Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26-Kılık Değiştirme

@poncikss1234


"Allah beni son anda erkeğe çevirmiş. Kadın hâlim harikulade."
-Mihlas Miraç

"Aynada kendime baktığımda, bambaşka birini görmüştüm."
-Mahlas Miraç

Hazırlanma süreci, Mihlas Miraç'ın anlatımıyla;

Her şey benim yüzümden olmuştu. Çocukların isteğini yerine getirmemiş, onları tehlikeye atan bizzat ben olmuştum. Melisa'nın kaybolduğunu duyduğumda, başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş, kendime gelememiştim. Çocukları her zaman çok severdim. Onlar masumluğun ne demek olduğunu bana anlatıyordu.

Abimin dünkü planı bana çok cazip gelmişti. Bu işi yapmak için can atıyordum. Uygar ve Atilla'nın dün bize geldikten sonra bu plana onay vermeleri sayesinde şu an onların ofislerine gidiyorduk.

Ofisin önüne vardığımızda, Uygar'a geldiğimize dair mesaj attım ve içeriye girdik. Danışmanın olduğunu gördüğümde, abime beklemesini söyleyip danışmanın yanına gittim.

-Kolay gelsin. Uygar ve Atilla bey ile görüşecektik. Geldiğimizden haberleri var.

Oturan kadın güler yüzü ile birkaç saniye beklememiz gerektiğini, Uygar beyi arayacağını söylediğinde, abimin yanına gittim. Mahlas'ın "Önemli bir durum mu var? Neden içeriye girmedik?" dediğinde, tam o sırada kadının "Buyurun bu taraftan geçin." dediğini duyduğumuzda, tebessüm edip uzun merdivenlerin olduğu tarafa yürümeye başladık.

-Merdiven sana yasak değil mi? İstersen girişte otur, ben sana olan biteni anlatırım.

Mahlas'ın "Yavaş yavaş çıksam bir sorun çıkacağını düşünmüyorum. Hem senin anlatman ile onların anlatması bir olmaz. Onlardan dinlemek istiyorum." dediğinde, bir şey demeden kolunu koluma bağladım ve beraber çıkmaya başladık.

Birinci katın sonunda, ikinci danışmanı gördüğümde, tekrar Uygar'ın odasını sordum. Çaprazımda kalan odayı gösterdiğinde, teşekkür edip kapının oraya geldiğimizde kapıyı çalıp içeriye geçtik. Uygar, Atilla ve tanımadığımız birkaç kişi geniş dikdörtgen şeklindeki masaya oturmuş, herkesin önlerindeki evraklardan yazılanları hararetli soru-cevaplarla olayı çözmeye çalışıyorlardı.

Hiçbir şey demeden tekrar dışarıya çıkıp danışmana müsait olmadıklarını dile getirip bekleme salonuna geçtik. Oturduğumuzda, telefonumu çıkartıp biraz vakit geçirdim. Sıkıldığımı hissettiğimde, Mahlas ile sohbet ederek biraz da olsa buradaki atmosferin gerginliğini bir kenara bıraktık. Danışmandaki kadının bize seslenmesiyle, toplantılarının bittiğini duyup tekrar odasına geçtiğimizde, adamların tek tek tokalaşıp kapıdan dışarıya çıktıklarını gördüm.

Dördümüz kaldığımızda, büyük masaya oturup son gelişmeleri üstünden geçtik ve bizim planımızın devreye girmesi gerektiğini, fazla vaktimizin olmadığını dile getirdiklerinde Uygar, soyunma odasına gitmemiz gerektiğini, oradaki makyözlerin ve stilistlerin olduğunu söylediğinde, onay verip büyük siyah koridorlardan yürümeye başladık. Geniş kapılı kapıya Uygar kartını okuttuktan sonra otomatik açılmış, biz de içeriye girmiştik. Her türden kıyafetin, perukların, makyaj malzemelerinin olduğunu gördüğümde, açıkçası biraz streslenmiştim.

