Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33- Çizilen Resimdeki Kan Lekeleri

@poncikss1234

“Sonra her şey geçmedi. Sonra her şey geçmez kolayca. Herkes kalanıyla yaşar. Kendinden geriye ne bıraktıysa..”

"Haydar Ergülen"

"Her elime aldığım kalemdeki anılarım, beni büyüttü."

-Mihlas Miraç

"Dümdüz çizilen resimdeki görünmeyen ayrıntıları yakaladığımda, o zaman anlıyorum ki çizen kişinin hayatını anlatıyor."

- Mahlas Miraç

Günümüz Mihlas Miraç'ın Anlatımıyla;

Çocuklar ile salonda oturmuş resim çizerken, aklıma geçmişteki çizdiğim aile resimleri gelmişti. O anlar hafızamın en derinlerinde bunca zamandır silinmemiş olmasına şaşırmıştım. Hak edilmeyen sevginin kırıntıları sadece boya kalemimin kağıda değmesiyle bittiğini düşünmüştüm. Çizdiğim ne kadar resim varsa hepsini atmak istemiştim. İçimden hep onlardan uzaklaşmak isterken aslında hiç yakınlaşamadığımı öğrenmiştim. Bana öğretici ne varsa saklamayı seçmiş, bu yaşıma kadar da onları kullanmıştım.

-Ahzan senin resmin bitti mi?

"Mihlas abi, benimki bitmek üzere de Levan'ın kağıdı bomboş."

Gerçekten bomboştu. Dizlerimin üstüne kalkıp Levan'ın omzuna kafamı eğip ona baktım. Levan'ın kağıda bomboş bakışlarla bakması, kalemine de hiç dokunmaması beni meraklandırmıştı.

-Levan, daha kağıda dokunmamışsın bile. Herkes bitirmek üzere.

Levan irkilerek bana baktığında, korktuğunu anlayıp hemen ondan özür dileyerek sarıldım. Levan, omzumda hıçkırarak ağlamaya başladığında, mutfaktan hızlıca gelen abime baktım. Eliyle ne oldu gibisinden salladığında, ona dudak büküp bilmediğimi belirttim. Mahlas'ın "Levan, neden ağlıyorsun? Yoksa resim yapmayı sevmiyor musun?" demesi üzerine Ahzan'ın "O, her resim yaptığında başına bir şey gelecek korkusu yaşıyor. Depoda yaşadığımız zamanlarda toplanıp resim yaparken Melisa'yı kaçırmışlardı. O günden beri resim yapmayı hiç istemiyor, kağıda da böyle ağlamaklı bakıyor." açıklamasından sonra Levan'ı kucağıma alıp bahçeye götürdüm. Sonbahara yaklaştığımızdan dolayı bahçedeki küçük ağaçların yapraklarının sararmış, çiçeklerinde yaprakları dökülmeye başlamıştı. Levan'a dönüp bahçeyi gösterdim.

-Her şeyin bir döngüsü vardır Levan. Bak görüyor musun? Hiçbir şey eskisi gibi değil. Her şey eskisi gibi olsa bir zamandan sonra ondan zevk almamaya başlarız. Herkesin korktuğu ya da yapmak istemediği şeyler olabilir. Bunları aşmamız gerekiyor. Yaşadığımız her şey bize travma olarak kalsa da aslında bunu birlikte aşabiliriz. Bak bahçemizi görüyor musun? Farklı renkte olan her şey bir anda aynı renk olmuş. Kendisini toparladığı zaman belki de bambaşka renklere bürünecek. O yüzden şimdi ne yapıyoruz, o göz yaşlarını siliyorsun ve resim yeteneğini konuşturuyorsun.

