Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32-Kaçan Kovalanır Mı?

@poncikss1234


"İnsan hayal kurduğunda gerçekleşmesini ister. Gerçekleşmediğinde ise hayalini mazisine gömer."

-Mihlas Miraç

"Çok hayal kurdum. Kurduğum hayallerin hepsini bir başkası gözlerimin önünde gerçekleştirdi."

-Mahlas Miraç

Günümüz Mihlas Miraç’ın Anlatımıyla;

Hayal kırıklığı yaşamımız boyunca devam ettiğinde pes etme noktasına gelirdik. O hayalin peşinden koşmak isterken neden yarı yolda bırakıyorduk ki?

Bunun cevabı aslında çok basitti. Her insan kendisine göre kurduğu hayalin gerçekleşmesini beklerken, bir başkasının hayalinin oluşunu izliyordu.

Her açtığımız beyaz sayfanın sonu kapkaranlık oluyordu. Bu karanlıktan kurtulmanın tek yolu hayatımızdaki insanların tamamını çıkartmaktı. Eğer bunu başarabilirsek o zaman kapkaranlık olan sayfaların hepsi bembeyaz rengine tekrar geri dönecekti.

-Mahlas, Ahmet Yıldırım’ın derdi ne? Eceline mi susadı acaba? O kim de bizim evimize izinsiz girebiliyor?

Mahlas, Ahzan’ın yanından ayrılıp karşımdaki koltuğa oturdu. Gözlerinin feri gitmiş, yorgunluktan başı aşağıya doğru düşüyordu.

-Uykun geldiyse eğer yarın daha detaylı konuşuruz.

"Kahve yap da uykum açılsın. Çocuklar da uyumak bilmedi. Onlar da çok tedirgin oldular. Bizim yüzümüzden yaşamadıkları olay kalmadı. Ne yapacağız bilmiyorum. Artık düşünmekten kafayı yiyorum." ellerini gözlerine götürüp bir - iki saniye ovduktan sonra ayağa kalkıp gerindi.

Mutfağa geçtiğimizde kahveyi yaptım ve ona uzattım. "Eyvallah." diyip bardağı aldı ve masaya koydu.

"Bak Mihlas. Yaşadığımız hiçbir şey normal değildi. Küçükken başlayan o maceralı hikayemizin hüzünlü sonu tek tek bize bir şeyler öğretti. O öğrendiğimizle biz buralara kadar gelmeyi başardık. Ne zaman hayatımızdaki insanlar çoğaldı o zaman elimizdeki başarılar da tek tek kayıp gitti." onu pür dikkat dinlerken ben de kahvemi içiyordum.

-Madem hayatımızdaki insanlar değişti. O zaman o insanları çıkarmamızın da vakti gelmedi mi?

"Çıkmıyorlar ki anasını satayım. Birisi bitiyor diğeri başlıyor. Deseler ki bana "Bize bunu bunu verin, defolup gidelim." Yemin ederim ki elimde ne varsa veririm. O kadar bıktım artık."

Serzenişlerinde bir nevi haklı olsa da benim düşüncem daha farklıydı. İnsanlar, insanlar ile uğraşmazsa eğer eğlencesi nasıl çıkacaktı?

-Yarın Atilla ve Uygar’a uğrayalım. Bakalım bizi karşılarında görünce ne yapacaklar? Eğer tavırları bize karşı aynıysa o zaman flaş bellektekiler montaj olabilir.

Kafasıyla onay verdi ve masadaki bardakları alıp lavabonun içine koydu. "Hadi ben yatıyorum, sen de çok geç kalma. Çocuklar erken uyanıyor." dedi ve elini kaldırıp odasına gitti.

Fazla oyalanmak istemediğimden dolayı ben de bugünkü işlerimi yarına bıraktım ve ben de odama geçtim.

