Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23-Bombanın Son Dakikaları

@poncikss1234

"Bombanın bile patlayacağı bir dakikası vardır. Bu dakikalardan kendini kurtarabilirsen işte o zaman benden kurtulursun."
-Mihlas Miraç

"Pimi çekilmiş bombanın sesi, bakışlarımın görülmeyen sesi ile eş değerdi."
-Mahlas Miraç

Hastaneden çıkış zamanı, Mahlas Miraç'ın Anlatımıyla;

Sonunda bu yerden kurtuluyordum. Tam tamına iki haftadır burada sanki esir düşmüş gibiydim. Yaptıklarım kısıtlı, söylemlerimin bile bir sınırı vardı. Doktorun beni ziyaret etmesiyle son kez durumum hakkında konuşup elindeki reçeteyi uzattı. Gülümseyerek aldım ve koyu kahverengi kabanımın cebine koydum.

Doktorun "Seni burada uzun tuttuğumuz için kusura bakma, şimdi özgürlüğüne kavuşma vakti." dediğinde, elimi uzatıp ona içtenliğimle gelen teşekkürlerimi ilettim. En ufak bir değişikliğimde ise buraya gelmem için uyardı ve son kez tebessüm ederek odadan çıktı.

Tebessüm ile gidilen her durumu veda niyetineymiş gibi düşünüyordum. Bir insan yaptıkları iyi ya da kötü ne varsa bir tebessüm ya da bir gülüş ile o izleri silebileceğini düşünüyorlardı. Her veda eden kişi gerçekten gidebildiği yerden ayrılabiliyor muydu? Her veda eden gerçekten vedaları sevebiliyor muydu?

Küçük valizi elimde sımsıkı tutup hastane bahçesine indiğimde, ılık havanın bana ödülü olan ılık rüzgarı içime çekerek Mihlas'ı beklemeye başladım. Eve gitmenin heyecanı üzerimdeyken, bir ileri bir geri yürüyordum. Uzaktan gelen kişiyi seçemesem de yürüyüşünden direkt anlamıştım kardeşimin geldiğini.

Kocaman gülümsemesi ile karşımda durmuş, kollarını sanki Dünya'yı kucaklarmışçasına açmıştı. Onun bu hareketine bakıp güldüm ve bu mutluluğu onunla paylaşmak için de sarıldım. Ona sarıldığımda sanki evime giriş yapmışım gibiydi.

"Abi iyileşmene o kadar sevindim ki bizim sokaktaki çocuklara balon aldım. Hep beraber o balonları gökyüzüne bıraktık. Gördün mü abi, gördüğünü söyle." dediğinde, görmesem bile başımla onay verip "Çok güzeldi." dedim. O da dudaklarını büzüp baktığında burnunu sıktım ve elimdeki küçük valizi ona verdim.

"Eve gidiyor olmamız beni çok mutlu ediyor. Bu hayali ilk hastanede yattığın andan beri kurmuştum. Sonunda gerçekleştiği için mutluyum." dediğinde, durdum. Durduğum için o da durdu ve kaşlarını havaya kaldırarak neden durduğumu kendi içinde sorgulamaya başladı.

-Sen benim yanımda olduğun sürece bana her yer evimiz zaten. Senin varlığın bana en güzel ev, canım kardeşim.

Duydukları karşısında şaşırsa da dalgaya alarak "Ne o sen de mi cazibeme kapıldın? Biz kardeşiz farkındasın değil mi? Seninle bu gece eve gelmesem mi acaba, malum üstüme atlayacak gibisin." dediğinde, gökyüzüne bakarak kahkaha attım. "Sanki sana aşk-ı ilan yapmışım gibi davranma abisinin gülü. Hem ben erkek sevmiyorum, seni seviyorum." dediğimde, başını iki yana sallayıp "İlaç yerine yavşama dersleri mi verdiler anlamadım ki." diye mırıldanıp cıkladı.