Abimle beraber kendimizi tanıttıktan sonra hızlıca fiziksel özelliklerini tarif ettik. Her çalışan not aldıktan sonra, ilk önce peruğun takılması gerektiğini daha sonra da ona uygun makyaj yapılmasının uygun olduğunu bize tek tek anlattılar. Abimi kıyafetlerin olduğu bölüme gelmesini istediler. Uzun boyu, siyah saçları, koyu kahverengi gözleri olan adam ise beni perukların olduğu bölüme getirip beni oturttu.

-İlk önce peruk takılması gerektiğini bizlere açıklamışlardı. Abim neden kıyafet odasında?

İşine odaklandığı için duymadığını düşünsem de cevap olarak "Burada normalde olay olduğunda, tek kişi kılık değiştirir. Siz iki kişi olduğunuzdan dolayı sıralamaları değiştirebiliyoruz. Birkaç dakika sonra abin buraya gelecek sen de oraya gideceksin." açıklamasından sonra anladığımı belirttim ve aynanın yansımasından kıyafet bölümüne baktım.

Stilist dışarıya çıktıktan sonra abim de dışarıya çıkmıştı. Onu öyle gördüğümde, kendimi tutamayıp kahkaha atmış, gözümden akan yaşları da sildikçe yenileri akmaya devam ediyordu. Giyindiği siyah dantelli mini elbise, bacaklarından anlamasınlar diye parlak ince siyah külotlu çorap, el bileklerine taktıkları bileklikler, gerdanı açık olduğundan oraya da kolye takmışlardı.

-Bu gelen hanımefendi de kim? Talip olmak istiyorum, Acaba müstakil misiniz?

Herkes kahkaha atmaya başlamıştı. O, aynanın karşısına geçmiş kendisini süzüyordu. Mahlas'ın "Böyle bir fizik benden başka kimse de olamazdı. Baksana o kadar güzelim ki kendimle evlenmeye karar verdim." dediğinde, o kadar komikti ki gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.

Peruk işimin tamamlandığını söylediklerinde, bambaşka bir kişiliğe dönüşmüştüm. Mahlas bana bakıp göz kırptığında, anlamıştım kıyafet sırasının bana geldiğini. Beni yönlendirdiklerinde, arkamı dönüp abime baktım. Kendisini de oturtmuşlardı. Peruğu önce alın kısmına koyup genişliğini ya da diğer potluklarını ayarlıyorlardı.

Hayatımda bu kadar kıyafetin bir arada olduğunu görmemiştim. Stilist, gözlüklerinin üstünden fiziğimi süzdüğünde, kaşlarımı çatmıştım. Sanki pazardan meyve seçiyordu. Beş tane birbirinden iddialı elbiseleri askısından çıkartıp bana uzattığında, kaşlarımı çattım. Eliyle ileri geri salladığında, göz devirip kabine girdim. İlk önce koyu kırmızı, kollarında tülleri olan, bel kısmında da penceresi olan bu elbiseye iğrenircesine bakıp üstümdekileri çıkarttım.

Aynadan fiziğime bakıp dudaklarım keyiflice iki yana açıldığında, kendime yükseldiğimi fark ettim. Başımı iki yana sallayıp hızlıca elbiseyi denedim. Arka kısmı kapanmamıştı. Kabinden çıkıp stilistin yanına gittiğimde, onay vermemişti. En son ki denediğim gece mavisi midi boy elbiseyi denediğimde, ben bile çok beğenmiştim. Gösterdiğimde, keyiflice sırıtıp onay verdi makyaj bölümüne geçtik.

Mahlas beni gördüğünde, bağırarak kahkaha atmaya başladı. " Allah seni kadın olarak yaratacaktı da sonradan vaz geçmiş. Bu kadar güzel kardeşimin olduğunu bilmiyordum." yarım yamalak kurduğu cümleden sonra ikimiz de makyaj için sandalyeye oturmuştuk. Kapı açıldığında, Uygar ve Atilla'nın da içeriye girdiğini gördüğümde, yerimde sindim. Uygar, çalışanlara bizi sorduğunda, peruğu yapan adam bizi göstermişti. Kahkaha atacaklarını beklerken ciddiyetle yanımıza gelip birkaç kağıdı bize uzatmışlardı.