Sabah;

Ahzan ve Levan’ın yükselen seslerini duyduğumda, endişelensem de daha sonradan farkettim ki aralarında ufak bir sürtüşme yaşanıyordu. İkisinin de hemen düzelteceğini bildiğimden yataktan kalkmadım. Yanımdaki odanın kapısı açıldığını duyduğumda, Mahlas’ın uyanıp çocukları kontrol edeceğini düşündüm.

Mahlas’ın "Sabah sabah ne bu gürültü? Neyi paylaşamıyorsunuz? Herkesi uyandıracaksınız." diye uyaran ses tonuyla konuştuğunda, Ahzan’ın sesini duydum. Ahzan "Bir kere sabah değil öğlen oldu. İkincisi de ufak bir bilgi alışverişi yapıyorduk." dediğinde, kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Büyümüş de küçülmüş gibiydi.

Daha fazla yatakta kalmak istemediğimden, ben de olaya dahil olmak üzere salona geçtim. Mahlas’ın bacağına Ahzan, Ahzan’ın göbeğine de Levan yatıyordu.

-Günaydın ahali. Nasılsınız bugün?

Ahzan bir gözü açık beni gördü ve gülerek "Çok iyiyiz. Sen nasılsın?" konuşurken gözlerinin içi parlıyor, sabahı daha çekilir bir hâle getiriyordu.

"Hâlâ uykum var. Ne zaman tam anlamıyla uykumu alacağım bilmiyorum. Mezara girince bile arada uyanırım, değil mi?" gülerek söylediği bu cümleye ben nedense gülememiştim. O da gülmediğimi anladığında ise ciddileşip yavaşça doğruldu ve "Ne zaman çıkmayı planlıyorsun? Çocukları evde yalnız bırakmak istemiyorum." dediğinde ise ona hak vermiştim.

Kime bırakacağımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek başlarına daha fazla kalamazlardı. Aklıma merkezdeki çocuk parkı geldiğinde, Mahlas’a bakıp konuşmaya başladım.

-Benim bildiğim merkezde paralı çocuk parkı var. Yarım saat kadar oraya bırakalım. Hem görevliler de göz kulak olurlar. Ne dersin?

"Senin de maşallahın var. Bilmediğin yer, mekan yok. Ne ara öğrendin?" gülerek dediği bu cümleye ben de güldüm.

-Bir yere gittiğin mi var? Ben çıkıp keşif yapıyorum. Sen de anca evde otur.

Kararımızı verdiğimizde, çocuklar da bu fikri benimseyip hazırlanırken biz de çocukları bekliyorduk. Evdeki işimiz bittiğinde dışarıya çıktık ve merkeze gidip çocukları görevliye teslim ettik.

Gideceğimiz ofiste merkezde kaldığından dolayı beş dakika yürüme mesafesiyle oraya varacaktık.

Uygarların ofisinin önüne geldiğimizde, bir tuhaflık olduğunu sezdim. Belli etmemeye özen gösterdim ve içeriye geçtik. Her oda bomboş, yeni tadilattan çıkmış gibiydi. Bütün duvarların sıvaları yerlere dökülmüş, kablolar dışarıda bırakılmıştı.

"Şimdi ne yapacağız? Umarım kaçmamışlardır." Etrafı gezerken Uygar’ın odasının önünde durduğumuzda Mahlas içeriye geçmek istediğini belirtti. Ona bakıp kafamı iki yana sallasam da o bu hareketimi görmezden gelip içeriye girdi.

Dışarıda beş dakika kalsam da ben de merak edip içeriye geçtim. Odada herhangi bir eşya bulunmuyordu. Taşındıklarını düşünsem de bu kısa zaman içinde nereye gidebileceklerini hesaplayamayacak kadar yoğun bir şekilde çalışıyorlardı. Bu fikrimden vazgeçtim ve odayı turlamaya başladım.

Masası yeni alınmış gibi temizdi. Üzerine hiçbir iz yoktu. Masanın yanında bulunan iki tane küçük beyaz dolabı açtığımda ise eskimeye yüz tutmuş bir sürü evrak beni karşılamıştı. Hepsine bakacak vaktimizin olmadığını bildiğimden onlara dokunmadım.

