Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17-Biten Masalın Hoşça Kalı

@poncikss1234

"Ellerimden kayıp gidenleri tutmaya çalışmıyorum. Arkalarından el sallayarak uğurluyorum."
-Mihlas Miraç

"Yaslandım arkama doğru, beni tutacak kişiye baktım. Bir kişi vardı, o da hep yanımdaydı."
-Mahlas Miraç

Günümüz, Mihlas Miraç'ın anlatımıyla;

Planım tam takır işliyordu. Bunun için kendimle gurur duyuyor, başarıma başarı katıyordum. Her planda olduğu gibi ufak tefek pürüzler çıksa da onu törpüleyeceğimden hiç şüphem yoktu.

Abim. Hayattaki en değer verdiğim kişi. Ona bir şey olursa, ne yapacağımı gerçekten hiç bilmiyordum. Gözlerimin önünde kendisiyle savaşmaktan yorgun düşmüştü. Yaşadığı, yaşadığımız ne varsa hepsini kendisi üstlenmişti. Bitap halini görmek beni çok üzüyordu. İyileşeceğini hep kendime hatırlatsam da bunun diğer tarafı da vardı. ya ölürse, o zaman ne olacaktı?

Korku... Bütün duygunun karışmış haliydi. Yaşadığım şey duygu karmaşası mıydı? Hani derler ya "Korkunun ecele faydası yoktur." ya ecel kapımızda bekliyorsa? Abim bunu hissediyor mudur? "Etrafa korku salan adama, korku yakışmaz."

Bunları düşünmenin erken olduğunu kendime söylediğimde, muavinin "Hepinize geçmiş olsun. Burada inecekler valizlerini alabilirler." dediğinde, abimi uyandırmaya çalıştım. O kadar yavaş hareket ediyordu ki bir ara nabzını kontrol etmiştim. Uyandığında, etrafına bakındı ve gözlerini tekrar kapatıp açtı. Kendisine tamamen geldiğinde, "Geldik mi?" diye sordu. Ona kalkması için yardım ettim ve Mahfer'e de önden çıkması için işaret yaptım. O da anladı ve bizi beklemeden aşağıya indi.

Aşağıya indiğimizde etrafımıza baktık. Antalya'ya gelmiştik. Antalyanın havası, İstanbul'a göre kat ve kat sıcaktı. Şimdiden bunalmaya başlamıştım.

-Oranın havasına bak bir de buranın havasına. Ne değişik illerimiz var.

Soruyu sorduktan sonra Mahlas gülmeye başlamış, bana bakıp "Hiç gelmediğimiz için olabilir mi? İlk defa köyden şehire gelen insanlar gibisin." dediğinde tebessüm etmiştim. Kalın gövdeli ağacın altında bizi bekleyen Mahfer'i gördüğümde, onun yanına gittik. Telefonuyla ilgililenirken kaşlarımı çatmıştım.

"Ayarladığımız oteli aradım. Bir saate bizi bekliyorlar. Erken gidelim de dinlenelim." dediğinde, telefonunu işaret ettim. O da anladığına dair mırıldandı ve çantasına attı.

Terminalin hemen yan tarafında bulunan taksi duraklarını gördüğümde, elimle işaret edip bakmalarını sağladım. Boş taksiyi gördüğümde, adamla selamlaşıp arabaya bindik. Mahfer, notlarından adresi okuduğunda, adamın kaşlarının çattığını gördüm.

-Abi bir sorun mı var? Yüzün değişti.

Adam, yolun kenarına arabayı park ettiğinde, dörtlüleri yaktı. Merakla onu izlediğimizde bize doğru kendini çevirdi ve konuşmaya başladı.

"Sizin gideceğiniz yerde otel yok. O yüzden şaşırdım. Orası boş bir arazi ve hiçbir insan oraya bilerek gitmez. Sizi kandırmış olabilirler." dediğinde, ister istemez dişlerimi sıkmıştım.

-Abi, senin bildiğin bir yer var mı? Bizi oraya götürür müsün?

Adam düşündü ve kafasıyla onay verip yola çıktı. Mahlas'a döndüğümde, dışarıyı seyrediyordu. Bir eli göğsündeyken, bu görüntü nedense içimde huzursuzluk yaratıyordu. Göğsündeki elini tuttum ve bana bakmasını sağladım.

-Ben yanındayken elin göğsünde olmasın. İçim gidiyor.

