Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20-Bölünmüş Vücutların Parçaları

@poncikss1234

Not: Ağır travma içerir. Küfür ve argo vardır. Medyaya görüntü ihlal verdiğinden koyamıyorum. Hayal etmeyin, midesi bulanacaklar lütfen okumasın.

"Hislerim en büyük servetimdir."
-Mihlas Miraç

"Hisler, duygularımızın eseri miydi yoksa bambaşka bir evren miydi?
-Mahlas Miraç

Günümüz Mihlas Miraç'ın anlatımıyla;

Soğuğun baş görmesiyle birlikte sokaktaki yan yana dizilmiş birkaç ağacın birbiriyle uyumlu dansları, sanki birisini bekliyormuş da o hareketleri bize sunuyorlarmış gibiydi. Onları izlerken, pencerenin önünden bir dakika bile ayrılmamıştım. Abim arada kontrol etmeye gelse de konuşmak benim için şu an yersizdi.

Ellerimi yüzümün alt kısmına yerleştirip gözlerimi bir sağa bir sola doğru oynatıp kendi iç sesimle konuşurken, yaptığım yanlışları bir bir analiz etmeye çalışmak gerçekten zordu.

Onca yıl babamı görmedikten sonra birden karşıma çıkıp sanki hiçbir şey olmamış gibi davranması, gerçekten sinir bozucuydu. Sanki kırık bir dalı yapıştırıp kurumasını beklemiş daha sonra da tekrar kırmış gibiydi.

Yanında getirdiği karısı olacak kadının oyunlarını ben tanımadan bile hissederken, o nasıl bunca zaman anlayamamıştı, anlamış değildim.

Eşref'in ölümünden sonra sokaktaki bazı dedikodular yüzünden birkaç gün evde kalmıştık. Ne olur ne olmaz insanların gözleri kendisinden başka herkesi görebiliyordu.

İnsanları yüzlerinden ve en önemlisi bakışlarından anlayan birisi olduğumdan insan tasarrufuydum. Kimseyle onun hakkında konuşmayıp içimden cezasını veriyor, rahatlığa kavuşuyordum. Bazıları ise gerçekten sabrımı aşıyor, dışımdan tepki vererek rahatlığa eriyordum.

"Bugün çok kötü bir şey olacak. Birisine araba çarpacak ve bom o saniyede ölecek." diye kendi kendime konuştuğumda, kapının ağzından beni izleyen abim şok içinde bakakalmıştı.

Şaşırılacak bir şey göremiyordum. Sonuçta hislerim o kadar kuvvetliydi ki nerede olacağını bilemesem bile hep içime doğuyordu.

"Bir varmış bir yokmuş." Abime dönmeden konuştuğumda, inanmak istemediğini belirtti ve odadan çıkarak beni yalnız bıraktı.

Saatlerin en güzel vakti olan altı, bana nedense huzursuzluk vermiş, yarım saate kadar burasının karışacağını hissetmiştim. Pencerenin önünden ayrılıp Mahlas'ın yanına gittim ve çabucak dışarıya kendimizi atmamız gerektiğini, son yarım saat kaldığına dair hızlıca açıklama yaptım ve onu beklemeden bir o tarafa bir o tarafa doğru git gel yaptım.

Sakin olmam gerektiğini, endişelendiğini söylediğinde, ona bakıp tebessüm ettim. Onu fazla yormak istemediğimden dolayı evde kalmasını teklif etsem de iki dakika içinde reddetti ve biz evden çıktık.

Karanlığa gömülmüş sokağın içinden geçerken aniden yağmur çiselemeye başlamıştı. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıp yağmurun yüzüme doğru gelmesini sağladım. Varacağımız anayola yaklaştığımızda, hislerim oraya gitmemiz gerektiğini fısıldadı.

İstemsizce koşarken, abimi arkamda bırakmıştım. Yolun kenarına geldiğimde ise karşıya geçmem gerektiğini seslice ona duyurdum ve yaya geçidinden geçerek abimi izlemeye başladım.

Giyinmiş olduğu siyah kürk, koyu kot pantolon, boğazını saran siyah kalın kazak onu daha da yakışıklı gösteriyordu. O, arabaların bitmesini beklerken, ister istemez gülümseyerek abime bakıyordum.

