@poncikss1234
|
"Kırıp dökmeyi severim, ne de olsa benim imzam vardır." Not; DİĞER BÖLÜMDEKİ BAZI DİYALOGLAR BURADA DA MEVCUTTUR. Olaylar başlamış, ne kadar geri kalmak istesem de haberim olmadan içine dalmıştım. Bunun tek bir sebebi vardı, abim. Bütün bunlar, herkese yardım etme gücünü şimdiye kullanmak istediğindendi. Mahfer gittikten sonra, mutfağa geçip masanın üstündeki kupamı elime aldım. Direkt çöp kutusuna adımlayıp gözümü kırpmadan onu attım. Mahlas bana bakıp ne olduğunu sorduğunda, kısa bir açıklama yapıp olayı kapattım. Abimin telefona gelen mesaj ile birlikte salonda toplandık ve o, sesli bir şekilde okumaya başladı. Mahfer, vedaya benzer bir mesaj atmıştı. Abimin bedeni burada olsa da ruhu kesinlikle oradaydı. Bir nevi haklıydı. Mahlas, Ahmet abinin numarasını bulup onu aradığında, diken üstü açmasını bekliyordum. Açtığında iki muhabbet edip Mahfer'in ev adresini sorduğunda, ilk önce nedenini sorsa da daha sonra babasının burada olduğunu hatırlayıp adresi Mahlas'a verdi. Telefonu kapattıktan sonra ikimizde oturup kısa bir konuşma yapmayı karar verdik. -Abi, Yalçın Rauf çok tehlikeli bir adam. Ona göre hareket etmemiz gerekiyor. Ev adresini aldığımıza göre, kesin Ahmet abi o evi buldu. Ya bir sıkıntı çıkarsa? O zaman ne yapmamız gerekiyor? "Sıkıntı çıkacak tek bir yer var, Yalçın Rauf'un o eve giriş yapması. O girişini yapmadan önce biz o eve giriş yaparsak, biraz da olsa tehlikeyi azaltmış oluruz. Hızlı hareket etmemiz gerekiyor." dedikleri doğru olsa da kafamda bir şey hala oturmuş değildi. -Biz şu an konuşuyoruz ama ya o adam şu an o evin içindeyse? Hemen çıkmamız gerekmiyor mu? Mahlas, kafasıyla onay verip odasına giriş yaptı. Ben de kapıları pencereleri kontrol edip dış kapıya geldim ve Mahlas'ı beklemeden dışarıya çıktım. Arkamdaki adım seslerini duyduğumda, durmadan ilerlemeye devam ettim. Merkeze doğru ilerlerken, detayları konuşmaya devam ediyorduk. Birkaç dakika içinde mesaj geldiğinde, Ahmet abinin evin adresini mesaj olarak attığını bana söylediğinde onu onaylamıştım. Bu işimize gelirken, evin bulunduğu sokağın adını abimden okumasını istediğim. Sağımda kalan tabelaya bakmıştım. Bilmeyerek doğru yere geldiğimizi söylediğimde kafasını sallamıştı. Bize yardım eden kimse yoktu. Bizim bizden başka kimsemiz yoktu. Biz, başkaları olmayacaktık. Herkesle herkes olduğumuzda, benliğimiz ne olacaktı? Teklik ya da çiftlik kavramımız yoktu. Ya hep tek olacaktık ya da hep çift olacaktık. Ben, sen, o diye bir şey yoktu. Ben ve biz vardık. Durmadan aynı yolları yürüyorduk. Aynı yollar neden hep aynı insanlara çıkıyordu? Farklı bir yolun birleşimi de mi aynı yolun ucuydu? Beyaz, gri renkteki apartmanın önünde durduğumuzda, demir kapının kapalı olduğunu gördüm. Zilin yanına vardığımda, herhangi bir zile basarak açmalarını bekledim. İlk zile bastığımda, açan olmamıştı. İkinciye bastığımda, kapı açılmış, biz de içeriye girmiştik. İkinci kattaki zili açtıysa, bizde ikinci kata çıkmaya karar vermiştik. Koyu kahverengi kapının yarım