Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29-Sır Perdelerinin Aralanması

@poncikss1234


"Herkes saklanabilir ama kimse bulunmaz değildir."
"Mihlas Miraç"

"Hiçbir şey için geç değildir. En ufak hatada bile rengarenk olan hayatın bir anda ellerinden kayıp gider."
"Mahlas Miraç"

"Gelmemek için direndim. O haberi aldığımda yine kurtulur dedim ama onu görmeden de içim rahat etmedi. Kurtulduğunu görmek istiyorum."
"Mahfer Rauf"

"Başkalarının sırrını açıklamak, bir cinayete ortaklık etmek gibidir."
"Walter Hunter"

Mihlas Miraç'ın anlatımıyla;

Hayatımızdan çıkardığımızı zannettiğimiz ya da çıkardığımız insanların bir anda gelip seni bulması, tesadüf müydü? Tesadüfse eğer o zaman bunca yaşanan olayları nereden biliyordu?

Yazılan onca kitaptan okuduğumuz olay örgülerini kafamızda tasarlayıp bir neden bulabilsek de ben bu olay örgüsünü asla kafamda oturtamıyordum. Ya kaçırdığım noktalar vardı ya da ben oturttum da içime sinmiyordu.

İnsanlar onca yaşanmışlıklarını bir kenara bırakıp senin yanına gelebiliyorsa o zaman bu işin içinde bir iş vardı. Yurt dışından aniden çıkıp gelen birisi neden benim yanıma gelebiliyordu ki? Bu soruların cevaplarını öğrenip daha sonra da yoluma bakmam gerekiyordu.

Arka bahçede beni bekleyen Mahfer'i, Melisa sayesinde öğreniyordum. Sakince yanına gittiğimde, eski gördüğümle şimdiki arasında dağlar kadar fark vardı. Yüzü eskisi gibi canlı, saçları eskisi gibi bakımlı ve en önemlisi de eskisi gibi konuşkan değildi.

Bakışlarımla onu rahatsız etmek istemiyordum. Hafifçe uzamış yemyeşil çimlere gözlerimi dikmiş, onun konuşmasını bekliyordum. O da belli ki ilk benim konuşmamı istiyor ki sessiz kalıyordu. Onu biraz da olsa rahatlatmak adına ben konuşmayı başlattım.

-Seni gördüğüme şaşırmadım desem yalan olur. Umarım buraya gelme amacında geçerli bir sebep var ki ben de seni burada oturup dinleyeyim. Sana hak vereyim. Yoksa biliyorsun ki sana olan nefretim hâlâ bitmiş değil.

"Öncelikle buraya gelme amacım Mahlas'tı. Vurulduğunu duyunca açıkçası çok merak ettim. Sahi sen biliyor musun neden vurulduğunu?" diye sorduğunda açıkçası daha da şaşırmıştım. Onca zamandır ortalıklarda görülmeyen birisi için iddialı sorular soruyordu.

-Neden olacak, Melisa kaçırıldıktan sonra Mahlas o iki gevşeği sıkıştırdı diye vuruldu. Hem sen nereden biliyorsun Mahlas'ın vurulduğunu?

Küçük, soluk beyaz, yuvarlak masanın yanına giderek sandalyeyi çekti ve çantasını da yanına koyarak gözlerini bana dikti. Onun bu hâllerine alışık olmadığımdan garipsesem de daha sonradan Mahlasla olan geçmişlerini düşünüp bu garipsememi bir kenara bıraktım. Onun gibi ben de sandalyemi çektim ve ellerimi bağlayarak masaya koydum.

Mahfer'in bir şeyler bildiğini düşünmek istemesem de yüz ifadesi, konuşurken ki etrafa bakınmaları ve en dikkat çektiğim nokta da çantasını hiç yanından ayırmamasıydı.

-Bir şey biliyorsan açık açık anlat. Anlat ki biz de yolumuza bakalım. Bunca zamandır ortalıkta yoksun, abim vuruldu diye mi çıkıp geldin? Sence de tutarsızlık yok mu?