Her zaman yanımda, gölgesi bile bana güven veriyor ve koruyordu. Ona teşekkür etsem bile sanki kuru bir teşekkür ile çözülecekmiş gibi gelmiyordu. Ona sürpriz yapmam gerekiyor diye düşünüp şimdiden planlarımı kafamda tek tek not alıyordum.

Bilemezdim. Hayatta bir saniyenin bile önemi varken hiçbir şeyi erteleyemezdim. Yanıma geldiğinde, anlamsız bakışlarını bana atarken, siyah arabanın çarpma sonucu yerle bir olacağını sessizce söylesem de duymuştu.

"Nereden biliyorsun? Yanılma ihtimalini hiç düşünmedim mi ya da bu hissin sana belki de psikolojik bir etki yarattığını düşünmedin mi?"

Kendisinin sorduğu sorunun cevabını ben vermek istemedim. Saate baktığımda, son iki dakikanın olduğunu gördüm ve gözlerimi kapatıp o gümbürtünün sesini duymak istedim.

Yağmur'un hızlandığını belirten damlacık sesleri sanki bir şeyleri örtecekmiş gibi sırasını bekliyordu. Tam o an da siyah bir arabanın süratle gelip yoldan kaymasıyla birlikte, yaya yolunda bekleyen yirmili yaşlardaki çocuğa salisesinde çarpmış, çocuk ise havada takla atarak yere çakılmıştı.

Trafik kitlenmişti. Mahlas, sanki şoka girmiş gibi konuşamıyor, hareket dahi edemiyordu. Onun kolundan tutup çocuğun yanına sürükledim ve çocuğun yanına eğildim.

Bel kısmı hızla çarpıldığı için yerinden çıkıp sağa doğru savrulmuş, iç organları bile belli olurken, kalan bel oyuklarıyla birleşmiş bacakları ise sağa doğru açılarak kırılmıştı. Biraz daha yaklaşınca, kollarının da dirsek kısmından kopmuş, lif kısımları ve sol bacağının yerinden çıktığını ışık sayesinde gördüğümde, Mahlas'a o kısımları gösterip ne yapmamız gerektiğini sordum. O da direkt "Bir şey yapamayız, sağlık ekiplerini ara onlar halleder." dedikten sonra biraz sola doğru kaydım ve yüzünü tam olarak görmüş oldum. Kafa kısmı ise sol tarafa bakıyor, gözleri o anki korkusundan dolayı açık ve damarlarındaki kan koyu bir renge dönüşmüştü. Çarpmanın etkisiyle kulakları ve ağzından çıkan kanlar durmuyor, yağmur suyuna karışıyordu.

Hemen telefonumu çıkartıp ambulansı arasam da kurtulma şansının olmadığını hepimiz biliyorduk. Sürücü, transa geçmiş gibi kendi kendine konuşuyor, arada çocuğun yanına eğilerek kalkması için yalvarıyordu.

Ambulans birkaç dakika içinde geldikten hemen sonra arkada gördüğüm polis arabalarına bakıp gülümsedim.

Suçlunun biz olmadığımızı, sağ ağacın altında bulunan kamera sayesinde görebilirlerdi. Tanıdık gelmeyen polis memurları tek tek soruları ile nasıl olduğunu sorduktan sonra bize şüphe ile baktılar. Onlara gözlerimi kısıp elimle adamı gösterdiğimde ise adam, daha da tedirgin olmuştu.

"Ben bir şey yapmadım. İkisi de yaya geçidinden geçti ve ben onlara çarpmamak için direksiyonu sağa kırdım. Benim bir suçum yok, hepsi bu ikilinin suçu." dediğinde ise sadece bakıp göz devirmiştim.

Polisin müdahalesi sonucu çocuğun kopan vücudunun etrafını sarıp, Adli Tıp'ın gelmesini beklemiştik. On beş dakika sonra beyaz, büyük bir arabanın farları yüzüme vurduğunda, gözlerimi kısıp bakmaya devam ettim. Arabayı park ettikten hemen sonra koruyucu kıyafetleri olan üç tıpçı hemen bilgi alarak fotoğraflar çekmeye başlamışlardı. Çekim işlemi bittikten sonra elinde tuttuğu siyah fermuarlı kefeni açıp dağılmış olan vücut parçalarını özenle yerden toplayıp birbirlerine yardım ederek birleştirip koymuşlardı. Arabaya konması için ekipten bir tanesi eline alıp oradan uzaklaşmıştı.

-Sana ne demiştim abi? Ben her zaman doğruyu hissederim.

