Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25-Bulunan Kadınların Otopsi Raporları

@poncikss1234

"Benim hayatımdaki önemli insanlara dokunan kişiler, dokunduğu yerlerinden paramparça olacaklar."
-Mihlas Miraç

"Kız çocuğu hayatımı güzelleştiren en güzel varlıktır."
-Mahlas Miraç

Not; Vereceğim kadın isimleri sadece figürandır. Başka bölümlerde yoktur. Otopsi raporu medyadaki gibidir. (Maalesef burada olmadığı için göremeyeceksiniz.) Otopsi yapıldıktan sonra cinayet, intihar ya da çözülememiş ölümlerin sonuçları belli olduğunda, rapora yazılır. Rapor çıktıktan sonra aileler ile görüşülür. Ölen kişinin anamnezi yazılarak fotoğrafları konulur.

Karakol Zamanı, Mahlas Miraç'ın Anlatımıyla;

Melisa'nın kaybolmasından sonra bir anda yeni bir olaya şahit olmuştuk. Melisa yerine başka kadınların ormanlık alanda bulunması hiç beklemediğimiz bir durumdu. Mihlas'ın Uygar ile konuşmasından sonra biz de karakola geçmiş, olan biteni merakla anlatmalarını bekliyorduk.

Karakolun girişinde Atilla, bir kız çocuğu ile bizim tarafa doğru yürürken, istemsizce gözlerimi kapatmıştım. Mihlas'ın "Abi bu da Melisa değil." dediğinde, yavaşça gözlerimi açıp kıza baktığımda, gerçekten de onun olmadığını gördüm.

Atilla bizi kendi odasına davet ettikten sonra biz de onu takip ettik ve birinci katın sonundaki odaya giriş yaptık. Atilla kendi masasına otururken, biz de karşılıklı deri koltuklara oturduk. O, bize birkaç soru sorduğunda, bu kızın Melisa olmadığını, benzerlik açısından sadece dış görünüşü olduğunu söyleyip odadan çıktık.

Atilla, kızı arkadaşlarına teslim ettikten sonra Uygar ile birlikte birkaç işi olduğunu, istersek de bizim de katılabileceğimi söylediğinde, İkimiz de kabul etmiştik. Uygar, Atilla ile karşılaştığında, bize de baş selamı verdi ve toplantı odasına geçmemizin uygun olduğunu dile getirdi.

Olayın aslını, kimin ya da kimlerin yaptığını ve en önemlisi neden böyle bir şey yaptıklarını açıkçası çok merak ediyordum. Uygar ve Atilla, bizi onların kullandığı toplantı odasına götürüp oturttu ve beş dakika içinde geleceklerini söylediğinde, Mihlas ile birbirimize baktık.

Beş dakika geçti geçmedi, Atilla elinde tuttuğu dosyayla birlikte karşımda oturduğunda, kağıtta yazılanları merak etmiştim. Ya yapan kişiyi ya da kişileri tespit edip bize de haber verecekler ya da bambaşka bir durumun var oluşunu bizlere tek tek anlatacaklardı. Sonuçta "Her katilin bir kusuru vardır."

Atilla'nın "Uygar'ı bekliyorum, o, benden bu konularda daha bilgilidir. Sizlere yanlış bir bilgi aktarmak istemiyorum." dediğinde, Mihlas'ın "Konuyu biliyorsan biraz bahseder misin?" diye soru yönelttiğinde, kapı açılmış içeriye Uygar girmişti. Atilla'nın yan tarafında bulunan boş sandalyeye oturduğunda, masadaki dosyayı eline alıp göz gezdirdi ve gözlerini birkaç kez kırpıştırıp dosyayı bize uzattı.

Elime aldığım dosyayı okuduğumda, Mihlas ile birlikte aynı tepkiyi vermiştik. Yazılanlar, bizim tarafımızdan yapılmadığı sürece her zaman kötü gelmişti.

Kader Kutlu; Yirmi dört yaşında, Hukuk fakültesi öğrencisi, ailesine sürpriz yapmak için İstanbul'a vardığında, otobüs terminalinden sonra haber alınamamıştır.

Dış görünüş; Açık kahve rengi uzun saçlar, burun kemerinin kırılması sonucunda eğrilmiş burun, buğday tenlidir.

