Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21-Kaybettiğim Nefesler

@poncikss1234

"Kazandığımı zannettiğim her nefesi kaybediyordum."
-Mahlas Miraç

"Her şeye katlanırım, toprağa katlanamam."
-Mihlas Miraç

Günümüz, Mahlas Miraç'ın Anlatımıyla;

Hayatın gerçeklerini kendimiz göremesek de bir başkası onu önümüze sunabilir. Sunduklarının gerçeklik payları, onların gerçekliği ile eşittir. Bu kadar sunulacak gerçekleri varsa, yalanları neredeydi? Yalan her yerdeydi. Biz bile yalanın doğru olduğunu gördüğümüz bu Dünya'da, doğruyu nasıl bulacaktık?

Gerçekleşen felaket kaza olayından sonra bir de bizim ev sahibinin torunu olduğunu öğrendiğimde, kendimi iyi hissetmemiştim. Kötü bir şey olmaması için o saniye kendimi koltuğa bırakmıştım. Bazen ne yaşarsak yaşayalım ya da ne yaşatırsak yaşatalım, uyku bana göre en önemli aktiviteydi. Uykunun derin hazzından sonra alarmım çaldığında, yatakta bir sağa bir sola doğru tepindim. Alarmla uyanmayı gerçekten hiç sevmiyordum.

Uyandıktan sonra hızlıca hazırlandım ve Mihlas'ı uyandırdıktan sonra da onun hazırlanmasını istedim. Salona geçtiğimde, Fazıl amcayı görememiştim. Ona sorduğumda ise sabah uğurladığını, ikimize de teşekkür ettiğini iletmişti. Dışarıda bir şeyler atıştırırız diye aramızda anlaştığımızda, ona taksiyi aramasını hatırlattım. O da birkaç saniye içinde dediklerimi halledip kapıyı gösterdi ve dışarıya çıkıp taksiyi beklemeye başladık.

Havanın soğumaya başlamasını keyifle içimde hissederken, rüzgardan gelen ağaçların şen sesi beni dinlendiriyordu. Yaprakların birbiriyle olan dansı, hafif nemli olan toprağın o güzel kokusunu hissetmek gerçekten çok güzeldi. İnsanın içini açan bu kadar güzel şeyler varken neden içimiz kararıyordu? Yaptıklarımız yüzünden bazen içimizdeki karartılar biz istemesek de yapışıyor, kazımak için de uğraşlar veriyorduk. Bu uğraşların sonucunda ortaya çıkan görüntü kesinlikle iç açıcı olmuyordu.

Bugün hastane kontrol zamanım gelip çatmıştı. Kendimi ne kadar iyiyim diye kandırsam da aslında iyi değildim. polikliniği bulduğumda, Mihlas'a elimle gösterip oradan girmemiz gerektiğini açıkladım. Hastaneye girişimden sonra sıraya girip danışmana randevum olduğunu söylediğimde, bilgisayardan birkaç işlem yapıp elime barkodu verdi. Mavi koltuklarda oturup doktorun adımı seslenmesini beklerken, etrafa bakınıyordum.

İnsanların hayatları bir sağlık sorunu ile tamamen bitiyordu. Hayat ince bir ipe bağlı oyuncaktı. Bu oyuncağı iyi oynadığımızda karşılığını anca o zaman alabiliyorduk. Hayat, karşılığını bize verirken, bizden ne alıyordu?

Adımı duyduğumda Mihlas'a bakıp göz kırptım ve içeriye girdim. Doktor masasının önünde durup işinin bitmesini seyrettim. Selamlaşmamızın ardından sıra kontrole gelmişti. İlk önce nefes egzersizi yaparak kontrollere başlamış oldum. Her nefes alışım bana batmaya başlarken elimle beni izleyen doktoru durdurdum ve ona dönerek konuşmaya başladım.

-Geçen haftaya kadar nefes egzersizlerim gayet iyi gidiyordu. Bu hafta ise her nefes alışverişimde bir şeyler batıyormuş gibi hissediyorum.

