@poncikss1234
|
Kısır döngüdeydim. Nereye dönsem, aynı tas aynı hamamdı. Yaşadığım, yaşattığım ne varsa bir benzeri daha karşıma çıkıyordu. Mekan, zaman ya da insanlar değişiyor, söylediğim her kelime ve anlamı da sürekli değişse de ben hep aynı kalıyordum. Sorun ben de miydi? Ben kendimi değiştirirsem, değiştirmeye çalıştığım şeyler değişir miydi? Ya da ben aynı kalsam, değiştirmeye çalıştığım şeyler farklılaşır mıydı? Duygu kavramı ben de yoktu. Birisine sevgi beslemek ya da ona ilgi duymak, bana saçma geliyordu. Önce kendini sevmeye başla daha sonra başkalarını sev mantığı ile ilerlediğimde, benliğim, daha çok ön planda oluyordu. Bu durumu benimsemiştim. Yalan dolu sevgiler ile kendimi kandıramazdım. Yatağımın örtüsünü düzelttim, son olarak da odamın pencereni açtım. Düne göre hava daha iyi durumdaydı. Oksijenin odama yayıldığını, ciğerlerimdeki yanma hissiyatı ile doğrulanmış oldum. Her kapalı pencere, bir gün sonsuza kadar açılır. Dünkü yaşanan olaydan sonra Mihlas ile konuşmamıştık. İkimiz de gergin, ne söylersek söyleyeyim iki taraflı da yanlış anlama durumu olacağından böyle uygun görmüştük. Odamdan çıktım. Salona geçtim ve salonun pencerelerini de sonuna kadar açtım. Evin havası birden değişince, o an anladım ki bizler de hemen değişebiliriz. Dışarıyı izlemeye başladım. Dirseklerimle kendime güç dayanağı yaptım ve biraz aşağıya eğildim. Gözlerim bir sağa bir sola doğru hareket ederken herkesin rutin işler yaptığını gördüm. İşten eve, evden işe ya da markete gidiyorlardı. Ses duyduğumda, Mihlas'ın salona geldiğini anladım. İstifimi bozmadan sadece göz ucuyla ne yaptığına baktım. Televizyon ünitesinin üstündeki şarj aletini aldı, koltuğun sağ tarafındaki prize taktı ve oraya oturarak telefonu ile ilgilendi. Biraz önceki ciğer yanmam artmaya başlarken derin ve sesli soluklar almaya başladım. Sanki birisi göğüs kafesimi kırmış da akciğerlerime batırıyormuş gibiydi. -Mihlas, su. Konuşamıyordum, onun da duyduğundan emin değildim. Destek almaya çalışırken, Mihlas ile göz göze geldik. Uzandığı yerden fırladı, beni kendisine yaslayarak koltuğa oturttu. Gözlerimi açamıyordum. Mutfaktan dolap açılma sesleri geldiğinde, su getireceğini anladım. Elimi göğsüme bastırdım, geçmesini bekledim. Suyu bana uzattığında, elinden almaya çalıştım. Ellerimin titremesi yüzünden su bardağı, zangır zangır titriyordu. Yavaşça suyu bana içirdi, endişe ile yüzüme bakmaya başladı. Endişe... Hazırlıksız yakalandığımız bir duyguydu. Ne sen onu hayatında istersin, ne de o senin yakanı bırakırdı. Sonuçta:"Yaşamamızı ölüm kaygısıyla, ölümümüzü de yaşama kaygısıyla bulandırıyorduk." "Hastaneye gitmemiz gerekiyor. O yüzden taksi çağıracağım." dediğinde, onay vermesem de Mihlas taksiyi çağırmıştı. Hastane; Tekli odada yatarken, doktorun gelmesini bekliyordum. Akciğer grafiği çekilmiş, sonuçları çıkana kadar da burada müşahede altında kalmıştım. Doktor geldiğinde kendimi toparladım. Ellili yaşlarda olan adam, ciddiyetle bana