Vücuttaki yabancı maddeler; Teninde oluşan ezilmeler ve kırıklar, bağlanılan ipin ellerde, bacaklarda ve boynunda kan toplanmaları mevcut.

Tanya Gizel; Yirmi altı yaşında, Trakya'da çalıştığı özel bir şirkette muhasebe müdürü olarak İşe başlamıştır. Tayinini İstanbul'a istemiştir. İşe başladıktan birkaç gün sonra haber alınamamıştır.

Dış görünüş; Açık kahve renkli omuzlarına kadar uzanan saçları, uzun kirpikleri, fındık burnu, beyaz tenine özenle dizilmiş çilleri vardır. Vücuttaki yabancı maddeler; Teninde oluşan morluklar ve kızarıklıklar mevcut.

Gizem Çakalı; Yirmi dört yaşında, Tarih öğretmeni. İstanbul'a yeni atandığı okula başladıktan bir hafta sonra ortadan kaybolmuştur.

Dış görünüş; Kısa siyah saçları, esmer teni, uzun ve geniş burnu, kepçe kulakları, vücudunu kaplayan benleri vardır.

Vücuttaki yabancı maddeler; Sağ ve sol olmak üzere derinlikleri on iki ve on dört cm arasında değişen bıçak yaraları, sol bileğinde iki kırık oluşumları mevcut.

Gizem Çakalı hariç hepsinin benzerlikleri de çok önemli bir detaydı. Ormanlık alanda yaşadığımız o olayı gözümün önüne getirdiğimde, taşlar yerine oturuyordu. Seri katilleri andıran bu olay nasıl çözeceklerdi, onu düşünmeden edememiştim.

-Benim aklımda bir soru var ancak sormaya dilim varmıyor.

Ciddi ifadeyle sorduğum bu soru üzerine üçünün de meraklı hâlleri üzerine konuşmaya başladım.

-Melisa'da bulduğunuz kadınlara benziyor. Evet yaş olarak daha küçük fakat dış görünüş olarak dosyada yazılanlar gibi. Sizce de bu adamlar Melisa'nın peşine düşüp de onu kandırmış olmasınlar?

Atilla ve Uygar birbirlerine bakıp ne tepki vereceklerini düşündüler. Dediklerim onlara mantıklı gelmese bile bana mantıklı gelmişti. Göz uzuyla kardeşime baktığımda, beyaz duvara gözlerini sabitlemiş, bu atmosferden kendisini soyutlamıştı. Bacağına dokunduğumda irkildi ve "Hı? Bir şey mi dedin?" diye ağzında gevelediğinde, aklından neler geçirdiğini az çok tahmin etmiştim. Benim sorularım üzerinden kendisi hikaye yaratacaktı.

Mihlas'ın "Dediğin mantıklı olabilir ama Melisa'nın yaşı senin de dediğin gibi çok küçük. Onu ne yapacaklar ki?" diye Atilla ve Uygar'a baktığında, Uygar'ın "Melisa'yı kaçırmalarının amacı belki de sizleri daha önce tanıyan kişiler olabilir. Ormanda bulduğumuz kadınların katilleri bu işin içinde olmayabilir, böyle de düşünmenizi istiyorum." diye kendi fikrini söylediğinde, konuşmaya başladım.

-Birincisi bizim tanıdığımız insan sayısı bir elin parmağını geçmez. Hem Melisa'yı hiç görmediler ki nasıl kaçırabilirler? İkincisi ise tanıdığımız insanlar da yaklaşık birkaç haftadır yurt dışında.

Mihlas'ın "Daha fazla teori üretmeye gerek yok. Biz elimizdekiler ile yola çıkmamız gerekiyor. Uygar bize detaylı bilgi versin, biz de ona göre hareket edelim." dediğinde, Uygar parmağını şıklatmış, elimde tuttuğum evrakı da masaya koyarak tek tek isimleri sıralayarak ölüm şekillerini anlatmıştı.

-Vücudumuzdaki morluklar ve kızarıklıklar yüzünden öleceğimizi düşünmüyorum. Öldürmek için ya boğmaları gerekiyor ya da biraz önce okuduğunuz gibi çok sayıda bıçak yaralarının da olması gerekiyor. Gizem Çakalı hariç hepsinin ölümü bana şüpheli geliyor.