açık olduğunu gördüğümde doğru seçim yapmış olduğumuzu anladım. Tam karşımda telaşlı bir kadın vardı. Sesli bir şekilde, sanki başkalarının da duyacağını bize anlatıyormuşçasına Tuncay amca zırvalaması yaptığında, geç kaldığımızı düşünmüştüm. Mahlas'ın sağ gözünün seğirdiğini gördüğümde, omzuna dokunup destek verdim ve Mahfer'i dinlemeye başladım. Yukarısı boş olduğunu söylediğinde, hızla yukarıya çıktık. Paspasın altındaki anahtarı aldım, içeriye geçtikten hemen sonra mutfak balkonuna çıktım ve etrafı kontrol ettim. Ne de olsa kimseye güvenmiyordum. Mahlas'a gelmesi için el hareketi yaptığımda yanıma geldi. Aşağıdaki konuşmalar net olarak bize geliyordu. Bir şeyin fırlatılma sesi geldiğinde, Mahfer'in balkona çıktığını gördüm. Mahlas'a söylediğimde, eğilerek balkona baktı ve Yalçın Rauf'a yakalanmamak için duvara doğru saklandı. Benim saklanmama gerek yoktu. O, benim olduğum yerde yerin dibine girmesi gerekiyordu. Yalçın Rauf yukarıya doğru bakmaya başladığında, duvara yansıyan gölgelerimizi görmüş, Mahfer'e bir şeyler soruyordu. Mahlas da bunu duyduktan sonra demire tutunup aşağıya doğru eğildi ve demirin sesinden dolayı Yalçın Rauf'un dikkati tamamen bizim üstümüze çekildi. Yalçın Rauf ile göz göze geldiğimde, şaşkınlığı gözlerinden okunsa da fazla belli etmemek adına konuyu değiştirdiğinde, bende ona "Seni sikmek için geldim, ne de olsa sözün vardı." dediğimde, Mahlas'ın kahkaha attığını duydum. Mahlas, normalde bu tür yerlerde ben kahkahayı attığım zaman bana kızardı. O an anladım ki hiç de iyi şeyler olmayacaktı. Yalçın, bakışlarını bana kilitlediğinde, ona göz kırptım. Mahlas daha fazla dayanamamış olacak ki onlara doğru bir dakika işareti yaptı ve koluma dokunarak içeriyi gösterdi. aşağıya inmeye kararlı olduğundan bir şey demeden ona ayak uydurdum. Kapının kapalı olması nedeniyle içeriye girememiştik. Kapıyı çaldığımda, Mahlas elini yumruk yaptığını gördüğümde, "Abi, bana bırak." dedim. O da onay verdiğinde, Mahfer'in kapıyı açtığını gördüm. Daha fazla vakit kaybetmeden direkt içeriye geçtim ve balkona hızla vardım. Sırtı bana dönüktü. Ben de sırtına dokundum ve dönmesini sağladım. Baktığı an yüzüne kafayı gömdüm. Arkamda beni izleyen İkiliye de göz kırpmayı ihmal etmemiştim. Onun acı dolu inlemesi, bana zevk vermişti. Daha fazla insanların duymaması için yakasından tuttuğum gibi salona doğru sürüklemeye başladım. Yalçın Rauf'u tam ortaya bıraktıktan sonra, Mahfer'e bakmaya başladım. babasına baktığı için benim baktığımı görememişti. Öksürürcesine ses çıkarttığımda, irkildi ve dikkatini bana verdi. -Ahmet Yıldırım'a tekrar beni şikayet edersin değil mi Mahfer Rauf? Ne de olsa cinayetten teşebbüslük yapıyorum. Bana cevap vermemişti. Cevap vereceğini de düşünmüyordum. Kim benimle aynı denklikteyse onlar bana cevap verirdi. Yerde kıpırdanma hissetmiştim. Ayağa kalkmaya çalışan kişiye baktığımda, ona tekrar vurup bayılmasını sağladım. Mahlas ile Mahfer kendi aralarında konuşurken, Mahfer'in bir yere gittiğini gördüm. -Eğer bizi