Doktorun düşünceli halleri beni germesiyle farkında olmadan derin bir nefes almıştım. O derin nefes boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım. Her öksürdüğümde, akciğerim sanki ağzıma gelecekmiş gibi yukarıya doğru hareket ediyordu. Her hareketi kalbime baskı yaparken, kalbimin duracağını düşünmüştüm. Görüş açımın bulanık olması yüzünden ellerimi koyacak bir yer bulamıyordum. Yere çöküp başımı eğdiğimde sanki geçecekmiş gibi beklemeye başladım.

Doktorun yardımı ile kalkıp sedyeye uzandığımda, yanındaki hemşire sol taraftaki masanın yanında telaşla bir şeyler hazırlıyordu. Hiçbir şey görmek istemediğimden, gözlerimi kapattım ve nefesimin düzelmesini bekledim.

"Mahlas'ın durumu hiç iyi değil, acilen ilaç tedavisine başlamamız gerekiyor. Kardeşini hemen odaya çağırın." dediğini duydum. "Onun buraya gelmesine gerek yok." diye söylemek istesem de ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Bağlanmış gibiydim. Bilincimin kapandığını hissederken, kendimi bırakmamak için direndim. Bu direnişlerimde ne kadar çaba sarf etsem de başarılı olamamıştım.

Hayatı toz pembe yaşarken birden bire tozlarını üflediğimde, pembe olmadığını gördüm. Pembe olan kısım, benim görmek istediğim gibi şekillenmişti. Bu durumdan sadece benim haberim yoktu. Hayatımın tozlu sayfalarına göz gezdirdiğimde, tozların ne kadar birikmiş olduğunu gördüm. Bu tozu üflediğimde sadece nefesimin boşa gittiğini düşünerek o hâlde bıraktım. Bıraktığım yerden devam ede ede aslında kendime zarar verdiğimi hissettim. O sayfaları kendi ellerimle yırtarken aslında bir nevi kendimi de yırtmış oldum.

Beyaz ve en önemlisi temiz bir sayfaya geçtiğimde, aynısı olmaması için çok uğraştım. Uğraşmalarım başarılı olsa da faaliyetim hiç de başarılı değildi. Elimde tuttuğum temiz sayfanın yine aynı olduğunu gördüm. İşte böyleydi, hayatım hep döngü içinde kendi kendine devam ediyordu ve ben sadece izlemekle yetiniyordum.

Ellerimi tutan kişiyi hissettiğimde, Mihlas olduğunu anlamam uzun sürmedi. Onun elleri her zaman sıcacıktı. Bazen ellerim üşüdüğünde, onun ellerini tutar ısınmaya çalışırdım. Elini sıkmak istedim, başarılı olamadım. Sanki birisi beni ondan ayırmak istercesine engelliyormuş gibiydi.

Konuşmaları yarım yamalak duyuyor, vücudumdaki herhangi bir teması hissedebiliyordum. Koluma giren intraketi hissettiğimde tepki veremedim. Birkaç dakika sonra damarlarıma doğru akan sıvıları hissettiğimde, anladım ki ilaç tedavisine başlamışlardı. O an inandım ki durumum düşündüğümden daha kötüydü.

Her ihtimali düşünmem gerekiyordu. Kardeşimin tek başına kalmaması gerekiyordu. Bir kez daha ona ölümü tattırmak istemiyordum. Annemin mezarına her gidişimizde, onun yüz ifadesine bakıp tepkisini ölçerken kendimi buluyordum. Parçalanmış, bir o kadar da ruhsuz duruyordu. Onun ruhuna ben şekil veriyorken, bozmayı istemiyordum.

Biraz daha kendimi iyi hissederken, gözlerimi sonunda açabilmiştim. Birkaç kez kırpıştırıp etrafa bakındığımda, kardeşimin odada olmadığını fark ettim. Yalnız kalmak şu an için bana ödül olarak verilse de bunu sonraya saklamak istiyordum.

Sol elimi oynatmamak şartıyla kendimi yukarıya doğru çektiğimde, kapı açıldı. Görüş alanıma doktor, Mihlas ve hemşire girdiğinde, yanıma ilk gelen kardeşim olmuştu.

-Burada fazla kaldığımız için üzgünüm, ne zaman çıkacağım?

Aslında bu soruyu Mihlas'a ithafen sorup doktorun cevabını merak etmiştim. O, bir şey demezken bu sefer aynı soruyu karşımda duran doktora sordum.