Adamın bizi hedef göstermesi sonucunda bizi de ifadeye alacaklarını söylediklerinde, onlara ağacın altındaki MOBESE kamerasını gösterip işin içinden sıyrıldık.

Bir insana suçu atmak çok kolaydı. Suçu kendinde aramak her insanın yapabileceği bir durum değildi.

"Kardeşim gerçekten duygularım birbirine girdi. Sana mı şaşırayım yoksa o gence mi üzüleyim." diye sakince dile getirdiğinde, ona cevap verdim.

-Bizler de adam öldürdüğümüzde üzülüyor musun? Buna da üzülmeyeceksin. Sonuçta Azrail'i kapısında olan bir insana en fazla yapacağın şey onunla iyi vakit geçirmek. Ha sen bir başkasının Azrail'i oluyorsan o zaman acıma duygunu en aza indireceksin. Kural böyle ağabeyciğim.

Acıma duygumu, annem öldükten sonra ben de sonlanmıştı. Ben annemin oğluydum. Bir erkek çocuğu, annesini kaybettikten sonra kesinlikle acıma duygusunu yitirirdi. Biz de öyleydik. Acıma yetime, döner sana koyardı.

Çocuktan akan kanlar su damlacıkları sayesinde temizlenip gitmişti. Oraya basmamanın doğru olacağını düşündüğümden, abimin koluna girip bulunduğumuz yoldan yürüyerek karşıya geçtik.

Markete uğrayıp birer çikolata ve bira alıp yağmur eşliğinde içmeye başladık. Bildiğimiz bir şarkının nakaratı gibiydik. Kimse başını bilmiyor, nakarata gelince dillerinden düşürmüyorlardı.

-Ee abi bugün de bir insan Dünya'dan göçüp gitti. Acaba mutlu mudur, bu hayata erken veda ettiği için?

Biramı yudumlarken, ayaklarımı yere vurup ritim tutarken görüntüleri bir kez daha aklıma getirdim. Bir insan böyle paramparça oluyorken, içimiz de mi böyle görünüyordu?

-Aa! Aklıma ne geldi? Vücudundan bir organ seçtin diyelim o hangisi olurdu ve neden onu seçerdin? Mesela ben cevabımı vereyim; Beyin olmak isterdim. Onca organı kendisi tek başına yönetiyor, o olmasaydı hiçbiri olmazdı.

"Ben de kalp olmak isterdim. Seçme nedenim ise şu; Kalp pompalandığı zaman yaşam belirtisi verir. Durduktan sonra istersen üstünde tepin. İş işten geçmiş oluyor. Beyin mantıklı olsa da şöyle düşün; Kalp sayesinde beyin görevini yerine getiriyor. Kısacası, ben olmasam sen de olmazsın." diye konuştu ve biten birasını yere atıp ayağıyla ezdi. Ezilen şişeyi eline alıp eliyle hadi hadi gibisinden salladı ve üşümesinin geçmesi içinde oradan oraya yürüdü.

Dışarından bir tık sıcak olan evimize giriş yaptığımızda, üstümüzdekileri çıkartıp kendimizce kalın olanları seçtik. Giyindikten sonra ise bugünün bitmesine sevinip yarını düşünmeye başlarken uyuya kaldım.

"Mihlas çabuk kal. Misafirimiz var." kulağımın dibinde konuşan abime arkamı dönüp uyumaya devam ederken, üstüme ne zaman örtüldüğünü bilmediğim ince battaniyeyi bir hışımla çekti ve o sıcaklık hissi birden kayboldu.

-Ne var be sabah sabah? Ne bu tantana kardeşim, kim var burada?

Sesimin boğukluğu yüzünden anladığını düşünmemişken o sadece "Faruk Miraç." dedi ve tepemde dikilmeye başladı.

"Çok konuşma da kendine çekidüzen ver. Beş dakika içinde yanımda olmanı istiyorum. Tersliğini bana değil, o adama yaparsın." diye konuştu ve gözden kayboldu.

Söylenerek kalktığım yatağımdan, işlerimi hızlıca halledip onların yanına gittim. Gözüm yarı kapalı olduğundan dolayı Mahlas'ı babam sanıp el uzattığımda, ikisi de bu duruma kahkaha atmış, Faruk Miraç ise dalgaya almıştı.

