@poncikss1234
|
"Onu orada öylece yatarken gördüğümde, keşke ben orada yatsaydım diye dua ettim." Günler sanki birbirini kovalamaktan sıkılmış, aynı döngünün yavaş bölümünde bizlere misafirlik ediyorlardı. Saat geçmiyor, geçtiğini zannettiğimde de aynı rakamlar gözüme çarpıyordu. Evde otura otura elimiz kolum bağlı, hiçbir şekilde olaylara giremiyorduk. Girsek bile en fazla ne yapabilirdik ki? Onların da işlerine karışmak istemiyordum. Onlar, bizden daha bilgili olduğundan kendimi fazlalıkmış gibi hissediyordum. Kardeşimin durgun hâllerini gördüğümde, ona da bir şey söylemek istesem de tepkisinin ne yönde olacağını tam olarak kestiremiyordum. Sakin gibi görünüyor, ben konuşmaya başlasam o saniye içinde, içinden canavar bile çıkabiliyordu. Onu kendi hâlinde bırakmak şu an için en mantıklı olasılıktı. Oflayıp yattığı pozisyonu değiştirdiğinde, göz göze geldik. Onun görebileceği şekilde elimi salladığımda, bana "Canım çok sıkılıyor. Bu can sıkıntım gezmek ya da birilerine çatmak değil, Melisa'nın durumunu bilmemek onu kendi ellerimizle kurtaramamak canımı çok sıkıyor." diye sessiz bir şekilde konuşmasının ardından ona söyleyecek bir şeyim olmadığından dolayı sessiz kalmayı tercih ettim. Telefonuna bildirim geldiğinde, yayılmış pozisyonundan dikleşip beni yanına çağırdı. Yanına geldiğimde, Uygar'ın attığı mesajı beraber okuduk. Uygar, şehrin her yerinde bulunan kullanılan-kullanılmayan, sahipli-sahipsiz her ev, depo gibi yerlere bakmaya başladıklarını yazmıştı. Mihlas ona cevap verdikten sonra galeri kısmına girip fotoğraflara tekrar baktığında, dağılmış evin resmini yakınlaştırıp tek tek inceledi. Komodinin üstünde bulunan, bizim orada fark etmediğimiz kağıt parçasını gördüğünde, tekrar Uygar'ın mesaj bölümüne girip orayı siyah kalemli çizerek altına "Üçüncü evin komodininde yakaladığım kağıt." yazdı ve yolladı. Dikkatli hâlleri her zaman bize çözüm üretmemizi sağlıyordu. İlk anda göremese bile illaki o detayları yakalamadan kendisini rahata erdirmiyordu. Şüpheli herhangi bir durumda kendisi ilk önce atlar, durumu çözmeden oradan ayrılmazdı. Bu durumda ona bir şey olacak diye kendimi yiyip bitiriyor, açıklamaya çalışsam bile beni dinlemiş gibi yapıp yine kendi bildiğini okuyordu. Aklındaki düşünceleri okuyabilseydim, o zaman engelleyebilir miydim? Onun düşünce tarzı hiç ummadığım vakitlerde yakasına yapışır, o da o düşünceyi destekler, ben de o desteğe, destek vermek zorunda kalırdım. -Komodinin üstündeki kağıt ya sahteyse? Onlar için zaman kaybına neden olmaz mı ya da eve kimin girip çıktığını merak ettikleri için oraya koymuşlarsa? O zaman her şey Arap saçına döner. Mihlas'ın "Sahte olup olmaması şu an için önemli mi? Önemli olan oraya koyan kişi. Şöyle düşün, oraya uğrayan birileri var ve bizi açıkça bulundukları konuma davet ediyorlar. Ben onların yerinde olsam işleri bittiğinde gidip bakarım, ne olur ne olmaz." dediğinde, güldüm ve ona cevap verdim. -Canım kardeşim, senin dediğin şey nasıl olur biliyor musun, ben sana açıklayayım. Adamları az da olsa tanırsın ya da tanımasan bile bir yerde görmüşsündür. İşte o zaman o eve gider bakarsın ne var ne yok, anladın