinde anahtar bulunduran bir adam bize doğru bakmaya başlamıştı. Mihlas, adama baş selamı verdiğinde, adam memnun olmuşçasına başını eğdi ve yanımıza doğru yavaşça adımlamaya başladı. Adımlarının tok sesi, sokakta yankılanırken kendisi bu durumdan hiç rahatsız değildi. Yanımıza gelen adamın adı Fazıl'dı. Fazıl amca buranın yıllardan beri boş olduğunu söylediğinde, Mihlas'ın "Kira vermemiz gerekiyor mu? Kira vereceksek ne kadar vereceğiz?" diye sorduğunda, adam tebessüm edip başını iki yana salladı. Burada kira verilmediğini söyledi ve bu gecekondunun da sahibi olduğunu da eklemeyi unutmamıştı. Elinde bulundurduğu anahtarı bize doğru uzattığında Mihlas'a emin misin bakışları atarken, o hiç düşünmeden eline aldı ve teşekkür ederek konuşmasına son verdi. Ben de nezaketen teşekkür edip birkaç dakika daha sohbet ettikten sonrada kapıdan içeri girdim. Gecekondunun içi o kadar küçüktü ki, nasıl sığacağımızı düşünüyordum. İki tane koltuk hariç başka eşyaları yoktu, kimse kalmadığı için de elektrik ve suyu da kesmişlerdi. Eskimiş olan koltuğa baktığımda uyuyacağımız yeri şimdiden seçmiştim. Mihlas, diğer odaların gezintilerini yapmış, bana bakıp dudak büzmüştü. Eşyaları bulmak ve yerleştirmek kolaydı. Önemli olan başımızı sokacak bir yerin olmasıydı. Birinci öncülümüzü tamamladıktan sonra derin bir nefes alıp diğer yapmam gereken durumları düşünmeye başladım. Yeni düşünceler, eski düşündüklerimin hepsini bastırırken başımın çatladığını hissettim. İnsanlar, düşünmek için doğmuştu. Düşünce bir insanın sonsuza kadar yanında olan soyuttu. O soyutu, somuta çevirmek için yarışıyorduk. "Abi, şu koltuklarda bugünlük uyuyalım. Sabah erken uyanırız diye tahmin ediyorum. Beraber uyandığımızda etrafı kolaçan eder, ikinci el eşya bulursak da evimize taşırız ne dersin?" Kafama oturmuştu. Pratik düşünen Mihlas'a bakıp tebessüm ettim. Derin düşünceleri vardı. Bu derin düşünceleri , ben de dahil kimse çözemezdi. -Dediğin doğru, katılıyorum. İş de bulmamız gerekiyor, haberin olsun. İş kelimesini duyan Mihlas, gözlerini pörtletti ve homurdanmaya başladı. Okulu bıraktığımız için diplomamız yoktu. Diploma olmadığı içinde kimse bizi bu halimizle işe almazdı. Şansımızı bu sokakta dahil her yerde denememiz gerekiyordu. İkimizden biri bile işe girse, biraz da olsa toparlanmaya başlar, evi de kendimize göre ayarlardık. Sabahın Güneş'i gözlerimi delerken, koltuktan doğruldum. Doğrulduğum an belime gelen ağrı ile yüzümü buruşturdum ve yan tarafa baktım. Yan tarafım boştu. Mihlas'a seslendiğimde ise ses vermemiş, ben de umursamamıştım. Koltuktan kalktıktan sonra salona göz gezdirdim ve banyoyu aramaya başladım. Banyo hemen sol tarafımda kalırken oraya vardım ve kapıdan içeriye girdim. Banyo diğerlerine göre bir tık daha büyüktü. Duş bölümüne baktığımda ise sadece perde ile kapatılmıştı. Perdeyi araladığımda ise düz bir zemin, yukarıya doğru baktığımda ise çeşmenin ucuna bağlanmış