şikayet ederse, o zaman ölümlerden ölüm beğensin. "Dikkatli olmamız gerekiyor." diyen Mahlas'a cevap vermeden, Mahfer'in salona gelmesiyle dikkatimi ona vermiştim. Ahmet abinin gelmesini beklerken, Mahfer'e dönüp konuşmaya başladım. -Ahmet abi, benim dövdüğümü her halükârda öğrenecek. Ben onun gözünde biliyorsun ki mimli bir insanım. Eğer bana ya da abime bir şey yapmaya kalkarsa, o zaman babandan değil, benden kork. Mahlas'ın omzuma dokunması sonucu susmak zorunda kalmıştım. Daha ona neler neler derdim de sonuçta ortam çok da müsait değildi. Ben tehdit etmeyi değil, uygulamayı daha çok severdim. Söz uçar yazı kalır mantığını ben, söz uçar izler kalır mantığına çevirmiştim. Ahmet abinin yanımıza geldiğini gördükten sonra Mahfer'e birkaç soru sordu ve cevabını aldıktan sonra yerde yatan adama baktı. Bana bakmaya başladığında, Mahfer konuyu hızla değiştirdi ve bizim de gitme vaktimizin geldiğini Mahlas'a söyledim. Bu ortamda daha fazla kalmak istemediğimden dolayı direkt aşağıya indim ve abimin gelmesini bekledim. Ev; -O adamı öldürmeden çekip gittim ya, cidden bana çok koydu. Mahlas, gülüp "Nasıl güzel yüzünü dağıttın? Adamı yolda görsem tanımam." dediğinde, ben de gülmüştüm. -Bizim eve gelip de FBI ajanı gibi dolanmayacaktı. Aldı benden nasibini. Gavat herif. "Sen onu boş ver de bu iş bize dokunursa ne yapacağız?" diyen abime bakıp göz devirdim. Saçma soruları hiç bitmemişti. -Bize dokunmadı mı zannediyorsun? Herkes o adamı bırakıp bize saracak. Mahfer'den tek bir hareket bekliyorum. O da bizi bir kereliğine koruması. Yoksa ben ömür boyu hapis cezasına merhaba derim. "Öyle bir şey olmayacak. Ben de seninle gelirim. Hani birbirimizi yalnız bırakmayacaktık, ne değişti?" dediğinde, gerçekten de peşimden geleceğini biliyordum. -Abiciğim, canım abim. Sana uzun uzun konuşma yapmayacağım. Senden tek bir ricam var, o da şu; Allah rızası için bundan sonra her yardım istenildiğinde koşma. Bugünü atlattık diyelim, daha sonra sen yardım istediğinde, sana kim yardım edecek? Düşünceli görünen abimin yanına oturup ona sarıldım. Şu an ona bağırıp çağırmanın bir alemi yoktu. Ona destek vermem gerekiyordu. Benim desteğim, onun bana olan desteği hep diri kalmalıydı. Kardeşlik bağımız çok güçlüydü. O gücü simgeleyen aramızdaki bağlardı. Bir atomu altı parçaya ayırabilirsiniz, bizi de iki parçaya ayırabilirsiniz ama içimizdeki bağı ayıramazdınız. -Hadi kalk Mahlas Miraç, dışarıda güzel bir yemek yiyelim. Karnım gurulduyor. Esnaf Lokantası; -Abi bana bir buçuk porsiyon kebap, abime de aynısı olsun. Yanında da iki acılı şalgam ver. "On dakikaya hazır olur." dediği vakitte, havadan sudan konuşmaya başlamıştık. Normal yaşantımıza dönmenin şerefi üzerine keyfim yerindeydi. Yavaş yavaş servisler masaya konulduğunda, yemeğe başladık ve gerçekten de acıkmış olduğumu anladım. -Dışarıda yemenin keyfi de bir ayrı ya. Keşke hep dışarıdan yemek yesek. "Gene bakıyorum da mallığın tutmuş. Dışarıdan yiye yiye bidon gibi olacaksın." dediğinde, ağzının dolu olması onu komik