@poncikss1234
|
"Beni çözmeye çalışmak, etrafımı çözmeye çalışmaktan daha zordur." Miraç kardeşleri bulduktan sonra rahatlayacağımı düşünmüştüm, yanılmışım. Onların her hareketi, bütün sokağı inletecek güce sahipti. O gücü durdurmak neredeyse bizim açımızdan imkansızdı ki polisler bile onların ortamlarında geriliyor, güçlerine güç katarak ilerlemek zorunda kalıyorlardı. Bu imkansızlığı nasıl imkanlı hâle getirmek için oturup konuşsak da çabalarımız her zaman yetersiz kalıyordu. Perdeleri sağa doğru çektiğimde, Güneş'i görme umuduyla beklentiye girmiştim. Yağmur'un şiddetli sesi kulaklarıma geldiğinde gözlerimi kapatmış o hoş sesi dinlemeye devam etmiştim. Telefonumun zil sesini duyduğumda, pencerenin önünden ayrılıp masanın yanına gelerek telefonu elime aldım. Ahmet abinin aradığını görünce, şaşırsam da belli etmeden yanıtladım. Ahmet abinin endişeli sesi bana geldiğinde açıkçası Mahlas ve Mihlas kardeşlere bir şey olduğunu sanıp paniklemiştim. Yanlış kişilere paniklediğimi anladığımda derin bir nefes alıyordum ki şaşkınlıktan aldığım nefes boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Babam... Babam Türkiye'ye girişini yapmıştı. Bu haber beni gerçekten çok streslendirmiş, kimden yardım alacağımı da bilemez hâle gelmiştim. Telefonu kapatıp odama geçtiğimde üstümdekilerden kurtulup giyeceğim yeni kıyafetleri ayarlamaya başladım. Hızlı olmam gerekiyordu. Hızlı olmamın sebebi de şuydu; Yolda ya babamla karşılaşırsam? O zaman ne olacaktı? Bu soruları yanıtsız bıraktıktan sonra seçtiğim kıyafetleri giyindim, çantamı da alarak dışarıya çıktım. Gideceğim bir yer vardı. Mahlaslar'ın evi. O eve ne kadar gitmek istemesem de buna mecburdum. Onların bana yardım etmesi gerekiyordu. Yağmurdan dolayı koşar adımlar ile ilerlerken, botlarımın çıkardığı sesler beni nedense rahatsız etmişti. Adımlarımı yavaşlattım, su birikintilere basa basa ilerlemeye devam ettim. Kısa olan saçlarım ıslanmaya başlamış, su damlacıkları alnıma doğru akmaya hazırlanıyorlardı. Yağmur'dan kaçmaya ne gerek vardı? Her kaçtığımızı zannettiğimiz olaylar zaten hep peşimizde değil miydi? Sokak lambasının altında biraz durdum. Yağmur'un şiddeti az da olsa dinmişken, ışığın altından izlemek, gerçekten keyif vericiydi. Saçlarımı elime alıp sıktım. Islanmış olan yerlerin nemini birazda olsa almışken, yola devam etmem gerektiğini kendi kendime hatırlattım. Uzun bir yürüyüşün ardından onların evine vardığımda, daha fazla vakit kaybetmeden kapıyı çaldım. Ayak sesleri kapıya her yaklaştığında, kalbimin sesini nedense dışarıdan duyuyordum. Kapıyı açmadan derin bir nefes aldım ve beklemeye devam ettim. Kapıyı Mahlas açtığında açıkçası sevinmiştim. Mihlas olsaydı eğer, beni dinlemeden direkt kapının önünden kovardı. Bu durumu bir kez daha yaşamak istemezdim. Ona bir şey yapmadan, benden nefret etmesi olacak şey değildi. Kinini, gerçekten çok derinden yaşayan bir insandı. Kin konusunda o, uzmandı. -Mihlas