eski duş başlığı beni karşılamıştı. Çeşmeyi açtığımda ise suyun yavaşça aktığını gördüğümde sevindim ve kapattım. Musluğa geldiğimde elimi yüzümü yıkadım ve etrafta havlu var mı diye bakındım. Bulamadığımı kanaat getirdikten sonra evden dışarıya çıkmaya karar verdim. Tek olduğum için biraz tedirgin olsam da buna alışmam gerektiğini kendime hatırlattım ve kapının önüne geldiğimde, normalde beyaz renkte olan ama benim yüzümden siyaha dönmüş spor ayakkabılarımı giyindim ve dışarıya çıktım. Etrafın aydınlık olması, sokağı daha da net görmemi sağlıyordu. Fazıl amcayı gördüğümde selamımı verdim ve marketin yerini sordum. Fazıl amca da biraz önce Mihlas'ın da market aradığını söylediğinde ona teşekkür edip tarif ettiği yere doğru yürümeye başladım. Market ile bizim ev arasında on dakika bile değildi. Oraya vardığımda, Mihlas'ın tabureye oturmuş, marketin sahibi ile konuştuklarını gördüm. Yanlarına varıp Mihlas'ın omzuna elini koyduğumda, Mihlas ayağa kalkıp bana yer verdi ve beni Mehmet ile tanıştırdı. Mehmet'e baktığımda, oturmasına rağmen uzun boyu, koyu kahve saçları, saçlarıyla aynı renkte olan gözleri, konuşmasına baktığımda ise kesinlikle yabancılara andıracak olan aksanı ile tam bir İstanbul beyfendisiydi.. Mehmet'in tavırlarına baktığımda ise çok sakindi. Sakinliğine bir de saygısı eklenmişti. Sakince konuşuyor, dinliyor ve etrafı kontrol ediyordu. Etrafı neden kontrol ettiğini merak etsem de sormadım. Mehmet buraya yeni gelmiş, alışmaya çalıştığı için de kimseyi tanımıyormuş. Mihlas'ın ayakta kaldığını gören Mehmet, içeriye geçip bir tane daha tabure aldı ve Mihlas'a uzattı. Mihlas yanıma oturduğunda, Mehmet ile konuşmalarını anlatmış, iş hakkında da birkaç şey sorduğunu söylemişti. İş kısmına geldiğimizde dikkatimi Mehmet'e verdiğimde Mehmet, burada iş bulmanın zor olduğunu, kendimize ait bir yer açarsak o zaman daha iyi kazanç elde edeceğimizi söylediğinde, paramızın olmadığını, bankanın da bize kredi vermediğini söyledim. Mehmet bunları duyduktan sonra Mihlas'a dönüp "İstersen burada çalışabilirsin." dediğinde ise açıkçası gözlerim parlamıştı. Günlük bile almış olsa en azından yemek paramız çıkar düşüncesi ile Mihlas'a döndüm. Mihlas birkaç dakika düşündükten sonra Mehmet'e onay verdi ve bana bakıp göz kırptı. Mihlas, göz kırptıysa kesin bir planı vardı. Planını eve gittiğimizde soracaktım. Ev; Elimizdeki ağır poşetlerden dolayı, Mihlas anahtarı cebinden çıkaramadığı için kapıyı elimizle itekleyerek açmış, içeriye geçip Mehmet'in bize verdiği birkaç poşeti de mutfağa gidip yerleştirmiştik. Mehmet'in poşete doldurduklarına baktığımda, bir paket makarna, bir paket poşet çay, tuz, şeker, kahve içersek diye de nescafe, bir koli küçük su, diğer poşete geçtiğimiz de ise küçük şişe de sıvı yağ, kalem pil, sarı bez, sünger, deterjan, sıvı ve katı sabun, peçete, ıslak mendil, ocak için çakmak, bardağımız yok diye de altılı çay bardağı ve iki tane