Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28-Yeniden Baharların Gelmesi

@poncikss1234


"Olana olmamış gibi davranacağım. Ne de olsa yenisi ekleniyor."
"Mahlas Miraç.

"Baştan başlamayacağım, eskisini yenisiyle harmanlayıp yoluma devam edeceğim."
"Mihlas Miraç."

"Kardeşlik, kalplerimizi birbirine bağlayan görünmez bir ip gibidir. Bu bağ, zaman ve mesafe tanımaz; sadece sevgiyle güçlenir.

"Kardeşlik bağı, birbirimize sırtımızı dayayabileceğimiz bir limandır. Zor zamanlarda bile birlikte durarak güçleniriz."

Mihlas Miraç anlatımıyla;

Limitlerimizi sonuna kadar zorlayıp da hiçbir faydamızın olmadığını o an anlamıştım. Yaşanan ya da yaşatılan ne varsa hepsi kısasa kısas olmuştu. Hayatımızdaki bu kara bulutları dağıtmamız gerekiyordu. Onca çiçeğin mevsimi geldiğinde açılıp mevsimi geçtiğinde ise solması aslında bize birer ders niteliğindeydi. Yerinde olaylara girişseydik o zaman az yaralar ile yolumuza devam ederdik.

Mahlas'ın vurulmasından sonra ambulansı aramış, soluksuz yerimizi söylemiştim. Hastaneye vardığımızda, ameliyathanenin uzun koridoruna sürükleniyorduk. Sedyenin gıcırtılı sesleri kafamın içine işliyor, tahtayı sanki tırnaklarımla çiziyormuş gibi hayal ediyordum. Otomatik kapı açıldığında, doktor bir şey demeden içeriye geçti ve o an kendimle baş başa kaldım. Kendimi yiyebileceğim bir zaman dilimim varken aklım çocuklarda kalmıştı. Gidip gitmemek arasında kalınca, ameliyatın ne kadar uzun süreceğini bilmediğimden bekleme salonundan ayrıldım.

Olabildiğince hızla hastaneden çıkıp yolun başında duran taksiye baktım. Adamın konuşmasına izin vermeden birkaç soru sordum ve binip evin adresini verdim. Yaklaşık yirmi dakika sonra evin önüne geldiğimde, derin bir nefes aldım ve arkamı dönmemeye özen gösterdim. Arkamı dönersem, bir daha buraya gelmek istemezdim. Elimi şakaklarıma götürüp ovdum ve kapıyı çalmaya başladım. Dışarıdan bile belli olan ayak sesleri, beni gülümsetse de bu yalan bir gülümsemeydi. Şimdiden dolan gözlerimi kapattım ve belli etmemek için içimden birkaç kez tekrar ettim.

Kapı çoktan açılmış, gözlerim bir noktaya daldığından beni izleyen Melisa'yı görmemiştim. İlk başta gülümsesem de daha sonra bunun bir işe yaramayacağını düşünüp sabit bir ifade ile ona baktım. Bana meraklı gözleri ile bakarken yanıma da bakmayı ihmal etmemişti. Onun boyuna göre eğilip saçlarını okşamaya başladım. Bana sarıldığında, ellerim bir - iki dakika havada asılı kalsa da daha sonra ben de ona sarıldım.

"Mahlas abim nerede, en son etrafı kontrol etmeye gidecektiniz?" diye konuşmayı başlatan o olmuştu. Sarılmayı kesip çenesini nazikçe kavradım ve "Mahlas abin çok iyi. Sadece uzaktan bir arkadaşı vardı. O, abini ziyarete geldi. Birkaç gün bizimle olmayacak." Gözlerimi kaçırıyordum. Anladığına dair ağzının içinde bir şeyler söyleyip "Hadi içeriye geçelim, bizimkiler ile oyun oynuyorduk." dedi ve eliyle içeriyi işaret etti. Ne kadar kabul etmemek için kendimi zor tutsam da o an yapabileceğim bir şey olmadığından kabul edip içeriye geçtim.