"Buradan çıkman için değerlerinin normal olması gerekiyor. Akciğerin ciddi anlamda enfeksiyon kapmış. Bu enfeksiyonu iyi takip etmek gerekiyor yoksa ileride kansere kadar yol açabilir. En büyük dezavantajımız senin akciğerlerinin birbirine maalesef ki eşit olmaması. O yüzden birkaç hafta burada misafirimizsin."

Duyduklarımın karşısında bomboş etrafı seyrettim. Ne söylersem söyleyeyim hiçbir şeyi değiştiremezdim. Boşluktan çıktığımı sanmıştım, yanılmışım. Ben, boşluk üzerine boşluğu ziyaret ediyordum. Her ziyaretimde orası beni içine çekiyordu, kurtulamıyordum.

Hemşire geçmiş olsun dedikten sonra odadan çıktığında, Mihlas ile baş başa kalmıştık. Onun ne söyleyeceğini az çok tahmin etsem de konuşmamaya karar vermiştim. Kendisi ne zaman konuşmaya hazır hissetsin o zaman konuşurduk.

Akrep yelkovanı kovaladı, akşam üzeri oldu. Personel elindeki yemeği masanın üstüne koyup çıktı ve Mihlas da o yemeği bana yedirdi. Sıkıldığımdan dolayı televizyonu açtım ve birlikte izlemeye başladık. Yapacak çok işim varken, aslında hiçbir şeyimi yapamamak beni birbirine bağlatıyorlardı.

-Eve uğradın mı? Evden birkaç kıyafet getirsen iyi olur. Ne zaman çıkacağımı bilmediğim için burada lazım olacak. Kendine de birkaç parça eşya koy. Yanımda kalmak istersen tabii.

"Sen uyuduktan sonra gitmeyi planlıyordum. İstediğin bir şey var mı? Bira, kahve, çiğ köfte..."

Bu halimle kahkaha atmaya başladığımda, maalesef ki kısa sürmüştü. Getireceği şeyleri hastanenin almamasını geçtim, hasta birisine bunları getirmesi gerçekten gülünçtü. Ortamı dağıtmak için sorduğunu bilsem de onay vermedim ve getireceklerini telefon notuna yazarak eline uzattım.

"Ben eve geçiyorum. Aklına sonradan ihtiyacın olan bir şey gelirse, mesaj atmayı unutma abi. Eğer uyuyakalırsam da beni merak etme, sabah gelirim." diye açıklama yapıp kapıdan çıktığında ben de rahat edebileceğim pozisyona geldim ve gözlerimi kapattım.

Birkaç saniye geçmeden kapı açıldı ve serumu kontrol ettikten sonra çıkarttıklarında, nedense rahatlamış hissettim. Sol elimi yine de fazla kullanmadım ve düz bir pozisyonda tuttum. Sabah Mihlas gelmiş, küçük valizi de yatağın karşısındaki kahverengi dolaba koyarak kapağını kapatmıştı. Pastaneden aldığı poğaça poşetini gözümün önünde salladığında, gülüp yanımdaki masayı ona göstermiştim. Katlanmış masayı açıp poşeti de açtıktan sonra birlikte yemiştik.

Çay istediğimi söylediğimde, doktora sorması üzerine beraber çayımızı da içmiş, yirmi dakika kadar konuştuktan sonra da doktor rutin kontrole gelmişti. Hemşire birkaç hapı aynı anda yutmamı isterken, gözlerinin içine baktım. Elimde tuttuğum dört hapı suyun desteği ile yutmuş, mideme indiklerini, midemin bulantısıyla anlamıştım. Ne kadar kendim kasmaya çalışsam da bir faydası yoktu. boğazımdaki acı tat artık orayı yakmaya başlamış, bir şey demeye kalmadan poşeti ağzıma götürüp istifra etmiştim. Mihlas endişeyle doktora koştuğunda, midem daha da bulanmıştı. hemşirenin tekrar getirecek olduğu ilaçları kullanmak istemiyordum.