Sokağa girdiğimizde, özlediğimi fark etmiştim. Birkaç metrede oyun oynayan sokağın çocukları, Mihlas'ı gördüklerinde, oynadığı oyunu bırakıp buraya doğru koşmaya başladılar. Mihlas başıyla onları gösterip "Geliyor bizim yeni yetmeler." dedi ve hepsine kucak açtı. Sarılmaları bittiğinde, hepsi gözlerimin içine bakarak izin istiyorlardı. Ben de tebessüm edip kollarımı açtığımda, sıra sıra sanki beni kırmaktan korktukları oyuncaklarıymış gibi narince sarılmışlardı.

Hep bir ağızdan "Geçmiş olsun Mahlas abi. İyi ki geldin." dediklerinde, "Teşekkür ederim, siz de iyi ki geldiniz." dedim ve hep beraber yürümeye başladık. Evi gördüğümde, çocuklarla vedalaşıp içeriye girdik. Rutubetten çok temiz havanın gelmesiyle şaşırıp Mihlas'a döndüm.

-Rutubet kokusunu ben geleceğim diye yok mu ettin?

Valizdeki kıyafetleri koltukta oturmuş katlayan kardeşime baktığımda, bana bakmayarak "Sen alışmışsın hastane kokusuna, ben rutubetin ta kendisiyim." dediğinde gülüp "Sen alışmışsın güzel günlere, ben gecenin dördü beşiyim. Doğrusu bu değil mi?" diye sorduğumda, göz devirip elindeki kazağı bana fırlattı. Tuttuğum kazağı katlayıp uzattım ve duş almam gerektiğini söyledim. O da ayağa kalkıp odaya gireceğini söyledi.

Banyoya girip kapıyı kapattığımda, aklıma buranın altında gizlenen eşyalar geldi. Ne zaman elimize geçeceğini bilmesem de varlığını bilmek şu an için güzel hissettiriyordu. Suyu ayarlayıp duşumu aldım ve alışmış olduğum hastane kokusundan arınıp kendi kokuma kavuştum. Giyinip ilaçlarımı içtim ve koltuğa oturarak ayaklarımı uzattım. Bu hareketin bana verdiği o rahatlama hissi hiçbir yerde yoktu.

Mihlas'ın odadan bana bağırmasıyla ona ne olduğunu sordum. Gene bir şeyler sezmiş olacak ki yanıma gelmeden bana haber veriyordu. "On dakika sonra seni ziyarete gelecek olan birisi ya da birileri var." dediğinde, görmüş olduğum kaza anı gözümün önüne geldi ve onunla inatlaşmadan kimin geleceğini sordum. O da odadan çıkıp yanıma geldiğinde, karşıdaki koltuğa yayılıp "Beş dakika uzanayım, birazdan kapı çalacak. Kimlerin geleceğini tahmin etseydim zaten adım Mihlas değil Medyum olurdu." dediğinde, göz devirip istemsizce kapıya bakmaya başladım.

Dediği olmuştu, kapı çalmaya başlamıştı. O da ayağa kalkıp bana döndü ve " Senin kardeşin muazzam bir insan. Bir dahaki hayatımda Medyum olarak yeniden doğacağım." dedi ve yaylana yaylana kapıyı açtı. Mihlas'ın enerjik hâli birden gitmiş, onun yerine soğuk ve donuk halleri gelmişti.

Eliyle burayı gösterdiğinde, gelen kişilere baktım. Faruk ve Sevil Miraç ikilisiydi. Yerimden istemsizce kalkıp selam verdim ve kaşlarımı çatarak Mihlas'a döndüm. Anlamlandıramadığım nokta evimizin adresini kimden almışlardı?

Mihlas'ın "Karşımızdaki koltuğa oturabilirsiniz." dediğinde, Sevil Miraç'ın iğrenircesine olan bakışlarını gördüm. İstemsizce kardeşime baktığımda, derin bir nefes aldım. Onun görmemesi şu an için daha iyiydi.

-Oturmak istemiyorsanız ayakta dikilmeye devam edin. Sonuçta sizin gibi villalarda yaşamıyoruz Sevil hanım.