mı? "Adamı görüp görmemek umurumda bile değil. Benim umurumda olan tek şey onların bulunup buralardan defolup gitmeleri. Ha gitmiyorlar mı, biz sürgün ederiz." dedikten sonra ayağa kalkıp gerindi. Kazağı sıyrıldığından ötürü karnı gözüktüğünde, onu karşıma alıp karnını gıdıkladım. Küçüklüğünden beri en sevdiği oyundu. Birkaç dakika kahkaha vaktimiz olduktan sonra mutfağa geçip ilaçlarımı içtim ve kahve yaparak kardeşimle karşılıklı içtik. Uygar'ın mesaj attığını bana ilettiğinde, ne yazdığını sordum. O evlere uğradıklarını, komodinin üstündeki kağıtta bir adres yazdığını söylediğinde açıkçası tedirgin olmuştum. Adresin doğruluğu kesin değildi. Nasıl bir plan üzerinden ilerleyeceklerdi? -Dikkat etmelerini söyle. Hâlâ o kağıtta yazılan hiçbir yazıya güvenmiyorum. Mihlas da onay verdikten sonra ona adresin konumunun olup olmadığını sorduğumda ona vermediğini, bir durum olursa da haber vereceğini söylediğinde sessiz kalıp bahçeyi izlemeye başladım. Bu gün benim için nedense huzursuz bir gündü. Sanki birimizden birine bir şey olacakmış gibi hissediyordum. Derler ya ölüm size yakınsa hissedersiniz diye. Ben de nedense tam da böyle hissediyordum. Kardeşime sorsam hemen telaşlanacağından bu fikirden hemen vaz geçtim. Belki de kendisi de böyle hissediyor, bana söylemeye çekiniyormuş da olabilir diye düşünmeden edemiyordum. Saat daha öğlen biri gösterirken, biraz temiz havanın bize iyi geleceğini düşünüp Mihlas'a seslendim. O da kabul ettikten sonra gereken hazırlığımızı yapıp evden çıktık. Sokağı göz gezdirdiğimde etraf sessiz, soğuk havanın etkisiyle kimse dışarıya çıkmıyor ve en önemlisi de insanlar yavaş yavaş buradan taşınıyorlardı. Bu taşınma işi aslında bizim için iyi bir fırsattı. İstediğimiz evi, istediğimiz konumda tutabilme şansımız olabilirdi. İki sokak gezdikten sonra Mihlas'ın ormanlık alana gitme istediği yüzünden oraya doğru yol almıştık. Umarım kötü bir senaryo ile karşılaşmak durumda kalmayız diye girişe girmeden önce ona birkaç uyarı yapmıştım. Bu uyarılarımı dikkate alacağına dair söz verdiğinde, içimi rahatlatmaya çalışmıştım. Evlere bir kere gelmemize rağmen rahatlıkla bulmuş, çevresini kontrol ettikten sonra kapının açık olup olmadığına bakmıştık. Bu sefer kapının kapalı olması hem beni hem de kardeşimi endişelendirmişti. "Şimdi ne yapacağız?" diye soran kardeşime, yandan bir bakış atarak susmasını istedim. Burada en ufak bir çıtırtı ya da ses, belki de sonumuz bile olabilirdi. Sessizce evin arka tarafına dolanıp açık olan herhangi bir yeri olup olmadığını incelerken, evin önündeki kapıya doğru adım sesleri ve birkaç kişinin konuşmalarını duymuştum. Mihlas'a baktığımda, onun da duyduğunu fark edip adımlarımızı en küçük biçimde atarak gür ağaçların olduğu yere gidip saklandık. Gördüğüm kadarıyla üç kişiydiler. Vücut dilimi kullanarak hemen sağımdaki ağaçta saklanan kardeşime fotoğraf çekmesini söyledim. Anladığına dair el kol yaptığında, cebinden çıkartıp telefonuna baktı. Bana, telefonunu gösterip başını iki yana salladığında anladım ki şarjı bitmişti. Kendi telefonumu çıkartıp ona doğru attım ve kapının önünde sohbet eden o kişileri işaret ettim. Anladığına