baktığında, sonuçların çok da iyi çıkmadığını anladım. Elinde tuttuğu pembe dosyadan kafasını kaldırıp boğazını temizledi. Merakla onu dinlemeye başladım. "Sonuçların elimde Mahlas. Sana diyeceğim şu ki çok da güzel sonuçlar değiller. Sağ akciğerin, sol akciğerine göre daha küçük. İleri ki zamanlarında sana çok büyük bir risk verir. Senden tek istediğim stres yapmaman. Her gün bir saatliğine yürü, bol bol ağaçlı alanlara gir. Kendine bir zaman dilimi seç ve o gün nefes egzersizi yap. Akciğerini böyle böyle toparlamaya çalışalım. Birkaç gün böyle ağrı hissedebilirsin. Endişelenme. Baktın olmuyor, ilaç tedavisine başlarız. Şimdilik diyeceklerim bu kadar, geçmiş olsun." dediğinde, teşekkür ettim ve kafamı yastıkla buluşturdum. "Abi doktorun dediklerini duydun. Kesinlikle stres yapmayacaksın. Hiçbir olaya da dahil olmayacaksın. Anlaştık mı?" dediğinde, kafamı sola çevirdim ve koltukta oturan Mihlas'a baktım. -Peki ya sen ne yapacaksın? Ben bu hâldeyken olaylardan uzak kalacak mısın? Bir şey demeden kafasıyla onay verdiğinde, nedense inanmamıştım. Her söz verdiğinde altında kesinlikle bir şeyler çıkıyordu. -Buna inanmamı bekleme. Bana çok söz verdin Mihlas, sözlerinin kaç tanesini tuttun? Sen söylemeden ben sana cevap vereyim, sıfır. "Abi ne demişler; "Geçmişin keşkeleri ve geleceğin endişeleri şu anımızı çalan iki hırsızdır." Şu an bunları konuşmak için erken. Ben senin yanında olacağım ve kendimin üzerine yemin ederim ki sensiz hiçbir şey yapmayacağım." dediğinde, gözlerimi açıp kapattım. -Git, doktor ile konuş. Buradan çıkmak istiyorum. Ev; "Abi, bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sorduğunda düşünmeye başlamıştım. Aklıma bir şey gelmediğinde yok diyip kestirip atmıştım. -Dünkü konuyu tamamen kapatıyorum. Bir daha da böyle bir şey yakalamak istemiyorum. Diğer yaşadığımız olayları da bir kenara bırakıyorum ve sakince bir yaşam sürmeye başlıyoruz. Tamam mıdır? Uzun uzun baktı. İçindekileri dışa aktarmak için kendisine izin verdi ve konuşmaya başladı. Ağzından çıkan her bir kelime, kalbimin ağrımasana sebep oluyordu. "Her durumu tek başına halledemezsin. Sırtındaki yüklerin hepsini kendi başına taşıyamazsın. Soracak olursan, yaptıklarımdan pişman değilim. Bir daha olsa bir daha yaparım. İşin içinde hepimizin hayatı var. Küçüklükten bu yana hep sorumluluk sen de. Bilmiyormuş gibi davranmaya çalışsam, vicdanım buna el vermiyor. Vicdanım buna el verse, merhametim buna müdahale ediyor. Ben, ne yapmam gerektiğini inan ki bilmiyorum. Engellerim, engel olmaktan çıksa da pürüzleri hâlâ duruyor." dediğinde, ilk defa bu kadar uzun konuştuğunu duydum. Kalbimin sıkışma hissi devam etse de bunu umursayacak kadar kendimde değildim. Kendimi her anlamda dinlemem gerekiyordu. Kendime soracağım soruların cevaplarını merak ediyordum. Simsiyah karanlığın içine gömülüp kendime, kendimi açmam gerekiyordu. Sorularımın cevaplarını almadan, bırakamazdım. Doğru ya da yanlış, fazla ya da eksik hiç önemli değildi. -Ben odama