Levan anladığını belirterek göz yaşlarını sildi ve içeriye geçmek istediğini belirtti. İçeriye geçtiğimizde herkes Levan'ı beklercesine resim yapmayı bırakmışlardı. Mahlas da eline bir kağıt almış, Levan'ın oturacağı yerin karşısına yerini almıştı. Abim, Levan'a "Hayal dünyanın ne kadar geniş olduğunu öğrenmek için çok heyecanlıyım. Resmini bitirdikten sonra resmi bize anlat olur mu?" gülerek dediği bu cümlede ben de gülüp ona destek vermek istedim. O, bir şey demeden boş alanı doldurmaya başladığında, Mahlas, bana kaş göz işareti yapıp ne çizdiğimi sordu. Ben de ona ellerimi yukarıya kaldırıp bir şey çizemediğimi anlatmak istedim. Ahzan, beden dillerimizi anladığını belirterek "Kaç yaşında adamlarsınız, kopya mı çekiyorsunuz birbirinizden?" dediğinde, kahkaha atmaya başladım.

-Saçmalama çocuk. Ne kopyası? Mahlas'ın resim yeteneği yok ki nasıl çizeceğini soruyordu.

"Abiyi gömmek yok. Hem benim başka şeylerde yeteneğim var. Resim neymiş ki?" dediğinde, Ahzan ve Levan'ın kısık kahkahası kulaklarıma dolmuştu. On beş dakika sonra Mahlas'ın "Kalemleri bırakın. Resim saatimiz bitmiştir." dediğinde, herkes abimin dediğini yapmışlardı. Onlara bakıp "Ben açayım mı?" diye sordum. Levan ve Ahzan da hevesle başlarını salladıklarında, "Bir, iki ve üç." dedikten sonra çizdiğim manzaralı resmi gösterdim. Çocuklar ilgiyle incelelerken Mahlas da beğendiğine dair işaretler yapıoyrdu.

Çizdiğim resim şu şekildeydi; Evin bahçesinin önünde ağaca bağlanmış hamak, hamakta yatan ben ve diğer ağaca bağlanmış salıncakta sallanan çocuklar vardı. Hamağın yanında çizdiğim masada da oturan Mahlas vardı. Aile resmi de diyebilirdim.

Levan'ın resmine geldiğimizde, sadece iki tane adam çizmişti. üstüne de isimlerimiz yazılıydı. Tam anlam veremesem de onun açıklayacağını düşünüyordum. Sessiz kaldığımda, Ahzan resmini gösterdi. Kocaman uçuruma benzeyen bir yer, o yerde de Melisa'yı çizmişti. Melisa'ya tam benzemese de ben anlamıştım. En son Mahlas'a geldiğinde, kağıdın bomboş olduğunu gördüm.

-Neden resim çizmedin? Yarışmadan elendin.

"Benim resimle ilgili bir bilgim yok. Tek bildiğim şu an en değerli tablolar gibi olmamız. Onu da çizemeyecek kadar çok güzel gözüküyoruz." dediğinde, onun bu ince düşüncesinden dolayı istemsizce tebessüm etmiştim.

-Hadi çizdiğimiz resimleri duvara asalım. Hatıra kalsın.

Çocukla çocuklaşan bu tavırlarımdan dolayı çocuklar beni daha çok seviyordu. Normalde dışarıdan bakıldığında, abime göre daha sert görünüyodum. Sadece çocuklara içimi açıyordum. O yüzden sağlıklı ve eğlenceli anılar biriktiriyorduk.

Hepimizin görebileceği şekilde duvara resimleri asarken Levan resmini duvara asmak istemedi. Ona nedeni sormak istediğimde, Mahlas bana daha fazla kurcalamamam gerektiğini söyledi. Ona hak verip koltuğa oturdum.

Melisa duştan çıkınca yanımıza geldi ve duvardaki resimleri gördü. Hayranlıkla baktığında, onunla da yapacağımızı konuştuk. Seve seve yapacağını güler bir yüzle söylediğinde ise onu yanıma çağırıp yanaklarını öptüm.