Dolabın yanında bulunan üçlü çekmeceyi açtığımda ise tadilattan dolayı içleri hep toz hâlindeydi. Mahlas’ın enfeksiyon kapmaması için daha fazla irdelemedim ve odaya son kez göz gezdirip çıktım.

Mahlas’ın arkamda olduğunu bildiğimden ona ithafen "Uygar piçi burada değilse Atilla ve Ahmet Yıldırım’da burada değildir. Ahmet Yıldırım’ın evine bakmamız gerekiyor." Önerdiğim bu fikir aslında çok riskliydi. Riskin sadece bize dokunacağını bilsem abime söylemeden ben hâlletmeye giderdim.

Ofisten tamamen çıkıp dışarıda ufak bir temiz hava alırken Mahlas "Eve geçelim. Bunlarla uğraşmaktansa eve gidip ayaklarımı uzatıp haber izlerim." dediğimde gülüp "Sen haber izler miydin ya?" dedim.

O da gülerek omuzlarını kaldırdı ve yürümeye başladık. Çocukları bıraktığımız parktan aldıktan sonra hepsi birbirleri ile çok eğlendiklerini, bir daha gitme fırsatları olsa direkt gideceklerini konuşurken biz de yol boyunca onları tebessüm ederek dinlemiştik.

Evin bahçesine geldiğimizde, ayakta bizi bekleyen Mahfer’i gördüğümde istemsizce ellerimi yumruk yapıp abime baktım. Abim, ona bakıp göz devirdiğinde ise kısık bir kahkaha atıp sandalyeyi kendime doğru çektim.

Oturduğumda, Mahlas da çocukları içeriye geçirdi ve o da yanımdaki sandalyeye oturarak Mahfer’e karşımızdaki sandalyeyi gösterdi.

Mahfer oturup hâl hatır sorsa da hiçbirine cevap vermemiştim. O da bu tavrımdan dolayı susmuş, çantasını açıp içinden birkaç fotoğraf çıkartmıştı.

İçimden "Yine başladık." dedim ve yarı bayık gözlerimle fotoğraflara baktım. Mahlas elimden çektiği gibi kendisi baktığında, önüme fırlattı.

Fotoğrafları incelediğimde; Uygar, Atilla ve Ahmet Yıldırım’ın kaçtığını, havalimanında pasaport gösterdiklerini gördüm.

Demek ki o ofis tamamen başkasına devredilmiş, Uygar ve Atilla’nın burada işleri bitmişti.

-Gitmeleri iyi olmadı mı, Neden sinirleniyorsun ki abi? Yolları açık olmasın, geberip gitsinler.

"Saçmalama. Allah bilir bizim hakkımızda ne biliyorlar ki bize gözükmemek için yurt dışına kaçtılar. Umarım babamın yanına gitmiyorlardır." diye konuşurken, babamla ne gibi bir ilişkileri olduğunu anlam verememiştim.

-O adamla ne alaka şimdi? Tanıdıklarını düşünüyorsan eğer o zaman Uygar ya da Atilla bize söylerdi.

Mahfer'in "Tanıdıklarını düşünmüyorum. Birbirlerini tanısalar bile sizinle tanışmak istemezlerdi. Bir de buradan düşünün." dediğinde ise ona bakıp göz devirdim.

-Sen bence hayal dünyanda yaşamaya devam et. Biz neler gördük ki bunları rahatça dile getirebiliyoruz. Hayatta kaldığımıza dua ederken çok bilmiş gibi konuşuyorsun. Hem sen neden bizim eve izinsiz geliyorsun? Kim sana bu yüzü verdi?

