@poncikss1234
|
"Kalbini çıkartıp etrafta salladığımda, o zaman benimle böyle konuşabilecek misin?" Her kitabın özenle yazılmış satırları kadar benim de özenle çizdiğim yerleri vardı. Bu çizdiğim yerler, bir gün bana o zamana dönmem gerektiğini işaret edecekse, işaret ettiği zaman, bugün olabilir miydi? Zaman diliminin bendeki kavramı hiçbir zaman net değildi. Her bir saniye, bana salise bazen de saat gibi gelirken, aslında hep aynı çizelge de devam ediyordu. Dünkü mesajların ardından kendimizi korumak için merkeze inip hattımızı değiştirdik. Yürürken, Ahmet abiyi görmemizle beraber yolunu kestik ve ayak üstü sohbet ettikten sonra akşam üstü bize geleceğini söyleyerek oradan ayrıldı. Öncelikli işimiz bittikten sonra, cebimdeki parayı kontrol edip mağazalarda dolaşmaya başladık. Mahlas'ı fazla yormak istemiyordum çünkü her an nefesi kesilirse, düşüp bayılabilirdi. Genellikle kışlıkların daha yoğun satıldığı mağazalarda gezinip, ikimizin de tarzına uyan giyinebileceğimiz kıyafetleri seçmeye çalışıyordum. İkimizin de bedenleri neredeyse aynı olmasından dolayı, ben deneme kabinine girip abime gösteriyor, giyindiğim birkaç kazağı ve sweatshirti eliyorduk. Seçtiğimiz kazakları alacağımızı karar verdikten sonra kasaya gidip parasını ödedim. -Kendini iyi hissediyorsan, bir şeyler içmeye gidelim mi? Fikrim ona cazip geldiğinde, onaylayıp karşımızda kalan kafeye geçtik. Dışarıdaki masayı gösterdim ve orada oturduk. İki çay bir de kurabiye söylediğimizde, etrafa bakmaya başladım. Cıvıl cıvıl olan hayatlar görüyordum. Dışarıdan nasıl bu kadar mutlu gözüküyorlardı? Yüzlerindeki ifade, konuşurlarken ki beden işaretleri, hevesle yürünen adımlar... Dikkatimi çeken şey biraz önceki girdiğimiz mağazanın kapısının önünde duran bir tane adam, bizim oturduğumuz masaya doğru gözlerini dikip telefonla konuşuyordu. İlk önce umursamasam da tekrar baktığımda, aynı yerinde kalmasıyla beraber Mahlas'a söyledim. Çaktırmadan göz ucuyla baktığında, göz devirdi. -Ölenlerin isimlerinin koleksiyonunu yapacağıma karar verdim. Yeni hedefim bu adam. "Tek istediğim şey, çayımı içip siktir olup gitmek." dediğinde, keyfinin yerinde olmadığını fark ettim. Bazen, bir sözle değil de bir bakışla bile iyi olup olmadığını anlayabiliyordum. Bu durum, ne zaman düzelecek diye günlerce düşünsem de onun bu pes etmişliğinden dolayı bu düşüncelerimin hiçbir faydası yoktu. -Bugün bakıyorum da şansın var. Kurabiyeler senin sevdiğin tarzda yapılmış. Konuyu değiştirdikten sonra merakla onun ne diyeceğini bekledim. Bir şey demeden kurabiyeden alıp ağzına attığında, yüz ifadesi değişmemişti. "İlk zamanlarında sevdiğin herhangi bir şey belli zaman sonra değişebilir ağabeyciğim. Ne kadar seviyorum desen de bazen sevmediğini o dakika da bile anlayabilirsin." ciddi konuşmasından sonra susmayı tercih ederek tekrar bizi izleyen adama baktım. Adam yerinde yoktu. Poşetleri elime alıp Mahlas'a cebimi işaret edip cüzdanı çıkartmasını söyledim. O da "Ben öderim." dediğinde dudaklarımı büzüp gidişini izledim. Yanımdaki gölgeyi görmemle birlikte kafamı yana doğru çevirdim ve bizi izleyen adamı gördüm. Bedenimi ona tam döndürdükten sonra yüzüne ifadesizce