Melisa "Benim canım portakallı kek istiyor. Hanginiz yapabilir?" diye ikimiz arasında mekik dokuyordu.

-Melisa'm ben anlamam. Özür dilerim. Abimin de anlayacağını düşünmüyorum. İstersen dışarıdan sipariş verelim. Ne dersin?

Melisa "Hayır. Ben sizin yapmanızı istiyorum."

Mahlas bana bakıp ayağa kalktı ve mutfağa geçti. Telefonunu açıp malzemelerine baktı ve eksikleri bana söyledi. Onları not alıp çocuklara markete gideceğimi söyledim. Melisa'nın da gelmek istediğini gördüğümde, onu odasına yollayıp hazırlanmasını bekledim.

Kapının önünde Melisa'yı beklerken kahkahalarla gelen küçük kıza baktım. Bizden önceki hayatı ile şimdiki hayatına bakıldığında büyük bir ilerleme vardı. Daha sosyal olmaya başlamış, arkadaşlarıyla daha fazla konuşmaya özen göstermişti. Bize istediği ne varsa çekinmeden söylemesi, bu eve alışması bizim için çok özeldi.

"Hadi Mihlas abi. Ben hazırım, malzemeleri alalım ve keki yapalım."

Sokağın sonuna doğru beraber yürürken Melisa gördüğü herkese selam verip el sallıyordu. Bu hâlleriyle onu içime sokasım geliyordu.

İşlerimizi hallettiğimizde, solda duran pamuk şekerci vardı. Melisa'yı oraya yönlendirdim ve evdekilere de aldıktan sonra eve geldik. Malzemeleri Mahlas'a verip ben de pamuk şekeri çocuklara dağıtıyordum.

Sanki çok önemli bir şeye sahip olmuş gibi hayranlıkla bakıyorlardı. "Mihlas abi çok teşekkür ederiz. Tadı çok güzel." diyen Ahzan'a bakıp göz kırptım.

Mahlas'ın "Ulan Mihlas, gelip yardım etsene. Sanki ben pastacı mıyım?" Kahkaha atıp yanına gittim ve kekin kıvamına baktım.

-Becerikli abime bakın be. Canı çektiği hâlde kendisine yapmayan adam, çocuklara kek yapıyor. İnanılır gibi değil.

Mahlas'ın "Çok konuşma da şu fırını ayarla. Ben anlamam. Sen daha çok kullanıyorsun. Bunu da nereye dökeceğiz! Ya sabır ya! Bana dökebileceğim bir bohçam ya da tepsi ver." Melisa'ya yerini gösterip abime vermesini isterken ben de fırını ayarlamıştım.

Savaş alanı gibi olan mutfağı topladım ve abime "Ben duşa gireceğim. İki dakika içinde keki kapatın."

Onun bir şey demesine gerek kalmadan banyoya girip sıcak suyu açtım. Havaların soğumasıyla beraber sıcak suyun gelmemesi üzerine sinirlenip kapıyı yarım açık şekilde Mahlas'a "Abi! Acil buraya gel."

Endişeyle gelen abime bakıp derin bir nefes aldım ve "Bu sıcak su akmıyor. Yarın sabah usta çağırıp baktırmamız gerekiyor."

Mahlas; "Ee! O zaman Melisa nasıl duşa girdi?" dediğinde Melisa'ya sormasını istedim. O da bir şey demeden yanımdan ayrıldığında, ben de odama geçtim. Üstümü değiştirdikten sonra salona tekrar geçtim.

Melisa'ya keki sorduğumda bana tebessüm edip olduğunu söyledi. Duşu da sorduğumda, soğuk suyla yaptığını söylediğinde, sinirlenmiştim.

-Bize neden söylemedin? Ya hasta olursan ne olacak?