Uygar'ın " Sizi tanımaları neredeyse imkansız. İsimlerinizi biliyorsunuz, tekrar etmeye gerek yok diye düşünüyorum. Gelelim can alıcı noktamıza; ormanlık alanın sonunda ahşap evler var. Bu ahşap evlere girip onları bekleyeceksiniz." dediğinde, Mahlasla aynı anda "Kahverengi-beyaz ahşap evler." dedik.

Şaşırmış olduğunu yüz ifadesinden anladığımda, Mahlas konuşmaya başladı. "Dün rüyamda Melisa'yı gördüm, yanıma gelmişti. Bana "Çok geç kaldın." dedi ve benden uzaklaştı. Ben de onu takip ettiğimde, o evleri gördüm." dediğinde, ona bakıp tebessüm ettim.

Uygar'ın kafasını düşünceli bir şekilde sallamasıyla, hazır olduğumuzu gördüğünde hızlıca planı devreye sokmamız gerektiğini söyledi. Spor ayakkabılarımızın olması bizi bir nebze rahat ettiriyordu.

Dışarıya çıktığımızda, abimle beraber utancımızdan etrafa bakamıyorduk. Kendi kendime güldüğümde yanımdan da gülme sesi gelmişti. Arabaya bindiğimde abime dönüp konuşmaya başladım.

-En ufak bir şey olduğunda bana söylüyorsun. Senin bu durumun buraya uygun olmayabilir. En ufak bir kalbinin sıkıştığında, nefesinin düzensizliğinde hemen nerede olursam olayım bana söyleyeceksin, anlaştık mı? Hep yan yana olmaya çalışalım. Bir şey olursa ikimiz müdahale ederiz.

Uygar bizi dinlediğinde, ona birkaç hastalığı ile ilgili sorular sormuştu. O evlerin bulunduğu yere geldiğimizde, indik ve bagajdan uzun kaşelerimizi aldık. Issız olması açıkçası işimize gelirken, Uygar bize küçük boyda iki tane düğme vermişti. Bu düğmelere bastığımızda onlara sinyal gittiğini, en ufak bir şey gördüğümüzde ya da duyduğumuzda buraya basıp beklememizi söyledi.

Uygar'ın "Biz zaten buradayız. Ekipler de ormanlık alanın girişindeki park alanında bizi bekleyecek. Bir şey olduğu zaman o düğmeye basın, bütün sinyaller bize gelecek. Umarım size de başka kadınlarımıza da bir şey olmaz." dediğinde ona bakıp gülümsedim.

-Kadınlar dediğin bizler oluyoruz her hâlde.

Kısık kahkahası bütün ormanda yankılanırken, aniden ciddileşip "Hadi bakalım, göreyim sizi. Dediklerimi unutmayın." dediğinde, abimle birlikte yürümeye başladık.

İlk önce etrafı kontrol ettikten sonra birinci eve girdik. Birinci ev, çok da büyük sayılmazdı. O zaman diğer evlerin de boyutu çok küçük inşa edilmişti. Mutfak ve salon birleşik, küçük bir koridor, koridorun hemen sonlarında iki tane oda bulunuyordu. Odalara girdiğimizde, banyonun, diğer odaya girdiğimizde ise yatak odasının olduğunu görmüş olduk.

Etrafı kolaçan ettikten sonra telefonumu çıkartıp fotoğraflarını çekmeye başladım. Burada kimse son zamanlarda uğramamış olduğunu kanaat getirip diğer eve geçiş yaptık. Diğer ev, önceki eve göre neredeyse hiç girilmemişti. İçeriye girdiğimizde aynı şekilde salon ve mutfak bizi karşılamıştı. Koridora girdiğimizde, bu sefer burada üç oda olduğunu gördük.

Birinci odaya girdiğimizde, banyonun, ikinci odaya girdiğimizde yatak odasının ve son olarak diğer odaya girdiğimizde misafir odasına benzeyen ya da çocuk odasını andıran bir oda bizi karşılamıştı.

