Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24-Kaybolan Kız Çocuğu Ve Bulunan Kadınlar

@poncikss1234


"Şiir gibiydi, özenle seçilmişti."
-Mahlas Miraç

"Mısralardaki bilinmeyen kelime gibiydim. Ne çözebildiler, ne de okuyabildiler."
-Mihlas Miraç

Günümüz Mihlas Miraç'ın anlatımıyla;

Abime sürpriz yapmak için erken kalkıp sessizce evden çıkmıştım. Sokakta bulunan büyük olduğunu düşündüğüm boş depoda çocuklar kalıyordu. Kapısını araladığımda, büyük bir gürültü ile açılmış, beni fark ettiklerinde ise koşarak yanıma gelmişlerdi.

Mahlas'ın fark etmemesi için çocukları bir alt sokakta topladıktan sonra çimlerde oturmuştuk. Onlara kafamdaki planları teker teker anlattığımda, hepsi de pür dikkat beni dinleyip birkaç fikir de ekledikten sonra hepimiz markete doğru yürümeye başlamıştık.

Markete vardığımızda herkes bir reyona dağıldı ve gereken eşyaları birlikte seçerek aldık. Kasaya gidip ödedikten sonra da dışarıya çıktık. Hep beraber önceden abimle gittiğim uçuruma gidip etrafa bakındık.

Etraf sessiz ve sakin olduğundan mangalı oraya kurduk. Çocuklara burada kalmaları gerektiğini uyarıp eve geçtim ve abime hazırlanması gerektiğini, önemli bir mevzunun olduğunu söyledim. Anlamsızca bana baktığında, bir şey demeden direkt odasına geçti.

Hazırlandığını gördüğümde kapıyı kapatıp yürüyen abime, uçurumun yoluna sapmamız gerektiğini açıkladım. O da uçurumu duyduğunda kaşlarını çatıp "Uçurumda ne işimiz var, orada kimse yok ki." dediğinde omuz silkip sessiz kalmayı tercih ettim.

Dumanların havada yükseldiğini gördüğümde, Mahlas'ın tepkisine bakmak için kafamı ona çevirdim ve yüzüne dikkatlice baktım. Kaşları kendisinden habersiz çatılmış, dudakları aralanmıştı. Yakınlaşmaya başladığımızda, çocuklar ip gibi sıraya dizilmiş, mangalın önünü kapatmaya çalışıyorlardı. İstemsizce bu olaya gülüp çocuklara göz kırptım ve elimle açılmalarını istedim.

Hepsi senkronize olmuş gibi dörder dörder bir sağa bir de sola doğru açılmış ve eşsiz güzelliğin önündeki mangalı abime göstermişlerdi. Hep bir ağızdan "Sürpriz." diye bağırıp alkış tutmaya başlamışlardı.

Mahlas sıra sıra onları çağırıp sarıldı ve teşekkür ederek bana döndü. "Senin başının altından çıkmadıysa şuradan kendimi atarım." dediğinde, kahkaha atıp ona onay verdim.

Masaya çocukların oturması gerektiğini, mangalı benim halletmem gerektiğini söylediğimde, Melisa masanın altındaki topu çıkartıp abime gösterdi. Oynayacağını düşünmesem de Melisa'yı kırmamış, ormanlık alana doğru yürüyüp voleybol oynamaya başlamışlardı.

Aldığımız malzemeleri teker teker masaya koyup çocukların yardımı ile de yıkanacakları yıkamıştık. Soyulması gereken sebzeleri grup halinde soymuşlar, plastik tabak ve çanakları da diğer grup masaya dizmişlerdi.

Tavukların olduğunu gördüğümde, tabaklara koyup Mahlas'a seslendim. Melisa ile yarış yaptığını gördüğümde, gülerek kafamı iki yana salladım ve seslice "Abime bakar mısınız, çocuk gibi değil mi?" dediğimde, bana baktı ve gülmeye başladı.

Çocukluğumuzu kendi ellerimizle inşaa ettiğimiz bu zaman dilimini iyi kullanmak istiyordum. Bazen bu çocukça hareketlerimiz bir daha gelmezdi.