Bu yaptığım hareket yüzünden dalgaya alındığımda aklıma, küçükken resim yaptığım zaman onun yanıma gelip de "Sence de bu renkler birbirine uymuş mu? Diğer çocuklar bile hangi rengin birbirine uyup uyumadığını bilir, onlar senden daha akıllı." diye konuştuğu gelmişti.

Eskiyi bir kenara bıraktıktan sonra ellerimi birbirine sürttüm ve ısınmasını bekledim. Gözünden kaçmamış olacak ki konuşmaya başladı.

"Bu evde nasıl yaşadığınızı sormak istiyorum. Doğalgaz yok, soba yok. Nasıl ısınıyorsunuz?" diye ikimize bakıp konuştuğunda, "Sade de gel baba. Ne istiyorsun?" diye soran Mahlas ona kısmış gözler ile bakıyordu. O adamın sesini duymak istemediğim için onun sorduğu soruyu ben cevap verdim.

-Ağabeyciğim ben sana neden geldiğini söyleyeyim. İkimizden birinin keyfini bozacak daha sonra her zaman yaptığı gibi de üstten bir bakış atıp siktir olup gidecek.

"Küçüklüğünüzde yaptığım bu hatalar yüzünden böyle düşünmeniz beni üzdü. Size iyi bir baba olmaya çal-

Her bir cümlemin ağırlığını iliklerime kadar hissederken boşu boşuna nefesimi harcadığım aklıma geldi. O, kesinlikle anlamazdı. Yeni bir hayat kurmuş, kurduğu bu hayat sayesinde eskisine sünger çekmişti.

"Söylesene baba, bizi bırakıp gittikten sonra hiç mi aklına gelmedik?" diye soran abime bakıp tebessüm ettim.

-Abi dün yolda gördüğümüz kaza vardı ya onu ben değiştirmek istiyorum. O siyah araba, karşımızda oturan adama çarptığını düşün. Parçaları tek tek yola savrulmuş, gözleri o çocuk gibi açık gitmiş. Ve en önemlisi de ne biliyor musun? Ölmüş...

Bir evlat babasının ölmesini ister miydi? Ben istiyordum. Hayatta en çok istediğim şeylerden biriydi. Onun ömrümden alıp abime aktarmak için elimden geleni de yapardım.

Bazen, değersiz insanların canını kesinlikle bir başkasına aktarmak isterdim. O zaman biraz daha yaşadığım dünya güzelleşebilirdi. Güzellikleri bir pencereye sığdırmak zorunda kalmak bana yük oluyordu.

"Düşünceleriniz beni çok üzdü. Bu kadar ölmemi istemeniz, akıl alır gibi değil. Mihlas sana bir soru soracağım ve doğruyu söyleyeceksin. Onun durumunu biliyorum. Bu durum beni gerçekten üzdü, yemin ederim ki çok üzdü. Bütün içtenliğimle söylüyorum. Mahlas'a bir şey olsa, benimle olur muydun?

Duyduklarıma inanmak istemedim. Hayır, hayır ben bunun hiç sorulmamış olmasını diledim. Mahlas'a baktığımda, sorulan soru yüzünden yüzü düşmüştü.

-Sen kimsin ha? Mahlas'a bir şey olacağının kanaatine nasıl vardın? Doktor oldun da bizim mi haberimiz yok? Sana şu kadarını söyleyeceğim ve sen de bu evden siktir olup gideceksin anladın mı? Ona en ufak bir şey olsun, bırak bu şehri sokağı, dünyayı yıkar kendimi de öldürürüm. Aldın mı cevabını?

Cevabını aldıktan sonra arkasını dönmeden evden çekip gittiğinde, saçlarıma dokunup sinirle çektim. "Adama bak! Sorduğu sorulara bak! Dua etsin onu çıktığı yere geri sokmadım, dua etsin piç herif." diye aralıksız tekrar ettiğimde, Mahlas'ın hiçbir şey demeyip sadece yere kitlenmesine takılmıştım.

-Ne düşünüyorsan hemen aklından onları sil ve hayatımıza devam edelim. Böyle manipüle edilecek kadar mal insanlar değiliz. Sana bir şey olduğunda onun yanına gideceğime acı çeke çeke ölürüm daha iyi. Şimdi kendini toparla, stres yaparsan olacakları biliyorsun.

Uyarımı yaptıktan sonra mutfağa geçip bir bardak su aldım ve ona uzattıktan sonra kendime de doldurup içimi serinlettim.