"Ben alışkınım merak etme." dediğinde ise ona gözlerim kısılmış şekilde bakmakla yetindim. Mutfaktan sesler geldiğinde, çocukları masaya toplayıp abimi bekledik. O da tepsiyle geldiğinde, güzelce eğlenerek yedik ve saatte bakıp yatmamız gerektiğini çocuklara söyledim. Hepsi aynı anda kalkıp bize sarıldı ve yerlerine geçtiler.

Abimle baş başa kaldığımda içimden geçen sıkıntıları konuşmak istedim.

-Levan'ın davranışlarında sorun var. Onu nasıl düzelteceğiz bilmiyorum ama içimde bir sıkıntı var. Umarım düşündüğüm şey olmaz.


"Ne gibi sıkıntın var? Açık açık anlat da önlem alalım."

-Ya Levan kendine zarar verirse? Bazen çok neşeli bazen de hiç olmadık yerde ağlayıp duruyor. Psikoloğa mı götürsek ne dersin?

"Ben de aynı şeyi düşünüyorum fakat kabul etmeyeceğini de biliyorum. Levan'ın psikolojisi bozuksa diğerlerinin de bozuk olduğunu sen de az çok tahmin edebiliyorsun. Bizim psikolog olmamız gerekiyor onlara karşı."

-Doğru söylüyorsun. Valla önceki yaşadığımız olayların ben halının altına süpürüldüğünü düşünüyorum. Hiç beklenmedik anda açığa çıkacak. O zaman bize değil de çocuklara zarar verirler diye strese giriyorum.

"Dediklerinde haklısın. Umarım düşündüğün gibi olmaz. Biz de yatalım sabah bu konuyu tekrar gündeme getiririz."

Sabahın ilk saatlerinde yağmur sesi ile uyanmak çok güzeldi. Pencereye vuran damlaların süzülüşünü yatağımdan izlerken uykum tamamen açılmıştı. Banyoya girip işlerimi hallettiğimde, kimseden ses çıkmıyordu.

Odama tekrar döndüğümde, eski kahverengi deri koltuğa kendimi atıp yan komidinin üstünden eskimeye yüz tutmuş sigara paketimi aldım.

Abimin hastalığından sonra evde sigara içmek bana göre lüks olmuştu. Onun olmadığı ortamlarda içip havalandırıyordum. Pencereyi sonuna kadar açıp perdeleri ıslanmayacak şekilde topladım. Sigarayı yaktıktan sonra Yağmur'u izlemeye devam ettim.

Yaklaşık bir saatin sonunda yavaş yavaş sesler gelmeye başlamıştı. Kapı tıklatıldığında, abimin geleceğini düşünüp küllüğü sakladım.

Yarım açılan kapıdan içeriye doğru bakan Ahzan ve Melisa'yı gördüğümde, şaşırmıştım. Normalde odama çok önemli bir şey olmadıkça girmiyorlardı.

Ahzan ve Melisa yan yana dizildiğinde onları yanıma çağırdım ve kolumu boyunlarına atıp gövdelerini göğüsüme dayadım.

-Ne oldu size? Normalde çok önemli bir şey olmadıkça girmezsiniz. Anlatın bakalım.

Ahzan'ın "Mahlas abimin odasına girdim fakat yatağı topluydu. Sabah erken saatlerde evden çıkmış, bu saate kadar bekledik de gelmedi."

Nereye gidebilirdi ki? Bana haber vermeden hele ki sabahleyin çıkması, önemli bir işi olduğunu gösteriyordu. Hastaneye gittiğini düşündüğümde, hastaneden çok evde kendisine bakmayı seviyordu. Pansumanını her gün düzenli olarak değiştirdiğinden dolayı yarası kapanmış, hastanelik bir durumu kalmamıştı.

Yastığın yanındaki telefonu alıp abimin numarasını ezbere yazıp aradım. "Aradığınız kişi şu an da ulaşılmıyor." dediğinde endişelenmeye başlamıştım.

-Biriniz mutfağa ya da herhangi bir yerde not buldunuz mu?