geçiyorum. Sen de kendine bir şeyler hazırla. Uyuyakalırsam da kesinlikle dışarıya çıkmıyorsun. Bir şey olursa da yanına gelirim. Anladığını düşündüğüm için ona bakmayıp salondan çıkıp odama vardım. Açık olan pencereye göz ucuyla baktım ve kapatmadan yatağıma geçtim. Etrafın karanlık olması beni nedensizce rahatlatırken, sorularıma başlamam gerektiğini düşündüm. İlk önce ne sormam gerekiyordu? Ben kimim, benim varlığım diğer insanlara ne gibi yararlar sağlıyor, hayattaki amacım ne? Bu sorular tabii ki de hemen cevaplanacak sorulardı. Peki cevaplanamayacak sorular nasıldı? Tek bir soru vardı. Yaşamdaki en büyük amacım neydi? Sorularımın cevaplarını alamadan kapı hiddetle açıldığında, kapının açılma sürati yüzünden duvara çarpmıştı. Mihlas, odanın ışığını yaktı ve kapıda Mahfer'in olduğunu söyledi. Şaşırmıştım. Ayağa kalktığımda, nefesim daralsa da umursamadım ve kapıya geldim. Ona baktığımda, gerçekten dağılmış olduğunu gördüm. İçeriye geçirdiğimde, önce bana sonra Mihlas'a baktı ve Mihlas'tan onay istedi. Mihlas eliyle salonu işaret ettiğinde, minnet dolu bakışlarını attı. Hepimiz oturduk ve sessiz kalmayı tercih ettik. İlk konuşan kişi Mahfer olmuştu. " Fazla bir zamanım yok. Size gelmemin nedeni, merak etmiş olmam. Çünkü babam, karakoldan sonra size uğradığını söyledi." dediğinde ise Mihlas "Baban bize uğramadı, seni denemiş olabilir." dediğinde, Mahfer düşünceli bir şekilde kafasını sallamıştı. "Benim merak ettiğim bir durum var. Biz evden çıktıktan sonra ne oldu?" diye soran Mihlas'a bakmıştım. O, gözlerini tamamen Mahfer'e odaklanış, alacağı cevabı bekliyordu. "Siz evden çıktıktan sonra, Ahmet abi babamın ayılmasını beklemeden karakola götürdü. Ben de bu fırsattan istifade bir yolunu bulup kaçmayı başardım. Eski evime gittim ve orada saklanmayı düşündüm. Alanım çok geniş olmadığından dolayı sadece bir gün orada kaldım. Babam, karakoldan çıktıktan sonra merkezdeki eve uğramış, benim olmadığımı görünce de bütün yeri birbirine katmış." Mihlas'ın "Peki baban şu an nerede?" dediğinde, ben de merak etmiştim. Mahfer başını eğerek "Buradaki evimde beni bekliyor. Markete çıkacağım diye evden ayrıldım. Size geldim." dediğinde, Mihlas başıyla onay verdi ve ona doğru eğilerek konuşmaya başladı. "Sana bir teklifim var. Bu teklif tabii ki de karşılıksız olmayacak, onu da baştan diyeyim. Birincisi, birkaç haftalığına İstanbul'dan ayrılalım. Sadece sen, ben ve abim bu planı bilsin. Telefonları tamamen kapatalım. Senin durumun biraz rahatlayınca da sonsuza kadar yollarımızı ayıralım. İkincisi; yollarımız tamamen ayrıldıktan sonra, peşimizi bırakacaksın. Adımızı dahi aklından sileceksin. Anlaştık mı, kabul ediyor musun?" Çaresizdi. Çaresizliğini iliklerine kadar hissetmiştim. Bazen böyle olması gerekiyordu. Bir durumdan kurtulmak için tamamen her şeyden vazgeçmesi gerekiyordu. -İstanbul'dan ayrıldık diyelim, nereye gideceğiz? Buradan başka bir yere hiç gittik mi, oradaki insanları tanıyor muyuz? "İnsanları tanıyıp