Televizyonda açılmış çizgi film, yerde uzanan Ahzan ve Levan, koltukta dikkatle filmi izleyen Berk Çetin vardı. Melisa'nın coşkulu sesi ile hepsi meşgul olduğu işi bırakıp gülümseyerek etrafımda daire şeklinde dizilmişlerdi. Hepsine olabildiğince gerçekçi yaklaşmaya çalışırken Ahzan "Göz altların morarmış, hiç uyumadın mı?" diye masum bir yüz ifadesiyle sorduğunda, ona kırılmayacak ve en önemlisi de söyleyeceğim cevap şakaymış gibi olmasını istedim.

-Ahzan, biliyorsun ki ben her zaman yakışıklıyım. Bugün de sizin karşınıza böyle çıkmak istedim. Ne o, beni böyle beğenmediniz mi?

Ahzan'ın kıkırdaması, Levan'ın eliyle onay vermesi, Melisa'nın da Ahzan'a dönüp "Sen ne anlarsın yakışıklılıktan?" demesi... Hepsi saniyeler içinde oluşan komik bir olaydı. Onlar ile vakit geçirirken Mahlas'ı ziyaret etmemin zamanının geldiğini, karşımdaki asılı duran saatten anlamıştım.

Onca gürültünün içinde duyulan akrep ve yelkovanın sesi, şen kahkahalarıyla salonu dolduran çocukların sesini bastırıp kendisini her zaman hatırlatıyordu. Aniden ayağa kalktığımda, Ahzan'ın düşen surat ifadesi ile mutluluklarını birden silip atmıştım. İşte ben böyleydim. Onca insanın kısa sürede oluşturduğu mutlu ortamı kendi ellerimle bozardım.

Onlara kısa ama anlayacakları dilden açıklama yaptıktan sonra herkesi teker teker birkaç kez daha uyardım. Anladıklarını belirten mimikleri ve konuşmaları ile evden çıkmış, kısa süre sonra da hastaneye varmıştım. Ameliyathanenin bekleme salonuna geldiğimde, dijital ekrandan ameliyatın devam edip etmediğine baktım. Devam ettiğini gördüğümde, oturmanın bir anlamı olmayacağından ileri geri yürümeye başladım.

Ayakkabılarımın çıkardığı tok ses, kulaklarıma batmaya başlarken sesli bir of çektim ve hastanenin acil çıkış kapısından çıkıp bahçesine indim. Cebimden çıkardığım sigaramı yaktım ve içimdeki boğuk sesleri susturmak için derin bir nefes çektim. Mahlas yanımda olsaydı şunu söyleyeceğinden adım gibi emindim. "Bana sigarayı bıraktırdı, kendisi sigaranın tütününü yemeğe başlamış." Kendi kendime gülüp göz ucuyla yanan sigaraya baktım. Kafamı iki yana tebessüm ederken sallayıp onun yanımda olduğunu hayal ettim. Dışarıdan görünüşümüz aslında hiç anlaşamayan iki kardeş gibi gözükürken aslında bizi bizden başkası anlayamıyordu.

İkimizin birbirimize attığımız bakışlarımızla bile sözsüz bir roman çıkartabilecek durumdaydık. Biz, Aynı çatı altında nefes alıp aynı hayata tutunuyorduk. Çünkü biz, aynı yıldızlara bakıp aynı hayalleri kuruyorduk.

Etrafıma baktığımda, insanların alelacele koşuşturmaları; tekerli sandalyede oturan kadının, kızıyla birlikte gülüşüp yavaşça hastane girişine girmesi, çocuğun babası ile birlikte zaman geçsin diye yanına getirdiği topuyla oyun oynamaları biraz da olsa dikkatimi dağıtmıştı.

Benim de artık içeriye geçmem gerektiğinden yavaş ama bir o kadar da aceleci yürüyüşümle eski yerime gelmiştim. Ben geldiğim an ameliyathanenin otomatik kapısı açılmış, yorgun ama bir o kadar da yüzünden akan mutluluğunu gördüğüm doktorun yanına adeta ışınlanmıştım. Onun yüzünden bana geçen mutlulukla onu dinlemeye başladım.

"Mahlas Miraç'ın yakını siz misiniz? Ameliyat çok zor geçmesine rağmen hayata tutunmayı başardı. Birkaç gün yoğun bakımda kalması gerekiyor. Size birkaç soru sormam gerekiyor. Bildiklerinizi lütfen eksiksiz anlatın, anlatın ki doğru ilaçlar ve tedavi yöntemleriyle hızlı sonuç alabilelim."