kupa, tavuk ve yumurta çıkmıştı. Mehmet'in bize verdiklerine gülümseyip buzdolabına yerleşecek olanları Mihlas, normal dolaba yerleşecek olan eşyaları ise ben yerleştiridim ve Mihlas'a dönüp konuşmaya başladım. -Mehmet ile çalışmayı düşünmüyorsan şimdiden söyle, ben onun yanında çalışmaya başlarım. Mehmet'in verdikleri birkaç güne de biter. O zamana kadar biraz çalışıp para biriktirmemiz gerekiyor ki zor zamanlara az da olsa göğüs gerelim. "Ben çalışmayı düşünüyorum abi. Bu konuda kararlıyım. Mehmet'in iyiliğine karşılık ne yapacağımı bilemesem de ben de ona yardım ederek, bu iyiliğe karşılık vermeye çalışacağım. Bu konuda için rahat olsun." Mihlas'a onay verip Mehmet'e bunu söylemesi gerektiğini söyledim. Mihlas da beni onayladı ve salonun ortasında bulunan eski televizyonu açmaya çalıştı. Televizyonun gıcırtılı sesinden anladığım kadarıyla açılmış, kumandayı da televizyonun karşısında denemişti. Salonda aniden sesler yükseldiğinde, Mihlas hızla sesi kısmaya başlamıştı. Bu olay komiğime gittiği için kahkaha atmıştım. Televizyonu yaklaşık birkaç saat izlediğimizden dolayı sıkılmış, evde neleri değiştirmemiz gerektiğini Mihlas ile konuştum. Masa ve sandalyenin lazım olduğunu, ampulleri değiştirmemiz gerektiğini konuştuğumuzda, "Mehmet'in yanına gitmemiz lazım." dedi. "Hazırlan gidelim, teşekkür de ederiz." dedim ve Mihlas televizyonu kapatıp kapının önüne gitti. Market; Marketin önüne geldiğimizde birkaç kişinin kasada sırasını beklediğini gördüğümde birbirimize baktık. Yanlış zamanda geldiğimizi düşünürken, Mehmet ile göz göze geldik ve ona baş selamı vererek taburelere yerleştik. Birkaç dakika sonra Mehmet, otomatik kapıdan çıkıp bizim yanımıza geldi ve elini uzattı. Selamını aldıktan sonra oturmasını bekledik. Oturduğunda ise Mihlas hızla konuşmaya başladı. "Mehmet, sana teşekkür etmek için geldik. Kimse bu kadar malzemeyi birisine bedava vermez. Teşekkür ediyoruz. İş hakkında da abim ile konuştuk ve bir karar aldık. Ben çalışma işine onay veriyorum. Ne zaman başlayabilirim?" Mehmet, Mihlas'a tebessüm edip "Yeni taşınan bütün insanlara yardım etmek için buradayım. Umarım size de biraz da olsa faydam dokunmuştur. İş için de hayırlı olsun diyorum ve yarından itibaren çalışmaya başlayabilirsin." Mihlas aklına bir şey gelmiş olacak ki hemen Mehmet'e "Mehmet, bize ampul gerekiyor. Sen de var mı?" Başıyla onay verip eli ile bir dakika işareti yaptıktan sonra otomatik kapının önüne geldi ve kapının açılması ile birlikte içeriye girdi. Mihlas'a bakıp "Ampulu ne yapacaksın?" dediğimde ise "Salon ve banyo hariç diğer ampuller çok eskiler. Patlamasından korkuyorum. Ev zaten yeterince eski, bir de bu eski ampuller yüzünden başımıza iş almayalım." dediğinde hak verdim ve sessizliğimi korudum. Biz havadan sudan konuşmaya başladıktan hemen sonra Mehmet, elinde küçük beyaz poşetle geldiğinde "Bu ne?" diye sordum. Mehmet gülümseyerek "İstediğiniz ampulleri