dair el işareti yaptıktan sonra ona bakmayı kesip önümdekilere odaklandım. Kısa boylu, kendisinden neredeyse üç beden büyük kazağı, düşük bel eski kot pantolonu, saçları buradan bile bakıldığında yağlı ve özensiz olan bu adam, bu kişilerin başıymış gibi duruyordu. Diğer kişilere baktığımda, giyim tarzları, konuşurken ki beden hareketleri, biraz daha sağa kaydığımda, kardeşimin sinirlenirken ki kullandığı o alnının kırışıklığına kadar bize benziyorlardı. Belki de onlar da bizim gibi kardeşlerdi. Eve girdiklerine dair kapının kapanma sesi geldiğinde, vakit kaybetmeden ağacın altından çıkıp girişe kadar hızlıca yürüdük. Tabelaları gördüğümde köşede duran kullanılmayan dükkanın içine girip biraz soluklandık. Sabah konuştuğumuz gibi onları sonunda görebilmiştik. Ya onlar istediğimiz adamlar değillerse, o zaman ne olacaktı? Telefonumu cebinden çıkartıp bana uzattığında, galeriye girip fotoğraflara baktım. Fotoğraflar tam da istediğim şekilde çekilmişti. Yüzleri net, evin önünde oldukları belli ve en önemlisi tarih ve saatin de yazmasıydı. Elimizdeki kanıtların hepsini Uygar'a yollamak istediğimden, Mihlas'ı kaldırıp eve sürükledim. Yol boyunca mızmızlansa da sonunun iyi olacağını hatırlatıp motivasyon konuşması yaptığımda, durgun ve sinirli hâlinden az da olsa uzaklaşmıştı. Eve girdiğimizde, telefonunu şarja bağlayıp açılmasını beklerken, bacaklarını sallamakla yetiniyordu. Telefonun ekran ışığı yandığında, dikkatini ona vererek şifresini girdi ve Uygar'ın mesaj kısmına girerek, bana bakmaya başladı. Ona baktığımda bana "Adama ne atmamı bekliyorsun? Aynanın karşısına geçip vücudumu mu atayım?" dediğinde, sonradan anladım ki fotoğrafları ona atmamıştım. Attıktan sonra benden ona iletti ve haber beklemeye başladık. Mesaja görüldü attığını söylediğinde, vereceği cevabı merak etmiştim. Mesaj atmak yerine aradığında işimize gelmiş, gereken açıklamayı yapmıştık. Uygar bizi dinledikten sonra kendisi de bize birkaç peşinde oldukları mekanları, kişileri söylediğinde acaba bulduğumuz kişiler ile bir alakası var mı diye düşünmeden edememiştim. Bu fikrimi söylediğimde, ona da mantıklı geldiğini söyledi. Birkaç arkadaşı o bölge ile ilgileneceklerini de ileterek telefonu kapattı. Onun ağzından çıkan her bir kelime bizim için umut ışığıydı. O ışığın yansıması sayesinde Melisa'yı bulabilecektik. Akşam üzeri olduğunda, ikimizde yemek yemek istemediğimden dolayı odalarımıza çekildik ve kendi hâlimizde takılmaya karar verdik. Bu takılmayı kendimizi biraz daha toparlamak, yanlış düşündüğümüz bir yeri düzeltmek adına ayrı ayrı düşünmek gerekiyordu. Karşı tarafın düşüncesi mantıklı gelmese bile bazen o şartlar için mantıklı gelebiliyordu. İnternet üzerinden birkaç duyduğum mekan isimlerini araştırırken telefona not alıyordum. Bu notlar belki de ileride lazım olabilirdi. Ben, bana düşen görevin hepsini yapmaya çalışmıştım. Gerisi arama ekiplerine kalmıştı. Onlar da hiç durmadan çalışıp bize haber veriyorlardı ancak yine de içim rahat etmiyordu. Ya daha farklı bir durumun içerisindeysek ve bizi oyalamak için böyle bir yöntem seçmişlerse? Bunu da aklımdan geçirmiyor değildim. Biraz dinlenmek