-Nasıl olmuş? Acısı, tuzu yerinde mi, beğendiniz mi?

Melisa "Ben çok beğendim, eline sağlık Mihlas abi." dediğinde, yanına yaklaşıp saçlarını okşadım. Diğerlerinin de yanına gidip el kol şakası yaptım ve bu günü iyi değerlendirdim.

Bütün eşyaları topladığımızda, havanın kararmaya başladığını görüp hızlıca mahalleye dönmemiz gerektiğini söyledim. En solda duran sessizliği ile bilinen Berk Çetin, ilk defa konuştuğunda, sesini duymuştuk. "Eşyaları bıraktıktan sonra tekrar oraya gidip oturalım mı? Ben çok sevdim orayı, lütfen..." dediğinde, Mahlas "Yarın söz daha erken gelip otururuz olur mu? Şimdi tekrar oraya dönmeye kalksak önümüzü göremeyiz." dediğinde, Berk Çetin üzülüp başını eğmişti.

Sokağın girişini gören çocuklar, hep beraber koşmaya başladılar. Önümüzdeki bu güzel görüntüye doya doya bakıp gülümsedik. Mahlas'a bakıp yolu gösterdiğimde, başını iki yana sallayıp kabul etmedi. İtiraz ettiğimde, benden önce koşmaya başladığında, hâlini hatırlayıp hızımı arttırmadım ve arkasında kalarak anın tadını çıkarttım.

Yanına vardığımda, gülerek "Paslanmışsın. Ne o beni yenemedin?" dediğinde, kahkaha attım ve konuşmaya başladım.

-Ben hep seni yeniyordum, Mahlas Miraç. Sen hiçbir zaman kabul etmiyordun. Her zamanki gibi bu sefer de ağlamayasın diye koşmadım.

Mahlas bir şey demeden tek tek çocuklarla son kez voleybol oynayıp eve geçmek istediğini söyledi. Çocuklarla ben de vedalaşıp yarını kararlaştırdık ve abimle birlikte eve geçtim.

Beraber gün sonu değerlendirmemizi yaptıktan sonra ikimiz de sırayla duşa girip kömürün sinmiş kokusunu vücudumuzdan giderdik.

Sabah saat on buçuk;

Kapının şiddetle tıklanması sonucunda uykumu bir kenara bırakıp kapıyı açtım. Çocuklar tek tek gülümseyip günaydın faslını başlattıklarında, hiç de gün aymamıştı. Arkamda oluşan hareketliliğe baktığımda, Mahlas'ın sol gözünün yarı kapalı bir şekilde kapının ağızına yaslanıp kimin geldiğini kontrol ettiğinde, Melisa Mahlas'ın yanına gidip beline sarıldı.

Sol eliyle Melisa'yı tutup sağ eliyle de gözlerini ovuşturdu. Bu haline baktığımda, Melisa'nın Mahlas'ın çocuğu olduğunu, okuldan gelip babasına sarıldığını hayal ettiğimde istemsizce gözlerim bir noktada daldı.

Hayaller, bize verilen en büyük armağandı. Yaşayamadıklarımızı ya da yaşayamayacaklarımızı sanki yaşamış gibi önümüze sunuyordu.

Mahlas'ın sesini duyduğumda istemsizce irkildim ve onu dinlemeye başladım. "Oğlum kenara çekil de çocuklar içeriye geçsin. Havaya baksana buz gibi." dediğinde, sağa kaydım ve çocukların geçmesini bekledim.

Tek tek hepsi içeriye geçip salona yerleştiklerinde, onlara yemek yenip yemediklerini sordum. Onlar da yediklerini, uçuruma gitmek için sabırsızlandıklarını dile getirdiler.

Bu halleri çok masumdu. Bir şeyi istediklerinde hemen gerçekleşeceğini ya da gerçekleştirebileceklerini zannediyorlardı. Önlerindeki engelleri göremiyor, dümdüz ilerleyebileceklerini zannediyorlardı.