Uygar'ın "Vücuttaki morluk ve kızarıklıklar sadece süstür. Katil, beğendikleri vücutlara renk vermeyi sever. O morluğun altında ya kırık vardır ya da çatlak vardır ki kızarıklıklarda ise belki de damar çatmaları, damar tıkanıklığı oluşmuştur. Böyle düşünün." dediğinde, susup detayları dinlemeye devam ettik.

Karakoldan çıktıktan sonra önemli bir detay ya da konum bulduklarında, direkt bize haber vereceklerini söylediklerinden sonra biz de bahçeden dışarıya çıktık. Otopsi raporları normalde yazıldıktan sonra sadece doktordan başka kimsenin elinde olmaması gerekirken, Uygar'dan rica edip kopyasını istedim. İlk önce kabul etmese de daha sonra fotokopisini çekip bana verdi. Katlayıp cebime koyduktan sonra eve yürümeye başladık.

Ev;

Mihlas'ın getirdiği meyve tabağına baktığımda, ona tebessüm ettim ve kendi payıma düşeni yedikten sonra ilaçlarımı içtim. Mihlas'a döndüğümde, tabağa dokunmadığını gördüm ve konuşmaya başladım.

-Sen meyve seversin, neden yemedin?

Bana bakmadan "Aklım Melisa'da kaldı. Kaybolmasında benim de suçum var. Keşke o gün fırtına bile çıksaydı da reddetmeyip onları oraya götürseydim. Çocukların heveslerini kursağında bıraktım. Sonuç; Melisa kayboldu." dediğinde, derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.

-Böyle olması gerekiyormuş demek ki. Sen kendini suçlama. Hem sen seversin böyle olayları çözmeyi. Kıymetli düşüncelerin sayesinde bir bakarsın onu buluruz. Hem belki de senin sayende Melisa yanımızda olur ve hep beraber oyunlar oynarız..

Kendisini suçlamasının bir anlamı yoktu. Olacağı varmış ki olmuş. Umarım vakit bizler için daralmadan onu bulabiliriz. Cebimden çıkardığım kağıdı ona uzatıp tekrar okumasını istedim. Mihlas'ın alnı kırışırken, neden böyle yaptığımı sorguladı. Ben de gözlerimle kağıdı işaret ettim ve detaylıca incelemesini istedim. İsimler farklı, ölüm şekilleri farklı, dış görünüş aynıydı. Aklıma bir fikir gelse de onun da kabul etmesi gerekiyordu.

-Kağıdı okuyup inceledikten sonra Uygar'ı buraya davet et. Güzel bir planım var. Senin de kabul etmen gerekiyor, eğer kabul etmezsen de saygı duyarım.

Masasının üstüne evrakı koyduktan sonra "Seni dinliyorum." dedi ve ellerini bağdaş bağladı.

-Uygar'ı ara.

İkiletmeden telefonunu çıkarttı ve Uygar'ı arayarak adresi verdi. Yirmi dakika sonra geleceğini, Atilla'nın da gelmesi için rica ettiğinde, Mihlas onay verip bana göz kırptı ve telefonu kapattıktan sonra bana dönüp "Uygar ve Atilla yirmi dakikaya gelecekmiş, sen de bana planını anlat." dediğinde, gülerek ona baktım. Şaşırsa da beni dinlemeye başladı.

-Kağıttaki kadınlardan kendimize göre birisini belirleyeceğiz. Çarşıya gidip peruk, makyaj malzemesi alacağız ve seçtiğimiz kadınların kılığına gireceğiz. Daha sonra onların bulunduğu alana gideceğiz ve onları bekleyeceğiz.

Mihlas'ın "Harika bir fikir. Ne zaman yaparız?" demesi üzerine kahkaha atıp çalan kapıyı açtım. Uygar ve Atilla'yı içeriye davet ettiğimde, kardeşimin de ayağa kalkıp tokalaşmalarını izledim. Salonu gösterdikten sonra, herkesin yerleşmesini bekledim ve ben de tekli koltuğa geçerek hâl hatır sordum. Onlar da samimi cevaplar verdikten sonra da neden çağırdığımızı sordular. Mihlas'ın "Abimin güzel bir planı var. Size de uygun olursa paylaşmak istiyoruz." dediğinde, tebessüm ettim.