"Bak Mihlas, bana olan kızgınlıkların belki de kırgınlıkların olmuş olabilir. Benim yaşadığım hayatı siz de çok iyi biliyorsunuz. Ben isteyerek mi gittim yurt dışına? Allah aşkına bana söyle, ben gitmeseydim başınıza neler gelirdi kim bilir? Şimdi diyeceksin ki "Başımıza daha neler gelebilir, bana açıkla." de katılırım ama senin de bazen hayatta bildiğini zannedip bilmediklerin var. Şimdi izin verirsen onları sana yalansız dolansız ve net bir biçimde anlatmak istiyorum. Kabul eder misin?"

Onun sözünü kesmemek adına devam et gibisinden başımı sallayıp derin bir nefes aldım. Umarım duyduklarım çözülmeyecek kadar karışık, öfkeme yenik düşecek kadar da ağır olmamasıydı. Duyacaklarım belki de yüzüme tokat gibi çarpacak, beni yerden yere vuracaktı. Hazır mıyım, bunu ben de bilmiyordum. Onun konuşmamasından önce elimle bir dakika işareti verip sessizce evin içine geçtim. Çocukları kontrol ettiğimde, soru yağmuruna tutulsam da arkadaşım diye geçiştirip mutfaktan sigaramı ve kül tablasını alıp Mahfer'in yanına gitmeye başladım.

Mahfer'i uzaktan incelediğimde, beklediğim gibi çantasını açıp eline birkaç tane fotoğraf aldı. Bu fotoğraflara tek tek bakıp iç çektiğini gördüğümde, kapının önünden ayrılıp yürüyüşümü hızlandırdım ve sandalyeye oturdum.

Bir şey demeden önce elindekileri masaya bırakıp bana doğru yaklaştırdı ve kafasıyla fotoğrafları gösterip kollarını göğsünde birleştirdi. İlk elime aldığım fotoğrafta, ben ve Mahlas'ın Melisa'yı aramak için plan yaptığımız kafede çekilmiş görüntülerimiz, ikinci fotoğrafta ise Uygar ile buluşup beraber hareket etmemiz ve sonucu fotoğrafta da Tahsin'in Cevdet denen adamla birlikte bir bankta oturup silah alışverişi yaptığı görüntüleri vardı.

-Bunları nereden buldun! Neden daha öncesinde bize herhangi bir yerden ulaşmadın? Mahfer abim ölebilirdi! Ölseydi çok mu iyi olacaktı, bana söylesene!

Mahfer Rauf iplerini kaçırmış, toparlamaya gücü yokmuş gibi omuzlarını sonuna kadar indirmişti. Onun bu kişileri, bu fotoğrafları nereden biliyor olması tamamen tesadüfen miydi yoksa gerçekten o da işin içinde miydi? Bizim belki de Uygar ile buluşmamız, o kişilerin evlerine girmemiz, evrak arayışlarımız belki de onların planları dahilindeydi. Bunu nereden bilecektik ki?

"Önce Uygar'dan başlayalım. O adam arama kurtarma ekibinden falan değildi. O seri katil diyebileceğimiz kişilerden birisi. Siz, Uygar'a gidip Melisa'yı bulmasını istediğinizde, Uygar bunu fırsat bilip ormanda binlerce kadını öldürüyordu. En kötüsü de ne biliyor musun, suçu başkalarına atıp kendisini kahraman gibi gösteriyordu. Anlayacağın bu olaylardan haberi bile olmayan masum insanları kendisi yakalıyormuş gibi cezaevine tıkıyordu. O insanlar cezaevinde çürürken o adi herif cezaevinden kaçıyordu. Atilla denen adama da gelecek olursak Uygar'ı korumak için polisliğini yakma noktasına gelmişti. Umarım anlatabiliyorumdur. İkinci konumuz ise sizin Uygar'a verdiğiniz evraklar. O evrakları hazırlayan zaten oydu ki ev planı da Atilla'nın başının altından çıkmıştı."