Yüz ifadesini hemen düzeltip istemeye istemeye koltuğun en uç noktasına oturdu ve ellerini bacaklarının arasına sakladı. Etrafı incelemeye başladığında, sanki böyle bir hayatın hiç olmadığını düşünüp de buraya gelmiş gibiydi. Mihlas'ın "Evi incelemeniz bittiyse konuşalım mı?" dediğinde, sessizlik bozulmuş, Sevil Miraç da irkilerek bize dönmüştü.

-Evimize hoş geldiniz diyeceğim de hanımefendi pek hoş gelmedi diye düşünüyorum.

Yalandan kondurduğu tebessüm ile "Olur mu öyle şey? Sadece hiç bu tarz ev görmemiştim, ilgimi çekti." dediğinde, Mihlas'ın " Tabii tabii. Biz de inanmış gibi yapacağız zaten." dedi ve ayağa kalkıp bir şey içip içmediklerini sordu. Faruk Miraç'ın "Oğlumun elinden güzel bir kahve içmek istiyorum. Sevil ile bana sade Türk kahvesi." dediğinde, Mihlas ağzının içinden "Zıkkımın kökünü içirmek isterdim de dua etsinler elimizde yok." dedi ve mutfağa geçti.

"Ee oğlum, sen nasıl oldun? Seni ziyaret ettiğimde iyiydin. Var mı bir gelişme?" diye sorduğunda ona cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki Mihlas'ın "Abi bir dakika mutfağa gelsene, işimiz var." dedi. Onun bu sabırsızlığını merak edip müsaade istedim ve mutfağa geçerek kardeşime baktım. "Sevil midir nedir biraz daha böyle bakmaya devam ederse kovmakla kalmam suratına da kahveyi dökerim." dediğinde, elimle sessiz olması gerektiğini söyledim.

Tepsiye koyduğu kahve fincanlarını sade olanlarını en öne, kendisininkini de en arkaya koymuştu. Tepsiyi uzattığında, Sevil'in bakışlarını takip etti ve tepsiyi geri çekerek babama uzattı. O, memnun olmuş, gevşek gülümsemesiyle fincanı dudaklarına götürüp bir yudum aldı.

İkisini incelediğimde, renk uyumlarına bakıp istemsizce göz devirmiştim. Babamın giyindiği beyaz uzun kol gömlek, altına da siyah kumaş pantolon ve yanına astığı siyah kabanı vardı. Sevil'in ise giyindiği bej renginde kazak, altına da giyindiği siyah kot eteği onları komik göstermişti.

Babamın " Kahvenin de kırk yıl hatırı varmış. Sizinle kırk yıl hatırımız olacak." dediğinde, Mihlas'ın "Bırak hatır gönül işlerini. Siz de bir şeyler var. Dökülecek misiniz?" dediğinde, sabrının son demlerinde olduğunu gördüm.

Babam ciddiye döndüğünde, kahveyi kenara koydu ve ellerini dizlerinin üstüne koyarak bize doğru eğildi. Yaptığı bu hareket Mihlas'ı kuşkulandırmış, dik durması gerektiğini söylemişti.

"Hastalık ziyareti bahane. Perşembe günü buradan ayrılıyoruz. Bir daha ne zaman döneriz Allah bilir. Biz dönene kadar birbirinize iyi bakmanızı istiyorum. Döndüğümüzde, sizi kanlı ve canlı aynı bu şekilde görmek istiyorum." dediğinde, konuşmak istediğimi belirtip bütün dikkatleri kendi üstüme topladım.

-Birincisi ne zaman döneceğiniz bizi ilgilendirmiyor. İkincisi bizim birbirimize iyi bakıp bakmayacağını isteme gibi bir hakkın kesinlikle yok. Üçüncüsü bugün varız yarın yokuz, Faruk Miraç. Asıl siz kendinize dikkat edin, sonuçta bir varsınız bir yoksunuz.

Sevil Miraç'a baktığımda, az önceki halinden eser yoktu. Dudakları düz bir çizgi haline gelmiş, gözlerini az da olsa dışarıya doğru belertmişti. Ona baktığımı hissedince, gözlerini gözlerimle buluşturdu ve iki saniye kadar bakışmamız sürdü. İlk gözlerini çeken kişi oydu.