getirdim. Ne de olsa Mihlas çalıştığında parasını öder." dediğinde, Mihlas'a bakıp kahkaha attım. Mihlas'ın yüz ifadesine baktığımda ise şaşırmıştı. Şaşırmasının sebebini iyi biliyordum çünkü karşısındakinin iyiliğini aldıktan sonra sanki kendisi onu hiç ödemeyecekmiş gibi düşünüyordu. Her şeyin karşılıksız olduğuna inanıyordu. Ampulleri alıp ayağa kalktığımızda Mehmet'in aklına bir şey gelmiş olacakki hemen Mihlas'ı durdurdu ve konuşmaya başladı. "Yarın saat sekizde burayı açıyorum. İstersen sen de saat sekizde gel, birkaç şey öğrenirsin." "Sekizde burada olurum. Kolay gelsin." Market sabahı, Mihlas Miraç anlatımıyla; Abim sabah beni uyandırmış, duş almam gerektiğini söylemişti. Duş aldığımda giyinecek kıyafetimin olmadığını Mahlas'a seslenerek söylediğimde ise kendisine ait olan kıyafetlerden bana vermişti. Kirlenmiş kıyafetlerimi nasıl yıkacağımı düşündüğümde ise Mahlas, "Elimizde yıkayacağız, sen gittikten sonra ben çamaşırları elimle yıkarım." dediğinde ona baktım. Düştüğümüz durumdan rahatsızdım. "Ben çıkıyorum." dediğimde, Mahlas "Hayırlı işler." dedi ve banyoya doğru adımladı. Evden çıktığımda, bir yere sapmadan marketin yolunu tuttum. Saate baktığımda ise sekizi iki geçiyordu. Mehmet'in bir şey diyeceğini düşünmediğimden ama fazla da geç kalmak istemediğimden dolayı adımlarımı hızlandırıp marketin önüne geldim. Mehmet'e baktığımda, kasada durmuş, yolu seyrediyordu. Kapının açılmasını bekledikten sonra içeriye girdim ve marketin içini göz gezdirdim. İçi gerçekten büyüktü ve her şey burada mevcuttu. Bu konuda sevinmiştim. -Günaydın, umarım fazla geç kalmamışımdır. "Günaydın, hayır geç kalmadın. Kimse yok zaten. İnsanlar öğlene doğru buraya uğruyorlar." Kasada yapmam gerekenleri, yeni mallar geldiğinde nasıl yerleştirmem gerektiğini bana hem anlatıp hem de kendisi gösterdiğinde, ben de dikkatle onu dinleyip gözlerim ile dizdiklerine bakıyordum. Benim derdim burada çalışmak değil, malları nasıl cebe indireceğimdi. Nankördüm. Nankörlüğümden dolayı birçok insandan siktiri yemiştim. Bunu düşünmeyi bırakıp Mehmet'in bana verdiği çikolata kutularını raflara dizmeye başladım. Dizme işi bittiğinde ise, marketin önüne gelen kamyonu gördüm ve Mehmet'e haber verdim. Mehmet ile kamyonun yanına vardık ve yeni gelen malları içeriye taşıdık. Malları depoya koymamız gerektiğini söyledi ve depoyu başıyla işaret verdi. Depo, lavabonun hemen yan tarafında bulunuyordu. Kapısının önüne geldiğimizde, gri kapılı, içine girdiğimizde ise geniş bir yer, bir sürü dolu olabilecek kutular karışma çıkmıştı. Bir plan yapmam gerekiyordu. Mehmet'in olmadığı zamanlarda depodaki mallardan çalabilirdim. Bunu Mahlas'a söylemem gerekiyordu. Umarım kabul ederdi... Saat akşam dokuza geldiğinde, Mehmet işimin bittiğini söyledi ve kasadan parayı alıp bana uzattı. Parayı aldıktan sonra aklıma ampullerin parasını ödemediğim geldi ve ona dönüp "Ampullerin parasını buradan