Melisa'nın "Hayır hiçbir şey yoktu. Sadece ben şiddetli yağmurun sesiyle kapı sesi duydum."

Yağmurlu havada çıkması neredeyse hiç mantıklı gelmiyordu. Ya beraber çıkar işimizi halleder öyle eve gelirdik ya da işimizi erteler o gün evde vakit geçirmeyi seçerdik.

Son kez aradığımda yine ulaşamadığını duyduğumda, endişem büyüdü. Hemen çocukları salona yollayıp hazırlandım ve kısa bir açıklamanın ardından anahtarı en büyükleri olan Ahzan'a teslim edip kapıyı benden sonra kitlemesini istedim.

Gözlerindeki korkuyu gördüğümde, ona sarılıp kulağına birkaç şey söyledim. Rahatladığını düşünmesem bile en azından biraz da olsa güvenmesini sağlayabilidim.

Evin önünde oluşan küçük gölcüklere basmadan demir kapıya varıp evden ayrıldım. Yürümenin daha avantajlı olduğunu düşündüğümden sokağı didik didik aradım.

Aklıma Mahfer'in burada olup da abimi yanına çağırdığını düşündüğümden, telefonumu cebimden çıkartıp onu aradım. Çaldığını görene kadar ekrana bakarken açtığını görünce direkt kulağıma götürüp konuşmaya başladım.

-Alo, direkt konuya gireceğim abim yanında mı?

"Sana da merhaba Mihlas. Hayır yanımda değil. Bir sorun yok değil mi?"

-Yok, kurcalama.

Telefonu kapattığımda birkaç tanıdığım esnafa sordum. Onlar da görmediklerini belirttiklerinde sadece bakmadığım merkez ve Çerkenez Mahallesi vardı. Çerkenez'e girip dolandığımda orada da olmadığını görüp vakit kaybetmeden merkeze yol aldım.

Merkez, diğer yerlere göre daha geniş olduğundan önce saate baktım. Saat on ikiyi yedi geçerken hızla yürümeye başladım. Merkeze vardığımda bilindik yerlerde dolanıp duruyor benzettiğim kişilerin yanından geçip o mu değil mi bakıyordum. Dört saatlik aramanın sonunda maalesef ki elimde hiçbir şey yoktu.

Çocukların daha fazla endişelenmesini istemediğimden eve geçmek üzere var olduğum yolu değiştirdim. Eve geldiğimde, anahtarı kapının deliğine koyarken kapının gıcırtıyla açıldığını gördüm. Salona geçtiğimde, gördüğüm bu manzara karşısında ellerimi saçlarıma geçirdim.

Sabah hep beraber güle oynaya çizip duvara astığımız resimler şu an da yerde yırtılmış bir hâlde beni karşılamıştı. Tek tek onları incelediğimde, gördüğüm tek şey kağıdın yanlarından tutulurken bulaşmış kan iziydi. Odaları ayrıntılı olarak ararken çocukların burada olmadığını gördüm.

-Nerdesin Mahlas nerde!?

Ya onunda başına bir şey geldiyse? Ya bize görünmeden kendi işini kendi hâlletmek istediğinde tuzağa düşürmüşlerse? O zaman nerede olduğunu nereden bilecektim?

Bu işe kimseyi bulaştırmamam gerekiyordu. Tekrar insanlardan yardım istersem o zaman onu bana karşı kullanabilirlerdi.

Mahlas ile telefonumun aynı olması sebebiyle gittiği konumu normalde rahatlıkla görebiliyordum. Telefonunun kapalı olması işimi zorlaştırırken her beş dakika da bir telefonunun açılıp açılmadığını kontrol ettim.

Eve tekrar girebilirler diye kendi kendime söylenirken bahçede bir hareketlilik olduğunu sezdim. Kaç kişi olduklarını bilmediğimden önce kendime güzel bir yer bulup onları takip ettim. Pencerenin yansıması sayesinde eve girecek adamları görmüştüm.