Dilim tutulmuştu. Bu kadar da olmaz dediğim ne varsa hepsi katlanarak olmuş ve biz de başardığımızı zannetmiştik. Tek başardığımız konu da Melisa'nın kurtulmasıydı.

"Melisa'yı da mı biz kurtarmadık ben onu anlamadım." dediğimde, Mahfer tebessüm edip başını iki yana salladı.

"O konuda hakkınızı yiyemeyeceğim, onca oyun içinde kızı kurtardınız." dedi ve çantasından flaş bellek çıkartıp bana uzattı. Bunu izleyebilecek bilgisayarın olmadığını ona açıklayıp daha sonra da o konuya tekrar dönmesini de ekledim. O da anlayışla karşılayıp konuşmaya devam etti.

"Cevdet ve Tahsin'e de gelecek olursak o ikisi birbirini normalde hiç sevmezler. Nereden biliyorsun diye soracaksın, biliyorum. Cevdet ve Tahsin yaklaşık iki sene önce babamın yanına gelip iş isteyen çulsuz insanlardı. Ne iş olursa yapacaklarını, bunun karşılığında da biraz da olsa ellerine para geçmesini istiyorlardı. Babam da bunları kabul etmeyip kapıya koyunca anlayacağın beni gözlerine kestirip araştırmaya başladılar. Araştırmaya başladıklarında da Mahlas ve seni bulup ortak neyimiz varsa kendilerince çıkarımlarda bulunmuşlar. Daha sonra da ben yurt dışına gelince de Melisa'yı en son senin yanında görüp onu hedef almışlar ki ellerine bir miktar babam tarafından para geçsin."

-Baban Melisa'yı nereden biliyor?

"Babam o kızı bilmiyor. Asıl konu da zaten şu ki babama hep diyorlardı zaten "Biz bunu bunu yaptık, senin için de bu tarz olaylar yapabiliriz." gibi hep iş beklediklerini ima ediyorlardı."

Mahfer Tam konuşmaya devam edecekken gözleri bir noktada takılı kalmıştı. Ben de baktığı yere baktığımda; Melisa, Ahzan, Levan ve Berk Çetin yan yana dizilmiş bizi seyrediyorlardı. Onları yanıma çağırdığımda, Mahfer'in dudaklarına yerleşen küçük tebessümü görüp göz kırptım. Omuzlarını dikleştirip teker teker hepsine kendisini tanıtıp el uzattı ve onlarla tanıştı. Levan, yanıma gelerek kafasını belime koydu ve konuşmaya başladı.

"Mihlas Abi, Mahlas abim ne zaman gelecek, onu çok özledim." dediğinde, Ahzan'ın "Abi, arkadaşına söyler misin biz de buradayız." diye konuşup dudaklarını büzmüştü. Onlara gerçekleri ne zaman söyleyeceğimi bilmiyorken, gerçekleri öğrendiklerinde neler olabileceğini de kestiremiyordum. Hepsi inşa ettiği o küçük mutluluklarından bir anda uzaklaşıp eski karanlık olan üzüntülerine sığınacaklardı.

-Siz eve geçin, ben birazdan abinizi arayıp azarlayacağım. Anlaştık mı?

Hepsi eğlenir bir biçimde gülüşüp koşarak eve geçmişlerdi. Mahfer'e daha fazla anlatmamasını söyleyip isterse de hastaneye gidebileceğimizi söyledim. O da ilk başta şaşırsa da daha sonra çocukların durumunu sordu. Ona kısa bir açıklama yaptıktan sonra da bahçeden çıkıp hastaneye doğru yol almaya başladık.