tanımamak önemli değil. Buradaki izimiz zaten hep göz önünde olacak. Sadece bu konuyu düzeltmek adına buradan ayrılacağız. Her şey yoluna girdiğinde. Herkes yoluna bakacak. Değil mi Mahfer?" dediğinde, Mihlas'a bakıp gözlerimi büyüttüm. Şu an bunun sırası değildi. -Ne zaman gidiyoruz bay çok bilmiş? Ona göre hazırlık yapmamız lazım. Mahfer güldüğünde, Mihlas da bu cümleye şaşırmıştı. Normalde ciddi ortamlarda asla böyle konuşmazdım. Ortamın dağılması gerekiyordu ki, strese girmemeliydim. -Siz gün belirleyin, ben de odama geçip hazırlık yapayım. Elimin altında olsun. Onların cevaplarını dinlemeden odaya geçip gardropun kapağını açtım. Zaten tek bir renkte sıralanmış kıyafetlerimi yatağın üstüne koydum ve büyük el çantasına yerleştirdim. Gerekecek olan malzemeleri seçip ayırdım ve işim tamamlayınca da fermuarı kapattım. Mihlas, odama geldiğinde "Gece yarısı çıksak, senin için uygun olur mu? Nasıl hissediyorsun kendini?" dediğinde, omzuna elimi koyup cevabını verdim. -Ben iyiyim de bir sorunumuz var. Mahfer'in eşyaları ne olacak? Birimizin onunla gidip eşyalarını toparlaması için yardım etmesi gerekiyor. Sen, benim yerime gider misin? Kabul etmeyeceğini düşünmüştüm ama öyle olmadı. "Ben ona söyleyeyim." dediğinde, bir şey demedim ve banyoya girdim. Kapının sesini duyduğumda, çıktıklarını anladım ve Mihlas'ın eşyalarını toplamaya başladım. Otobüs terminali; Bilet kontrolünde sıra beklerken, etrafımıza bakmayı da ihmal etmiyorduk. Ne de olsa her başlangıcın bir engeli vardı. Koltuk numaralarına baktığımda, Mihlas ile ben yan yana, hemen yan tarafımızda kalan tekli koltukta da Mahfer oturacaktı. Mihlas, sigarasını söndürdükten sonra, oturmamız gerektiğini söyledi. Fazla dışarıda kalmanın doğru olmadığını düşündüğümden ona katıldım ve hep beraber otobüse bindik. Yeni bir serüvene girmiştik. Serüvenin basamaklarını çıkmak hiç de kolay olmayacaktı. Zoru seven bir insan, engelleri de severdi. Otobüs hareket etmeye başladığında şu anlık bir sorun yoktu. Sorunun nereden çıkacağı değil de ne zaman çıkacağı benim için önemliydi. Zamansız yakalandığım her durumu, zamanı durdurarak halletmem gerekiyordu. Mihlas ile kendi aramızda hastalığımı konuşurken, Mahfer de duymuş olacak ki endişeyle bin bir türlü soru sordu. Tek tek cevap vermek istemediğimden, "İyiyim." diye geçiştirdim. -Siz eve nasıl girdiniz? Baban evde değil miydi? Mihlas'ın dudakları kıvrıldığında dövdüğünü düşünmüştüm. "Mahfer'in yeni evine gittik. Eşyaları oradaydı. Babasının haberi yok." dediğinde rahatlamıştım. İki saat sonra, mola terminali; Bacaklarımın uyuşukluluğunu geçirmek için aşağıya indim. Mihlas ve Mahfer beni yalnız bırakmamak adına onlar da indiğinde, "Kavaklı Mola Terminali" adındaki cafeye giriş yaptık. Hepimiz birer çay aldık ve ılık havanın bize eşliliği ile içmeye başladık. -Benim merak ettiğim bir unsur var. Belki Mihlas'ın da aklına gelmiştir ancak söylemek istememiştir. Ben sormak istiyorum, cevap vermek zorunda değilsin. Babanın