Bu evin de odalarının fotoğraflarını çektikten sonra son iki tane kalan evlere baktık. Üçüncü eve girdiğimizde, salonun darmaduman olduğunu, mutfağın da birbirine karışmış olduğunu gördüğümde, abime dikkatli olmasını söyledim. O da gözünü dört açıp diğer odalara girdiğinde, ben de onu takip ettim. Yatak odası koridorun başındaydı. İçeriye girmeden, kapıdan kafamızı sokup baktığımızda burada yaşayan kişilerin olduğunu düşündüm.

Yakalanmadan fotoğrafları çekip evden çıktık ve son olarak diğer eve de girişimizi yaptık. Kaybolmamak için flaşlarımızı açtığımızda, karşıda yanıp sönen beyaz ışığı görüp flaşı kapattım ve onu takip etmeye başladık.

Yanlarına vardığımızda, arabaya binip fotoğrafları tek tek gösterdim. Onlar da ajandaya not aldıktan sonra üstümüzü değiştirmemiz gerektiğini söylediler.

-Kıyafetlerimiz orada kaldı. Başka kıyafet getirmedik ki.

Atilla, elinde tuttuğu poşeti bize uzatıp arka kısımda giyinebileceğimizi söylediğinde, vakit kaybetmeden üstümüzdekileri çıkartıp poşete koyduk.

Melisa'yı ya da kaçıran kişileri bulamasak da o evlerde yaşayan insanların olduğunu en azından görmüş olduğumuzdan, içim biraz daha rahatlamıştı. Bizi eve bıraktıklarında onlara teşekkür edip bir şey olduğunda da haber vermelerini rica ettiğimde, ikisi de onay verip evin önünden ayrılmıştı. Sırayla duşa girip özümüze döndüğümüzde bu günün yorgunluğunu bir nebze de olsa atmıştık. O hâllerimizi buradan birisi görseydi eminim ki kahkaha atmaktan hastanelik olurlardı.

-Bugün gerçekten hem komik, stresli, hem de eğlenceliydi. Bir daha böyle bir şeye girer miyim dersen girmem de yine de bunu deneyimlemek oldukça güzeldi.

Mahlas da bana katıldığını söylediğinde konuşmaya başladı. "Vallahi o durumda görselerdi bile umurumda olmazdı. Ben, kurtaracağımı bildiğimden ya da en azından bir ip ucu bulabileceğimden sonuna kadar bu işi yapabilirim. Tek istediğim, Melisa ve katillerin bulunması." dediğinde, bir şey demedim.

"Acıktın mı? Ben acıktım ya." deyip ayağa kalktığında, ben de ayağa kalktım ve mutfağa geçip bir şeyler hazırladık. Sessizce geçen bu yemeğin sonunda, odama geçip sigara paketimi aldım ve tekrar mutfağa geçip pencereyi açarak önünde yaktım.

Mahlas, elindeki sinyalleri bana gösterdiğinde, kaşlarımı çatıp konuşmaya başladım.

-Onlar bu cihazı bizden istemediler mi? Nereden buldun bunu?

"Kot pantolonlarımız cebinden buldum. Acaba bir şey bulduklarında, buna basıp bize de mi haber verecekler?" dediğinde, mantıklı gelmişti. Ona onay verip sigara dumanını dışarıya üfleyip küllüğe bastım.

-Sen de sigarayı bıraktıktan sonra ben de hiç keyif almıyorum.

Bana bakıp güldükten sonra ben de yarım ağız güldüm ve salona geçip televizyonu açtım. Kanallarda gezinirken bir tane dizinin oynadığını görüp kumandayı bıraktım ve koltuğa uzanıp izlemeye başladım.

Birden duvarların rengi kırmızıya döndüğünde, inanılmaz yüksek alarm çalmaya başladı. Mahlas endişeyle etrafa bakındığında sehpanın üstünde duran alarmları gördük. Bir şey olmuştu. Bize de haber vermişlerdi. Birbirimize baktığımızda, telefonumu çıkartıp Uygar'ı aradım. Birkaç çalışta açtıktan sonra olayın ne olduğunu sordum. Uygar, sinyallerden bir tanesinin ormanlık alanda düştüğünü söylediğinde, kendime engel olamadan bağırarak konuşmaya başladım.