Boyları neredeyse aynı, kalıp olarak da sol tarafta yürüyen, benimle neredeyse aynı vücuda sahip diğeri ise bizden neredeyse üç beden küçük ve sıska olduğu belliydi.

Kendimi onlara cephe alırken onlar sessizce eve girip salona geçtiler. Yerde saçılmış kağıtları eline alıp aralarında konuşuyorlarken sıska olan "Aa! Bakın burada kimin fotoğrafı var? Ahzan ve Levan'ın." dediğinde kulaklarımı kabartıp dinlemeye devam ettim.

"Onları da toparla da eve geçelim. Burada herhangi bir iz bırakmayalım ki burada yaşayan insanlar bizi bulmasın."

"Abi burada yaşayan insanlar dediğin Mahlas ve Mihlas. Mahlas'ta bizde olduğuna göre tek bir kişi kalıyor o da psikopat kardeşi. Şu an bile bizi bir yerde dinliyor olabilir. Buradan acil çıkmamız gerekiyor ki şuracıkta öldürmesin bizi."

Adam konuşana hak verdiğinde, içimden kahkaha atıyordum. Abimi ve beni tanıması, abimin daha naif olduğunu düşünmeleri biraz gülünçtü. Konuşmalarının bittiğini düşündüğümden kendimi dinlerken tekrar sesler yükselmeye devam etti.

"Mahlas'ı Kavaklı'daki evde tutmak çok mantıklı değil Fikret abi. Onu da Doğankaya'ya getirelim. Çocuklar en azından onu gördüğünde bize bilgileri daha rahat söyler."

"Olmaz. Ya bu evde ses kayıdı varsa ve bizi dinliyorsa? Ya işimizin ortasında baskın yersek? Ben o psikopat caniye güvenmiyorum. Gözü karardı mı kendisini tanımıyor. Hele abisi zaten sinirden damarları patlayacak az kaldı."

Sessiz sedasız çıktıklarını düşünen bu ikiliye karşı mükemmel bir plan yapmaya başladım. Önceden denediğim ve başarılı sonuçlar elde ettiğim "Risini" yapmak için odama geçtim. Risin'i yarım saatte yaptıktan sonra her zaman kullandığım siyah çantamın içine koydum ve gerekli malzemeleri de kontrol edip evden çıktım.

Önce Kavaklı'yı bulmam gerekiyordu. Telefonumdan baktığımda, buraya tam üç saatlik mesafedeydi. Sokağın sonunda park edilmiş arabalardan bir tanesini gözüme kestirip çantamda bulunan tornavida ile kilide sokup çevirdim. Sesten anladığım kadarıyla araba açılmıştı. Alarmı kontrol ettiğimde, olmadığını gördüm.

Şöför koltuğuna oturup kırmızı ve mavi renkteki kabloları birbirine sürttüğümde araba çalışmaya başladı. Konumdan takip ede ede üç saatin sonunda "Kavaklı." tabelasını gördüm ve girişinden başlayıp sonuna kadar Mahlas'ı aradım.

Karanlığın içinde en fazla yarım saat ararken üç evin yanında bulunan siyah-beyaz evin kapısı açıldı ve elleri ayakları bağlı olan abimi gördüm. Kapının önüne attıklarında yüzüne kapattılar ve onu orada yarı baygın bir şekilde bıraktılar.

Havanın çok bulutlu olması, yağış habercisiyken abimi yağmur yağana kadar almamam gerekiyordu. Yağmur yağmaya başladığında, sıska olan pencereden bakıp bütün perdeleri çekti ve kapıyı kilitledi. Evlere çıkan her yol düz olduğu için sessizce Mahlas'ın yanına gidip onu taşıdım.