cinayetten kaçtığını söylemiştin, öyle hatırlıyorum. Yanlışsa düzelt. Baban, cinayet işlediğinde birilerinden yardım aldı mı? Mihlas ile önceki konuşmalarımızda teoriler yapmıştık. Bu teorileri şimdi açığa çıkartmak zorundaydım. Çünkü, bu olaylar tamamen bittiğinde, bir daha görüşmeyecektik. "Evet, doğru hatırlıyorsun. Babamın bir arkadaşı vardı. Hiçbir zaman ismini bize söylemezdi. Yurt dışına çıkmadan önce hep onunla dışarıya çıkar, sabahlara kadar beraber takılırlardı. Babanın sevgilisi Sevil, babamın yakın arkadaşıydı. Babam, Sevil'i babanla tanıştırdı. Daha sonra zaten olaylar başlamış oldu. -Bir dakika, bir dakika. Babanın arkadaşı Sevil ise, sen de onu tanıyorsun. Hadi tanımıyorsun diyelim, baban ile babam o zaman nereden tanışıyor? Hiç ismini vermediği adam, babam olabilir mi? Molanın bittiğine dair muavin bizi uyardığında, sorumun cevabını alamamıştım. O kadar karmaşık bir hâle gelmişti ki düğümü düğümlüyorduk. Ya babam ile babası birlikte organize olup, annemi öldürdüyse? Ama daha önceden Ahmet abi ile Mahfer bunun cevabını vermişti. Babam katil değildi. O zaman tek bir seçenek kalıyordu. Onun babası, benim annemi öldürmüştü? Peki nasıl olmuştu? Yalnız kalmaya vakit bulduğumda, bu konuyu tamamen masaya yatıracaktım. Gerek Mihlas ile gerek kendimle konuşup bu olayı çözecektim. İç içe geçmiş bütün düğümü kendi ellerimle çözmeye çalışacaktım. Ellerim Kanasa bile durmayacak, çözene kadar pes etmeyecektim. Hedefime ulaşacak, zaferimi elde edecektim. En önemlisi de İçimdeki kin ve nefretimiz sönmeye mahkum olacaktı. Olayı kapatmış gibi yaptım ve masadan kalkıp otobüse bindim. Bir dakika içinde hareket ettiğinde, istemsizce nefes alışverişimi kontrol etmeye başladım. Akciğerlerim, zonkluyordu. "Şu an bir şey olmasın, daha sonra." diye tekrarlıyordum. Muavinin bize yaklaştığını görünce, su istedim. Mihlas, hemen anladığında sakin olmamı istedi. Bu durumda nasıl sakin olabilirdim? Aylarca annemin katilinin kızı ile beraberdim. İç sesim devreye girdiğinde beynimdeki sesler bir anda uçup gitmişti. "Kaderinin sana ne yazdığını bilemezsin. Yazılan her kelimeyi yaşaman gerekir. Bazen hüzün, bazen endişe, bazen kızgınlık... Bunlar sana hep imtihandır. Bir şeyi ne kadar çok istiyorsan, o senin imtihanındır. Bunu sakın unutma Mahlas Miraç." dedi ve beni cümlelerin ağırlığıyla baş başa bıraktı. -Uyumak istiyorum. Uyuduğumda her şey geçer mi? Sonsuzluğa giriş yapabilir miyim? Ne dersin kardeşim? Mihlas, ilk defa üzüntülüydü. Herkesin gizli olan duygularını açığa çıkartıyordum. Bu aslında iyi bir şeydi. Sakladığımız onca şeyi artık içimizde tutamazdık. Uyumak istiyordum. Uyursam, ruhum ile buluşur muydum? İstediğim gibi konuşabilir, sorularımın cevaplarını alabilir miydim? Kendime aşıladığım bu zehri, ruhum şifalandırabilir miydi? Zaman durdu, gözlerim kapandı ve karanlığın en derinliklerine haps oldum. Demir parmaklıklar ardında yatan küçük bir çocuğu gibi savunmasızdım. Sahi, gerçekten de böyle miydim?
|
0% |