istediğimden dolayı yatağıma iyice yerleştim ve ışığın açık olduğunu umursamadan gözlerimi kapattım. Bedenim kendini direkt salıverirken mayışmaya başlamıştım. Uykumun en güzel yerinde omuzumdan sertçe dürtüldüğümü hissettiğimde beynim direkt vücuduma uyarı vermiş, sıçramama neden olmuştu. Bu durum beni zor duruma sokmuş, alacağım nefesi alamamıştım. Tıkandığımı anlayan Mihlas'ın beni şaşırtacak şekilde sakin olup bana ilaçlarımı ve bir bardak suyu uzattığında, onun sakinliği sayesinde ben de biraz da olsa gevşemiştim. -Beni bu kadar hızlı uyandıracak ne olabilir canım kardeşim! Sesim uyarıcı tonda çıktığından dolayı biraz yüksek sesle ona seslenmiştim. Yüzüme sakince bakmaya devam ederken istemsizce karşımdakinin Mihlas değil de onun içine giren varlığıyla konuştuğumu düşünmüştüm. Bana " Fotoğraftaki adamlar bil bakalım nerede oturuyor? Doğru tahmin iki yan binamızda, beyaz- gri renkteki o gecekondu da oturuyorlar. Acaba Melisa'yı da orada tutuyorlar mıdır? Sonuçta kimse onların bu mahallede oturacaklarını düşünmezler." dediğinde, bende de soru işaretleri oluşmuştu. -Bakmaya gidelim mi? En azından bizi onlar tanıyorsa bile bu mahallede oturduğumuzu bilirler. O yüzden sorun çıkacağını düşünmüyorum. "Kalk o zaman, elini yüzünü yıkayıp kendine gel. On dakikaya evden çıkalım." deyip odadan çıktı. Onun bu garip sakinliği beni nedense geriyordu. gergin olduğum zaman hiçbir işi doğru düzgün yapamıyordum. Benim onu bu konularda sakinleştirmem gerekirken, onun beni sakinleştirmesi dünya da bir ilkti. Gecekondunun önüne gelmemiz uzun sürmemişti. bunca zamandır nasıl onları burada görmemiştik, asıl sorunumuz bence buydu. Burada oturan herkes en az birbirlerini bir kere de olsa görüyordu. Bu işin içinde kesinlikle bizim çözemediğimiz bir şey vardı. Her gelen gideni galerimde açık olan fotoğrafla kıyaslıyor, onların olmadığını gördüğümde de yanlış anlamasın diye yere bakmaya devam ediyordum. Hareketlilik havası burnuma gelmişti. Yanımda etrafı dört gözle izleyen kardeşime döndüğümde, beni kendisinin olduğu konuma çağırdı. Kulağıma eğilip sanki kimsenin duymasını istemiyormuşçasına "Birazdan birimiz ölüme bir adım atacağız. Bu adım hangimizin adımı olursa olsun, oracıkta can versek bile bize pes etmek yakışmaz." dediğinde, onun yüzüne bakıp cevap verdim. -Daha öncesinde benimle aynı zamanda hissetmiştin değil mi? Benimle neden paylaşmadın? "Ölüm her zaman bizi gölgemiz gibi takip eder. Bizi yalnız bulmak için zaman yaratmaya çalışır. Biz seninle ne zaman ayrı kaldık ki ölüm bizi bizden habersiz alsın? Ben ya da sen hiç fark etmez. Orada yerde kanlar içinde hareketsiz de yatsak gücümüzün bittiğini onlara göstermeyeceğiz. Bu artık bir savaşa döndü, kimse kimseye taviz vermeyecek. Kısacası kim kime dum duma misali. O zaman ne diyoruz, asker ileri!" dediğinde, son cümlesi sayesinde biraz da olsa gülmeyi başarmıştım. Kapının önüne geldiğimizde, Mihlas çalmakla uğraşmayıp direk tekme ile kapıyı kırdı ve içeriye girdi. İçeriye baktığımızda şu anlık kimseler etrafta gözükmüyordu. Odaların kapısında kilit yerlerinin olduğunu gördüğümde, "Acaba mı?" diye düşünüp kulpu indirdim. Kilitli