baktım. "Miraç kardeşler, sonunda sizi sabit bir yerde buldum. Dilerseniz fazla vaktinizi almadan önce iletmem gereken bir konu var. Hemen burada söyleyeyim ister misiniz?" Arkamdaki nefes alışverişlerinden, Mahlas'ın arkamda olduğunu hissederken, ona sormadan onay verdim. "Faruk Miraç, Sevil Miraç yarın sabah ilk uçakta burada olacaklar. Size iletmemi söylediler." dediğinde kahkaha atmaya başladım. -Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. Onlarınki de o hesap. Gelsinler. Gelecekleri varsa görecekleri de var. Çok da önemli değil. Adam anlamadığına dair bakışlarını atarken oflayıp açıklama yapmak zorunda kaldım. Bir cümleyi bir kere söylemeyi seviyordum. İkinci kere tekrar ettiğimde, sinirleniyordum. -Onlar kedi oluyor, biz de mundar oluyoruz. Kedi o kadar aç ki açlığından dolayı gücünü kaybedip ciğer buluyor. Ciğerleri de sen oluyorsun. Bize ulaşamadılar, seni yolladılar. Anladın mı kardeşim? Karşımdaki adam sonunda anladığıma dair mırıltılar çıkardıktan sonra birkaç adım geriye gittiğinde, elimle onu çağırıp eski haline gelmesini istedim. Tereddüt ile yaklaştığında, ona blöf yaparak sinirlendiğimi söyledim. Mavi gözleri, korkudan açılınca tebessüm ettim. -Senin adın ne? Kısa ama öz sorum karşısında ilk önce adını söylemek istemese de birkaç laftan sonra söylemişti. Eşref Kılıç. Listeme hoş geldin Eşref Kılıç. - Sırf bu haberi bize söylemek için mi tuttular seni Eşref? Kısaca bilgi verdikten sonra bize bulaşmadan yoluna gittiğinde, onu takip etmek istediğimi söyledim. Mahlas'a eve gitmesi için birkaç dakika dil döksem de kabul etmedi ve biz de onun gittiği yoldan yürümeye başladık. Aramızdaki mesafeyi koruyarak bizi fark etmemesini sağladık. Sol şeride doğru hızlı adımlar ile ilerlerken, birden durup arkasına baktığında, saklanmanın saçma olacağını düşünüp el salladım. El sallamayı bilinçsizce yaptığımı Mahlas'a söylediğimde, çaktırmamasını rica ettim. O da umursamaz tavırlarla benden önce yürüyüp Eşref'in yanına gitti. Konuşmaları duymak için ben de Mahlas'ın yanında dikildim. "Babamı nereden tanıdığını söylemedin. Onu merak ettiğimden seni takip ettim." diyen abime bakıp gülümsedim. Kendisinin gözleri direkt Eşref'in korkan mavi gözlerine kitlemişti. "Yalçın Rauf'un şirketinde danışmanlık yapıyordum. Faruk Miraç ile Yalçın Rauf, şirket için birbirlerine girdiğinde, bütün çalışanlar çıkartıldı. Daha sonra ben rakipleri olan şirkete girdiğimde, beni, benim haberim olmadan çıkarttırdılar ve tehdit etmeye başladılar. Yüklü miktarda para verdiklerinde, açıkçası susup başımı eğdim ve olanlara göz yumdum." sessizce anlattıkları cümleler aslında onun için gürültülü bir ortamdı. Sadece sesini kısıp kimsenin duymamasını istiyordu. -İzinlerinin bittiğini biliyor musun? "Oturma izinlerinin bitmesi gibi bir durumu yok. İkisi de vatandaşlık hakkına sahip. Orada işleri de baya iyiye gidiyor. Buraya tamamen döneceklerini sanmıyorum." diye açıklama yaptığında, Mahlas konuşmaya başladı. "Yalan söyleyip söylemediğini nereden anlayacağız? Bu dediklerinin kanıtı var mı? Babamın sen de numarası ya da bu konu hakkında konuşmaları mevcut mu? Göstermezsen inanmam." diye tane tane anlattığında, kafasındaki