Onun mırıltılarını duymasınlar diye kapişonumu ağzına gelecek şekilde ayarladım. Mahlas'ı arabaya koyduğumda ışıkları yakmadan onun durumunu kontrol ettim. Çok da ağır yaralı değildi fakat başından alabilecek darbeyi de unutmamam gerekirdi. Başını kontrol ettiğimde, hareket etmeye başladı. Birkaç dakika gözleri tamamen açıldığında etrafa baktı.

Beni görünce gülmek istese de yüzüne almış olduğu ufak tefek darbeler bunu engelledi.

-Şimdi sen susup beni dinliyorsun. Bunların kim olduklarını bilmiyorum ama çok da vakit harcayacağım insanlar değiller. Onları tek hamlede öldüreceğim ve seni kurtardığım gibi çocukları da kurtaracağım. Benimle birlikte DoğanKaya'ya geleceksin. Çocukları orada saklıyor ibneler. Eğer kendini çok kötü hissediyorsan da yat dinlen ben hallederim.

"Mihlas. Çocukları yerini biliyorum. Telefonla konuştuklarında söylemişti. DoğanKaya Mahallesi üç yüz beşinci sokak üçüncü evde saklamışlar."

Zar zor sesi çıkarken işe yarayacak olan bilgileri verdi. Ona bir şey demeden arabayı çalıştırıp Kavaklı'dan çıktım ve telefona DoğanKaya'yı yazdım. Buraya çok yakın olmasa da aynı düzergahtan geçecektim. Hiçbir yola sapmadan bir buçuk saatin sonunda denilen yere geldim ve Mahlas'ı arabada bırakıp evi aramaya başladım.

Üçüncü evi bulduğumda, yerde bulunan parke taşlarını elime alıp kendime merdiven yaptım. Pencerenin önüne dizip taşa çıktım ve perdenin yarım aralıktan içeriye baktım. Ahzan ve Levan'ı bir odada kitlerlerken tahminimce Melisa'yı da başka bir yerde tutuyorlardı. Pencereye hafif bir vurmamla Ahzan'ın bakışı bana döndü.

Kurtarılmanın verdiği o özgüvenle bana gülümserken Levan'a bir şeyler söyledi. Levan'da bana doğru baktığında, o da tebessüm etti. Ahzan ayağa kalktığında, sandalyeyle birlikte kapıya doğru geldi. Kapının kilit sesini duyup içeriye adım attığımda, Ahzan'ı çözdüm. Levan'ı da Ahzan çözdüğünde, yan odaları gezmeye başladım.

Melisa'yı da gördüğümde, susması için parmaklarımı dudaklarıma götürdüm ve onu çözdüm. Melisa'nın bana arka tarafı işaret vermesiyle onu da diğerlerinin yanına yollayıp arabanın yerini gösterdim ve onların evden çıkmalarını bekledim.

Arka tarafa sessiz ve dikkatli giderken konuşmaların sesi gelmeye başladı. "Ben çocukları kontrol etmeye gidiyorum." diyene yakalanmamak için kapının arkasına saklanıp çantamdan risinli şırıngamı çıkardım.

Ense kısmı bana dönük olduğundan hiç düşünmeden iğneyi ona batırıp yarısını ona aktardım. Aradan geçen on dakikanın sonunda "Çocuklar ne durumda lan? Bir saattir seni bekliyorum çıkacağız hadi!" diyen adamın adım sesleri de bana doğru geliyordu.

Ona da aynı işlemi yaptıktan sonra son kalan risinleri de kalplerine enjekte edip bütün delilleri toplayıp evden ayrıldım. Arabaya geçip kimseyle konuşmadan Ölüm Sokağı'na sürmeye başladım.

Eve vardığımızda saat gece yarısını bulmuştu. Mahlas'ın ağırlığı omzumdayken Ahzan'da çantamı taşıyordu. İçeriye girdiğimizde, Mahlas'ı koltuğa yatırdım ve ilk yardım çantasını Levan'dan isteyerek pansumanını yaptım. Çok da yarası olmadığı için kendine gelmiş, çocukları kendisi de kontrol etmişti.