Faruk Miraç ayağa kalktığında, o da bu anı bekliyormuş gibi hemen kalkmıştı. Kapıya geldiğimizde, kardeşimin "Bir daha görüşmemek dileğiyle." dedi ve topu bana atarak içeriye girdi. Ben de "İyi yolculuklar dilerim." dedim ve bir şey demelerine izin vermeden kapıyı suratlarına kapattım.

-Bir daha karşılaşmayacağımız için o kadar mutluyum ki, anlatamam.

Mihlas güldüğünde, ona bakıp güldüm. Güldüğümü görünce, dil çıkarıp gözlerini kıstı ve maymunun yürüyüşünü taklit edermiş gibi yanıma doğru gelmeye başladı.

Onun bu çocuksu hareketlerine bakıp tebessüm ettim ve yanıma yayılmasıyla birlikte kafasına bir tane geçirdim.

-Ben sana demedim mi yaşının adamı ol diye? İlla seni evirip çevirip döveyim mi?

Ciddi söylememiştim, ciddiye almasını beklemiyordum. Birden ayağa kalktığında, istemsizce korkmuş, koltuğun kenarına sırtımı çarpmıştım.

"Abi, evin yakınlarında büyük bir patlama olacak. Evden çıkmamız gerekiyor. Hızla gereken eşyaları al. Ben de odaya geçip altınları ve birkaç parça kıyafet alacağım. Çabuk olsana, aval aval bana bakma." dediğinde, kitlenmiş durumdaydım. Hemen kalktım ve ilaçlarımı, kıyafetlerimi, şarj aletimi, cüzdanımı ve gereken ne varsa alıp valize yerleştirdim.

Mihlas'ın da her şeyi hazır olduğunda, ne olur ne olmaz diye anahtarları da aldım ve kabanımı giyinerek dışarıya çıktım. Etraftaki toplanan gruplara baktığımda, Mihlas'ın "Ben demiştim." dediğini duydum. Onu umursamadan sabahki çocukların yanına gidip ne olduğunu sordum. Bir tanesi "Burada bir düzenek var. Fazıl amca eve gelirken görüp polise haber vermiş. Biliyorsun buraya normalde polis gelmez. Bomba olacağını düşünüyorlar. Siz de yaklaşmayın." dediğinde Mihlas'a baktım.

Rahat tavırları nedeniyle bir şey demeden siyah çantanın yanına gittiğinde, hızla onun yanına gittim. Eliyle bana dur işareti yaptıktan sonra çantayı açtı, içine baktı. Arkasına doğru bakarak "Son beş dakikası var. Polis gelene kadar bu bomba patlar. Bir de bomba imha uzmanlarını bekleyemeyiz. Verin bana kesici." dediğinde "Saçmalama, sen karışmayacaksın!" diye bağırdım.

Beni takmayarak, Fazıl amcanın getirdiği pensi gördüğümde ona dönüp "Fazıl amca sen ne yaptığını zannediyorsun? Mihlas, bomba imha uzmanı mı?" dediğimde, sessiz olmam gerektiğini söyledi.

Stres yapmaya başlamışken, nefes alış verişim de sıklaşmaya başlamıştı. İçimden ona kadar sayıp sakinleşmeye çalıştım. Yan taraftaki bombaya baktığımda son üç dakikası olduğunu gördüm.

Kimin koyduğunu şu an düşünmek istemesem de aklımdan gitmiyordu. Onu bulduğumuzda, aynı bombanın üstüne koyup onu patlatacaktım.

Mihlas sessiz olmamız gerektiğini, yeşil, mavi, ve kırmızı olmak üzere üç tane kablonun olduğunu söylemişti.

Gülerek bize dönüp "Bu salaklar kendilerini oyuncu zannediyorlar herhalde. Filmlerde oluyor ya kırmızı her zaman bombayı imha eder. O yüzden ilk önce kırmızıyı kesiyorum." dedi ve eliyle geri çekilmemiz gerektiğini ifade etti.

Kırmızı kabloyu kestiğinde, dakikanın birden bire indiğini gördüm ve Mihlas'a bağırmak için dudaklarımı araladım. Oturup bomba ile bakıştığından, ne yaptığını anlayamıyordum.