planı çözmeye çalışıyordum. Yalçın Rauf'un dediklerine göre, oturum izinlerinin bir süresi vardı. Bu sürenin yenilenmesi için de ya orada çalışıyor olarak gözükmesi gerekiyordu ya da oradan birisiyle evlenmesi gerekiyordu. -Sevil Miraç, oranın vatandaşı mı? Bu sorumun ardından, Eşref bana dönüp konuştuğunda, cevabı almıştım. Oranın vatandaşı olduğu için bu kadar rahat davranıyorlardı. -Sen nasıl buraya girişini yaptın? "Ben zaten burada yaşıyorum. İş için bana davetiye geldi, ben de kabul ettim. İş hayatım bittiği için de orada kalacak bir mevzum yok." diye açıklama yaptığında, ellerimi cebime koydum ve sessizce onu izlemeye başladım. Karşımdaki adamda çözemediğim bir şey vardı. Çözülse bile eksikliği olacağından hiç şüphem yoktu. Bazı mevzuların her zaman çözülmesini bekleyemeyiz. Çözümü varsa, çözüm sürecinin devam etmesini takip etmeliyiz. İpin ucu kaçtığı an, çözümün parçası hep eksik kalacağından, sımsıkı elimizde tutmalıyız. Oturduğu evin yerini, sokak ismi ve numarasına bakıp not aldığımda, Mahlas'a gitmemiz gerektiğini, Ahmet abinin birazdan bize geleceğini söyledim. Unutmuş olacak ki yüzüme şaşırmış gibi baktı ve "Ben onu unutmuşum, vakit kaybetmeden eve geçelim." dedi. Ev; Kapıdan içeriye girer girmez, zilin çalmasıyla birlikte abime bakıp göz kırptım. Tam zamanında eve gelmiştik. İçeriye geçtiğinde, her zamanki yerine oturdu ve baş selamı vererek hâl hatır sordu. Küçük bir sohbetin ardından, müsade isteyip mutfağa geçtim ve türk kahvesi yaptım. Herkese dağıttıktan sonra da tekli koltuğa geçtim ve konuşmaya başladım. -Hoş geldin Ahmet abi. Nasıl gidiyor? Bir yaramazlık var mı? Ahmet abi küçük bir kahkaha eşliğinde, türk kahvesinden bir yudum aldı ve Mahlas'la göz göze gelip "Sabah Mahlas'ı aradım, hattınız kullanılamamaktadır dedi. Size gelen mesajlardan dolayı numaranızı mı değiştirdiniz?" diye merakla sorduğunda, Mahlas onay verip sessizliğini korudu. "O zaman bana yeni numaranızı verin, size ulaşmam gereken konular oluyor, habersiz kalmak istemezsiniz öyle değil mi?" Doğru söylüyordu. Onun da belli başlı bilgileri vardı. Bu bilgileri bizimle paylaşmaktan hiç gocunmuyordu. Ona kendi telefon numaramı verdiğimde, kaydedip cebine tekrar koydu. "Bugün merkezde ne yaptınız? Bir sorun yoktur umarım." dediğinde abime bakıp kaş göz yaptım. O da anlamış olacak ki kendisi de laf arasına girdi. "Bugün, Eşref Kılıç diye birisiyle tanıştık. Kendisi fikrimce babamın sağ kolu gibi görünüyor. Dediğine göre, yarın sabah buraya gelecekler." diye kısa konuşarak ufak bir bilgi verdi. -Eşref'e fazla güvenmiyorum. Söylediği her şey yalanmış gibime geliyor. Madem, onunla birlikte haber gönderiyorlar o zaman Eşref'in telefonuna nasıl ulaşıyorlar? Ahmet abi sen böyle olayları daha iyi bilirsin. Doğru değil mi? Soğumuş olan türk kahvemi bir dikişle içip sehpanın üstündeki diğer bardaklara baktığımda, onlarınkinin de bitmiş olduğunu gördüm. Elimle Ahmet abiye bir dakika işareti yapıp mutfağa bardakları bıraktım ve geri dönerek cevabını bekledim. "Benim aklımda bir şeyler dönüyor ama emin değilim. Ya daha önce gelip de Eşref'in evinde kalıyorlarsa, size yarın gelecek diye yalan söylemişse? Onu