-Siz gelmeden önce aklıma bir fikir geldi. Umarım siz de bu fikri anlayışla karşılarsınız. Evrakları baştan sonra okuyup kendi aramızda çok konuştuk. Karakolda da dediğim gibi, fiziksel özellikleri aynı olduğundan, ben de şunu düşündüm. Kardeşimle ben seçtiğimiz kadınların kılığına gireceğiz. Onların bulunduğu yerlerde gezintiye çıkacağız. Eğer onlardan bir tanesi bile oradaysa bu hepimizin işine gelir.

Hepsi dikkatlice dinliyordu. Uygar tebessüm ederek kafasıyla onay verirken, Atilla ise bu fikre karşı çok da sıcak bakmamıştı. Uygar'ın "Sizin almanıza gerek yok. Biz size temin ettiririz. Biz de gerektiğinde, böyle planlar yapabiliyoruz." dediğinde, yarını ayarladık ve birkaç dakika daha sohbet ettikten sonra onlar müsaade istedi.

Onları yolcu ettikten sonra derin bir nefes alıp bugünün yorgunluğu atmak istercesine koltuğa yayıldım. O, karşımdaki ikili koltuğa geçip sırıtarak "Senin yüzüne de çok iyi makyaj olur. Gözlerin de çekik ya tam da kadın olursun." dediğinde gülüp konuşmaya başladım.

-Senin yüzüne ne demeli? Kirpiklerine kadınların sürdüğü o malzemeyi sürsek, peruğu da taksak zaten kadın olursun.

Mihlas parmağını kirpiklerine götürüp "Harbi bu kadar uzun mu ya? Ben hiç merak edip de bu kadar ayrıntılı incelemedim." dediğinde, onun bu hareketlerine bakıp gözlerimi kapattım.

-Ya topuklu ayakkabı falan giyinirsek? Ben yürüyemem ki. Düşe kalka bir nebze yürüyebilirim. Yalpalamalarım yüzünden kendime kahkaha atarım.

Mihlas'ın saçmalama dercesine bakışlarına maruz kaldığımda, sorduğum sorunun saçma olduğunu kendisine de söyledikten sonra kalktım ve ona yatmam gerektiğini açıklayarak odama geçtim. Odamın camının açık olmasını beklerken, kapalıydı. İlk işim onu açmak oldu ve biraz pencerenin önünde durarak temiz oksijeni içime çekmeye başladım. Umarım bu planlarımız tıkırında işler de biz de rahata kavuşabilsek. Yatağıma uzanıp rahat bir pozisyon seçtikten sonra gözlerimi kapattım.

''Melisa sesime gel, duyuyor musun beni?'' dediğimde, belime sarılan küçük ellere baktım. Arkamı döndüğümde, güler yüzüyle beni karşılayan Melisa'yı gördüğümde, onu kucağıma aldım. "Buldum seni." dediğimde, "Çok geç kaldın Mahlas abi. Şimdi geri dönmek zorundayım." dediğinde, kelimelerim boğazımda kaldı. Onu kucağımdan indirdikten sonra küçücük elleriyle elimi tutup bana veda edercesine gülümsemesi, gözlerimden bir damla yaşımın yanaklarımdan süzülmesini sağladı. "Gitme, seni almaya geldim." diye arkasından bağırsam da beni duymamazlığa gelmişti. Arkasından koşmaya başlamıştım. O kadar hızlıydı ki ona yetişemiyordum. Geçtiğimiz engebeli yolların sonucunda birkaç tane tek katlı, kahverengi-beyaz, ahşap evler vardı. Tek tek onların yarım açık şekilde bıraktıkları kapıdan içeriye baktığımda, kimseler yoktu. En sondaki ahşap evin önüne geldiğimde, sesler duyuyordum. Bu sesleri dikkatlice dinlediğimde, Melisa'nın da sesi geliyordu. Ağlamaklı sesi beni harekete geçirmeye yeterken, yerimde mıhlanmış gibiydim. Adım atamıyordum. Soğuk havaya rağmen terlemeye başlamıştım. Sesler kesilmişti. İçeriye girmeyi başardığımda, Melisa'nın yerde kanlar içinde yattığını görmüştüm.