evde mi, girebilir miyim? "Mihlas evde yok, içeriye geçebilirsin." dediğinde ise tebessüm edip içeriye girdim. Giyindiğim uzun kaşemi astım, çantamı da kaşemin yanına koyduktan sonra salondaki koltuğa oturdum. Mahlas'ın mutfağa geçtiğini gördüğümde, fazla zamanımın olmadığını söylemek istesemde çenemi tuttum. "Kusura bakma, tekrar hoş geldin. Mutfakta birkaç işim vardı. Sahi hangi rüzgar attı seni buraya?" dediğinde, karşıma oturduğunu gördüm ve ona tamamen dönüp konuşmaya başladım. -Aslında en son geleceğim yer burası ama başım dertte. Yardımınıza ihtiyacım var. Bu cümleleri söylerken aslında utanmıştım. Utanmamın sebebi de şuydu; onları araştıran kişi bendim, onların hayatlarını başkalarına söyleyen de bendim. Mecbur olduğum bir durumdan dolayı böyle bir şey yapmak hele ki o durumu karşımda oturan kişiye yapmak, gerçekten utanç vericiydi. Onlardan yardım istemek, ağaçlardan yardım istemek gibi bir şeydi. Şansımı denemekten başka çarem yoktu. Kabul ederler miydi? Bilemiyordum. "Konunun ne olduğunu bilmeden, kimse kimseye yardım etmez." dediğinde ona hak verdim ve bir süre sessiz kalarak söyleyeceklerimi toparlamaya çalıştım. -Yalçın Rauf. Küçükken beni yerden yere vuran adam. Kendisi kadın düşmanı da sayılır. O kadar kadınlardan nefret ediyor ki annem, babama hiçbir zaman kız çocuğun olacak diyememiş. Ben doğduğum zaman ise doktoru sıkıştırıp cinsiyetimi sormuş. Cinsiyetimi öğrendiği an beni kabul etmek istemedi. Anneme de beni yetimhaneye vereceğini söylemiş. Bu yüzden onunla bir türlü yıldızımız barışmadı. Barışacağını da zaten hiç düşünmüyorum. Neyse babamı da sana anlattığımda göre konumuza gelelim, bir cinayet yüzünden kendisi ve arkadaşı yurt dışına kaçtı. Yıllardır orada ikamet ediyorlar. Sabah Ahmet abinin araması üzerine öğrendim ki Türkiye'ye girişini yapmış. "Bu konuyla bizim ne alakamız var Mahfer?" dediğinde tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki, "En iyisi ben bir çay koyayım." cümlesini duyana kadar. Konuyu hemen değiştirmesine şaşırmaktan çok komik geldiğinden güldüm ve başımı iki yana sallayarak kendime onayı verdim. Bu işi Miraç kardeşlerle çözemeyecektim. Mahlas, beni mutfağa çağırdığında mutfağa ilerleyip sandalyeye oturdum. Elindeki kupaları masaya koyduğunda, dış kapının açılma sesi geldi. -Dediğim gibi, bana yardım etmeniz gerekiyor. Senden rica ediyorun Mahlas. "Ahmet Yıldırım sana neden yardım etmiyor?" diye soru sorduğunda direkt cevabı vermiştim. "Ahmet abi ile ne gibi bağlantın olduğunu bilmiyorum, bana soracak olursan da bilmekte istemiyorum. O yüzden bizi bu durumlar için hele ki senin bu planların için bizi buraya kadar gelip de rahatsız etme. Ne ben ne de kardeşim, sanki bizim başka derdimiz yokmuş gibi bir de başkalarının derdine koşamayız." -Fazla bileceğin bir şey de yok zaten. Ahmet abi beni babamın elinden alan o. Bunu bilsende olur bilmesende olur. Değişen hiçbir şey yok. "Neden bu konuyu