"Onu öldürmezsem benim adım da Mihlas Miraç değil." dedim ve bardağı masaya sertçe koydum.

Kazayla meydana gelen vücut kopmalarını ona kendi elimle yapacaktım. Onu ikiye ayırıp gözüne sokacaktım. Yan gözle masada duran bardağa bakıp elime aldığımda, gelişigüzel fırlattım ve paramparça oluşunu seyrettim.

"Sen de böyle paramparça olacaksın Faruk Miraç. Seni, senden başka kimse kurtaramayacak. Kendi kendine bana yalvaracaksın öldür diye." sesli söylemlerim, Mahlas'ı endişeye sokmuş gibiydi.

-Bakma bana öyle. Beni sanki tanımıyormuş gibi gözüküyorsun. Ben, aklımda ne varsa yaparım. Yaptıklarımı da sergilerim. Onun var ya en güzel günü ölüm olacak.

Sinirimin geçmesiyle ikimizde yerdeki cam kırıklarını toparladık ve televizyonun karşısına geçip izlemeye başladık. Yapacak bir şeyimiz olmaması beni sıkarken, abimi düşünüp evde kalmaya karar vermiştim.

Dışarıdan seslerin geldiğini duyduğumda, televizyonun hemen sesini kıstırdım ve dinlemeye başladım. Ses bir yerden tanıdık gelse de çıkartamamıştım.

İkimiz de pencerenin önüne geldiğimizde, perdeyi bizim görebileceğimiz şekilde ayarlayıp izlemeye başladık. Daha önceden tanıştığımız Fazıl amca, yolun ortasında oturup dizlerini döve döve kendini yiyip bitiyordu.

Merak ettiğimden dolayı Mahlas'a burada durmasını gerektiğini, bakıp geleceğimi söyledim ve onu dinlemeden dışarıya çıkıp Fazıl amcanın yanına gittim. Beni görmemesi onun için daha iyiyken neden ağladığını öğrenmek istedim.

-Fazıl amca bu ne hâl? Ne oldu sana, birisi bir şey mi yaptı?

Ağlamaktan gözleri şişmiş, gözlerimle buluşmuştu. Ellerini yola serptiğinde, kısılmış sesi ile konuşmaya başladı.

"Benim torunum... paramparça olmuş Mihlas. Ben bu durumda nasıl yaşayacağım? En büyük servetim şu an toprağın altında. Nasıl yaşayacağım oğlum?" dediğinde, yeni haberinin olduğunu düşündüm.

-O kazanın olduğu sırada biz de vardık. Gerçekten görüntüler gözümün önünden gitmiyor. Senden bir parça olması beni daha da üzdü Fazıl amca. Kalk gidelim de seni ısıtalım.

İkimizde bir şey demeden bizim eve geçtiğimizde, Mahlas Fazıl amcanın torunu olduğunu öğrendiğinde, bir ara nefesinin kesildiğini gördüm. Fazıl amcayı bir kenara bırakıp onunla ilgilendim ve koltuğa uzandırdım.

Fazıl amcaya suyu uzatıp içmesini sağladım ve bugün burada uyumasını, yarın da mezarlığa beraber gideriz diye de ekledim. İtiraz istemedim ve ona yastık ve battaniye vererek ışığı kapatıp yalnız bıraktım.

İkisinin uyuduğunu düşündüğümden ses çıkartmadan odama geçtim ve yatağıma uzanıp ellerimle yüzümü sıvazladım. Ben de daha fazla vakit kaybetmek istemediğimden, uyumaya çalıştım.

Biten bir hayatın geride bıraktığı acı dolu insanlar."

Ölen bir insanın neler yaşadığını bilmek gerekir miydi? Bilseydik nasıl davranırdık? Ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi aşan her insan bir gün bu yalandan yaşanılan evrene veda edecekti. En azından yalan olan evreni bir kenara bırakıp gerçek olan evrene göç edecekti. Sahi, bu evren mi güzeldir yoksa diğeri mi?

Merhaba Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu yeni bölümü size emanet ediyorum ve ben kaçıyorum.

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen 🌟

Faruk Miraç ile Mihlas Miraç arasındaki o gerginlikler kim tarafından sonlanacak?

Mahlas'ın hastalığındaki ilerleme durumu sizce ona ne gibi zorluklar yaşatacak?

Soruların cevaplarını bekliyorum. Yorumlarda buluşalım. İyi okumalar, iyi geceler diliyorum🤍


Loading...
0%