Mahlas, duydukları karşısında şaşkına dönmüştü. Nefes aldı ve elini elime sardı. Mahfer bize hüzünle baktığında, ona başımı salladım ve yüz ifadesini değiştirmesi gerektiğini söyledim.

İki dakika sonra uzun bir binanın önüne geldiğimizde, adam gerekli bilgileri bana söylemiş, elime de kartı verip bir şey ihtiyacımız olduğunda aramamızı istemişti. Ona teşekkür ettikten sonra ücreti uzattığımda kabul etmedi. Ben de üstelemedim ve hepimizin arabadan indik. Birkaç saniye içinde gözden kayboldu ve biz de karşımızdaki beyaz renkteki otele girişimizi yaptık.

Uzun koridoru, beyaz ışıkları, yanda duran resepsiyon, uzun koridorun sonunda hem sağ hem de sola ayrılmış merdivenler vardı. Resepsiyona vardığımızda gerekli işlemleri halledip odalarımızı öğrendik. Ben ve Mahlas aynı odadayken Mahfer hemen karşımızdaki odada kalacaktı. Üçüncü kata çıktığımızda oda numaralarını kontrol edip odamızı buldum.

-Mahfer, bir şey olursa çekinmeden odamıza gel.

Kötü yaklaşmamın sırası değildi. Biraz da normal insanlar gibi davranmam gerekiyordu. O da tebessüm ederek "Düşüncen için teşekkür ederim. İyi geceler." dedi. Bir şey demeden odanın kapısını kapattım ve ilk önce pencereleri açtım. Mahlas pencerenin önüne geçtiğinde, ben de yanında durup onu izledim. Düzenli bir şekilde nefes alıyor, göğüs kafesi balon misali şişiyordu. Birkaç dakika böyle yaptıktan sonra, üzerini değiştirdi ve banyoya girdi. Ben de üstünü değiştirdim ve yatağa oturup yarını düşünmeye başladım.

Telefon sinyalinden bizi bulamazdı. Bizi takip etseydi, otobüsü durdururdu. Arkamıza adam taksaydı fark ederdik. Bunları düşündükçe daha da düşünesim geliyordu. Ellerimi şakaklarıma götürüp masaj yapmaya başladım.

Mahlas banyodan çıktıktan sonra o da yatağın üstüne oturdu. Onunla konuşmak istiyordum. Mahfer'e neden açık uçlu sorular sorduğunu öğrenmem gerekiyordu.

-Abi, mola verdiğimiz zaman Mahfer'e dediklerin neydi öyle? Bilerek ağzından laf almak için mi yaptın, yoksa kafandaki birleşmemiş puzzleleri mi birleştirdin?

Yanaklarını şişirip baktığında, şişmiş yanağına hafif bir tokat attım. Yanağından çıkan sesi duyduğumda kendimi tutamayıp kahkaha attım. Benim gülüşüm, o sesten daha komik olacak ki Mahlas da gülmeye başlamıştı.

"Mahfer'in babası ile bizim babamız tanışıyor Mihlas. Kafamdaki düşünce ile onun söylediği cümleler birbirlerini destekliyor. Onun babası yurt dışındayken, Sevil babamla birlikteydi. Babam yurt dışına çıktığında demek ki Yalçın Rauf ile birlikte tüm zamanlarını geçirdiler. Onun oturma izni bitti, Türkiye'ye geldi. Türkiye'ye geldiğini duyan babamız da buraya eninde sonunda gelecek. O zaman gör buranın karmaşıklığını." dediğinde, doğru söylediğini belirttim.

Dediği her şey birebir uyuyordu. O zaman neden babamın katil olmadığını söylemişlerdi? Babamı öldürürsem, işe yaramaz diye mi düşünmüşlerdi? Onun varlığı ne ki yokluğu olsun diye düşünmeden edemedim.

-Mahlas bugün yoruldun. Sabah da erken kalkmamız gerekiyor. Şimdi yatalım, sabah da kahvaltıya ineriz.