bu kadar direttiğini anlamıyorum. Sana daha fazla bu konu hakkında yorum yapamam. Kendi başının çaresine baksan iyi olur. Sonuçta herkesin derdine sen koşup çaresine de sen bakıyorsun, öyle değil mi Mahfer?" dediğinde, yere bakmaya başlamıştım. Beklediğim cevap açıkcası bu değildi ya da beklediğim cevabın bu kadar ağır olacağını açıkçası kestirememiştim. Kendimi ona tamamiyle ifade ettiğimi düşünsem de karşı taraf için yeterli gelmediğini bu söylenen cümlelerden anlamıştım. Ona başka ne söyleyebilirim ki? Birisi bana karşı yardım etmek istemiyorum derse, onu zorlamaya hakkım kesinlikle yoktu. İç sesim; "Bazen zorladığın zaman her şey yolunda ilerler. Zorla güzellik yapacaksın." dediğinde, Mahlas'a dönüp konuşmaya devam ettim. -Mihlas geldi, kalkayım ben. Gene kovulma vakası yaşamak istemiyorum. Dediklerimi lütfen bir düşün istersen. Hatta Mihlas'a da danış ve bana geri dönüş yap. Mutfağın önündeki gölgeyi gördüğümde, Mihlas'ın kapıya yaslanmış bizi dinlediğini fark ettim. Mahlas'ın ona danışmasına gerek kalmamıştı ki zaten o, bana laflarını tek tek gocunmadan söylemişti. Açık açık söylediği sözlerden dolayı, umudum iyice kırılmaya başlamıştı. Umudumun kırıklarını toparlayıp ayağa kalktım ve son kez Mihlas'a baktım. Mihlas, dalga geçercesine bakışlarını bana attığında, yanlış kişilerden yardım istediğimi bir kez daha anladım. Çantamı salondan aldım ve arkamı dönmeden kapıdan dışarıya çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra Yağmur'un da dinmiş olduğunu gördüm. Temkinli bir şekilde yolu takip ettiğimde, bir sorun olduğunu görmemiş, bu da beni rahatlatmıştı. Sorunun nereden geldiği önemli değildi. Sorunun büyüklüğü, sorunun kimden çıkması benim için önemliydi. Ben bu yolu tek başıma yürürken, yaşayacağım zorlukları kabul ederek yürümeye başlamıştım. Telefonumu cebimden çıkartıp Ahmet abinin numarasını rehberden bulup aradığımda, hat direkt meşgule düşmüştü. Anladığım kadarıyla araştırmaları daha bitmemişti. Eve gitmek istemediğimden dolayı, merkeze gitme kararı aldım ve yönümü değiştirerek ana yola çıktım. Anayoldan duraklara geldiğimde, siyah arabanın yanımdan geçtiğini gördüm. Tedirgin olsamda arabaya tekrar bakmamaya özen gösterdim. Merkeze giden otobüsü son anda yakaladığımda durdurdum ve bindim. Yolların boş oluşu işime gelirken, merkeze de erken varmıştım. Çarşı kısmına yürüdüğümde, etrafı dikkatle inceliyor, insanların ne yaptığını dikkatle takip ediyordum. Ellerinde poşetler olan, çocukları ile vitrinlere bakan, yolun kenarındaki bankta oturup sohbet edenler, telefon ile konuşanlar... Bir dakika içerisinde ortamın analizini yapmıştım. Hem işimden kaynaklı, hemde geçmiş yıllardan kalan ki bu da babamdan kaynaklı böyle bir alışkanlığım vardı. Vitrinlere göz gezdirdiğimde, bir elbise görmüştüm. O elbisenin benim üzerimde olacağını düşündüğümde ister istemez gülümsedim ve oraya doğru ilerledim. İçeriye girdiğimde, elbise direkt karşımda