-Cebimize koyduğunuz alarmlar ötmeye başladı. Eğer ormanlık alanda düştüyse, üstüne basmışlardır. O tarafa birileri gelmiş olabilir. Hemen oraya gitmemiz gerekiyor.

Uygar'ın "Tabii ya onlar en ufak bir temasta da direkt ötmeye başlıyorlar. Kesin o evlerden bir tanesine giriş yaptılar. Biz o tarafa doğru yola çıkıyoruz. Bir şey bulursak ben sizi ararım, sizin gelmenize gerek yok." deyip benim bir şey söylememe gerek kalmadan yüzüme telefonu kapattı.

Heyecan ve stresin aynı anda yaşadığım bu zaman diliminde bütün evi sayamayacağım kadar turlamıştım. Evden dışarıya çıkmış, sokağı da turlamıştım. En ufak haberin bizlere iyi gelmesini istiyordum. Melisa'nın bulunması ya da onun izine rastlanmaları, abimle bana verilebilecek en güzel haberdi.

Bir saat sonra;

Her dakika içinde telefonumun ekranına bakıyordum. Telefonum sesli de bile olsa sanki çaldığında ses çıkartmayacak gibi geliyordu. Seslice ofladıktan sonra odama girip yatağa kendimi attım. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp ileri geri sallamaya başladım.

Saate baktığımda, onu on geçtiğini gördüm. Sabaha kadar bekleyeceğimin yolu bana gözükmüştü. Onun odasına girdiğimde, pencereden dışarıyı izlediğini gördüm.

-Sen neden uyumadın, bekliyorsun değil mi? Yatağıma uzandığımda, gözüme uyku girmedi.

Bir şey dememişti, konuşmaya devam etmemiştim. Telefonuma mesaj gelmesiyle aniden abimin bana dönmesiyle, telefon yere düştü. Yatağın altına giren telefonu almak için beraber yatağı kenara çektik. Telefon kapandığından dolayı mesajı okuyamamıştık.

Açmaya çalışırken, sinirlerimin bozulduğunu hissediyordum. Sakin olmam gerektiğini kendime sesli bir şekilde ifade ettiğimde, ekranın ışığı yanmaya başladı. Şifreyi girdikten sonra gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve mesaj bölümüne girdim. Uygar'ın mesaj attığını gördüğümde, ellerim kendiliğinden titremeye başlamıştı. İçimden "Umarım, güzel bir haber vermiştir." dedim ve sesli bir şekilde okumaya başladım.

Uygar; Mihlas, biz ormana girdik. Evlere baskın düzenlendi. Evlerde maalesef ki kimse yoktu. Bir saate kadar bütün ormanı aradık ama bulamadık. Bizim tahminimiz de şu yönde, adamlar orayı sadece süs olarak kullanıyor. Daha farklı yerlerde işlerini halledip buraya atıyorlar." dediğinde, dikleştirdiğim omuzlarımı bir anda indirim.

Bu işin sonu nereye varacaktı? Vardığında da herhangi birileri canlı kalacak mıydı? Ya geç kaldıysak ya iyi düşündüğümüz her saniye içinde kötü bir olay yaşanıyorsa? Melisa'yı bulmak için elimizden gelenin fazlasını yapmamız gerekiyordu. Onu bulduğumuzda, eve getirip beraber yaşamaya başlayacaktık. Bir daha kaybolmasına kalbim dayanmazdı.


Merhaba Ölüm Sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu bölümü kahkaha atarak yazdım, umarım siz de kahkahalar ile okursunuz.
Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen 🌟
Şimdiden iyi okumalar diliyorum🤍
Medya; " Heijan & Muti- BİRADER"
(Bu şarkı ikisini andırdığı için koydum. Bu bölümle bir ilgisi yoktur.)
Diğer bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın 🤍

Loading...
0%