kessene, nasıl olsa diğer malzemelerin parasını ödeyemem." dediğimde gülüyordum. O da eliyle aman gibisinden salladığında, işime geldi ve "İyi akşamlar, yarın aynı saatte gelirim." dedim ve marketten çıktım. Ev; Markette belli olmasa da gerçekten yorulmuştum. Yorulmuş olmamdan dolayı uykum da gelmiş, koltuğa kendimi bırakmıştım. Cebimden çıkardığım iki yüz liraya baktığımda güldüm ve yüz lirasını Mahlas'a vermem gerektiğini kendime hatırlattım. Mahlas, mutfaktan bana seslendiğinde ise yemek yapmış olduğunu, yemeğin kokusu bütün evi kapladığını gördüm. Uyuşuk hareketlerle kalktım ve mutfağa geçip kırık sandalyeye dikkatlice oturdum. Kızartılmış tavuğa baktığımda acıkmış olduğumu hissettim ve Mahlas'ı beklemeden yemeğe başladım. Kendi yemeğim bittikten sonra tabağımı kaldırıp yıkadım ve yerine koyduktan sonra sandalyeme tekrar oturdum. "Günün nasıl geçti, İş nasıldı?" -İş beklediğimden iyiydi. Fazla yorucu ama sonunda eline para geçiyor ve o yorgunluğun bir anda yok oluyor. Mahlas kahkaha attıktan sonra konuya nasıl gireceğimi düşünüp duruyordum. Umarım kabul eder, biraz da olsa evi yaşanılır hale getirirdik. -Seninle bir konu hakkında konuşmam gerekiyor. Önce sakince beni dinle sonra da fikrini söyle, olur mu? Sesimin nereden çıktığını bile bilmiyordum. O kadar kendimi kasmıştım ki, Mahlas'ın anlamadığına da emindim. "Bu kadar stres yapacağın bir konu varsa daha önce bana neden söylemedin? Sana birisi bir şey mi yaptı, ya da sana birisi bir şey mi söyledi?" -Bana birisi bir şey yapmadı, sadece nasıl dile getireceğimi bilemiyorum. Birkaç dakika içinde karar vereceğini de biliyorum. O yüzden pişman olur musun, onu da tam kestiremiyorum. "Sen bana aklındaki fikirleri söylediğinde, ben seni ne zaman dinlemedim? Ben seni hep can kulağıyla dinledim. Yeri geldiğinde onaylanmayacak planları onaylayıp senin için riske girdim. Ne var aklında? Anlat da karara varalım." Dilimi yutmuş gibi konuşamıyordum. Mahlas'ın sakin tavırları birkaç dakika içinde yok olup yerine sinir krizlerinin misafirlik edeceği bir ortam olacaktı. Ben ve kararlarım gerçekten onu zorluyordu. Farkındaydım, farkında olduğum için de bu kadar stresliydim. Benden günah gider diye konuşmaya başladım. -Mehmet'in bir deposu var. Bu depoda hiç açılmamış mallar var. Bittikçe oradan alıyor ve raflara diziyor. Acaba diyorum biz de bu malları alsak, eve getirsek de biraz da olsa evin ihtiyaçları mı karşılansa? Depoya girmesek bile gece otomatik kapının kilidini kırar, oradan birkaç şey alırız. İlerletirsek de belki kasanın kilidini kırar, para alırız. Ne dersin? Mahlas şok olmuştu. O kadar iyiliğin karşısında bir de benim bu dediklerimi duyduğunda gerçekten duyduklarına inanamıyordu. "Şaka yaptığını varsayıp bu konuyu burada kapatıyorum. Bir insan sana iyilik yapıyor, senin için o kadar poşet erzak veriyor ve sen, sen bunları mı düşünüyorsun? Yazıklar olsun sana." Mahlas'ın gözlerindeki hayal kırıklığına