Mahlas'ın uykulu sesi geldiğinde, onu rahatsız etmemek adına yandaki prize dokunup ışıkları kapattım. Pencereden yansıyan ışığı da perdeyle kapatmak için ayağa kalktım. Yavaş adımlar ile ilerlerken ışığın yön değiştirdiğini gördüm. Eğildiğimde, sadece bir tarafı görebiliyordum. Oyalandığımı hissetmiştim. Kapının aniden açılmasıyla birlikte direkt oraya dönerken, karanlıkta seçememiştim. Yavaş ve sabırlı adımları her geçen saniye yanıma gelmek üzere atılıyordu. Onu bekletmemek adına üç adımda karşısına geçtim. Mahlas, sesleri duyduğunu belirterek yarım ağızla konuştu ve ışığı yaktı.

Odanın birden aydınlanması yüzünden gözlerimi kırpıştırıp karşımdakine baktım.

Yalçın Rauf...

Bizi bulmuştu. Bizi bulmuştu ama Mahfer'in burada olup olmadığını bilmiyor gibiydi. Tehditkar bakışlarını bana attığında, yüzümü buruşturdum. Bu bakışlar ile beni korkutmaya çalışmak komik bir durumdu.

-Senin ne işin var burada? Ne için geldin, keyfimizi bozmak için geldiysen şimdiden söyleyeyim, seni dövmekten beter ederim. Uza şimdi.

Küçük kahkaha sesi geldiğinde yüzüne bakmaya devam ediyordum. "Beni dövmekten beter edecekmiş, güleyim de boşa gitmesin." dediğinde, bu sefer ben kahkaha atmaya başlamıştım.

-Balkonda öyle demiyordun? Ne değişti Yalçın Rauf?

O zamanları hatırlamış olacak ki birden ciddileşip tişörtümün yakalarını tuttu. Kulağıma eğildiğinde, ne diyeceğini dört gözle bekliyordum.

"O bir kereliğine mahsustu. Sen konuştun, ben dinledim. Sıra bana geldi. Ben konuşacağım, sen dinleyeceksin. Anlaştık mı, Mihlas Miraç?" dediğinde, ellerimi yumruk haline getirdim. Mahlas tetikte beni izlerken, bir şey yapmıyordu.

-Senin son konuşmaların olacak Rauf. Benden söylemesi. O dilin varya fazla uzamadan bir bakmışsın ki elinde. Ne güzel olurdu değil mi?

Ayağıma basmaya başladığında ellerimi omzuna koyup ittirdim. Sabrımı sınıyordu, sınanacaktı. Yerinde durduğunda, her hareketini izliyordum. Televizyonun yanındaki bordo deri koltuğa oturdu ve bacak bacak üstüne attı. Kafamı ona çevirdiğimde konuşmaya başladı.

"Bak Mihlas. Buraya kavga etmeye gelmedim. Bazı gizli saklı durumları açığa çıkartmak için karşınıza geçtim. Sizin küçüklüğünüzü bilirim. Babanı, anneni, abini iyi tanıyorum. Siz böyle insanlar değilsiniz. Sadece böyle olmaya mahkum edildiniz. Baban ve ben çok yakın arkadaştık. Bu yakınlığımız o kadar ileriye taşındı ki biz bile anlayamadık. Bu arkadaşlığı kabul edip devam ettik. Bir dönem iyi geçindik ya da ben öyle sandım. Baban olacak o adi benim şirketime göz koymuştu. İnanmak istemedim, kabullenmek için nedenler aradım ki kendisi itiraf etti. Gelelim o meşhur aşk hayatına. Baban, anneni sevmiyordu. Annen, babana nereden baksan binlerce kez boşanma davası açtığında, baban davanın haberini alır almaz kapatıyordu. Derya ile uğramak çok zordu. Neden mi, onca yıl sonra benden yardım istediğinde anlamıştım." dediğinde, gülmeye başladı.

Bu gülme keyfi bir gülme değildi. Hırsın, kinin yorulmuşluğun bir sembolüydü. Babam, ona ne çektirmişti? Gerçekten düşündüğümden daha mı kötüydü? Bunları duyduğumuz zaman bomboş onu dinliyorduk. Sadece babamın böyle kötü bir insan olduğunu kendime yediremiyordum.

Etrafın verdiği sessizlik nedense beni ilk defa rahatsız etmişti. Normalde sessizlik kaçış yerim olsa da şu an teslim oluşum noktasıydı. Yavaşça Mahlas'a döndüm. Gözlerine baktığımda tek gördüğüm şey, öfkeydi. Gözündeki o merhamet birden öfkeye dönüşmüştü. Onunla konuşmak istedim. Sen karışma, hastasın demek istedim. Dilim varmadı. Konuşmayı seven ben, konuşamadım.