Eline aldı, iki kere salladı ve sesin nereden geldiğini duydu. Gülümseyerek bize dönmeden "Son dört saniye olsun öyle imha ederim. Biraz da kaosun içine girelim, öyle değil mi?" dediğinde sinirden gülmeye başladım.

Gerçekten de son dört saniye kalmıştı. Gözlerimi görmemek için kapattım ve istemsizce ellerimi kulaklarıma götürdüm. Duymak istemediklerimi sanki ellerim engelleyecekti.

Herkes hep bir ağızdan sevinç nidaları eşliğinde Mihlas'ın yanına gittiklerinde, ne zaman aldığım nefesi bile şimdi verebilmiştim.

Hızlıca Mihlas'ın yanına gittim ve hiç yapmayacağım şeyi yaptım. Ona tokat attım. Herkes o an sessizleşti ve film sahnesi gibi izlemeye başladı.

-Sen, kendinden başka kimseyi düşünemeyen bencil herifin tekisin. Bundan sonra yanında ben yokum, ne bok yersen ye. Elinde tuttuğun bomban ile yeni hayatında başarılar dilerim.

Ona bakmadan eve geçtiğimde, ellerimin istemsiz titremesi, gözümün seğirmesi geçecek gibi değildi. Pencerenin kenarına gelip perdeyi araladığımda, Mihlas'ın bir adamla görüştüğünü gördüm. Umarım başını belaya sokacak bir harekette bulunmamıştır.

Elimdekileri bir kenara atıp banyoya girdim ve bu soğuk havada buz gibi suyla yüzümü yıkadım. Kurulamadım, mutfağa geçtim. Dolapları açamıyordum, açsam bile yarım yamalak duruyor sonra da kendiliğinden kapanıyordu.

İlaçlarımı attığım valizden aldım ve soğuk su ile birlikte içtim. Sandalyeye oturup biraz bekledim. Bu bekleyişler nereye kadar sürecekti? Ben dur desem, beni dinleyecek miydi?

Salonun ışıklarını kapatıp pencerenin yanındaki koltuğa oturdum ve perdeyi aralayarak sokağı izlemeye başladım. Onu görememenin verdiği sıkıntı ile iç çektim ve yavaşça ses çıkarmadan pencereyi açtım. Biraz ilerideki ağacın altında oturan akılsız kardeşimi gördüğümde, onu izlemeye başladım.

Bombayla işi bitmiş, boş boş ağacın altında oturup yere düşmüş dallarla oyun oynuyordu. Gözlerimi devirip onun fotoğrafını çektim ve WhatsApp'a girerek ona çektiğim resmi attım.

Telefonuna gelen bildirimini ben göremesem de o hissetmiş olacak ki cebinden çıkardı. Yüz ifadesi değiştiğinde, hızla kendimi geri çektim ve beni görmemesini sağladım.

Beni görüntülü aradığında, trip atarmışçasına reddettim ve ona sadece orta parmak emoji atarak sohbeti sonlandırdım.

Gülücük attığında, kaşlarımı çattım ve açılan kapıyla dikkatimi oraya verdim. Elindeki kuru dalları yüzünün görülmeyeceği bir şekilde önünde tutmuş, benim görebileceğim şekilde de isimlerimizin baş harfini kazımıştı.

-Ne lan bu? Bomba imhacıdan sonra bir de marangozluk mu yapmaya başladın?

Mihlas'ın sinirlendiğini, anlamam uzun sürmemişti. Benim de o anki sinirlerimin bozulduğunu anlaması gerekiyordu. "Konu benim bomba ile haşır neşir olmam mı yoksa kimin yaptığını bilmediğin için mi bu sinir kompleksin?" dediğinde, sabrımın son demlerindeydim. Salondan kovmak istemedim. Ben orayı terk ettim.

Bazen, sinirli insanların üstüne gitmek, yapabileceklerinin daha fazlasını yaptırmak demekti. Onu, kendi duygusuyla baş başa bıraktığımızda ise süt dökmüş kedi gibi oluyorlardı. Sinir, insan için verilmiş en büyük sınavdı. Bu sınavdan yüksek aldığında geçerdin.