değildi, en büyük avantajı yakalamıştım. Her odayı büyük titizlikle arasam da bir şey çıkmamıştı. Mihlas'n yanıma gelip "Acil buradan çıkmamız gerekiyor. Dosya buldum. Yakalanırsak elimdeki kanıt yok olur." dediğinde, koşar adımlarla evden çıkıp eve geldik. Yakalanmamanın verdiği o rahatlık hissi en sevdiğim kısımdı. Salonun ortasında duran büyük sehpanın çevresinde oturup dosyayı açtık ve okumaya başladık. Ormanlık alanda buldukları kadınların nasıl öldürebileceklerine dair bütün planlar, mekan, zaman, yapan kişilerin adı burada yazıyordu. -Başardık. Dudaklarımın arasından istemsizce kaçan bu kelime sayesinde, Mihlas'ı tebessüm ettirmeye yetmişti. "Onların ofislerine gidip bu dosyayı onlara iletmemiz lazım ama önce benim tüm sayfaların fotoğrafını çekmem gerekiyor. Sonuçta o kişiler bu dosyayı bulamadıkları zaman herkese saldıracaklar. En azından bende de kalsın ki kaybolma durumunda ben olmasam bile senden alsınlar." deyip dosyayı da koltuk altına yerleştirip kaşenin bağcıklarını bağladı. Ofise vardığımızda, dışarıdan bile belli olan o kalabalıklı telaş havası yüzümüze vuruyordu. İçeriye girip ezberlediğimiz odaya girdiğimizde, odanın içinde kimse yoktu. Buranın güvenli olduğunun düşünüp tekrar dışarıya çıkmadık. Yaklaşık on beş dakikanın ardındın kapı açılmış, içeriye Uygar ve daha önce görmediğimiz bir adam girmişti. O kadar dalgınlardı ki bizim varlığımızı görememişlerdi. "Uygar hu hu, burada mısın? " diye çağıran kardeşime irkilerek baktığında, yüzünü daha net görmüştüm. Göz altları uykusuz olduğunun sinyallerini verirken, ellerinin titremesi de ne kadar yorulduğunu bize gösteriyordu. -Size harika bir kanıtla geldik. Atilla beyi de göremedik ama siz ona iletirsiniz. Mihlas ver Uygar'a dosyayı. Uygar bu dediklerim sayesinde biraz daha kendisini toparlamış, Mihlas'ın dosyayı çıkartmasını bekliyordu. Dosya onun eline geçtiğinde, hızlıca göz gezdirdi ve dudaklarını büzerek okuduklarını sindirmeye çalıştı. "Bu dosyanın bir kopyası siz de eminim ki vardır. Bu dosyayı bizim ekiple de paylaşmam gerekiyor." dedi ve bizim bir şey dememize gerek kalmadan odadan bir hışımla çıktı. Yanında bulunan adam bize bakıp "Bu aralar üst üste vakalar geliyor. Atilla da izinli olduğundan tek başına yürütmek zorunda kalıyor. Siz de fazla ona iş çıkarmayın. Rica ediyorum." dedikten sonra kardeşimle göz göze geldik. Mihlas adama "Konudan haberiniz yok gibi görünüyor. Kısaca bilgi vermek gerekirse kardeşimiz Melisa kayboldu. Kaçıran kişiler bizim için önemli bir konu ve bu konuya biz de dahiliz. Biz olmasaydık eminim ki bu kadar az bir sürede yol kat etmezdiniz." diyip eliyle kolumu kavradı ve beni kapıya çekiştirdi. Yoğun adrenalin yaşadığı için bir şey demedim ve onu takip ettim. Ofisten çıktıktan sonra karnımın kasılmasıyla, ona dönmeden yemek yemem gerektiğini, ilaç saatimin geçeceğini söyledim. O da benimle aynı fikirde olduğundan yolun kenarında bulunan küçük sade bir mekana giriş yaptık. Mekan nedense bana ferahlık verirken, karşımda oturan kardeşim için aynı şeyi söyleyemezdim. Kaşları her zamanki gibi çatık, masaya koyduğu ellerini iki dakika bir yumruk hâline getiriyor ve