Abimi odaya çağırıp oturmasını istediğimde, hangi konuyu konuşacağımı anladı ve kendisi söze girdi. "Havanın soğukluğundan dolayı çocukları götürmek istemediğini biliyorum. Çocuklar bu havada hasta olurlar onu da biliyorum ama onlar o kadar heyecanlı ki gözlerindeki heyecan ışıltıları sayesinde ısınacaklarını düşünüyorum." diye konuşup kendisini yatağa bıraktı.

-Ben onlarla konuşup şansımı denesem, onlar da kabul ettiklerini düşünürsek de güzelce uyumaya devam etsek, nasıl olur?

Eliyle git git dercesine odadan kovduğunda, derin bir nefes alıp salona geçtim ve kendi hâllerinde sohbet eden çocukların dikkatini çektim. Sessizleştiklerinde, fazla vakit kaybetmek istemediğimden konuya girdim.

-Evet öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Hepinizin neden geldiğini anlamamak mümkün değil o yüzden direkt konuya giriyorum. Havanın bu kadar soğuk olacağını açıkçası düşünmemiştik o yüzden bu planı bugüne yapmıştık. Umarım hevesinizi kırmam ama bugün oraya gitmek sakıncalı olabilir. Yağmur aniden bastırırsa orası çamur içinde kalacak ve geri dönüşümüz sıkıntı olacak. Bugünkü planı iptal edelim ne dersiniz?

Aralarında en büyüğü olan Ahzan sessizliğini bozup arkadaşlarına beni destekleyecek şekilde konuştuğunda, içimden inşallah kabul ederler diye dua ediyordum.

Melisa istemsizce kabul ettiğinde, diğerleri de kabul etmek zorunda kalmışlardı. Hepsi aynı anda kalktıklarında, Ahzan bana bakıp tebessüm etti ve el sallayarak kapıyı açıp dışarıya çıktı. Hepsiyle vedalaşıp kapıyı kapattım ve derin bir oh çekerek Mahlas'ın odasına gittim. Mahlas'ın neden salona gelmediğini düşündüğümde, uyuduğunu gördüm.

Odama geçmeden önce saate baktığımda, on biri yirmi beş geçtiğini gördüm ve birkaç saat yatsam hiç de fena olmaz diye kendimi avuttum. Normalde rahat olmayan fakat yata yata alıştığım yatağıma geçip battaniyeyi kafama kadar çekip gözlerimi kapattım.

Odama kadar kahve kokusu yayıldığında, gözlerimi açıp yandaki komodinin üstünden telefonumu açıp saate baktım. Akşam saat sekizi gösterdiğinde, istemsizce gözlerimi belertmiştim.

Mutfağa geçtiğimde, Mahlas'ın oturup kahve içtiğini gördüğümde, cezvenin içine baktım. Bana yetecek kadar içinde kahve vardı. Cezvenin dışına dokunduğumda, ısıtılması gerektiğini düşündüm ve ısıtıp bardağıma döktüm. Abimin karşısına geçip beraber içmeye başladık.

Siren seslerini duyduğumu hissettiğimde, kafamda kurabileceğimi de kendi içimde hesaplayıp sessiz kalmayı tercih ettim. Mahlas'ın da sakin olan yüz ifadesi birden endişeye dönüştüğünde, bana baktı. "Ne hissediyorsun, çabuk söyle." dediğinde, o anda bir şey hissetmediğimi söyledim.

"Çocuklara bir şey olmuş olabilir. Uçuruma gitmemiz gerekiyor." dediğinde, ona sakin olmasını, belki de yanlış duyduğumuzu söyledim.

O da yanlış duymadığını, emin olduğunu üstüne basa basa belirttiğinde, ben de endişelendim ve yerimden kalkarak montumu giyindim.