"Hayatımda gördüğüm en gıcık adam ya. Kardeşini tebrik edeceğine gelmiş bir de trip atıyor." dediğinde, cevap verme gereksiniminde bulunmadım.

Bazen evim dediğimiz insanlar, o evi kendi kendilerine ateşe verebiliyorlardı. Bu ateş dışarıdan gözükmese bile içimizden hissedilebiliyordu. "Her evimsin diyene güvenme, sığındığı başka bir evi mutlaka vardır. Zamanı gelince, sen içerideyken o evi kendi elleriyle yakar."

Odamdan çıkıp mutfağa geçtiğimde, soğuk havayı umursamadan pencereyi açmış, sigara içen kardeşimi gördüğümde ben de yanına oturdum. Benim geldiğimi görse de susmuş, sigarasını da yarım söndürmüştü. Kolundan tutup tekrar oturmasını sağladım ve sesli bir nefes vererek konuşmaya başladım.

-Kendi canını hiçe sayıp böyle bir şeye kalkıştığın için seni tebrik etmeyeceğim fakat çevrendeki insanları düşünüp de böyle bir risk almanı tebrik edebilirim. En azından seninle birlikte onlar da kurtulmuş oldu.

Kendisi güldüğünde, ciddi ciddi ona baktım ve yüz ifadesinin salisesiyle değiştiğini gördüm. Sinirden mi gülüyordu ya da onu tebrik ettiğim için mi dalgaya almıştı onu çözememiştim.

"Senin düşündüklerin gerçekten bunlar mı? Ya sen beni salak mı zannediyorsun! Çocuk değilim ben, yirmi beş yaşında aklı başında birisiyim. Söylesene! Aklından ne geçiyor senin?" Bana bağırmasının şu anlık bir önemi yoktu. Bu tavırlarına o kadar alışmıştım ki sanki sinek kulağımda vızırdıyordu.

-Aklımda olanı sana söyleyeyim mi? Bu işin arkasından hangi piçin çıkacağı. Şimdi anladığını düşünerek devam ediyorum. Çocuk olmadığını biliyorum. Sen benim gözümde çocuk gibisin. Abilerin gözünde kardeşleri maalesef ki büyümüyor. Bana ne zaman büyüdüğünü kanıtlarsın biliyor musun? Kendi başına olaylara atlamayarak.

"Çok uzattın bu meseleyi. Yarın sokaktakilerden kimin yaptığını öğreniriz. Sen de kendini fazlaca yordun. Odana git ve dinlenmene bak. Ben de yarım bıraktığım sigaramı içip uyuyacağım." dediğinde, bir şey demeden kalkıp odama geçtim. Yatağıma uzanıp bir süre düşüncelere daldım. Yan odanın da kapısı açılıp kapandığında, istemsizce rahatlamıştım.

İnsanların bomba misali kendilerine göre saatleri vardı. Bu saatler dolmaya yakın kendilerini hep frenlemek zorundalardı. Saniyeler onlara göre hızlı akarken, aslında hep aynı saniyeyi oynuyorlardı. Bilinçlerinde, patlamaya yakınsam şimdi patlamalıyım, sonradan pişman olmayayım gibisinden düşündüklerinde, yanlış olduklarını bilmiyorlardı.

Bilinçsizce açılan her kapı bir gün ellerinde patlayacaktı. İşte o zaman ellerini uzatmaya korkacaklardı. Korkaklık, bir insana verilen en kötü ve bir o kadar da çözülemeyen duyguydu. Kendine olan cesaretinden sonra birden kendinden bile korkabiliyordun. Korkaklık korktuğumuz için değildi. Korkaklık fedakarlıktı, vazgeçmekti. Korktuğumuz durumu çözmek için yine korkumuzu kullanıyorduk. "İnsanlar korkulacak şeylerden korkmazlarsa daha korkunç şeylerle karşılaşırlardı."

Merhaba Ölüm Sokağı Ailesi nasılsınız? Ben çok iyiyim.

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen 🌟
İyi okumalar diliyorum. Umarım beğenirsiniz, iyi geceler.


Loading...
0%