düşündünüz mü?" diye soru yönelttiğinde, tekrar oraya gitmek istediğimi söyledim. Ahmet abi direkt kızıp düşünmek gerektiğini söylese de gece vakti kesinlikle evde kalmayacaktım. Eşref'in evine girip orada olup olmadıklarına bakmam gerekiyordu. Gerçekten Ahmet abinin dediği doğruysa, o zaman ellerimin arasında onları yok ederdim. Ahmet abi, Eşref'in evinin konumunu istediğinde, bilmediğimi söyleyip kestirip attım. Benden önce gidip, uyarı yaparsa o zaman bütün planım suya düşerdi. Ahmet abiye bu konuda kesinlikle sıcak bakmıyor, güvenim hâlâ aynı çizgide devam ediyordu. Bir şey söyleyip söylememek arasına gidip geldiğinde, sıkıldığımı hissetmiştim. "Ee Ahmet abi, başka bir durum yoksa, müsaadenle dinlemeye çekilmek istiyorum. Sonuçta ben sağlam bir adam değilim." diyen abime bakıp göz devirdim. Sağlam adam değilmiş de uyuyacakmış da... -Kendisi bugün kafasını kapıya çarptığı için akli dengesi yerinde değil. O yüzden onu mazur gör Ahmet abi. Mahlas hem şaşırmış hem de gülmüştü. Komik diyaloğu, Ahmet abi gittiği için rafa kaldırmış daha sonra da kullanacağımı söylemiştim. Uzandığımda, notlar kısmını açıp tekrar tekrar evin adresini okuyup aklıma kazıdım. Oraya gittiğimde, siyah çantam hariç hiçbir kişisel eşyamı almayacaktım. Parmak izi olayı benim için ders olmuş, notlarımı çıkartmıştım. -Eşref'in evine gitmeye var mısın? Bakalım evde ondan başka insancıklar yaşıyor mu? "Benim fikrimi soracak olursan, yarın sabahı bekleyelim. Sabah, gerçekten gelirlerse o zaman daha detaylı düşünür, o günü güzelce harmanlarız. Bugün sadece yatıp dinlenelim, yarına bakarız." dedi ve koltuktan kalkarak odasına yürümeye başladı. Yürürken de elini yukarıya kaldırıp bana el salladı ve yerinde durup gülerek "Eşref'e nasıl el salladığını göstereyim dedim." Kahkaha ata ata ilerledikten sonra, kapısını kapanma sesi geldi. Odama gitmeye üşendiğimden, abimin oturduğu üçlü koltuğa geçip ben de yatmaya başladım. Sabahın geldiğini, açık olan perdeden sızan Güneş ışınları sayesinde anladım. Uyanmak istemediğimden, pozisyon değiştirip Güneş'i arkama aldım ve gözlerimi tekrar kapattım. Uykumun en güzel yerinde, kolumun dürtüklenmesiyle sinirlenip arkama doğru döndüm. Dengemi alamadım ve koltuktan aşağıya düştüm. Belimin acısından, inlerken Mahlas'ın kahkahası nedeniyle nefesinin kesildiğini gördüm. Ona fazla gülmemesi gerektiğini, bir şey olabileceğini söylediğimde yavaşça kahkahasını bitirdi ve elini bana uzatarak kalkmamı sağladı. "İnsan uyanırken bile mal olabilir mi? Pardon, olabiliyormuş demek ki." diye kendi kendine mırıldanarak mutfağa geçti. Gözlerimi ovuşturup banyoya girdiğimde, elimi yüzümü soğuk suyla bir güzel yıkadım, kendime geldim. -Bugün benim için mükemmel bir gün Mahlas Miraç. Banyonun içinden gür bir sesle ona ithafen konuştuğumda, mutfaktan yanıt kısa sürede gelmişti. "Mahlas Miraç diyen ağzına şaplağı yersin." dedi. Kahkaha eşliğinde yanına gittiğimde tekerleme söyler gibi onun adını zikrettim. "Ya sabır, Allah akıl fikir versin." diye yukarıya doğru bakıp konuştuğunda, elimi saçlarına götürüp bozdum. "Sen benimle daşşak mı geçiyorsun, ne bu çocuksu hareketler?" Yaşının adamı ol, tövbe estağfurullah