Sokağın lambaları yanmış olsa da kesinlikle yolu aydınlatmıyordu. Flaşları açıp koşar adımlarla ormanlık alana girdiğimizde, duyduğumuz siren sesinin sahibi olan ambulansın da orada park halinde olduğunu gördüm. Sola döndüğümüzde, küçük bir topluluk görüp hemen oraya vardım ve üzerinde üniforması olan çalışanın omzuna dokunup neler olduğunu sordum. Uzun saçlı, pembe kazak giyinen, elinde de kırmızı mavi topu olan kız çocuğunun kaybolduğunu söylediğinde, Mahlas ile aynı anda "Melisa." diye bağırdık.

Adam, tanıdığımızı anladığında arama ekibini beklemeden aramamız gerektiğini söyledi. Ona uyup her yeri beraber aradığımızda, bir sonuç çıkmamıştı. Mahlas'ın aniden gelen nefes darlığı nedeniyle hızlıca ambulansa geçmiştik.

Ahzan ve Berk Çetin, montumun kenarlarından tutup bana yaşlı gözlerle baktıklarında, çaresizliğimi iliklerime kadar hissetmiştim.

Benim yüzümden çocuklar kendi başlarına buraya gelmişlerdi. Ahzan "Mihlas abi, Melisa ormanlık alanda Levan ile top oynuyorlardı. Levan'ın tuvalete gitmesi gerekiyordu ve Melisa ile birlikte gittiler. Levan, işi bittikten sonra Melisa'yı beklemiş, gelmediğini görünce de buraya geri dönmüş." dediğinde, Levan'a bakıp yanıma çağırdım. Ona bir şey yapacağımı düşünmüş olacak ki ilk başta gelmek istememişti.

Levan ile birlikte ormanlık alana doğru yürümeye başladığımızda, Levan flaşın bize gösterdiği yere kadar tarif etmiş, en son geldikleri yeri eliyle gösterip oraya gitmiştik.

İkimiz de aynı anda Melisa'nın adını bağırıyor, susup sesleri dinliyorduk. Yerlere baktığımızda, Levan eğilerek Melisa'nın patlamış topunu eline alıp bana gösterdi. Onu tutması gerektiğini, kaybetmemesi için cebine koymasını istedim ve onun adını etrafta bağırmaya devam ettim.

Etrafın birden bembeyaz ışıklar ile çevrelendiğini gördüğümüzde, arama ekibinin de geldiğini anlamış olduk. Levan'ı arama ekibinin oraya doğru götürüp olayı detaylı olarak anlatmasını istedim. O da dediğimi yapmış, her şeyi detaylıca anlatmıştı.

K9 köpeklerinin de devreye girmesiyle birlikte uçurumun bitimine kadar bize eşlik etmişlerdi. Bir tanesi isminin Mia olduğunu öğrendiğim köpek, aniden durup etrafı koklamaya başladığında, hepimizi durdurup susmamız gerektiğini söylediler. Etrafta çıt çıkmıyor, Mia'nın hangi yöne koşacağını bekliyorduk.

Düz koşmaya başladığında, hepimiz oraya doğru koşmaya başladık. Uçurumun bitişi diye bildiğimiz, aslında ağaçlar yüzünden göremediğimiz devamını, Mia'nın sayesinde öğrenmiş olduk. Mia, uçurumun ucuna geldiğinde bize doğru dönüp patisiyle aşağıya doğru küçük taşları atmaya başladığında, gözlerimi kapatıp o anı görmemiş gibi yok saydım.

Uzun boylu, üstünde beyaz tulumu olan, adının Uygar olduğunu öğrendiğim adam, halatı beline takıp aşağıya inmesi gerektiğini arkadaşlarına söyledi. Gereken önlemleri aldıklarında, geri sayım yapıldı ve Uygar, kendisini uçurumdan aşağıya bıraktı. Kayalıkların üzerinde durup onların özel fenerleri ile arama yaptığında, her arama sonrası yukarıya telsizle anons geçiyordu.

Deniz'in başlangıcı olan yere kadar indiğinde, burada olmadığını anons geçtiğinde, Mahlas'ın da arkamda olduğunu sesinden anlamıştım.