Bulduğumu zannettiğim herkesi böyle mi kaybediyordum?

Yataktan nasıl doğruldum, bilmiyordum. Bir dakikalık bu rüya yüzünden nefeslerim birbirine karışıyor, sesim soluğum çıkmıyordu. Kendi kendime sakinleşmek için yollar arasam da başarılı olamamıştım. Yataktan kalktığım gibi kardeşimin odasına gittim ve yatağının ucuna oturdum. Mihlas'a baktığımda, sokak lambasından sızan güçsüz ışıkta bile parıl parıl parlıyordu. Ona baktığım her saniyemde istemsizce sakinleşiyordum. onu uyandırmaya kıyamadan odasından çıkıp mutfağa gittim.

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Kahve içsem uykumu etkiler miydi? Bu düşüncelerimin mantıksız olduğunu bildiğimden, okkalı bir kahve yapıp bahçe kısmına bakan sandalyeye oturdum. Kendi odamın kapısının kapanma sesi geldiğinde, koridora doğru eğildim. Mihlas'ın uykulu haliyle beni aramasına gülüp "Mutfaktayım." dedim. Sesimi duyduğu an uykusu kaçmıştı.

"Bir sorun mu oldu? Betin benzin atmış. hastaneye gidelim mi?" diye panikle sorduğu sorulara gülmek istesem de gördüğüm o rüya yüzünden içimden gelmemişti. Onun endişeli bakışlarının altında daha fazla ezilmemek için konuşmaya başladım.

-Melisa'yı rüyamda gördüm. Yanıma gelmişti, yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı. Her zaman ki sarılmasıyla bana sarıldı, küçücük elleriyle ellerimi sardı ve bana "Çok geç kaldın Mahlas abi, şimdi gitmem gerekiyor." dedi. Peşinden koştum, onun ağlamaklı sesini duydum. Sence geç kalmış olabilir miyiz?

Mihlas "Başka neler gördün? Hatırlıyor musun, hatırlıyorsan eğer detay versene." dediğinde, gözümü bir noktaya sabitleyip zihnimi zorlamaya başladım.

-Ahşap evler vardı, sıra sıra dizilmişlerdi ve dış görünüşte gözüken renkler de birbirinin aynısıydı. Evler tek katlı ve çatıları üçgendi. Her birinin arasında yaklaşık olarak bir dakika var ya da yoktu. Deniz'e bakan kısımda değil, kadınların bulunup Melisa'nın voleybol oynadığı yerdeydiler.

Dikkatlice dinleyip kafasına not ediyordu. Belki de o konumu önceden Uygar ile Melisa'yı aradıklarında görmüştü.

-Aklında canlandı mı? O gün Uygar ile birlikte aramaya çıktığınızda, böyle evler gördün ya da gördünüz mü?

Mihlas sessizce kafasıyla onay verdiğinde, gözlerim şaşkınlıktan açılmıştı. Önümüzdeki kahveleri unutmuş, düşüncelere dalmıştık.

-Bunu Uygar'a desek doğru olur mu? Rüya üzerinden yola çıkmak saçma gelir.

Mihlas'ın "Neden saçma gelsin? Rüyalar sonraki yaşayacağımız günlerin birer fragmanıdır. Rüyalar er ya da geç ortaya çıkar. O yüzden ben bu rüyayı bir kenara atamam." dediğinde, doğru söylediğini ifade ederek konuyu kapatmasını istedim.

Kendi aramızda birkaç dakika farklı konulardan konuştuktan sonra Güneş'in doğuşu bize selam verdi. Bugün bizler için yoğun olacağından, yataklarımıza geri döndük.

Kız çocukları neşedir. Onların neşelerini soldurmadan yaşamak gerekir. Kız çocukları sevgidir. Onlar olduğu zaman sevginin ne demek olduğunu öğrenmiş oluruz. Kız çocukları güzeldir. Güzelliğin nereden geldiğini size göstermiş olur.

Merhaba Ölüm sokağı ailesi, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Notumuzu dikkatlice okuyalım, ona göre hikayeye başlayalım.

İyi okumalar diliyorum. Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen 🌟

Loading...
0%