dururken, yanına varıp elbiseye dokundum. Askısıyla birlikte yerinden çıkartıp üstüme tuttuğumda, çok beğenmiştim. Deneme kabini sorduğumda, sağ tarafımda kaldığını gördüm. Hızla deneme kabinine girip elbiseyi üstüme giyindim. Siyah uzun kollu, kalın kumaştan yapılmış, göbek kısmında bulunan penceresi, etek boyu da kısa olan bu elbise benim kalbimi çalmayı başarmıştı. Almaya karar verdiğimde, son kez aynadan kendime baktım ve kendime gülümsedim. Çok güzel gözüküyordum. Üstümü değiştirdim ve kasaya doğru yürümeye başladım. Çantamdan kredi kartımı çıkardım ve sıranın bana gelmesini bekledim. Beklerken de etrafı kontrol etmeye devam ediyordum. Telefonum çalmaya başladığında, elimdekileri bırakamadığımdan dolayı açamadım. Birkaç kez çalmaya devam ettiğinde, sıra bana gelmişti. Ödememi yaptıktan sonra poşeti elime aldım ve dışarıya çıkmadan telefonumu çantamdan çıkardım. Altı cevapsız çağrıyı gördüğümde, telaşlanıp etrafıma baktım. Kimse gözükmüyordu. Hemen Ahmet abiye döndüğümde, o da benim aramamı beklemiş olacak ki hemen açtı. "Mahfer, neredeysen hemen eve gitmen gerekiyor. Baban seni her yerde harıl harıl arıyor. Eve gittiğinde bana mesaj at, kapını pencereni kilitlemeyi unutma." dediğinde kalbimin sıkıştığını hissettim. -Bana Mahlas'ın numarasını bulabilir misin? Aniden çıkan bu cümlelerim, Ahmet abinin de şaşkınlığına gelmiş olacak ki bir süre cevap vermedi. Daha sonra onayladı ve telefonu kapattı. On dakika mağazanın içinde dolanıp durduğumda, telefonuma gelen mesaj ile odağımı mesaja verdim. Mahlas'ın telefon numarası yazıyordu. Arayıp aramamak arasında kalsam da aramaya karar verdim. Numarayı rehberime kaydettim, numaranın üstüne de basarak aramayı sağladım. Çalıyordu... "Alo, buyurun. Siz kimsiniz?" diye ses geldiğinde " Benim, Mahfer." demiştim. Derin bir ses alışı duyduğumda, gözlerimi kapatıp ne söyleyeceğini bekledim. "Numaramı nereden buldun diye sormayacağım, ne olduğunu soracağım." dediğinde ise olayı hızlıca özet geçtim. "Neredesin, yanında kimse var mı?" diye sorduğunda, hızlıca o da görüyormuş gibi kafamı iki yana sallayıp "Yok." dedim. "Bana konum at." dedikten sonra ben bir şey demeden telefonu kapattığında, ellerim titriyordu. Mesaj bölümüne girdim ve adresi yazıp yolladım. On dakika sonra; Mahlas ve Mihlas, mağazanın içine girmiş, etrafına bakındıklarında olduğum yerden ayrılıp onların yanına gittim. Mihlas bana bakıp göz devirdiğinde, neredeyse gözlerim dolacak, ağlamaya başlayacaktım. "Buradan çıkalım, bir yerlerde oturalım ve sen de bana neden burada tek başına olduğunu anlat." dediğinde hızlıca kafamı onaylamaz bir şekilde sallayıp, eve gitmem gerektiğini söyledim. Mihlas'ın "Eve tek başına gidemiyor musun Mahfer Rauf?" dediğinde, bir şey diyememiştim. Mahlas, Mihlas'ı susturduğunda, Mihlas etrafı incelemeye başlamıştı. İki dakika geçmeden, kaşlarını çattığında Mahlas'ın koluna vurup kafasını o tarafa doğru sallayıp bakmasını