ya." dediğinde dudaklarımı büzüp ağlama moduna geçtim. Bu ağlama modu sadece bana özeldi. -Bugünün anlam ve önemini belirten bir konuşma yapacağım. Hazır mısın canım abim? Elindeki tavayı yukarıya doğru kaldırıp "Bununla beynini patlatırım." dediğinde, ona bakıp el hareketi çektim. Sonunda kendisi de güldüğünde, yanına varıp sarıldım ve kardeş kavgamızın sonunu getirmiş bulundum. -Bunlar bugün bize uğrayamazlar. Evin adresini bilmiyorlar ki Yalçın Rauf verdiyse orasını bilemeyeceğim. Onlar bize uğramazsa, biz onlara uğrayacağız. Kapılarını çalacağız ve Selamın Aleyküm, biz geldik. Bir çayınızı içeriz diyeceğim. Mahlas bana iflah olmazsın bakışlarını attığında, düşüneceğini söyledi ve masayı kurduktan sonra oturup kahvaltımızı yaptık. İşimiz akşam saatlerinde olduğu için ilk önce evi topladık ve sırayla duşa girdikten sonra hazırlanmaya başladık. Bu zaman dilimleri içerisinde akşam oldu, biz de evden dışarıya çıktık. İlk önce opete gitmeye karar verdik. Yakınlarımızda göremediğimden, yoldan geçen adamı durdurdum ve ona sordum. O da on beş dakika uzaklıkta olduğunu söylediğinde, teşekkür edip tarif ettiği konuma doğru ilerledik. Dışarıda duran adama benzin almamız gerektiğini, verip vermediğini sorduğumda, hemen yanında bulundurduğu boş şişelerden bir tanesini eline alıp doldurmaya başladı. Parasını ödedikten sonra, oradan çıktık ve benzini çantama koyarak yolumuza devam ettik. Eşref'in evinin oraya geldiğimizde, ışıklarının yandığını gördüm ve abimin omzuna dokunup gösterdim. O da fark ettiğini söyledikten sonra, kapının önüne geçtik ve zillerden adları kontrol ettik. Eşref Kılıç adını görmemle, basmam bir oldu. Otomatik Kapı açıldıktan sonra, aklıma Mahfer'in evine de böyle girdiğimiz geldiğinde tebessüm edip merdivenlerden çıkamaya devam ettim. Yavaş çıkıyordum çünkü abimin yanında durmam gerekiyordu. Dördüncü kata geldiğimizde, Eşref'in merakla merdivenlere baktığını gördüm ve el hareketi yaparak dikkatini bize vermesini sağladım. Şaşırmış bir şekilde bana ve abime bakarken, kapıyı sonuna kadar açtı ve içeriye geçmemizi bekledi. İçeriye geçtikten sonra etrafa bakındığımda, birkaç kişinin sesi uzaktan geliyordu. Ne demişler, uzaktan davulun sesi hoş gelir. İçeriye attığım her adımım sanki cehenneme giriş yapıyormuşçasına yanıyordu. Salonu gördüğümde, tül perdenin arkasındaki balkonda oturan dört kişiyi gördüm. İşte şimdi başlıyorduk. Hızlandırdığımız adımlarımızı balkona attık ve sürgülü kapıyı açarak dikkatlerinin bana verilmesini sağladım. Faruk Miraç ve Sevil şaşkın bakışlarını üzerimde gezdirirken, Mahfer ve babası sanki geleceğimizden haberdar gibi duruyordu. İkisi de ayağa kalktıklarında, elimle bana yaklaşmasın diye ileri geri salladım ve kalktıkları gibi oturmak zorunda kaldılar. "Oğlum, hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Gördün mü Sevil delikanlı adamlar olmuşlar, çok çok büyümüşler. Sizi karşımda gördüğüm için çok şaşkın ve sevinçliyim. Geçin oturun buraya." dediğinde kahkaha atmaya başladım. Büyüdük? Delikanlı olduk? Şaşkın ve sevinçli? Benimle dalga geçiyorlar diye düşünmeden edememiştim. -Hoş gelmedim, sefa da getirmedim. Şaşkın olmana gerek yok, birazdan