"Her yeri aradınız mı? Belki de bir yere sıkışmış olabilir. Bildiğim tek şey saçlarının beline kadar uzun, koyu kahve ve salık bırakmış olması. Uygar ona göre arama yap." dediğinde, ben de ona onay verdim ve konuşmaya başladım.

-Uygar, abimin dediği mantıklı, kayalıkların arasına iyice bak.

Uygar'ın beni duyduğundan emin olduğum bir işareti ile hepimiz sessiz olmaya çalışırken, Mia havlamaya başlamıştı. Mia'nın tasmasına da halatın ucunu bağladıklarında, Uygar'ın üstüne doğru bıraktılar ve o, tuttuktan sonra koklamaya başladı.

En soldaki büyük kayalığın yanına vardığında, patisiyle vurduğunda, Uygar gereken malzemeleri arkadaşlarından temin ettirdi ve elinde tuttuğu feneri Mia'nın ağzına vererek sabit durmasını istedi.

Saç gördüğünü söylediğinde, abime bakıp gülümsedim. O da bu gülüşümden güç alıp derin bir nefes aldığında, elleriyle saçlarını karıştırıp yere doğru bakmaya başladı.

Uygar'ın "Çekin bizi." diye bağırdığını duyduğumda, abime sarıldım ve konuşmaya başladım.

-Bulunduğu için çok mutlu oldum. İçimden büyük bir yük kalktı.

Uygar ve kucağındaki kızı gördüğümde, kaşlarımı çattım. Koşarak yanlarına vardığımda, saçlarından dolayı yüzü kapanmış kızın ilk önce saçlarını yavaşça yüzünden çektim ve telefonumun flaşını yüzüne tuttum. Bu kız Melisa değildi. Elinde tuttuğu kız, Açık kahve saçlara sahip, Melisa'dan birkaç yaş büyük olduğunu gördüm.

Uygar'a bakıp hızla kafamı iki yana salladığımda, şaşırmıştı. Arkadaşlarına dönüp "Kucağımdaki kız çocuğu Melisa değil. Bu kim arkadaşlar?" dediğinde, Mahlas da şaşırmıştı.

Mahlas'ın "Ne demek Melisa değil? Elinizde tuttuğunuz kız kim o zaman?" diye şaşkınlıkla sorduğunda, Uygar hemen test için arkadaşlarını yönlendirdi ve haber vermelerini söyledi.

Levan, Berk Çetin, Ahzan hepsi göz yaşlarına boğulmuş, Melisa'nın bulunmadığını gördüklerinde birbirlerine sarılmışlardı. Mahlas bana kaş göz işareti yapıp çocukların yanına gitti ve onlara sarılarak teselli etti.

Mia'nın yanına gittiğimde, aklıma Levan'ın cebinde olan patlamış top geldi ve koşarak Levan'ın yanına gidip topu istedim. Topu cebinden çıkartıp bana uzattığında, Mia'nın yanına gidip ona koklattım. Mia, birkaç saniye kokladıktan sonra yerleri kendi kendine koklamaya başladı. Uygar'a sorduğumda, tebessüm edip "Önceden yapsaydın ya Mihlas. Ne uğraştırdın bizi." dediğinde, gülüyordu. O da aslında tedirgindi ve bize yansıtmak istemiyordu.

Mia, Uygar'ın paçasını tuttuğunda, kafasıyla düz yolu gösterip koşmaya başladı. Hepimiz onu takip ettiğimizde, Levan'ın anlattığı yere geri döndük. Büyük ağaçların ve uzun otların arasına daldığında, bizim bu kıyafetlerimiz ile giremeyeceğimizi söylemişlerdi.

Olduğumuz yerde durup Uygar'dan haber beklediğimizde, "Kız var burada. Atilla, kardeşlerden bir tanesine koruma amaçlı tulumumuzdan giyindir ve buraya getir. Tespit etmek için önemli, hızlan." diye konuştuğunda, hemen ben ortaya atıldım.

Atilla eliyle arabanın olduğu yeri gösterdiğinde, hızlı adımlarla oraya varıp bana kendi bedenimde, beyaz tulumu verdi ve dışarıda beklemeye başladı.