istedi. Ben de merak edip döndüğümde, karşımda babamı gördüm. O an hayatımın yıkılış günüydü. Elimdeki poşetin yere düştüğünü duyduğumda, irkildim ve bir adım geri gittim. Sadece ben ve babamın olduğu yer bembeyazken, diğer yerler karıncalanmıştı. Kafamı sağa sola döndüremiyor, kitlenmiş durumdaydım. Mihlas, kolumdan tuttuğu gibi dışarıya çıkarttığında, gözlerim buğulanmıştı. Hızlıca otobüs duraklarına vardığımızda, Mahlas'ın "Otobüsü bekleyemeyiz, koşmamız gerekiyor." dediğinde, hepimiz koşmaya başlamıştık. Koşmak özgürlük değil miydi? Neden ben özgür hissedememiştim? Sanki koşarken beni birisi geriye doğru çekiyor, düşmem için büyük savaşlar veriyordu. Sokağın başında vardığımızda, Mihlas'ın cümlesi ile şaşkınlığım ikiye katlanmıştı. "Bugün bizde kal. Yarın evine gidersin." Bu cümle, benim için çok değerliydi. Onu onaylayıp eve geldiğimizde, Mahlas anahtarı cebinden çıkartıp kapıyı açtı. Kapıyı kapattıktan sonra da kitledi ve nefes alışverişlerini düzenlemeye çalıştı. Hepimiz aynı durumdaydık, hepimizin nefes alışverişleri düzensiz, kimse kimseyle konuşamıyordu. Konuşmayı başlatan ilk kişi Mihlas olmuştu. Mihlas, eliyle koltuğu gösterdiğinde itiraz etmeden oturdum. Mahlas ise elinde tuttuğu poşeti bana uzattığında kısık sesle teşekkür ettim ve konuşmaya başladım. -Size çok teşekkür ederim. Özellikle Mihlas sana teşekkür ederim. Beni yarı yolda bırakmadın. "Bunun bir önemi yok. Daha yarı yolda kalacağın günler olacak. Sana tek bir soru soracağım, abimin numarasını kimden aldın?" dediğinde, "Ahmet abiden." demiştim. "Demek Ahmet Yıldırım sana numaramı verdi." diye bir ses duyduğumda, Mahlas'ın elinde tepsiyle içeriye geldiğini gördüm. Herkese su bardaklarını dağıttığında, o da Mihlas'ın yanına oturmuştu. -Mahlas istemezsen numaranı sile- "Şu an konumuz numara mı?" diye soğuk bir cevap verdiğinde, susma hakkımı kullanmıştım. "Abi, şimdi konumuz Mahfer değil, konumuz Mahfer'in babası. Eğer babası bizi tanıyorsa o zaman onu buradan kovarım. Biliyorsun ki yaparım." dediğinde, beynimden vurulmuşa döndüm. Babam, buraya gelmeden herkesi araştırmıştı. Mahlas ve Mihlas'ı da tanıyordu. Bunu onlara söylemek için ağzımı tam açmıştım ki Mahlas'ın eliyle beni susturduğunu gördüm. Susturması onların zararıydı. Daha fazla zarara uğramamak için hiddetle ayağa kalktım ve tam ortaya geçtim. -Beni bir dinler misiniz? Babam buraya gelmeden önce Ahmet abiden tutun, size kadar araştırdı. Mihlas bunu duyduktan sonra beni kovacaksan kov ama bunları bilmeniz gerekiyor. "Nereden biliyorsun babanın bizi araştırdığını Mahfer?" diyen Mihlas'ın yanına gidip bir dakika işareti yaptım. Telefonumun kilidini açtım ve Ahmet abiyle olan konuşmalarımıza girip Mihlas'a okutacağım yere geldim. Telefonumu Mihlas'a verdiğimde, Mahlas'a baktı ve onay istedi. O da onay verdiğinde, sesli bir şekilde okumaya başladı. "Mahfer, baban herkesi araştırmış. O yüzden ben de dahil, Miraç kardeşlerinin de