şaşıracağın şeyler de olacak merak etme. Biz buraya oturmaya gelmedik, Eşref' ile bizim birkaç işimiz var, onu almaya geldik. Tabii o da müsaitse. Eşref'in bakışları herkesin üzerinde tek tek gezinirken gördüğümde, kolunu sıkıp kapının önüne doğru sürüklemeye başladım. Bana karşı koyamadığı için direkt sürüklendi ve kapının tokmağına sırtını çarptı. Yüz ifadesi değiştiği an da gözlerimi belertip baktım. Kapıdan üçümüz beraber çıktık ve sokağa girmeden önce gördüğüm boş eve doğru onları yönlendirdim. -Sen, bize yalan söyledin Eşref Kılıç. Ben de sana o yalanlarını tek tek yedireceğim. Hem sürükleyip hem de konuşurken, şah damarımın şiştiğini hissettim. Sakin olmaya çalışırken, hiç de başarılı olamıyordum. Boş evin içine girdiğimde, şansıma loş bir ışık bizi karşıladı. Mahlas'a onu tutması gerektiğini, çöpün yanındaki kırık sandalyeyi alacağımı söylediğimde, kaşlarını çatıp kafasını geriye attı ve "Çöpün yanındaki kırık sandalyeyi nereden gördün?" dedi. Ben de o işi bana bırak gibisinden mırıldanıp vakit kaybetmeden çöpün kenarındaki sandalyeyi aldım ve onların yanına döndüm. Siyah sırt çantamı yere bırakıp içinden kalın halatı çıkarttım Eşref'e bakıp, kafamla sandalyeyi gösterdim. Kendisi pes etmiş gibi oturdu ve bir şey demeden bağlamaya başladım. Bağlama işi bittikten sonra, Mahlas'ın sorduğu soruları dinledim ve ben de ona birkaç soru sordum. Birkaç dakika böyle geçtikten sonra, onun telefonu çaldı ve bana bakıp izin istedi. Cebinden çıkarttığım telefonun ekranına baktım ve arayanın babam olduğunu gördüm. Yanıtladığımda, hoparlöre aldım ve biz de dinlemeye başladık. "Eşref, nereye kayboldunuz be oğlum? Benim onlarla işim vardı, bilmiyor musun? O ikisine göz kulak ol diye seni tuttum, onlar sana göz kulak oluyor. Var mı böyle bir şey? Hemen eve gelin. Bir şey olursa bana mesaj atman yeterli." o da korkarak birkaç şey zırvaladığında aramayı kapattım ve Mahlas'a telefonu uzattım. Onun dizine ellerimi koyup çömeldim ve "Gelelim, bizim dünyamıza. Hoş geldin Eşref Kılıç. Sen de bu dünyadan gidecek olan şanslı kişisin." dediğimde, gözlerinin dolduğunu gördüm. -Ağlamana gerek yok. Erkek adam ağlar mı? Saçmalama Eşref. O kadar bize göz kulak olmuşsun, değer mi ağlamana? Benim ve abimin şen kahkahaları eve yayılırken, sesin yüksekliğinden dolayı onu durdurup, duyanların olabileceğini söyledim. -Hangi ölüm çeşidiyle ölmek istersin? Aklında bir fikir var mı? Sonuçta bize sen bakmışsın, fikrini sormadan olmaz. Dalga geçercesine sorduğum bu sorular karşısında, Eşref'in elleri bağlı olmasına rağmen zangır zangır titriyordu. Bu korkunun ona bırakın bu dünyada, diğer dünya da bile etkisini görürdü. "Ama sessiz kalman senin için iyi değil. Bir şey söyle ki ona göre hazırlıklarımızı yapalım, öyle değil mi?" çaprazımda kalan Mahlas'ın gülerek kurduğu cümle karşısında, Eşref'e cesaret gelmiş olacak ki konuşmaya başladı. "Size yemin ederim ki ilk karşılaştığımızda doğru söyledim. Yalan tek bir kelimem yok. Neden bana böyle yapıyorsunuz? Size ben zarar vermedim ki zarardan korudum." diye açıklama yaptığında, gene kahkaha attık ve birden sinirlenip sandalyenin ayağına tekmeyi attım. İkisi de beklemiyor olacak ki