Ahzan'ın "O adamı tanıyorum. Adı Fikret. Biz depodayken mallarını oraya saklar, benden ya da Levan'dan getirmemizi isterdi. Kısacası Onun ayakçısı hâline gelmiştik. Melisa'yı tanıdıktan sonra bizimle ilişiklerini kestiler ve onun üzerine titremeye başladılar." dediğinde ise Melisa için güvenli bir yol bulmam gerektiğini düşündüm.

Levan'ın "Ne olduğunu anlayamadan o Fikret denen pislik eve baskın yaptı. Ahzan, ona anahtarla saldırdı. O yüzden duvarlar kan içinde." diye açıklama yaptı.

-Resimlere nasıl dokundular? Levan'ın resmi duvarda asılı değildi ki. Fikret denen ibnenin kanını Levan'ın kağıdında gördüm.

"Ben resmimi buzdolabının üstüne sabitlemiştim oradan görmüşlerdir. Benim kağıdıma dokunmalarının nedeni de sizin isimlerinizin yazıyor olması. Fikret'in yanındaki Necati de bunu fark edip o adama verince avucundaki kesikten akan kan bulaştı. Fikret denen adam sizin isimlerinizi gördüğünde, yüz ifadesi değişmeye başladı."

Mahlas'ın konuşmaya başlamasıyla birlikte ona dönüp dinlemeye başladım.

"Adamların beni kaçırmaları çok da önemli değil fakat bizim buradan acilen taşınmamız lazım. En azından izimizi kısa süreliğine de olsa kaybettiririz. Onların beceriksizliği ve tecrübesizliği sayesinde kurtulabildik. Yoksa bizim gibi olanlar için durum çok da farklı olurdu."

-Sen neden evden erken çıktın?

"Telefonum ısrarla çalmaya başladı. Nereden bulduklarını bilmiyorum ama öğreneceğim. Ben de dayanamayıp açınca tehditkar konuşmaya başladı. Beni bilirsin onların konuşmalarına sadece gülüp telefonu kapatınca bana eski çekilmiş, benim bilmediğim çocukların resmini attılar. Ben de dayanamadım onların verdiği adrese gittim. Ondan sonrasını zaten sen biliyorsun."

-Neyse bu konunun üstüne daha fazla konuşmaya gerek yok. Herkes iyiyse bugün yaşananların hepsi unutulsun. Yarın bakarız bir çaresine.

Bugünü de sineye çektikten sonra odama geçtim. Kafamı yastığa koyduktan sonra tavana birkaç dakika bakıp gözlerimi kapattım.

Havanın yavaş yavaş aydınlanması uyumama izin vermezken yatakta dönüp duruyordum. Bazen ufacık bir şeyi bahane edip onu kullanıyordum. Belki de ben uyumak istemiyordum.

Umarım, umarım her şey yoluna girerdi. Yoksa eski yaşantımıza geri dönmek zorunda kalırdık. Bu durum da çocukların bozulmuş psikolojisini daha da bozardı. Ya onları daha güvenli bir yere götürüp saklayacaktık ya da bu şekilde devam edecektik.

"Çizilen resimdeki kan lekeleri." diye kendi kendime mırıldandım. Değer verdiğim her ne varsa kana bulanmak zorunda mıydı? Bizim adımıza yakışan tek şey başkalarının kan izi miydi?

Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Umarım bu bölümü beğenirsiniz. Vote ve yorum yapmayı unutmayın. Birkaç gün içinde "Aşk Şarabı ve Ölüm sokağına yeni bölüm gelecektir. Kapı adlı kitabımın bölümlerini de düzenleyip tam tarih veremesem de yayınlayacağım. Sizi seviyorum, iyi okumalar diliyorum 🤍

 

 

Loading...
0%