-Hikayeye devam et.

Buz gibi sesim, donmuş bakışım, sindirmeye hazır olan mantığım hepimiz hazırdık. Konuşmasını bekledim. O da konuşmayı bekledi.

Beklemek. Bekleyiş amacımız neydi? Gerçekler miydi yoksa masalın devamı mıydı? Ya masalın asıl amacı, kör olan birisini görmesi için değil de duyurmak için yazdılarsa? Görülmeyen gerçekleri duyduğumuzda, görmek ister miydik? O geçmiş yıllara gidip tekrar bu zamanı bekleyebilir miydik?

"Hikayenin sonunda kadın öldü, adam evlendi." dediğinde, babamın Sevil ile evlendiğini öğrenmiş olduk. Babam, nasıl bu kadar gaddar olabiliyordu? Hiç mi bizi düşünmemişti?

-Tek bir soru soracağım, evet ya da hayır diyeceksin. Tamam mı?

"Tek soru hakkın bitti." dediğinde, kendimi tutamayıp yakasına yapıştım. Mahlas hızla kollarımı tutup beni geri çekti ve bana bakıp tebessüm etti. Anlamıştım. Bu tebessümün arka planını gözümün önüne getirmiştim.

-Babam, evlendikten sonra buraya gelmek istedi mi?

"Hım, bir düşüneyim. Hayır." dediğinde, kafamı salladım ve Mahlas'a baktım. O da soru sormak istediğini söylediğinde, adam onu baştan aşağıya süzdü ve onay verdi.

"Babamın katil olduğunu biliyorsun değil mi?" dediğinde, kahkahalar atarak karşılık verdi. "Baban herkesin katili. Sadece siz göremediniz. Baksana, içinizdeki çocuğu bile öldürmüş. Şu halinize bakın, siz bu musunuz?" dediğinde, omuzlarımı dikleştirdim. Biz buyduk.

Sakin geçen sorular, sakin cevaplar kavgaya dönüşmemişti. Odanın içindeki kaos kokusu, pencere sayesinde dışarıya akıp gitmişti.

-Burayı nasıl buldun?

Sorduğum soru üzerine gözlerini kapatıp pencereye doğru baktı. Düşünüyordu. Düşünmesini bekleyecek halim yoktu.

-Cevap verecek misin? Yoksa bu odadan defolup gidecek misin?

"Mahfer'in araştırdığı otel, benim eski otelim. Orası yıkıldıktan sonra boş bir araziye dönüştürüldü. İnternette hâlâ ilanı duruyorsa o araziyi satın almaları içindir. Orada benim birkaç tanıdığım var, internet siteleriyle onlar ilgileniyor. Sizin konumunuzu, Mahfer'in arazi sahibini aradığı andan itibaren takip ettim." dediğinde onu, o an boğasım gelmişti. Her planı bozacak kadar nasıl akılsızca davranabiliyordu?

Merak ediyordum. İlk önce bizim yanımıza mı uğramıştı yoksa onun yanından mı geliyordu?

-Ona uğradın mı?

Bir şey dememişti. Kapıya doğru yürümeye başladığında, gideceğini anlayıp ben de bir adım attım. Omuzunun üstünden bana bakmaya başladığında konuşmaya başladım.

-Madem bize gerçekleri anlattın, sana tek bir şey söyleyeceğim. Bizi bundan sonra rahat bırak. Mahfer ile de yollarımız şu dakika içinde ayrıldı. Kızın ve sana hayatınızda başarılar diliyorum. Bir daha görüşmemek dileğiyle.

Mahlas kaşlarını çatmış bana bakarken, omzumu silktim ve kapıyı kapattım. Erken yol ayrımını yapmak, hayatımızdaki yeni bölüme geçişimizdi.

İki kişiyken teke düştüm bu hayatta cümlesini ben şu şekilde değiştiriyordum. Biz hep iki kişiydik, teke düşen sadece kendileriydi.

"Son cümlen gerçek mi abiciğim? Ne demek erken yollarımızı ayırdık?" dediğinde, arkamı dönmeden konuşmaya başladım.

-Ona bir fırsat sundum, seve seve koşullarıyla kabul etti. Bu fırsatı iyi değerlendirdi mi? Sonucu ben sana söyleyeyim; kesinlikle hayır. Baksana, kendi kendini ele verdi. En azından şunu düşünüyorum. Biz de hayatımızı Yalçın Rauf tarafından öğrenmiş olduk ve onunla da işimiz kalmadı. Tek bir sorun kaldı, o da Faruk Miraç'ı bulmak. Onu da bulduk mu, bu iş tamamdır.