"İzinsiz geldim, üzgünüm. Bunda hatalı olduğumu kabul ediyorum. Lakin bu fotoğrafları benden başka size gösteren olmayacaktı. Ha dersiniz ki bana ne onlardan anlarım. Ama sizin başınıza ne geldiyse bunlardan dolayı geldi.Size iyilik yapmak bile çok zor. Umarım bu huyunuzu törpüleyip iyilikleri kabul edersiniz." ayağa kalktı ve çantasını omzuna alarak "Resimleri sizi bırakıyorum. Ne yaparsanız yapın." arkasına bile bakmadan bahçe kapısını açtı ve yolu takip etti.

-Ya ben bu kadına neden ısınamıyorum? Hayatımda gördüğüm en yüzsüz, en kazıkçı kadın. Ne buluyorlar bunda ben hâlâ anlamış değilim. Fotoğrafları da alsın bir yerlerinde paralasın. Giden gitmiştir benim için.

Yan gözle abime baktığımda, resimlere bakmaya devam ediyordu. Arkalarını tek tek kontrol etti, kontrol ettiği her fotoğrafı da parçalara ayırarak yırtmaya başladı. Bunu beklemediğimden dolayı gözlerim kendiliğinden açıldı ve istemsizce gülmeye başladım.

-Onu ben yapsaydım ağzıma sıçardın. Ne oldu Mahlas Miraç? Sen de mi bunlardan bir bok olmayacağını anladın?

Bana olan bakışları değiştiğinde, susmak zorunda kaldım. Ayağa kalkıp "Yaramı temizleyip uzanacağım. Haberleri de kaçırdım zaten." Ayağa kalkıp içeriye geçti ve beni kendimle baş başa bıraktı.

Etrafı izlerken beynimde dolanan binbir türlü soruları ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da asla yakamı bırakmıyordu. İlla ki o sorulara yanıt bulup rafa kaldırmam gerekiyordu.

Ertesi sabah;

Kapının gürültülü bir şekilde çalmasıyla sinirden yataktan kalkıp söylene söylene açtım. Karşımda gördüğüm kişilere karşı sövmemek için kendimi zor tuttum. Mahlas’ın da sesini duyduğumda, omzumun üstünden ona baktım.

Uyuyamadığı her hâlinden belli kıpkırmızı gözleriyle kapının önünde beliren kişilere kitlenmiş durumdayken, kimse kimseyle konuşmuyordu.

Ahmet Yıldırım, Atilla ve Uygar birbirlerine bakıp içeriye girip girmemek arasında kalırken Mahlas "Oo! Hangi rüzgar attı sizi? O kadar kaçmaya yeltendiniz de bir baltaya sap olamadınız mı? Hadi bakalım, hangi delikten çıktıysanız oraya tekrar girin."

Kapıyı yüzlerine sertçe çarptığında, bunu beklemediğimden dolayı irkilmiştim. Kendisi de o an ne yaptığını sonradan fark edip içerideki çocukları kontrol etmişti.

"Bir daha bunları burada görürsem, gözümü kırpmadan onları öldürürüm. Ben evde olmadığım zaman bunlara kapıyı açarsan seni de döverim. Şimdiden uyarımı yapayım."

Sinirlendiğinde ne söylediğini bilmiyordu. O yüzden çok da takmadım ve salonda yatan çocuklara bakındım.

Evden ses seda çıkmayınca derin bir nefes alıp mutfağa geçtik ve ikimizden de çıt çıkmadı. Abime hak vermeye başlamıştım. İnsanlarla uğraşmak bize göre değildi. Herkes kendi çıkarlarıyla bu hayatta varlığını sürdürüyordu.

Kaçan kovalanır hesabı yapıyorlardı. Ya kaçan, kovalanı gerçekten kovalamıyorsa? O zaman ne oluyordu?

Kaçmaya yeltenen her insan bir gün kovaladığı kişi tarafından pusuya düşürülür.

Merhaba Ölüm sokağı ailesi. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bu bölümü size sunuyorum, iyi okumalar diliyorum🫶🏻

Vote ve yorumlarınızı bekliyorum. Her yazar emeği ile burada olduğundan desteğinizi esirgemeyin✨

Sağ üst yıldızı parlatmayı unutmayın lütfen ✨


Loading...
0%