Hızlı davranıp üstümdekileri çıkarttım ve tulumu giyinip Atilla'ya seslendim. Üstümü kontrol ettikten sonra Uygar'ın yanına vardık.

Elini bana uzatıp beni kendine doğru çektiğinde, dengemi kaybedip yalpaladım. Bastığımız yerler oyuklaşmış olduğundan, girişi tehlikeliydi. Dikkatli olmamızda fayda vardı.

Uygar'ın bana gösterdiği yere baktığımda, yerde yatan kız çocuğunu gördüğümde, kaldırmak istedim. Hemen omzumdan tutup bana "Dokunma, belki kaçırılmış bile olabilir. Kıyafetlerinde parmak izi vardır." dediğinde, mahcup olduğumu belirttim.

Atilla, Uygar fotoğraf makinelerini kontrol ettikten sonra fotoğraf çekmeye başladılar. Yanıma gelen Atilla, fotoğrafları gösterdiğinde dikkatlice incelemeye başladım. Melisa değildi.

-Melisa değil. Bu kadınlar kim Allah aşkına? Ne dönüyor bu sikimsonik ormanda? Kadınları kaçırıyorlar mı, kadınları buraya mı atıyorlar?

Mahlas'ın "Ne oluyor Mihlas? Yanıma gel ve bana hemen olanları anlat." dediğinde, bastığım yerleri kontrol edip onun yanına gittim ve omzuna kafamı koyup sakinleşmeye çalıştım.

-Bulunan iki kız Melisa değil. Melisa'dan daha büyükler ve fiziksel özellikleri uyuşmuyor. Hepsi de ne hikmetse ormanlık alana atılmış. Bu işin içinde bir şeyler var abi. Umarım en kısa zamanda bu olay çözülür.

Mahlas'ın "Bizim bu işte olmamamız gerekiyor. Sen burada kal, ben çocukları bizim eve götüreyim. Telefon çekmiyor bana ulaşamazsın. Fazla vakit kaybetmem, direkt gelirim." dediğinde, mantıklı olduğunu düşünüp onay verdim. Çocukları toplayıp bana baktı ve ters yönde yürümeye başladılar.

Uygar, bulunduğu bölgeden çıkıp yanıma geldi ve üzgün bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Melisa'nın burada olduğunu düşünmüyorum. Mia ve diğerleri her yeri aradı. Bir sonuç yok, senin de eve gitmen gerekiyor. Biz de burayı toparlayıp çıkmamız gerekiyor." dediğinde, mecburen onay verip hep beraber ormanlık alandan çıkışımızı yaptık.

Arabanın oraya geldiğimizde, ona teşekkür edip telefon numaramı verdim ve bir haber olduğunda, bana haber vermesini istedim. O da anlayışla karşılamış, numaramı da kaydetmişti.

Eve geçtiğimde, Mahlas'ın kapıdan dışarıya çıktığını gördüğümde, onu eve tekrar geçirdim ve koltuğa oturduk. Sessizliği bozmak için dudaklarımı dilimle ıslattım ve konuşmaya başladım.

-Bir sonuç çıkmadı. Uygar ve Atilla son kez arama yapıp onlar da döneceklermiş. Bir şey olursa telefon numaramı verdim, beni arayacaklar.

Bir şey demedi ve çocukları kontrol etti. Bana sormadan odamı verdiğini söylediğinde, ona bir şey demedim ve koltuğa kendimizi bıraktık.

Telefonum çalmaya başladığında, hızla cebimden çıkarttım ve aramayı yanıtladım.

Uygar'ın sesini duyduğumda istemsizce kaşlarımı çatmıştım.

"Burada sizin tarif ettiğiniz gibi kız çocuğu var. Karakola götürmemiz gerekiyor, sizin de gelmeniz lazım."

Merhaba, Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Yeni bölüme hoş geldiniz. İyi okumalar diliyorum.

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen 🌟

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle hoşçakalın ❤️

Loading...
0%