Bekleme salonunda durup hemşirenin bizi çağırmasını beklerken, onun dediklerini bir bir zihnim tekrar ediyordu. Abim uyandığında, bu durumu ona söyler miydim yoksa ondan saklamalı mıydım? Ona söylersem eğer eli kanlı da olsa onları bulup kendi elleriyle öldürebilirdi. Buna izin vermek istemesem de ölmelerini ben de çok istiyordum. Ya ona söylemeyip bu işi kendim halledecektim ya da sineye çekip uyanmasını bekleyecektim.

Mahfer içeriye geçtiğinde, onları buğulu camdan izliyordum. Ne kadar net olmasa da onun hareketlerinden belli bir takım konuşmalar yapıyordu. Elini tutup tutmamak arasında kaldığında, tutmayıp ellerini bacaklarına koydu. Birkaç dakika daha konuşup ayağa kalktı ve ona gülümseyerek dışarıya çıktı. Sıra bana geldiğinde, vakit kaybediyormuşum endişesiyle hızlıca yanına vardım ve sandalyeye oturup konuşmaya başladım.

-Abi ben geldim. Her geçen gün daha da iyiye gidiyorsun. Umarım bir an önce uyanırsın da yaşadığımız onca zorluğu en azından sen ayağa kalkarak azaltmış oluruz. Belki hissetmemişsindir ama yanında Mahfer vardı. Senin vurulduğunu duyunca hemen gelmiş. Olanlar hakkında bana neler anlattığını duysan var ya vurulmadan değil de kalpten giderdin. Çocuklar seni her gün sorup duruyor ve ben de her gün onlara yalan söylemek zorunda kalıyorum. Umarım bu yalan bir gün son bulur da onların sorularına sen cevap verirsin. Şimdi benim de gitmem gerekiyor lakin her zaman yanında olduğumu bil. Seni çok seviyorum, bir an önce aramıza dön ve birbirimize olan sevgimizi tazeleyelim.

Elimi elinden çektiğim sırada parmaklarının ufak bir hareketiyle kendimi bağırırken bulmuş, bütün sağlık ekibini buraya toplamıştım. Heyecanımın zirvede olduğu az anlarım varken bu zamanı hiç unutmayacaktım. Mahfer'in endişeli, umutlu ve sevinçli yüz ifadesini buğulu camdan görmüştüm. Bu kadar abimi düşüneceğini açıkçası tahmin etmiyordum.

Abimin iyi olması şu an için en öncelikli olan durumdu. O olmadan elim kolum bağlı hiçbir şey yapamıyordum. Onun mantığı ve ikna edici konuşmasıyla ben bu zamana kadar gelebilmiştim.

Hemşirenin "Sizin hissettiğiniz kıpırdama maalesef ki uyanma durumundan değil. Kasların ilaçlardan dolayı gevşemesinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. İlaçları akşamdan itibaren keseceğiz. O zaman kıpırdama hareketi gösterirse uyanma ihtimalinin çok yüksek olduğunu görürüz. Şimdilik bu kadar bilseniz yeterli." dediğinde omuzlarım kendiliğinden düşmüş istemsizce Mahfer'e bakmıştım. O, benden daha dik duruyor, hemşirenin dediği her kelimeye onay veriyordu.

-Sence bu anlattıklarını abim uyandığında anlatsam ne olur?

İkimiz de ayakta dikilmiş bir şekilde dururken, Mahfer kaşlarını hafifçe çatmış, bir şeyler düşünüyor gibiydi. Sorduğum soru genele bakıldığında basitmiş gibi gözükse de içinde olduğumuzdan dolayı cevaplanması zor hâle geliyordu.

"Söylememiz en iyisi olacak. Sonuçta onun da bilmesi gereken konular var ve bu konular yüzünden bu hâle geldi. En azından ona özet geçersek fazla üstelemez ve bu olaylara müdahale etmez. Ederse de o zaman hepimize geçmiş olsun diliyorum." dediğinde, son dediği cümleyle beraber güldüm ve ona hak verdiğimi söyledim. O, şaşırsa da bir şey demedi ve oturup ayaklarını uzattı.

-Flaş belleğin içinde ne vardı? Umarım keyifli bir şeydir ki onu hep beraber izleriz.