baktığımda, düşündüğüm şeyin saçma olduğunu gördüm. Bu konuyu kendimce rafa kaldırdım ve yattığım koltuğa geçmek için mutfaktan çıktım. Mutfak ile salon birleşik olduğundan dolayı salona varmam uzun sürmemişti. Pantolonu çıkartıp katladım ve kenara koydum. Evde sadece ikimiz olduğundan dolayı böyle yatıp kalkıyordum. Kısa sürede uykuma yenik düşmüştüm... -Mehmet, bir adam seni soruyor. Dışarıya çıkıp bakar mısın? Mehmet'in duyduğunu düşündüğümden dolayı tekrarlamadan kasadaki paraları sayıp not alıyordum. Dün Mahlas ile konuştuktan sonra bu fikri yapmıyor, onu tekrar hayal kırıklığına uğratmıyordum. Not işlemi bittikten sonra, Mehmet'e haber vermek için dışarıya çıktığımda, adamın Mehmet'in boğazına yapışıp tehdit ettiğini gördüğümde aklım başımdan gitmişti. Hemen adamın yanına vardığımda, Mehmet'i kendime doğru çektim ve adama kafa attım. Adam bu hareketimi beklemediğinden dolayı yere düştü ve acıyla kıvrandı. Mehmet bana baktığında sorun yok derecesinde gözlerimi kırptım ve yerdeki adamın yanına eğildim. -Bir daha, benim yanımda olan insanlara böyle davranırsan o zaman sana neler yaparım, görürsün. Ben sana yaptıklarıma şaşırırım, sen de kendi durumuna şaşırırsın. Siktir git şimdi buradan gözüm görmesin seni. Adamın zorla kalktığını gördüğümde gözlerimi devirdim ve yakasından tuttuğum gibi havaya kaldırdım. Adam şaşkınlıktan gözleri yuvalarından çıkacak gibi görünüyordu. Adam arkasına bile bakmadan arabasına binip uzaklaştığında, ellerimi birbirine vurdum ve tozlardan arındım. Mehmet'e döndüğümde ise elini omzuna koydum ve "Bu adam da kim? Neden sana böyle davranıyor?" diye sordum. "İçeriye geçtiğimizde konuşalım olur mu? Şimdi burada konuşmak doğru olmaz." Onun söylediklerinden sonra içeriye geçtik ve kasaya vardık. Kasanın yanında bulunan not kağıdını elimle gösterip bakmasını istedim. Tel tek kontrol ettikten sonra başıyla onaylayıp kağıdı bir kenara koydu. Daha sonra yüzüme bakıp tebessüm etti ve konuşmaya başladı. "Buraya ilk geldiğimde bu adam benim müşterimdi. Ona hep indirim yapıyor, eksiklerini de bedava veriyordum. Daha sonra bu yaptıklarıma alışmış olacakki her geldiğinde para ödememeye başladı. Ben de bu durumdan rahatsız oldum ve onunla konuştum. İlk başta anlayışla karşıladı ve parayı verdi. Sorun çözüldü zannederlen bir de hırsızlık yapmaya başladı. Ben de bu durumu kendisine yediremediğim için tekrar onunla konuştum ve bir daha yaparsa da şikayet edeceğimi söyledim. Sonuç tehdit edip duruyor." Hırsızlık yaptığına değil, bu kadar iyilikten sonra bile Mehmet'in tepesine çıkmıştı. İyilikten anlamayan insan, kendisini bile anlayamazdı. -Ben ona gereken cevabı verdim. Benim olduğum zamanlarda geleceğini düşünmüyorum ama ben yokken gelirse diye sana ev adresimi yazacağım. Bir şey olursa Mahlas ile ben bu konuyu çözer, sonsuza kadar kapatırız. Seni de rahatsız etmez. İşimin erken bitişinden sonra Mehmet'ten parayı alıp evimin