Endişeyle bana bakan gözlere sakin olmalarını bekledim. Bu bekleyişim ne kadar vakit alacak bilemesem de bir umut halimden anlarlardı. İstifranın ardından istemsizce vücudum yorgun düşmüştü. İlaçlara yeni başladığım için normal olduğunu doktor tane tane anlattığında, sağlığıma kavuşmak için bu zorlu yollara şimdiden alışmam gerektiğini alttan bana vurgulamıştı.

-Bu kadar endişelenecek bir şey yok. Bünyem bu kadar ilacı hemen kabul edemezdi. Ha kabul etseydi o zaman endişelen derdim. Şu an ben iyiyim merak etme. Sen de bunları fazla düşünme, benim gibi iyi ol.

Ona ne kadar da kendimi açıklamaya çalışsam da hep kendi düşünceleri yüzünden duygu yoğunluğuna giriyordu. Ona ne kadar anlatmaya çalışsam, kendi bildiğini okuyor, beni hiç dinlemiyordu. Karakter farklılığımızın devreye girmesi, ikimiz içinde zorlu olsa da onu en iyi benim tanımam sayesinde törpüleyebiliyordum. Uyumak istediğimi, onunda eve gidip dinlenmesi gerektiğini söylediğimde, bana olan bakışlarından korktuğum için daha fazla konuşmadım. sinirlendiğinde, açık ela gözleri birden koyulaşıyordu.

Sabahın saat yedi buçuğunda, tıkırtı sesleri duyduğumda, Mihlas'ın odada bir şeyler yaptığını düşünmüştüm ki onun "Ne işin var senin burada?" diyene kadar. Uykumun daha açılmaması yüzünden yüzünü seçemesem de sesinden anlamıştım babamın geldiğini. Baba kelimesini ona kullanmak istemiyordum. Ona her böyle seslenişimde sadece "baba" kavramını aklında tutmasını istiyordum. Ne kadar başarılı olurdum orasını bilmiyordum.

Mihlas'a sessiz olması gerektiğini, buranın hastane olduğunu söylesem de beni dinlememiş, sadece ses tınısını biraz daha düşürmeye çabalamıştı. O Mihlas'ın yattığı koltuğa oturup elini bana uzattığında, elimle geri ittim ve yüz ifadesine baktım.

Durumumu daha önce Mahfergilden öğrenmiş, ben ölürsem de kardeşimi yanına alma planlarını kafasında tasarlamaya başlamıştı. Ne olursa olsun buna izin vermeyecektim. Benim düştüğüm durum yüzünden kendimi ve kardeşimi zan altında bırakmayacaktım.

-Senin buraya gelmene yok. Eşinin ve çocuklarının yanına git. Ne de olsa onlardan izin alıp buraya gelmişsindir, değil mi baba?

Konuşurken baba kelimesini bastırdığımda, karşımda omuzları düşen, gözlerinde gördüğüm ya da benim öyle sandığım yorgunluğu ve en önemlisi pişmanlığı görebiliyordum. Bana göre kim olursa olsun gözler de yalan söylerdi. Ona inanmak gibi bir niyetimin olmadığını kendisine açık açık ifade edecektim. Lafımdan anlayacağını düşünmek istiyordum eğer anlamazsa o zaman ona gösterirdim. Aile kavramını var etmeye çalışan adam şimdi yerle bir etmişti.

Ben de yok ettiği aileyi kardeşim sayesine yeniden inşa etmiş, yıkılmaması içinde birbirimize yemin etmiştik. Babam benimle konuşmaya çalıştıkça Mihlas hemen araya giriyor, sözlerini onun yüzüne esirgemeden söylüyordu.

Onları uyardığımda, Mihlas daha fazla beni dinlemeyip dışarıya çıktığında, baş başa kalmıştık. Onunla uzun konuşacağımı söyledim. Ne kadar dinler ya da ne kadar uygulardı bilmiyorum ama denemekten zarar gelmezdi.

-Kardeşimi dinlemiyorsun bari beni dinle. Küçüklüğümüzden beri hep ayrım yaptın. Beni ondan daha fazla sevdin. Bunu normalde her abi kabul eder hatta sevinirdi. Ben bu durumdan hiç hoşlanmazdım. Annem ile aranda ne olduysa Mihlas duyar, bana gelip üzüntüyle anlatırdı. Ben de sorumluluğum olduğunu düşünüp hep onu sakinleştirmeye çalışırdım. Bu benim görevim miydi? Değildi! Şimdi bana böyle masum ayaklarına girip de aklımızı çelmeye çalışma. Sana olacakları kısa ve öz söyleyeyim mi? Mihlas'ı bırak sen, ben bile tutamam ve puf... Geberirsin.