etrafı kolaçan etmeyi unutmuyordu. -Diken üstündeymişsin gibi görünüyor. Neden rahatlamıyorsun da her an birisini öldürecekmiş gibi duruyorsun? Gözleri kısık, beni dinlediğinde cevap verdi. "Yaşadıklarımızın hiçbirini unutmadım. Tedbirli olmakta fayda var. Hiç ummadığın anda karşına çıkabilirler." dediğinde, garsona siparişleri verip sessiz kalmayı tercih ettik. Havaya baktığımda, koyu gri bulutların bizlere yağmurun yağacağını haber verirken, biz de bu durumu hoş karşılamıştık. Yağmurlu hava benim için çok özeldi. Bir gün ölürsem, yağmurlu bir günde ölmek ister, yağmurlu havada gömülmek isterdim. Birbirimizle konuşmadan yemeklerimizi yedik, Mihlas çayla beraber sigarasını içti ve hesabı ödeyerek mekandan çıktık. Yavaş yavaş yürüyüp havanın tadını çıkartırken, gözüm istemsizce karşı kaldırıma takılmıştı. Yanlış mı gördüm diye düşünmek istesem de maalesef gördüklerim gerçekti. Melisa, o kısa boylu adamın elinden tutmuş, pamuk şeker yiyordu. Mihlas da bunu gördüğünde, kaskatı kesilmiş "Melisa değil mi bu?" diye bağırmıştı. Bağırmasından sonra onlar bize doğru bakmış, Melisa bizi gördüğü an ağlamaya başlamıştı. Koşmaya başlamıştık. Tıkanacağımı bildiğim halde onu orada bırakamazdım. Bizim koşmamızı gördüğü an Melisa'yı kucağına alıp koşmaya başladı. Mihlas çevreye "Kızı kaçırıyor, yardım etsenize lan!" diye bağırmış, kimse de oralı olmamıştı. Adamın ayağı taşa takılıp yüz üstü düştüğünde, Melisa'yı yerden kaldırıp kucağıma aldım. Mihlas ise adamın üstüne çıkıp bayıltana kadar dövmüştü. Cebimden telefonu çıkartıp Uygar'ı aradığımda, sesini duyduğum vakit gereken açıklamayı ve konumu belirtmiştim. On beş dakikanın ardından Uygar ve birkaç kişi arabadan inmiş, adamı alıp gereken yerlere sevk etmişlerdi. Adam arabaya binmeden önce bana bakarak "Sen, son duanı et. Çünkü yarın hayatta olmayacaksın." dediğinde, Uygar adamın kafasını bilerek arabanın üstüne vurduğunda bütün yorgunluğun bir anda uçmuştu. Adam acıdan inlerken tebessüm ettim ve kucağımda sessizce mayışan kıza baktım. Eve gelişimizden sonra Melisa'yı ilk önce arkadaşlarının yanına götürmüştük. Levan, Ahzan, Berk Çetin hepsi mutluluktan ağlamış, Melisa'ya da sımsıkı sarılmışlardı. Onlara açıklama yapmak istediğimden sessiz olmalarını söyledim ve beni dinlemeleri için onları uyardım. -Bundan sonra Melisa bu olaylar geçene kadar biz de kalacak. İstediğiniz zaman onu ziyaret edebilirsiniz. Levan endişeyle bana baktığında, Mihlas ona " Ne oldu? Yüzün şekilden şekile girdi." dedi ve Levan'ın yanına gidip yanaklarını sevdi. Levan bize bakıp " Bizim de başımıza böyle benzer bir durum gelirse ve siz fark etmezseniz ne olacak?" dediğinde, Mihlas " Ee ne duruyorsunuz? Toplayın eşyalarınızı, hepiniz biz de kalın." dedi ve dışarıda bizi bekledi. Herkesin hazır olduğunu gördüğümde, eve geçtik. Çocuklar için kendi imkanlarımızla yerden yataklar yapıp uyumalarını izlerken, ne kadar da saf ve temiz olduklarını düşündüm. Umarım bu özelliklerini birileri yüzünden kaybetmezlerdi. Koridordan geçtiğimde, Mihlas'ın mutfakta oturup sigara içtiğini gördüm. Ona bir şey demeden odama geçtim. Uykumun en güzel yerinde Ahzan'ın odama gelip