adresini yazdığım kağıdı da ona uzatıp marketten çıktım. Eve geldiğimde Mahlas'a bakındım ve balkonda olduğunu gördüm. Ona seslenip geldiğimi haber ettim ve banyoya girip duş aldım. Banyodan çıktıktan sonra tekrar Mahlas'ın yanına vardım ve pantolonumdan çıkardığım iki yüz lirayı Mahlas'a uzattım. Mahlas bir bana bir de paraya baktıktan sonra yüz lirayı aldı ve gülerek "Üstü kalsın." dedi. Onun bu lafına güldükten sonra yanına oturdum. Yüzüme baktığında kaşlarını çattı ve elini kaldırıp yüzüme dokundu. Yüzümde ne olduğunu merak edip Mahlas'a sorduğumda ise "Kızarmış, bir yere mi vurdun?" dedi. Aklıma geldiğinde Mahlas'a söyledim. Mahlas sinirlendiğinde ise bir şey olmadığını, bir daha geleceğini düşünmediğimi söyledim. Bunu dedikten iki dakika sonra kapı hiddetle çalmaya başladığında, Mahlas ile birbirimize baktık ve Mahlas hızla kapıya vardı. Kapıyı açtığında karşısındakini göremesem de Mahlas'ın şaşkın yüz ifadesinden dolayı meraklanıp, ben de kapıya geldim. Mehmet'in kaşı gözü mosmor, kaşında da açılma vardı. Hemen onun kolundan tuttum ve içeriye aldım. Yürümekte zorluk çekiyordu. Onu koltuğa oturtup tişörtünü çıkardığımda ise gördüğüm manzara karşısında sinirlerim bir anda tepeme çıktı. Belinden aşağıya doğru uzanan morluklar, kapanmaya yakın olan yaraların açılıp kanaması, bazı bölgelerinde kızarıklık beni karşılamıştı. -O şerefsizin oğlu mu yanına geldi? Seni ne hale getirmiş? Onun ev adresini bulduğumda kendisine mezar arasın. Çünkü ben onu gömmeye gidiyorum. Mehmet, Mahlas'a bakıp cebini gösterdiğinde, Mahlas hemen cebe elini soktu ve anahtarı çıkarttı. Bana uzattığında, Mehmet'e anlamsız bakışlarımı attım. Mehmet'in konuşmasını bekledim. Mehmet titrek bir nefes aldı ve vücudundaki acılarına rağmen konuşmaya başladı; "Mihlas, sana verdiğim anahtar marketin kapısının anahtarı. Bu anahtar ile içeriye gir, kasanın hemen yanında çekmece var, onu aç. Onu açtıktan sonra veresiye defteri var, orada bu adamın ismi, adresi ve telefon numarası yazıyor. İsmi, İsmail Dinçer." Buna sevinmiştim. İsmail Dinçer kendisine yeni bir hayat sunacağımdan dolayı kendisin de sevinmesi gerekecekti. Vakit kaybetmeden ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım. Markete koşarak gittiğimde nefesimi düzenleyip kapıyı açtım. Işıkları da yaktıktan sonra kasanın bölümüne geldim ve çekmeceyi açtım. Veresiye defterini buldum, İsmail Dinçer'in bulunduğu sayfayı aramaya başladım. Alfabetik olarak yazıldığı için sevindim ve "İ" harfine geldim. İsmail Dinçer ilk sırada yazarken, boş kağıda adresini yazıp kağıdı cebime koydum. Defteri çekmeceye bıraktım ve çekmeceyi kapattım. Gözlerim, kasaya doğru gidip geliyordu. Derin bir nefes aldım ve elimde bulundurduğum anahtarı kasanın kilidine soktum. Açılmayacağını düşündüğüm için pek de umutlu değildim. Çevirmeye başladığımda kasanın kilit sesini duydum. Gözlerim bir anlığına açılsa da hemen kendimi düzelttim ve kasayı açtım. Karşımda duran paralara baktım. Kendi kendime güldüm ve elime ne kadar geçtiğini bilmesem de o kadar parayı cebime koyup kasayı kapattım. Kilitlemeyi unutmadım ve marketten dışarıya çıktım. Dış kapıyı da kilitledikten sonra İsmail Dinçer'in evinin adresini cebimden çıkartıp okudum. 