"Bunları sonra hep beraber konuşsak olur mu? Çünkü anlatılmaz yaşanır." dediğinde kendimi tutamayıp kahkaha attım ve sesimden dolayı da etrafıma baktım. En azından artık saklayacak hiçbir duygum yoktu. "Biraz ipucu versen ne olurdu sanki?" dediğimde, o da ellerini iki yana açıp başını salladı. " Benim artık kalkmam gerekiyor, sen de burada kalmaya devam et. Numaranı değiştirdiysen de bana verebilir misin, bir şey olursa ararım." dediğinde, onun telefonunu isteyip numaramı yazdım. Çaldırdığında onu kaydedip yolcu ettim ve benim de burada kalmamın bir anlamı olmadığını düşündüm.

Eve geldiğimde, ışıkların kapalı olup sadece koridorun yanmasına tebessüm ettim. Sessizce kendi odama geçip üzerimi değiştirdim ve yatağıma uzandım. Birbirine sıkı sıkı bağlanmış ince iplerin daha sonradan kalınlaşarak düğüm olması aslında kendi yaptığımız hatalar yüzünden olduğunu biliyordum. Bu ipleri aslında inceyken kesip atmak gerekirken biz onları nasıl olsa çözeriz kafasıyla bağlanmasını istedik.

Bazen hiç ayrılmayacağını zannettiğimiz insanları, eşyaları ayırdığımızda; yerine başkasını koyduğumuzda sırıtırdı. Biz de aynı hatayı yapmıştık. Mahlas, Uygar ve Atilla'yı bu kadar hayatına yapıştırıp güvenmeseydi şu an bu durumda belki de olmazdı.

İş işten geçtikten sonra seslice konuşmanın ya da sessizce düşünmenin bir anlamı yoktu. Her zamanki gibi laf kalabalığı yapıp insanları oyalamak, onların en ufak açıklarını bulmak için savaş verecektim. Fark ediyorum ki bazen "düşmanımın düşmanı dostumdur." atasözü tam bize söylenmiş gibiydi. Mahfer'i normal şartlar altında tanısam bile sevmeyeceğimi, onu hayatımızdan çıkartmak için elimden geleni yapacağımı biliyordum ama bir sorun vardı. Bu sorunlar o kızı da aşıyordu. Geçmiş dönemler gibi yine birlik olmaya çalışsak da yine yeniden bize musallat olur, yeni yeni atlatmaya başladığımız bu durumları tekrar yaşatırlardı.

Kendimle olan mücadelemde kazananın ben olması için her şeyden elimi ayağımı çekmem gerekiyordu. Sırlarla olan bir dünyanın baş karakteri olarak hayat sürdürmem belki de yazılmış kaderimin sadece birer fragmanıydı. Tiyatro sahneleri gibi ilk perde de söylenen sırlar ve son perde de söylenen sırlar oyuna göre değil, içinde bulunan insanlar sayesinde değişiyordu.

"Sikmişim Dünya'yı çocuklara bir şey olmasın." diye mırıldanıp gözlerimi kapattığımda, içli bir ağlama sesi duydum. Endişelenip hızla kalktığımda, Melisa'nın dış kapıda bağdaş kurmuş bir şekilde ağladığını gördüm. Hemen yanına eğilip ne olduğunu anlatmasını istedim. Bana söylediklerinden sonra ilk defa kendimden utanmıştım. Bana "Sen herkese kendini güvenilir bir adam olarak tanıtıyorsun ama sen hiç güvenilmezsin Mihlas abi." diyene kadar.

- Neden böyle düşünüyorsun, ben sana ne dedim ki?

"Sen Mahlas abimin nereye gittiğini çok iyi biliyorsun. Bizi artık kandırma. Gerçeği söyle. Ona ne oldu yoksa düşündüğüm şey mi?" dediğinde, kaşlarımı çatıp " Ne düşünüyorsun ki?" diye sordum. İlk önce cevap vermese de birkaç sıkıştırmalarım sonucu cevabı almıştım.

