Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35- Tehdit Mesajı

@poncikss1234

“Boşluğa düşmüş yüreğim, doldurmaya çalışan zihnim. Sahi ben neredeyim?”

-Mihlas Miraç

“Koskoca evrende bir başıma kalmış gibiyim. Ne gelenim var ne de gidenim. Var olanlarımda kendilerinde değil.”

-Mahlas Miraç

Mihlas Miraç’ın Anlatımıyla;

Yaşanan onca şeyi kabullenebilirdim ta ki küçücük bir kız çocuğunun ölümünü görene kadar. Sanki orada ben ölmüştüm. Ruhum, onun ruhuyla kavuşmak için can atarken yarışı kaybetmiştim. Dağılmıştım. Evet, ben hep dağılıp toparlanan birisiydim fakat bu tarifsiz bir duyguydu. Paramparça olmuştum. Beni toparlayın demek istesem de yapamamıştım. Boşlukta süzülüyor gibiydim, boşluğun ne demek olduğunu annemden sonra bir kez daha anlamıştım.

Yanında olmam gerekenlerin uzağında, dışında kalmam gerekenlerin içindeyim. Çıkışı bulamıyor, dönüşü hatırlamıyordum. Ben, olmam gereken yerin çok uzağındaydım. Etrafım kapkaranlıktı. Işığım, toprağı aydınlatıyordu. Toprağı kazmaya çalışsam, ışığımı bulabilir miydim? Ben, toprağa karışsam yerimi bulabilirler miydi?

Kalabalıkta yürüyen yalnızlar gibiydim. Her yanım insanlar ile çevrilirken, gözüme perde inmişti. Oyunun bittiğini zannedip o perdenin açılmasını beklerken ikinci sahne başlamıştı. Sesler uğultulu, görüntüler bulanık; kısacası ben kendimi arıyordum.

Evde ölüm sessizliği vardı, tıpkı yaşadığımız yer gibiydi. Ölüm bizim göbek adımız olmuştu. Nereye gidersek gidelim hep peşimizde olacaktı. Buna alışmıştım,, alışamadığım durumlara da alışmıştım. Bazen yoluna koyamadıklarımızı boş verdiğimizde aslında ister istemez alışıyorduk. Odamdaki pencerenin yanındaki bulunan küllük ağzına kadar doluydu, umursamadım. Bir daha yakıp tamamen dolmasını istedim.

Derin ve yavaş nefeslerim bütün evi kaplayacak kadar geniş gri dumanları beni rahatsız etmiyordu. Kendime, çocukluğuma, gençliğime; aileme ve aile gibi gördüğüm insanlara içiyordum bu sigarayı. Çökmüştüm, çökmüştük. Evde çıt çıkmıyordu. Herkes bir köşeye çekilmiş yasını içinde haykırarak yaşıyordu.

Yüzüme yapay bir gülümseme yerleştirip içeriye geçtim. Levan ve Ahzan televizyona boş bakışları ile bakarken, abim de mutfakta oturmuş derin düşüncelere dalmıştı. İçinden geçenleri merak ediyordum.

-Nasılsın abi? Toparlanabildin mi biraz, kendine dikkat etmen gerekiyor yoksa hastalığın ilerleyebilir.

Gözlerindeki ışıltı kaybolmuştu. Evimizin neşesinin gitmesiyle onun da ışıltısı bir an da sönmüştü. “Toparlanamadım, toparlanmaya çalışıyorum. Biz bu hâldeyken çocukları düşünemiyorum. Kahroldular ve elimizden hiçbir şey gelmiyor.”

Bazen mutluluğa varmak için bir sürü engellerden geçmemiz gerekiyordu. Bu engelleri eksiksiz geçenin hayat düzeni diğerlerinden farklı oluyordu. Bizim durumumuz onlardan da çok farklıydı. Biz mutluluğu sokakta ararken, sokağın verdiği nimetle mutlu olabilmiştik. Biz çocuklar sayesinde mutlu olabilmiştik.

-Çok zor bir durumla baş başa kaldık. Ben o korkuyu sen de yaşamıştım. Bir daha gelmez dedim ama bak gelmez dediğim ne varsa ışık hızıyla geldi. Hayat’ın acı dolu tarafı böyleymiş demek ki. Acını içinde yaşa ama Levanlara belli etme. Onlar, şu an Dünya’nın gerçekleriyle karşılaşıyor. Belki de göreceğimiz daha kötü olaylar olacak. Onda da mı yıkılacağız? Kendimizi toparlamamız lazım, karakteri belli olmayan kişilerin hayatları biz olmuşuz. Bakalım daha ne göreceğiz?