1769'uncu sokaktaydı. Bu da benim gittiğim yönün tam tersi olduğunu gösteriyordu. Yönümü değiştirdim ve koşar adımlar ile evi aramaya başladım. 1769'u gördükten sonra derin bir nefes aldım. Kapıyı tıklattım, açılmasını bekledim. Kapıyı açan kişinin İsmail olduğunu gördüğümde gözlerim kapandı ve kendimi sıkmaya başladım. Onu orada öldürmek istedim. Öldürmek onun için az acılı olacağından bu fikirden vazgeçtim ve konuşmaya başladım. -Beni içeriye davet etmeyecek misin, İsmail Dinçer? Gelen misafirlerine böyle mi yapıyorsun? Beni gördüğünde ayakları geri geri gidiyor, kapıyı da kapatmaya çalışıyordu. Kapının kapanacağını tahmin ettiğimden ayağımı kapının girişine koydum ve hızla itekledim. O hızla yere düştüğünde, işimin kolay olduğunu gördüm. -Ben sana demedim mi, benim çevremdeki insanlara dokunmayacaksın diye? Sen de beni onayladıktan sonra siktir olup gitmedin mi? Mehmet'e dokunma dedim, dokunmuşsun. Ben de sana dokunacağım. Ben sana ne dedim? Ben, benim yaptıklarıma şaşırırım. Sen de kendi haline şaşırırsın dedim. İstersen uygulamaya geçelim ne dersin? Konuşmasını beklemeden tekmeyi karnına geçirdiğimde, nefesinin kesildiğini gördüm. Bu durum benim işime gelirken tekrar tekmeyi karnına geçirip yere düşürmesini sağladım. Ağırlığımdan dolayı karnının üstüne çıkıp bastım ve hıncımın geçmesini bekledim. Mehmet'in vücudu gözümün önüne geldiğinde ise sağ ayağımı, onun yüzüne yerleştirip bastım. Acıdan bağıran adama bakıp gülümsedim ve karnından ayağımı çektim. Onu yerden kaldırdım ve koltuğuna oturttum. Ayakta duracak hali olmadığı için de mutfağa adımladım. Etrafı aramaya başladığımda ise dolabın altında uzun merdaneyi gördüm. Onu elime aldım ve hızla salona geldim. Merdaneyi gördüğünde konuşmaya çalışsa da bir şey diyemedi ve ben de onu keyifle seyrettim. Sırtının tarafına geçip bir tane vurduğumda, tiz ses kulaklarıma doldu. "Bir daha bağıracak mısın?" diye sorduğumda, hızla başını iki yana salladı. Ben de bundan keyif alıp birkaç kere daha vurmaya başladım. -Şaşırdın değil mi? Ama ben şaşırmadım. İsmail'den sıkılmış, eve gitmeye karar vermiştim. Merdaneyi yanına bıraktım ve ona bakmadan kapıdan çıkttım. Eve vardığımda kapıyı açtım ve salona girdim. Mehmet uyurken, Mahlas'a bakındım. Mahlas ise balkonda eline kupasıyla kahve içiyordu. Benim geldiğimi görünce ne olduğunu sorduğunda, "Gömdüm onu, bir daha da yerin altından çıkamaz." dedim ve Mahlas'a bakmadan dışarıyı izlemeye başladım. Cebimdeki paralar aklıma geldiğinde, keyfim yerine gelmişti. Umarım Mahlas'a yakalanmadan bu işe devam ederdim. "Her iyi insanın yanında bir tane nankör insan vardır." |
0% |