etrafta sessizlik çöktü ve bağırması gereken kişi, sustu. -Sen benimle dalga mı geçiyorsun it herif. Yalan söylememişte bilmem neymiş de. Bizi ne zararından korudun? Hani onlar ilk uçakta ineceklerdi de bize geleceklerdi? Bunları doğru mu söyledin yavşak herif. Senin kafanı kırar, beynini de köpeklere veririm. Dümbük seni. Eşref'in yüz ifadesini ölsem de unutmazdım. O kadar korkmuştu ki, gözlerinin beyaz kısmı bile kıpkırmızı olmuş, yüzü de mora dönmeye başlamıştı. -Sana tek bir sorum var, ikisinden birini seç anlaştık mı? Birincisi, yanarak mı ölmek istersin yoksa asılarak mı ölmek istersin? Beş saniyen var, seç birini. Ölüm. Bir insanın isteyeceği en son şeydi. Hele ki bir insanın, bir insan tarafından ölmesini kimse istemezdi. Bazen de ölen bir insanı, diriltmek için de çaba sarf ederdik. Hayat böyleydi, birisini kendi ellerimizle öldürürken, diğerini de yaşatmak için elimizden geleni yapıyorduk. "Yanarak ölmek istiyorum. Hatta bu evle birlikte beni yakın. Zaten ev eski olduğu için sizin yaptığınızı bilemezler. Bak gördün mü Miraç kardeşler, katil sizsiniz ama koruyan benim. Evle beraber beni yakın ki, önceden bağlanılan doğalgazın patladığını sansınlar." diye konuştu. Kafamı sallayıp hiçbir şey demeden, yanımdaki çantamdan küçük şişedeki benzin, cebimden çıkarttığım kibrit ile karşısına geçip gösterdim. -Şaka yaptığımı düşünme diye gösteriyorum. Sonuçta ölüyken bizi şikayet edecek değilsin. Ben katilim, gizli bir katilim. Kimse benim katil olduğumu bilemez. Şimdi son defa diyeceklerini de ve sana elveda diyelim. Hiçbir şey dememesinin ardından tahta kısımlara benzini döküp Mahlas'a döndüm. "Şu pencereyi aç, burası direkt alevlenecek. Yanımdaki siyah çantayı da al ve sırtına tak. Burada hiçbir eşyamızın olmaması gerekiyor. Ben de geldiğimde, direkt sağ tarafa geçeriz. Sonra da Eşref'in evine geçip Faruk Miraç'a Eşref'in intihar ettiğini söyleriz." dedim ve Mahlas'ın pencere önüne gittiğini izledim. Ona "Atla." diye bağırdıktan sonra, kibriti çaktım ve Eşref'e dönerek "Ölülerin listesine bir kişi daha eklendi. Hoş geldin, iyi ki geldin." dedim ve kibriti bıraktığım gibi koşmaya başladım. Arkamı son kez gördüğümde, korkuyla hızla gelen alevleri gördü. Göz göze geldikten sonra ona ilk karşılaştığımız gibi el salladım ve pencerenin sağlamlığını kontrol ettim. Yandığını, bağırmasıyla anladığımda işim bitmişti. Pencereden atladıktan birkaç saniye sonra ev doğalgazdan dolayı patladı. Nefeslerimizin düzensizliği, çıkan dumanların alevleri bizi sessiz bırakmıştı. Etrafta bakıp gülümsedim ve Mahlas'a dönerek konuşmaya başladım. -Kibrit küçük olsa bile ateşi kocamandır. Boyundan büyük bir işe kalktığın an bir kibrite yenilirsin. Evin etrafına herkesin toplandığını gördüğümde, Mahlas'ın koluna girip sağ sokağa girişimizi yaptık. Merkezden çıkan bu sokak, bizim eve gitmemizi kolaylaştıracaktı. Yangının nasıl çıktığı önemli değildi. Bir insan, içindeki duyguları yüzünden de yanabilirdi. Ben, harmanı hazırladım ve onu yakarak ateşe verdim. Her bir ateşin kıvılcımı, bana bakıp tebessüm ettiğinde, onu daha da büyüttüm. Her büyüttüğüm kıvılcımlardan yükselen şen kahkahalarına ben de eşlik ettim. |
0% |