dikkatli olması gerekiyor. Ne zaman buluşup onlara söylersin bilmiyorum ama en kısa zamanda onlara iletmen gerekiyor." "Abi ben sana ne dedim? Ben sana burada otururken aynısını söyledim. Bir kere ya bir kere beni dinlesen keşke. Şimdi ne yapacağız? Nasıl bir yol çizeceğiz?" sorusunu Mahlas'a soran Mihlas'a bakıp tebessüm ettim. Bu tebessümün sebebi ise, çok zeki olmasıydı. Kimsenin aklına gelmeyecek teoriler üretiyor, ürettiği teoriler de bir şekilde doğru çıkıyordu. -Mihlas sana akıl vermek gibi olmasın ama benim bir fikrim var. Telefonumun konumunu açacağım, siz de konumu göreceksiniz. Ben eve gideceğim. Eğer benim konumum, evden farklı bir yerde gösteriyorsa o zaman planlarınızı yapın. İkisi de sessiz kaldığında, Mihlas konuşmaya başladı. "Saçmalama, seni tehlikeye atacak kadar cani değilim. Öldürecek raddeye geliyorsam eğer o zaman caniyim." dediğinde gözlerim pörtlemişti. "Bana öyle şaşı balık görmüş gibi bakma, ortam dağılsın diye söyledim." dediğinde derin bir nefes almıştım. Mahlas kahkaha atmaya başladığında, ben de güldüm ve biraz da olsa rahatlama yaşadım. "Yemek yiyelim, ben acıktım abi." diyen Mihlas'a baktım. O da bana bakıp eliyle "ne var?" derecesinde salladı. Bir şey demeden yerimde sindim ve ortamı sessizce izlemeye başladım. Mahlas, mutfağa geçti. Mihlas da derin düşüncelere daldı ve ortam ölüm sessizliğine büründü. Telefonumun çalınmasıyla ortamdaki sessizlik dağıldı ve herkes salona tekrar toplandı. Telefonumun ekranına baktığımda, kaydedilmemiş bir numara olduğunu söylediğimde, Mihlas'ın "Sakın telefonu açma, konumunun açık olduğunu söyledin. Sen açtığın an konumunu sürerler." dediğinde ona hak verip masanın üstünde koydum. Bilmem kaçıncı çalış sonrası telefonu kökten kapattım ve mutfağa geçip yemeğimizi yedik. Etrafı ben toparlayacağımı söylediğimde, ikisi de canıma minnetmiş gibi salona tekrar gitmişlerdi. Etrafı toparladıktan sonra, mutfağa çıkan balkon kapısının önüne geldim ve perdeyi araladım. Sabahki gördüğüm siyah arabanın evin altında olduğunu görünce, korkum etrafa salınmaya başladı. Perdeyi hemen sonuna kadar çektim ve koşar adımlar ile salona geçip konuşmaya başladım. -Sabah ki siyah araba, evin altında. Şimdi ne yapacağız? "Ne mi yapacağız? Gidip ağzını yüzünü bir güzel dağıtacağız daha sonra da o buradan siktir olup gidecek." diyen Mihlas'a gülmek istesem de gülemedim. Sıkışıp kalmıştım. Evden çıksam, dışarısı bana zehir olurdu. Evde kalsam, evdekiler bana yük olurdu. Şimdi ne yapacaktım? Nasıl bir yol çizecektim? Çizeceğimiz ya da çizdiğimiz her yol, aslında önceden gidemediğimiz veya gitmeye cesaret edemediğimiz yollardır. O yolları korkarak değil, cesaretimizle yürümemiz gerekir. Bir yolu seçtiğimizde, onun yokuş olup olmadığına bakmak yerine, uzunluğuna bakmak gerekir. Her yolun engebesi zaten vardır, sonuç senin o engebeleri nasıl aşacağındır. Merhaba Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. |
0% |