-Soracağınız sorulara eksiksiz cevap vereceğimden hiç şüpheniz olmasın.

"Mahlas'ın daha önceden bildiği ya da bilmediği hastalığı var mı, varsa bunlar neler?"

-Abimin akciğerleriyle alakalı hastalığı var. Sol akciğeri, sağ akciğerine göre sönmüş durumda. Birkaç kez bayılma, istifra ve nefes alamama durumundan doktora gitmiştik. Yaşadığımız kötü durumlardan dolayı da kriz geçirip yoğun bakımda yaklaşık iki hafta yatmıştı. Kullandığı ilaçların adını bilmiyorum fakat sistemde olması gerekiyor. Eczane sisteme bakarak abime veriyordu.

Doktor anladığına dair onay verip "Bu söylediklerin bizim için önemliydi. Vereceğimiz ilaçlara karşı alerjik reaksiyon vermesi ya da o ilaçlara karşı dirençli olması bizi zorlayabilir. Biraz sonra abini odaya alacağız. Oda dördüncü kat, yirmi üçüncü. Orada bekleyebilirsin."

Ona teşekkür edip vakit kaybetmeden dediği odanın önüne geldim. Birkaç dakika sonra uzaktan gelen sedyeyi gördüğümde, o an yaşadığımız durum gelse de hemen aklımdan onu sildim ve koşar adımlar ile yanına vardım. Yüzü öncekilerden daha soluk, dudaklarına sanki mor ruj sürmüş gibiydi. Saçları eski hacimliğini kaybetmiş, önüne doğru uzamıştı. İnsan birkaç saatte değişebiliyor muydu? Mahlas değişmişti. Onu evdekiler bu hâlde görseler tanıyamazdı ama ben, onun her halinden tanıyabilirdim.

Hemşirenin beni eliyle kenara çekmesi üzerine kısa bir ayrılık yaşamıştım. Bu ayrılığın daha fazla olmamasını istiyorken yoğun bakıma da hemen giremezdim. Burada sabahlasam mı diye düşünürken çocukları daha fazla yalnız bırakmamak gerekiyordu. Hâlâ tam olarak çocukların üzerindeki tehlike geçmemişti.

Yüzüme oturan gerçek gülüşüm ile birlikte sallana sallana hastaneden çıkıp evin önüne geldim. Hızlı hızlı kapıyı tıklattığımda, onları korkuttuğumu düşünüp birkaç adım geriye gittim. Evin camına baktığımda, perdelerin sonuna kadar kapalı olduğunu gördüm.

Kapıyı açan olmayınca telaşlanıp cebime baktığımda, anahtarlarımın olmadığını anladım. En son çarenin kapıyı kırmam olduğunu anladığımda, omuzumla kapıyı sertçe ittirdim. Kapı hızla evin içine düştüğünde, kapının üstüne basıp etrafa bakınmaya başladım. Odalara girdiğimde Melisaları görememiştim.

Endişem hızla büyürken arka bahçeden gelen tedirgin sesleri duydum. Umarım onlardır diyerek arka bahçeye geçtim. Melisa, Ahzan, Levan ve Berk Çetin birbirlerine sarılmış bir şekilde korku dolu gözler ile eve doğru bakıyorlardı.

"Ben geldim, korkmanıza gerek yok." diye seslenince, sarılmalarını sonlandırıp yanıma geldiler. Levan' "Evden sesler geldi. Acaba baksan mı?" diye sorduğunda, ona gülümseyip "Zili çaldım ama açan olmadı. Ben de anahtarlarımı unutunca kapıyı kırmak zorunda kaldım." dedim ve gülmeye başladım.

Güldüğüme şaşkınca baksalar da onlar da bana eşlik ettiler ve birlikte kapıya bakmaya gittik. Kapıyı kaldırıp tekrar taktım ve onlarla salona geçtik. Ahzan'ın "Mihlas abi, biz çok acıktık." demesi üzerine mutfağa geçip dolaptakilere baktım. Elimde olanlar ile hazırladığım yemekleri masaya koyduktan sonra çocukları çağırıp hep beraber yedik.