Sakinliğimi koruyamadan sonlara doğru sesim biraz yükselmişti. Kendimi frenleyip daha sakin konuşmam gerektiğini düşünüp gözlerimi kapattım. Sessiz kaldığım için kendisi konuşmaya başladı.

"Ben sizi hiçbir zaman ayırmadım, eşit sevdim. Derya ile olan sorunlarımızı size ne kadar yansıtmamaya çalışsak da maalesef evin içinde bu pek de mümkün olmadı. Annenizi ilk başlarda gerçekten severken daha sonra sevgim sadece alışkanlığa dönüştüğünü anladım. Bunu sana neden anlattığımı düşünüyorsundur. İleri de siz de baba olduğunuzda bunu en iyi siz bileceksiniz oğlum."

En son ki dediklerimi kafaya takmaması beni çileden çıkartacağını hissettirmişti. Kendi hayal dünyasını bize açmaya gelmiş, onu da oynayacağımızı sanmıştı.

-Alışkanlığa dönüştü diye aldatmak zorunda mıydın? Sen de bırak adamlığı, kırıntıları bile yok.

Benim dediklerim onun kalbini parçalamaya yeterdi. Paramparça olmanın nasıl bir his olduğunu anlasın, hissetsin diye sert bir dille konuşmuştum. Sondaki dedikleri beni güldürmüştü. Baba olma gibi bir niyetim asla yoktu. Ona merak edip sordum.

-Bu halimle baba olacağımı sana düşündüren şey ne? Bizim aile yaşantımız bok gibiyken bir de insanların hayatlarını mı bozalım?

Mihlas'ın bunları duyduğuna emindim. Kendisi kapının ağzına yaslanmış, her konuşmada daha da öfkesini artırıyordu. Bir şey yapacağından endişelenmesem de odaya gelmemişti.

"Her erkek, baba olmak için dünyaya gelir. iyi ya da kötü olacağını sen karar verirsin. Ben size iyi bir baba olamadım ama siz çocuklarınıza çok iyi bir baba olacaksınız. Her aile zorluğu yaşan erkek, ailesi için dünyayı yakar oğlum. Neyse senin iyi olduğunu gördüm, ben kalkayım artık."

Bir şey demedim o da bana bir şey söylemedi. Kapıdan çıktığı an Mihlas'ın öldürücü bakışlarını gördüğümde, güldüm ve kollarımı açtım. O da sarıldı ve kafasını omzuma koydu. Ona, takmaması gerektiğini anlattım.

"Abi sana bir şey söyleyeceğim. Sen, benden daha iyi baba olursun. Onun dediklerini düşününce zihnimde çok güzel görüntüler canlandı. Sana benzeyen erkek ve sana benzeyen kızın olduğunu düşün. Amca diye bağırıp senin kızdığın olayları gelip bana anlatıyorlar falan... Harika olmaz mıydı?"

Kısık bir kahkaha atıp istemsizce düşündüm. Çok güzel olurdu ama kendime söz vermiştim. Kendimi ve kardeşimi bu leş hayattan kurtarıp daha iyi bir hayat sunmak için çabalayacaktım. Benim aşkla işim olamazdı. Önce can, sonra canandı benim gözümde.

-Böyle güzel bir hayali anca bizim gibiler kurar, yaşayamazlar. Çok istiyorsan gidersin sokağa, sokak çocuklarına babalık yaparsın.

Kapının tıklatıldıktan sonra açılması yüzünden Mihlas yataktan kalkıp yanımda durdu. Gelen kişileri gördüğümde, gözlerimi devirmemek için büyük savaşlar verdim. Gelen kişiler Rauf ailesiydi.