gösterdiğinden, kahkaha atmaya başlamıştım. -İyi ki sadece benim abimsin, sen olmasaydın şu an ben Allah bilir hangi yolda olurdum? Mahlas, gözlerimin içine baktığında, ciddi bir şey söylemek için hazırlandığını gördüm. Yanılmıştım. "Pezevenk olur çıkardın. Senden beklerim." dediğinde, dudaklarımı büzdüm ve biberi ağzıma attım. Kebaplar geldiğinde, sessizleşip tabağa gömüldük. Bu olaylardan sonra kendimize vakit ayırmak gerçekten de iyi gelmişti. Umarım, daha fazla olay çıkmazdı. Hesabı Mahlas'ın ödeyeceğini gördüğümde, ona onay verip dışarıda bekleyeceğimi söyledim. O da başıyla onay verip kasaya gittiğinde, telefonumu çıkartıp saate baktım. Saatin sekizi gösterdiğini gördüğümde, kafamı yukarıya kaldırıp gökyüzüne baktım. Yağmur'un geleceğini Bulutlar haber verirken, ben de karşılamayı kabul etmiştim. Lokantadan çıktıktan sonra Yağmur'un çiselemesiyle hızlı adımlarımızı düşürdük ve Yağmur'un keyfini çıkarttık. Yolun kenarında kahve satan bir yer bulduğumda, Mahlas'a dönmeden oraya gideceğimi söyledim. Daha yeni yemek yedik dese de bu havalarda en sevdiğim aktiviteyi yapmamazlık olmazdı. Kahveleri aldıktan sonra bir tanesini ona uzatıp diğerini dudağıma götürüp bir yudum aldım. Bahçe kısmına geldiğimizde o da anlamış olacak ki adımlarımızı oraya çevirdim. Hızlanmaya başlayan yağmur, elimdeki sıcak kahvem ve oturacak bir bank... Normal insanlar gibi yaşamaya başladığımı düşündüm. Bu düşüncemi kafamdan sildim ve Mahlas'a dönüp konuşmaya başladım. -Mahfer'den haber var mı? "Bir haber yok, olmasını ister miydin?" dediğinde, tebessüm ettim. Mahfer'i neden merak edeyim ki? Bana iyi gelmeyen bir insanı merak etmek, benim huyum değildi. -Ben Mahfer'i değil, şaheserimi merak ettim. "Şaheserin eminim ki bir ay yataktan kalkamayacak. O yüzden onu merak etme." dediğinde, burun kıvırmış son yudumu kalan kahvemi içmiştim. "Kahveni içtiysen eve gidelim. Hasta olmanı istemem." dediğinde, bir şey demeden ayağa kalktım ve yandaki çöp kutusuna giderek elimdeki bardağı attım. Sokağın başına geldiğimizde, yollarda kırılmış cam şişelerini gördüm. Bastığım her camdan çıkan sese kulak verdiğimde , sanki bana bir şeyler anlatıyorlarmış gibi dinlemeye başladım. Mahlas'a dönüp konuşmaya başladım. -Yerdeki kırık camları görüyor musun? Hepsi gözükemeyecek kadar küçük ama gözükebilecek kadar da parlak. Bu sen de neyi çağrıştırıyor? "Her gözükmeyen küçük sorunların bir işareti vardır. Kimisi başlamadan parlamaya başlar, kimisi de onları yok ettiğinde parlamasını beklemeye başlar. Bana çağrıştırdığı şey tam olarak şu; İlk başta kendin parlamak istiyorsan, ışığını iyi seçmen gerekiyor." dediğinde hayranlıkla abimi dinliyordum. Bazen söylediği sözler o kadar düşündürücüydü ki gerçekten onları çözmek için bazen günlerimi veriyordum. -Kırık camları birleştirmediğimiz hâlde, kendimizi görüyorsak o zaman biz de mi kırılmışlar grubunda yer alıyoruz? "Kırıkları birleştirmeye çalıştığında, ellerini kontrol et. Yapıştıklarını gördüğünde, sana eşlik etmeye başlarlar. İşte o zaman