Akşam üzeri olduğunda üstümde inanılmaz bir yorgunluk çökmüştü. Bu yorgunluk gözlerime vuruyor, kendi kendine kapanıyordu. Herhangi bir acil duruma karşı uyanık kalmam gerektiğini biliyordum. Çocukları uyuduklarına dair son bir kez kontrol ettikten sonra kahve yapıp Mahlas'ın odasına geçtim.

Odaya göz gezdirdiğimde, burayı yarın toparlayıp hazırlamam gerekiyordu. Sonuçta ne zaman çıkacağını bilmiyordum. Riskli ameliyatından sonra enfeksiyon kapmaması için bütün kıyafetlerini baştan yıkayıp dizmem, yatağındaki çarşafları değiştirip toz almam gerekiyordu. Kahvemi içtikten sonra bardağı komodinin üstüne bıraktım ve yatağa uzandım. Telefonun sesini sonuna kadar açıp yastığın hemen yanına koydum.

Derin bir uykudan sonra bu kadar dinç kalkacağımı tahmin etmiyordum. Onun yatağı mı güzeldi yoksa ben mi çok iyi uyumuştum? Bu saçma düşüncelerim beni güldürdükten sonra odaya dokunmadan çocuklara bakındım. Ses seda olmadığından hâlâ uyuduklarını düşünüp en sessiz hâlde nasıl temizlik yapabileceğini düşündüm.

Odayı önce havalandırdım ve çarşafları değiştirip yere attım. Dolabını açtığımda, hiç bozulmamış kıyafetlerini gördüm. Tek tek kıyafetleri yatağa attıktan sonra benim ona verdiğim tişörtü gördüm. Alıp almamak arasında kararsız kaldığımda, istemsizce elim ona uzanmıştı. Tişörtü ilk önce burnuma götürüp Mahlas'ın parfümünü kokladım. Onu havaya doğru kaldırıp tekrar tekrar baktım.

Normalde elimde tuttuğum bu tişört benleyken değersizken, ona verdiğimde nasıl bu kadar değerli olabiliyordu? Onu yıkamaktan vazgeçip diğerini makineye attım ve toz almaya başladım. İşim bittikten sonra duş alıp hazırlandım ve anahtarlarımı unutmadan cebime attım.

Havanın güneşli, ağaçların yaprakları normalden de yeşil olması sanki güzel bir güne işaret ediyormuş gibiydi. Birlikte yürüyen insanlar, kaldırımlarda yatan kediler, yatan kedileri rahatsız eden kediler... Hepsi bir tablo gibiydi. Umarım bu güzel günün ardından kötü bir olay gerçekleşmezdi.

Mahlas'a bakan doktorun odasını danışmandan öğrendikten sonra içerideki hastanın dışarıya çıkmasını bekledim. Yoğun tempoda olmasından dolayı önce girmekten vazgeçsem de daha sonra bu fikirden uzaklaştım. Çıkan adamı gördükten sonra kapıyı tıklatıp doktora baktım. Doktor, beni gördüğünde şaşırsa da eliyle sandalyeyi gösterdi. Oturduğumda hâl hatır sorup abimi görebilmem için ufak bir konuşma yaptım. Önce izin vermese de daha sonra on dakikalık bir izin alışımdan sonra teşekkür edip onun odasına geçtim. Beni hazırlayan hemşireye tebessüm ettikten sonra onun çıkışını izledim. Yatağın yanındaki sandalyeye oturup onu incelemeye başladım.

Dünkü gördüğüm solukluk bugün daha canlı görünümdeydi. Hızlı toparlanmasına hiç şaşırmıyordum. Çok güçlü sistemi vardı. Bu sistemi ancak kendisi mahvedebilirdi. Zamanınım kısıtlı olduğunu bildiğimden daha fazla onu incelemedim ve bir noktaya kendimi sabitleyip konuşmaya başladım.