Cenazeden sonra eve hiç dokunmamıştık. O kadar dağılmıştı ki sanki her birimiz zihinlerimizi eve yansıtmıştık. Abime de kalkmasını söyledikten sonra çocukların yanına gidip temizlik yapacağımızı söyledim. İlk başta istemeseler de onlar da kabul edip iş bölümü yaptık. Çocuklara sadece kendi eşyalarını toplamasını söylerken ben de bir yandan salonu topluyordum. Eskisinden daha düzenli olduğunu gördüğümde, odama geçip ayrıntılı bir temizlik yaptım. Sanki hayatımı baştan yazıyormuşçasına. Orayı da bitirdikten sonra Mahlas’ı kontrol ettim. Mutfağı titizlikle halletmiş, kendi odasına geçmişti. Buzdolabında asılı resimlere bakarken, iç çektim. Melisa’nın resmi orada yoktu. Belki de olmaması daha iyiydi.

Kapı çalmaya başladığında, kaşlarımı çatıp delikten baktım. Gelen kişinin Mahfer olduğunu gördüğümde, içimden küfür ettim. Bu kadın ne zaman yakamızdan düşecekti?

Kapıyı istemeye istemeye açarken, o da yüzü gözü şiş bir şekilde karşımda durdu. Onun bu hâlini merak ettiğimden, içeri alıp salona buyur ettim. Çekine çekine girdiğinde, Mahlas da salonda yerini almıştı. Çocukları kendi odama götürüp gelmemelerini rica ettim ve kapıyı da kapatarak tekrar salona geçtim.

-Bak, eğer moralimizi bozacak bir şey dersen yemin olsun seni süründürürüm. Anlıyor musun?

Mahfer, gözleri dolu dolu bakarken ben de abime bakmıştım. Abim, boş bir ifade ile ona bakarken o “Melisa’nın olayını duydum. Sabaha kadar ağlamaktan içim dışıma çıktı. Bu acıyı yemin ederim ki ben de yaşadım. Başınız sağ olsun.”

Samimi olup olmamasına bakmadan teşekkür ettim ve sessizliğimi korudum. O “Ben de yıllar önce bir kayıp verdim. O kadar ağladım ki her günüm hastanede geçiyordu. Kendimi öldürmek istedim, öleyim ki onun yanında huzuruma devam edebileyim. Olmadı, beni izlediğini düşündüğümden kararımdan vaz geçtim. İyi ki de vaz geçtim çünkü alıştım. Alışılmadık yük, omuzda olmaz.”

Kimi kaybettiğini sormak istesem de eski acısını tazelemek istememiştim. Belki de kendisi ilerleyen dakikalarda açıklardı.

-Öncelikle ziyaretin için teşekkür eder, yaşadığın olay için de üzüldüğümü söyleyebilirim. Eğer senin için zor değilse kim vefat etti?

Normalde sormamam gereken bir soruydu. Merakım devreye girmişti. Onun anılarını tekrar canlandırmak istemezdim.

“Kardeşim, Mehliz. Öldüğünde daha beş yaşındaydı. Doğuştan gelen bir rahatsızlığı vardı fakat biz onu anlayamadık. Ne kadar doktora da götürsek tam bir teşhis alamadık. Onu parka götürüyordum. Parkta salıncakta sallanırken bana son kez el salladı. O el salladığı zaman ben psikoloğa gittim. Aylarca belki de yıllarca bunun acısını yaşadım.”

Pür dikkat hikayesini dinliyordum. Onun da yaşanmışlıkları kolay değildi. Hiçbir zaman insanların yaşamış olduğu hikayeleri dalgaya vurmadım. Hepimiz aynı kaderi yaşıyor, birbirimizden ders alıyorduk. Belki de o da Melisa’yı ölen Mehliz’in yerine koymuştu.

“Başın sağ olsun Mahfer.” Abim kısa ve öz konuşmuştu. Onun da dilinden sözcükler süzgeçten geçiyordu.

-Sadece Melisa’nın durumu için mi geldin yoksa?

“Yemin ederim ki sadece Melisa için geldim. Kötü bir niyetim yok. Evet, burada olduğum süre boyunca hep kötülük arayacaksın, biliyorum. Haklısın da ama ben de insanım. Benim de duygularım var. Hayat hepimize adil davranmıyor değil mi?”