"Yoksa o bizim yüzümüzden öldü mü? Doğruyu söyle." dediğinde, ağzım açık kalmıştı. Bu yaştaki çocuğun ölüm bilmesi ya da ölüm konusunu konuşabilecek duruma gelmesi kesinlikle iyi bir durum değildi. Onu sakinleştirip yarın hep beraber konuşmamız gerektiğini söyledim ve onu yerine yatırdım.

Sabaha kadar gözüme uyku girmemiş, nasıl söyleyeceğimi düşünmüştüm. Hepsini bahçede toplayıp masaya oturmalarını istedim ve beni dikkatle dinlemelerini söyledim.

-Şimdi size birkaç açıklama yapacağım ve siz de fazla tepki vermeyeceksiniz, anlaştık mı? Mahlas abiniz o gece vuruldu ve şu an yoğun bakımda yatıyor. Uyanması an meselesi. Size yalan söylemek istemezdim fakat olaylar aniden gelişti. Umarım anlayışla karşılayabilirsiniz. Evet yaş olarak küçük olabilirsiniz ama yaşadıklarınız ve siz küçük değilsiniz. En uygun bir zamanda sizi ona götüreceğim ve siz de onu göreceksiniz.

Ahzan, Levan ve Berk Çetin duydukları karşısında hayatlarının şoklarını yaşamış, ister istemez gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Onları nasıl teselli edeceğimi bilmezken tanıdık bir sesin yakından geldiğini duydum. Hepimizin o an rüyada olduğunu, acilen uyanmamız gerektiğini kendime hatıratsam da rüyada değildik. Arkamı dönmeye gücüm yoktu. O sesi ben yirmi beş yıldır duyuyordum ve onu unutmamam mümkün değildi. Adım sesleri yaklaştıkça ellerimi dudaklarıma götürüp kapatma ihtiyacı duydum. Gelen kişi Mahlas'tan başkası değildi.

"Mihlas abinizi sıkıştırmayın, ben geldim. Beni istediğiniz gibi sıkıştırın." dediğinde, seslice ağlamaya başlamıştım. Nasıl uyandığını, yanında beni göremeyince oluşan üzüntüsünü nasıl kendi kendine geçirdiğini düşünmeye başlamıştım.

-Abi! Karşımdasın. Bu nasıl olur? Rüyadaysam eğer beni uyandırmayın, en güzel sahnesindeyim.

Ayağa kalkıp ona sarıldığımda, kulağıma eğilip "Beni onlar öldüremedi, sen sıkarak öldüreceksin." dedi ve sarılmama karşılık verdi. Göz yaşlarımı kendi elleriyle silip tebessüm etti.

Aralanan sır perdelerinin en önemli bölümü, abimin hastaneden ne zaman uyandığı ve kendi kendine bu haldeyken nasıl gelebiliyor olmasıydı. Şu an bunları soracak gücüm yoktu. Ona doya doya sarılıp bütün günümü ona adamak istiyordum.

Merhaba Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu bölümde o kadar şoklandım ki anlatamam. Ben bile yazarken o iki karaktere sövdüm, siz nasıl sövmeyeceksiniz? Kısa ve öz anlatmaya çalıştım. Noktalama ya da imla hatası olursa da affola çünkü telefondan değil de bilgisayardan yazdım.

Mahlas'ın kendi başına eve dönmesi sizce de anormal değil mi? Bunu da çözüme kavuşturmak için okumaya devam edin 🤍✨

Mahfer'in dönmesi dengeleri değiştirecek mi yoksa eski Mahfer olarak devam mı edecek? Bunu merakla bekliyorum. Mahfer'i hatırlamayanlar için medyasını koydum. Umarım keyif alırsınız, iyi okumalar diliyorum.

Sol yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen ✨🤍 İyi geceleriniz, iyi ilhamlarınız olsun✨

Loading...
0%