ağlamaklı ses tonunu duyduğumda, bütün uykum gitmişti. Hızlıca ona ne olduğunu sorduğumda bana dediği tek şey sokakta silah seslerinin olduğuydu. Yanlış duyduğunu söyleyip biraz daha sakinleşmesini beklerken, diğerleri de benim yanıma koşup aynılarını söylemişti. kardeşimin odasına girip onu uyandırdım ve salona geçmeden önce çocukların bana söylediklerini söyledim. Uykulu hâli bir anda dağılırken, üstünü değiştirip yanımıza geleceğini ekledi ve beni çocukların yanına gönderdi. Onların yanına vardığımda, kafaları dağılsın diye televizyondan istedikleri ne varsa açıp beraber izledik. Pencereye vuran Yağmur'un damlaları da bize eşlik ediyordu. Saate gözüm kaydığında, sabaha karşı beşi beş geçtiğini gördüm. Uyku düzenimizin tamamen bozulduğu bu hafta yüzünden vücudumuzdaki direnç de yavaştan azalıyordu. Onun hazır olduğunu gördüğümde, çocuklara bakıp konuşmaya başladım. -Biz etrafı kontrol etmeye gidiyoruz. Ahzan biz çıktıktan hemen sonra kapıyı kilitle ve birbirinizden ayrılmayın. hepiniz salonda bizi bekleyin. Hepsi bir ağızdan konuşmaya başladıklarında, Mihlas hemen elini dudaklarına götürdü ve susmalarını istedi. "Abimi dinlediniz, tekrar üstünden geçmeyeceğim. Biz geldiğimizde, sizi burada görmek istiyorum. Anlaştık mı?" dediğinde hepsi kafasını sallayıp yataklarına geçtiler. Dışarıya çıktıktan sonra ben sağa, o sola doğru yol ayrımından göz gezdire gezdire etrafa bakmıştık. Sonuç olarak hiçbir şey çıkmamış, çocukların en azından korkusunu azaltmak için dışarıya çıkmıştık. Ele başları yakalandıktan sonra diğerlerinin de saklayabileceğini düşünürken biraz ileriden gelen iki kişi yüzünden bu düşüncelerim bir anda yok oldu. Arkamı dönüp hiç görmemiş gibi varsayarak yürümeye başlarken, onların da yürüme hızları artmıştı. Bir tanesi omuzuma dokunduğunda ona döndüm. Yayvan gülüşü ile bana bakarken "Biz de sizi bekliyorduk." dedi. Ben de cevap vermek istemedim ve arkamı dönüp yürümeye devam ettim. Ona bakmaya devam etseydim, birimizden birine bir şey olacaktı. Tekrar aynı yerden bir el baskısı hissettiğimde, onlar göremese bile göz devirdim ve yandan bir bakış atarak konuşmaya başladım. -Ne istiyorsunuz? Siktir olup yolunuza devam etsenize. Sakince söylediğim için ilk önce beni ciddiye almamışlardı. İkisi de kahkaha atmış, bir tanesi eliyle beni işaret edip "Sinirleri alınmış adam da topa benzer." demişti. Bu cümleyi duyduğumda, derin bir nefes aldım ve yanlarına doğru yürümeye başladım. Karşılarında durup baştan aşağıya süzdüm ve iğrenircesine baktığım bakışlarımı görmelerini sağladım. Onları oyalamam gerekiyordu. Mihlas birkaç dakikaya benim yanıma gelirdi. Onda tek korktuğum şey, sinirlerini yönetememesiydi. Yanımdaki hareketlilikten anlamıştım geldiğini. O da benim gibi sakin görünüyorken, içten içe şaşırmıştım. Aklındaki tilkileri göremesem de hissediyordum. "Oo! ben de diyorum bu çöp kokuları nereden geliyor? Meğersem abim iki dangalakla sohbet ediyormuş. Çöpü suçluyordum ben de tüh günahını aldım." diye lafa girdiğinde, dudaklarımı gülmemek için ısırmıştım. Adamlar şaşkınca ona baktığında, ne diyeceklerini bilemediler. Kitlenmiş durumda olduklarından dolayı biz de