Gecemizi gündüzümüze kattığımız bu hayatı, birisinin dikkatsizliği yüzünden tekrar bozamazdık. Kırmızı çizgilerim ailemden başka herkesin ipiydi. Onu kesmeye çalışanlar, boğulmaya hak kazanacaklardı.

Kurtlar sofrası kurmuştum. Yanımda abim, karşımda Rauf ailesi vardı. Kim bu sofradan galip ayrılacaktı?

Cevap çok basitti. Biz, o yerden galiple ayrılacak, yolumuzu çizecektik. "Babamı bulduğumuzda ne yapa-" dediğinde, abimin sözünü kesmiştim.

-Onun eceli olacağım. Azrail gibi başında bekleyeceğim ve onun canını kendi ellerimle alacağım. Kimse buna sen de dahil benim işime karışmayacak. Ateşi yakacağım, körüğünde öldüreceğim o şerefsizi.

Kapı tıklatıldığında, derin bir nefes alıp "Bir rahat vermediler." dedim. Kapı açıldı, içeriye Mahfer ve babası girdi. Kabullenilmişlik kokusunu beş metreden alıyordum.

-Oo! hoş geldiniz Mahfer hanım, buyurun.

Yalçın Rauf içeriye girmemişti. Mahfer babasına baktıktan sonra izin istemiş, kapıyı kapatmıştı.

-Sonlara geldik ha Mahfer? Bu durum senin için çok acıklı olmalı.

Mahlas sessizliğini bozduğunda, ona döndüm. Gözlerindeki pişmanlığı görebiliyordum. "Neden yüzsüzlük yapıp da odamıza geldin? Tahmin edeyim; özür dileyeceksin ve her şeyin kapanmasını isteyeceksin. Tahmin edeyim, her şeyi kabullenip defolup gideceksin." dediğinde, susmaya devam ediyordum.

Mahfer'in konuşmaması, abimi daha da sinirlendirse de onun kendini frenleyeceğini biliyordum.

Mahfer'in "Her şeyi ben bozdum. Biliyorum, özür dilemek her şeyi bir anda silemez. Yine de özür diliyorum ve evet gidiyorum. Mihlas, sana çok teşekkür ederim. Beni sevmemene rağmen bana yardım ettin. Bunu asla unutmayacağım. Mahlas, sana söyleyeceğim tek bir şey var; kendine dikkat et, hoşça kal."

Birden kahkaha sesi geldiğinde, anlam verememiştim. Abim, kahkaha atıyordu. Aniden susup ciddiye büründüğünde neler söyleyeceğini merakla bekliyordum.

"Sen, bana o gece veda mesajı attığında, biz zaten vedalaşmıştık. Buraya kadarmış, sen de hoşça kal." dediğinde, Mahfer'in ağladığını gördüm. Gözyaşları birer birer yanaklarından akıp giderken, tebessüm edip başını eğdi.

Bir şey demeden kapıyı açtığında, son kez arkasını döndü ve bize baktı. Bakışlarımı abime döndürdüm ve ona bakmaya başladım. Abim dimdik durmuş, gitmesini izliyordu.

Bir daha dönmemek üzere açılmış olan kapı kapanmış oldu.


Rahatlamış hissine kucak açarken, bir sigara yaktım. Gri dumanı usulca gideceği yerle buluşmak isterken, ben de gerçeklere kavuşmuştum. Onca zamanın saklı yılları, beni yıpratmıştı. Rengarenk kişiliğim, bir anda siyaha dönüşmüştü. Karanlığa hapsettiğim onca kişiye, el sallıyordum. Ben yalnız değildim.

Bazen elimizdeki fırsatları değerlendiremiyorduk. O ana tekrar dönmek için her şeyi baştan yaşamak istiyorduk. Zamanın bize sunduğu imkanları kullanamıyorduk.

Her gecenin bir sabah beklentisi varsa, biz de o sabahı geceyle buluştururduk.

Merhaba Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Şimdiden iyi okumalar diliyorum. Bu bölümü size emanet ediyorum ve kaçıyorum. Hepiniz hoşçakalın.

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen 🌟


Loading...
0%