anla ki ruhunun kırıkları, her zaman avucunun içinde saklıdır." Hem ne demiş Oğuz Atay; Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan; acıtır, konuşsan; kanatır." Eve geldiğimizde, duşa girmem gerektiğini düşündüm. Odama geçtim ve kıyafetlerimi ayarlayıp yatağın üstüne koydum. Banyoya girip kapıyı kapattım ve aynanın karşısına geçtim. Aynada kendime baktığımda, kendimi görmüyordum. Dışarıya çıkmak isteyen ruhum, bana aynadan el sallıyordu. İlk önce ellerime baktım, ellerimi yüzüme getirip yanaklarıma koydum. Sahi, bu gerçekten kendi benliğim miydi? Kendi benliğim bile bu kadar acı çekiyor muydu? Suyu ayarlayıp duşa girdim. Fazla kalmayı sevmediğimden suyu kapattım ve yanımda duran havluyu alarak belime sardım. Buğulu aynayı elimle sildim, son kez kendime baktım. Saçlarımdan akan damlacıkların yerle buluşmasını dinledim. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İçimde bir huzursuzluk vardı. Sanki yakalanacak korkusu, etrafımı sarmıştı. Kapıyı açıp odama geçtim. Üstümü giyindim ve odama bakındım. Odamda bir değişiklilik olduğunu sezdiğimde, çekmeceleri kontrol etmeye başladım. Masanın altındaki uzun çekmecemdeki iki tane dosya, yoktu. Sakin olmaya çalıştım, her yeri tek tek aradım. Lanet olsun ki hiçbir yerde yoktu. Salonun girişine geldiğimde, Mahlas'ın dosyaları okuduğunu gördüm. Korktuğum başıma gelmişti, yakalanmıştım. Mahlas, ağır ağır dosyaları masanın üstüne koydu, derin bir nefes aldı ve adımı bağırdı. Onu fazla bekletmemek adına, olduğum yerden ayrılıp karşısına geçtim. "Bu okuduğum dosyalar da neyin nesi? Ne karıştırıyorsun?" dediğinde, masanın üstündeki dosyaları elime alıp göz gezdirdim. Bu dosyaları hatırlamıştım. Mahfer'in Teşkilat planının hazırlanması, bizim de kabul etmeniz için yapılmış maddelerdi. -Önemli bir şey değil. Teşkilat planı vardı hatırlıyor musun? Ahmet abi ile buluştuk. O, bana verdi. "Önemli olup olmadığına sen değil, ben karar veririm. Ben anlamıştım zaten o gece senin bir boklar çevirdiğini. Hepsini şimdi dökül kardeşim." dediğinde, anlatmaya başladım. -Mahfer'in neden bizi araştırdığını merak ettim ve Ahmet abi ile bir buluşma ayarladım. Ahmet abi bana birkaç şey söyledi. Mesela, Mahfer Rauf aslında zorla bu işe dahil olmuş, babasının cinayetini araştırmak için bu işe girmiş. Tek başlarına olayları çözemedikleri için de bizden yardım istemişler. Biz de bilmeden kabul etmiştik. O, polis memurunun ölümünden sonra da bizden şüphelenmiş. Şüpheleri ortadan kaldırmak için de bana birkaç soru sordu. Hepsi bu. "Seni gece boyu beklerken, sen bunlara mı bulaştın? İnanamıyorum sana. Benim kardeşim gizli saklı bir iş yapacak kadar kendine güveniyor muymuş?" dediğinde, sinirlenmiştim. -Senin girmediğin ya da giremediğin mi demeliyim? Bu işleri ben düzeltmeye çalışınca böyle oluyor demek ki. "Bana, bir daha böyle bir cümle kurarsan seni yerden yere çarparım." -Çarpsana, seni kurtarmak için elimi taşın altına koyuyorum, sen ise o taşı bana atıyorsun. Yazık sana gerçekten. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdiğimde, karşımdaki aynaya sinirlenip yumruğumu geçirdiğimde, ortadan ikiye doğru ayrıldığını gördüm. Mahlas, sesi duyduğu an telaşla geldiğinde, önce bana daha sonra aynaya baktı. -Kırıldı, kırıldım, kırıldık. Hangisini yapıştıracağız, bana söylesene abi? Kırık camlardaki yansımama baktım, baktım... Her bakışım, küçük cam taneciklerini yere düşürürken ister istemez tebessüm ettim. Bundan çıkardığım anlam şuydu; Her bakışım, diğer insanlara aynı tepkiyi verdiriyordu. Benim karşımda küçük düşüyorlardı. -Bak abi, paramparça oldu. Ellerimde yansımalarını tutuyorum. Tıpkı avucumda saklanacak gibiler. Hiç konuşmadım, hiç konuşmadı. Konuşsak ne anlatabilirdik ki? Benim sakladığım şeyleri mi, yoksa onun bana azalan güvenini mi? Banyodan çıktığımda, odama geçtim. Yatağıma uzandım ve gözlerimi kapattım. Elimin haline bakmak istemiyordum. Salondan yükselen ses ile gözlerimi açtığımda, yatağımdan doğruldum. Odanın kapısının önüne gelip sesleri dinlemeye başladım. Mahlas, birisi ile tartışmalı bir şekilde konuşurken, olanları bir kenara bırakıp onun yanına gittim. "Eminsiniz değil mi? Evde yok. Gidebilecekleri yerleri biliyor musunuz, orayı aradınız mı?" gibi peş peşe sorular sorunca, Mahfer'in kaçtığını düşündüm. Telefonu kapattıktan sonra bana dönmeden konuşmaya başladı. "Biz evden çıktıktan sonra, Ahmet abi Mahfer'in babasını alıp emniyete götürmüş. Yetersiz deliller sonucunda serbest kalmış. O da bunu duyduğunda eski evine geri dönmüş. Dönmüş ama bir sorun var. Döndükten bir saat sonra hiçbir yerden haber alınamamış. O yüzden beni arayıp bilip bilmediğimi sordular." dediğinde, hemen mantığımı devreye soktum. -Sakince düşünmem gerekiyor. Merkezden burası otobüsle on dakika. Mahfer, oradan buraya on dakika da geldiyse, babası da o zaman diliminde karakoldan çıktıysa, babasının onunla karşılaşma gibi bir durumu olamaz. O, eve geldikten sonra haber alınamıyorsa, kimsenin bilmediği sadece kendisinin bildiği bir yere gitmiş olabilir. Ben öyle düşünüyorum. "Yalçın Rauf, buraya gelmeden önce her yeri araştırmadı mı? Senin dediğin gibi olsa, Mahfer'i girdiği delikten gene bulur. Kısacası onun kaçma gibi bir lüksü yok. Ya birileri onu kaçıracak, ya da kendi kendini babasına teslim edecek." dediğinde, kanım kaynamıştı. Madem olaylar beni içine çekiyordu, ben de onların içine girerdim. Sonuçta en sevdiğim şeyi yapacaktım. Kaos yaratacaktım. -Sana bir teklifim var. Mahfer'i biz bulup kaçıralım mı? O zaman kim bilebilir bizim kaçırdığımızı? Arayıp dursunlar, biz de hem Mahfer'in yanında oluruz hem de bazı gizli saklı işlerin gerçek yüzünü öğrenmiş oluruz. Ne dersin? İki kişiydim. Birisi iyiliği isterken, diğeri de kötülüğü istiyordu. Dengede tutmaya çalıştıkça terazim hep kötülüğe ağır basıyordu. İyiliğim, beyaz bayrağını çekmeye hazırlanırken, kötülüğüm hep zaferle izliyordu. Sonuç ne olursa olsun, ne yapmam gerekiyorsa yapayım, ben kötülüğün simgesiydim. Kabul etmem, onay verdiğim anlamına gelmiyordu. Sadece kabulleniyordum. |
0% |