"Bunlar yurt dışına siktir olup gitmedi mi?" kulağıma eğilmiş, sessizce sorduğunda, ona dönmeden "Eşref'in evinde saklanmışlardı, unuttun mu?" diye sordum. O da hatırlamış olacak ki kısmış gözleriyle ikisine bakıyordu. İlk önce Yalçın Rauf'un sesini duydum ve başımı eğerek teşekkür ettim. Yanında kaktüs gibi bekleyen Mahfer' bakıp gülmemek için kendimi zor tuttum.

Çantasını sımsıkı tutmuş, saçları yağmurdan dolayı ıslanmış, Giyindiği montun zımbalarının rengi ona hiç uymamıştı.

"Ne o Mahfer, savaşa mı hazırlandın? O monttaki zımbalar ne?" diye resmen böğürerek kahkaha atan kardeşime bakıp ben de kahkaha attım. Beni güldürmek için sanki planlanmışlar gibiydi. Bazen spontane olan ne varsa beni daha da mutlu ediyordu.

- Hasta ziyareti kısa olduğunu biliyorsunuzdur. şimdiden geçmiş olsun dilekleriniz için teşekkür ederim.

"Geçmiş olsun dileklerimizi sunmadan önce seninle ufak bir anlaşma yapmaya geldik. Umarım kabul edersin yoksa ömür boyu birbirinizle birleşmek için gün sayarsın ." Sakince konuştuğu için Mihlas hemen uzatmaması gerektiğini söyledi.

"Eşref'i sizin öldürdüğünüzü biliyoruz. Yakalanmak istemiyorsanız peşimizde olan Ahmet Yıldırım'ı yok edersiniz. Ha ben yapamam diyorsanız da şimdiden iyi kavuşmalar diliyorum. Hadi kızım geçmiş olsun de çıkalım buradan."

Çıktıklarında, dedikleri ağır gelmişti. Ağır olan Eşref'in ölmesi değil, bizi ayırmak için tehdit etmeleriydi. Her zorlu yolda engellere takılıp düşersem, kaldıracak kişiye git derdim. Yerimde kalmayı seçiyorsam, kendisinin arkasına bakmadan ilerlemesini söylerdim.

Kendimi iyi hissetmemekle beraber başım dönmeye başlamıştı. Mihlas'a söylediğimde, gözlerindeki korkuyu gördüm. Konuşulanlar boğuk, görüntüm karıncalanmış, kulaklarım çınlıyor, ellerimin titremelerini durduramıyordum. Gözlerim, istemsiz kapandığında hissettiğim tek şey etrafımdaki kalabalıktı.

Kalabalıkta ciğerime hapsettiğim bütün nefesi şimdi veremezdim. Arkamda bıraktıklarımın hepsi peşimden gelirdi. Kendi yollarını çizmeleri için benim ilerleyemediğim yolları da yıkmaları gerekiyordu. Sonuçta attığım her yolda bıraktığım izler vardı. Bu izleri silebilmeleri için şimdiden başlamaları gerekiyordu. Ölüm benim için korku değildi. Benim sadece endişem vardı.

Ruhumun çıkıp olanları izlemesi değil, ruhumun benden sonra Mihlas'ın yaptıklarına yardım etmesini istiyordum. Kaderimi kendim yazamazdım ama kendim değiştirebilirdim. Bu kader oyununu santraca benzetiyordum. Elimde iki tane güçlü taş var ve hamlelerimi bekliyorlardı.

Sağa hamlem, Mihlas'ın benimle ayrılması, sola olan hamlem ise pes edip ölmemdi. Hangisini seçmem gerektiğini bana soracaklarında, sola yapacağım hamleyi seçer bu oyunda kaybederdim. Her kaybettiğim nefes için, yeniden doğacak nefesleri esirgeyemezdim. Ben kaybettiğimde, kazanan illaki olacaktı.

"Bir yerler de yarım kaldım; devamımı getir! İlacım yok, bir önceki devalarım kefil! Bir acım ve bir de kendim buralarda tekiz..."

Merhaba Ölüm Sokağı ailesi. Nasılsınız, ben çok iyiyim.

Şarkı; Tekir- Kaybım var. Yazarken bu şarkıyı dinledim.

İşler kızışıyor, tehdit üstüne tehdit bakalım kardeşlerin planı ne olacak?

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın, iyi okumalar diliyorum.


Loading...
0%