-Uzun zamandır konuşamıyoruz ağabey, sen yokken evin tadı da tuzu da yok. Ne zaman geleceksin? Gözlerim yollarda seni bekliyorum, duyduğum her ayak sesini sana bağlıyorum. Bize bir sürpriz yap ve bu hasrete son ver . Çünkü seni çok özledim. Evde seni bekleyen çocuklar, yeni temizlediğim odan, Beraber süslediğimiz arka bahçe... Biliyor musun yaz gelmiş. Şimdi diyeceksin ki bir taraflarından uydurma. Her yer renklenmiş, ışıl ışıldı. Gözlerini açtığında ancak anlayabilirsin. Hadi bir çılgınlık yap ve de ki "Ben zaten uyanığım, sadece sizi deniyorum." desene. Yemin ederim doktora senin kandırdığını demem. Sen yeter ki gözlerini aç. Hemşire gelmeden benim kalkmam lazım malum doktordan zar zor izin aldım. Her zaman içeriye giremesem de hep dışarıdan senin yanında olacağım. Sonuçta ne kadar uzak kalırsak kalalım her zaman bizi bağlayan görünmez bir ip var. Herkes seni çok seviyor, uyanmanı dört gözle bekliyoruz.

Son kez ona bakıp çıktığımda, hemşire tebessüm edip Mahlas'ın yanına gitti. Rutin kontrollerini yaptıktan sonra burada işimin olmadığını anlayıp eve geçtim. Hiç beceremediğim oyunlar oynadım. Hiç yapamam ben bunu dediğim hareketler denedim. Çocuklar ne seviyorsa onları hazırladım. Hazırladığım atıştırmalıkları yerken onlarla birlikte açtıkları dizileri izledim. Dizi bittikten sonra Levan'ın istediği üzerine resim yapmaya başladık. Resimler bittiğinde birbirimize puanlar verip güldük. Melisa'nın "Ben dans etmek istiyorum." demesi üzerine hepimiz küçük olan salonda dansımızı ettik. Dans ederken Berk Çetin'in düşmesi üzerine hepimiz düşmüş gibi yapıp sırayla onun yanına dizildik.

Ahzan'ın "Bugünü asla unutmayacağım. Hayatımda ilk kez bu kadar çok eğlendim. Keşke Mahlas abim de burada olup bizimle eğlenseydi." dedikten sonra Levan'ın " O arkadaşıyla birlikte eğleniyordur. O eğleniyorsa biz de böyle eğleniriz." dedi. Berk Çetin "Hepimiz uzanıyorken hepimiz hayallerimizi birbirimize söyleyelim." dediğinde, Levan ve Ahzan hemen kabul etmişti. Ben de istemsizce düşünmeye başlarken Levan "Ben okuma yazma öğrenmek istiyorum. En büyük hayalim bu." dediğinde ona dönmüştüm. Berk Çetin "Ben de aşçı olmak istiyorum. Hayalim bu yönde." demişti. Melisa "Benim hayalim gerçek oldu. Hepimiz mutlu bir şekilde yaşıyoruz. En büyük hayalim, mutlu yaşamaktı." dediğinde, Ahzan da ona onay vermişti.

Çocukları bu kadar eğlenirken görmek gerçekten çok güzeldi. Onların hayata göre küçük, kendilerine göre büyük hayalleri olması, ister istemez bende de açılmaya başlayan kapılar oluşturmuştu. Etrafımdaki insanları mutlu etmek bu kadar basit miydi? Madem bu kadar basitti, ben de onların dilediği hayalleri gerçekleştirmek için elimden geleni yapacaktım.

Baharların gelmesiyle birlikte yaşayamadığım mutluluğu yaşıyordum. Bahar, aklımı ferahlatmıştı. Kuşların gökyüzünde uçması gibi aklımdaki bütün olumsuz düşünceler uçmuştu. Geçmişi halletmeden, geleceğe geçemezdim. Yeni Bahar'ın gelişinde, eski Bahar unutulur muydu? Ben baştan başlamayacağım, eskisini yenisiyle harmanlayıp yoluma devam edeceğim.


Merhaba Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız, ben çok iyiyim. Umarım bu bölümü beğenirsiniz. Yazıp yazıp sildiğim, birkaç ay yazamadığım bölümdü. Kısa bir bölüm olmasını istedim çünkü paragrafları uzun tuttum. İkinci üniversite hazırlığı, birkaç sağlık sorunumun olmasıyla birlikte burayı çok boşladım. O yüzden kusura bakmayın. Yeniden kavuştuğumuz için mutluyum.

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen👈🏻 Sizi seviyorum, görüşmek dileğiyle ❤️


Loading...
0%