tepki vermemiştik. Kısa boylu olan "Ne diyorsun sen? Ne çöpü, ne kokusu?" dediğinde, Mihlas hemen "Anlamanızı beklemiyordum zaten. Zeka seviyesi olarak da çok düşükmüşsünüz." dediğinde kahkaha atmaya başladım. Kahkaham kısa sürmüştü çünkü adam belinden çıkardığı silahı bana doğrultmuştu. Şimdi ciddi olmanın vakti gelmişti. Mihlas dalgaya alma işini bir kenara bırakıp benim önüme geçti. Adamın hedefi kesinlikle bendim. Bu yüzden onu sağa doğru ittirdim ve göz kırptım. -Ee, bana ne demiştin? Ölüme her zaman bir adım uzaktayız. Biz ayrılmasak bile ölüm bizi bulur Mihlas Miraç. "Cevdet abiyi yakalayan kişi hangisi Tahsin abi?" diye soran adama bakıp gülümsedim. Benim olduğunu anladığında, keyifle konuşmaya başladı. "Sizin kardeşiniz olan Melisa da ne güzel iş gördü. Vallahi yaşına baktığımızda hiçbir şeye benzemiyordu ama daha sonradan işimize yaradı." dediği an da Mihlas onun üstüne atladı. Adamla boğuşurken silah bir ileri bir geri gidiyordu. En son tetiğe bastığında, gözlerim yerinden çıkacakmış gibiydi. Mihlas ve diğerleri boğuşmayı bırakıp bana doğru döndüklerinde, adamların kaçmaya başladıklarını gördüm. Yanıma eğildiğinde, kendi imkanlarıyla göğüsüme baskı yapıp kanı durdurmaya çalıştı. Nefesim sanki göğüsümdeki delikten çıkıyor gibiydi. Bana "Sakın gözlerini kapatma, şimdi ambulansı arayacağım. Benimle konuşma ama beni dinle. Gözlerini kapattığın an o gözlerini yerinden çıkartırım." dediğinde, gülmek istesem de öksürüklerimden dolayı başarılı olamamıştım. Gözlerimin ben ne kadar da zorlarsam zorlayım kapanma istediği beni yeniyordu. Bilincimin kapanmasının farkındaydım. Onun konuşması, bana çok sonradan geliyor, etrafımdaki nesneler yerinden oynuyor gibiydi. Elimi onun omzuna koyup belki de son kez temas ettim. Belki de son kez göz göze gelmiştik. -Sana tek bir görev veriyorum. Çocukları evden dışarıya çıkartmıyorsun. Çocuklara iyi baktığın kadar kendine de iyi bakıyorsun. Daha söyleyecek çok şeyim vardı. Ben söylemeye çalışsam bile beni engelleyen bu yara yüzünden konuşmakta güçlük çekiyordum. Kendimi bırakmamak için ne kadar da direnirsem direneyim, ona karşı kaybediyordum. Kendimi tamamen uzandığım yere bıraktım. Sesleri, temasları hissedebiliyordum. Birden üşüme gelmişti. Yerimde titremeye başladığımı hissediyordum. Üzerime kalın bir montun örtülmesini yarım açık gözlerimle görmüştüm. Görünüşüm bulanık olsa bile o an hafızamda yer edinmişti. Karanlık beni kendisine doğru çekmeyi başarmıştı. Uzun siyah yolların beni davet ettiği bu yeri rahatlıkla yürüyordum. Sesler, dokunuşlar gitmiş, sadece yürüyordum. Son kez arkama doğru baktım. Arkamda kimse yoktu. Arkamda bıraktıklarım, beni her zaman taşıyacaklardı. Ölüm sokağında, ölüme bir adım daha yaklaşmıştım. Ben bana verilen bu sürenin sonuna gelmiştim. Bu bir veda değildi. Vedalar her zaman acıtırdı. Ben kimseyi acıtmadan çekip gidiyordum. Arkamda bıraktıklarım beni uğurluyordu. Umarım hiçbirimiz birisine veda edecek kadar bağlanmayız. Umarım hiçbiri bu vedayı alacak kadar bizden vazgeçmemiştir. Not: Medya'yı koysam bile yayınladıktan sonra otomatik olarak watty tarafından siliniyor. O yüzden koymadım. |
0% |