Ona karşı bağırıp çağıracağım onca konu varken ben sessizce onu dinliyordum. Bu davranışımı kendi içimde takdir ederken, o ayaklandı. Giyinmiş olduğu siyah bluzun eteklerini düzeltti. Çantasını omzuna asarak arkasını döndü. Ne abim ne de ben onun peşinden gitmedik. Sessizce kapının kapanma sesini duyduk. “Çocukları çağır da yalnız kalmasınlar.” Bir şey demeden ayaklanıp odamın kapısını açtım. Levan ve Ahzan birbirlerine sarılarak uyurken, sessizce oradan ayrıldım. Abime uyuduklarını söylediğimde, iç çekti ve odasına gideceğini söyledi. Ben de ona onay verip salonun ışıklarını kapattım ve koyu kahverengi koltuğa kendimi bıraktım.

Sabah yağmuru hava ile günüm başlarken artık kış hazırlığına başlamamız gerekiyordu. Bu konuyu abimle konuşmak için onun uyanmasını beklerken ben de kendime gelip banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Sessizce mutfağa geçip kahvaltıyı hazırladım ve çocukları uyandırdım. Çocuklar, uyandıktan sonra abimin odasına girdim. Uyuduğunu görünce önce uyandırmak istememiştim fakat bir daha kahvaltıyla uğraşmasını istemedim. Onu da uyandırdıktan sonra masadaki yerimi aldım.

Herkes yerlerini aldığında, sessiz bir kahvaltı geçirdik. Abime dönüp konuşmaya başladım.

-Çocuklar için kış alışverişi yapmamız gerekiyor. Bugün merkeze inelim hep beraber. İstediklerini alsınlar. Bizim de ufak tefek eksiğimiz var. Hepsini bugün alıp kışa hazır olalım.

“Kahvaltıdan sonra hazırlanın, çıkarız.” Masayı toparlarken çocuklar giyinmek için benim odama geçmişlerdi. Onları beklerken etrafa göz gezdirdim ve hemen bir sigara yakarak boşluktan yararlandım. Sigaramın bitiminde Mahlas geldiğinde, küllüğe attım ve odama geçip ben de giyindim. Hepimizin hazır olduğunu anladığımda, anahtarları alıp evden çıktık. Sokağın sonundaki durakta beklerken otobüs geldi ve biz de binip merkeze yol aldık.

Merkeze vardığımızda önce çocuk kıyafetleri satan birkaç mağazaya girdik. Ahzan ve Levan kendi zevklerindekileri seçerken ben de onlar için birkaç parça seçmiştim. Hepsini ödedikten sonra sıra bize gelmişti. Abim için bot, benim için mont alırken beğendiğimiz kazakları da ekleyerek alışverişimizi bitirmiş olduk. Çocukları kafeye götürmek istediğimi abimle paylaşırken, o da hemen kabul etti ve yolun karşısındaki kafeye geldik.

Ahzan ve Levan birbirlerine yakın sipariş verirken ben ve abim zıt siparişler verdik. Bu duruma ister istemez gülmüştüm. Ne demişler; “Zıt kutuplar birbirini çeker.” Güzel geçen alışveriş ve molanın ardından ufak bir gezinti yapmak üzere kafeden ayrıldık. Levan benim elimi tutarken Ahzan ise Mahlas’ın elini tutuyordu. Dışarıdan birisi bizim çocuklarımızın olduğunu düşünebilirlerdi.

Ahzan, mağazada aşçılık ile ilgili malzemeler gördüğünde, oraya girmek istedi. Onu kırmayıp içeriye geçtiğimizde abim ona “Ne istiyorsan alabilirsin, senden hiçbir şey önemli değil.” Demişti. İlk defa Ahzan’ın gözleri parlarken seçtiği üç parça takımı gösterip kasaya ilerledik. Onun da parasını ödedikten sonra eve gitmek için yola koyulduk. Eve geldiğimizde, aldıklarımızı yerleştirip ben duşa girdim. Sıcak suyun şelale gibi akmasıyla hiç çıkmak istemedim fakat Ahzan’ın “Mihlas abi yemek yapacağım, on beş dakikaya hazır olur.” Uyarısıyla erken çıkmış, üzerimi giyinmiştim. Mis gibi yemek kokuları burnuma gelirken masayı kurup güzelce yemek yedik. Bu yemek diğerlerine nazaran daha sesli geçmişti.

Bugünün güzel geçmesiyle içimdeki kuşku da büyümeye başlamıştı. Ne oluyordu? Neden her güzel şeyin sonunda hislerim kötülüğü çağırıyordu?

-İçimde bir sıkıntı var.

Yetti artık! Sıkıntılar boğazımıza dayandı. Ne olacaksa olsun. Yeter be! Dayanamıyorum, anlıyor musun?” Ağzımı bıçak açmadı. Sessiz kalıp olacakları beklemeye başladım. On dakika sonra telefonuma gelen bildirim sesi ile abime bakıp “Ben demiştim.” Bakışlarımı sürdürdüm ve telefonumu cebimden çıkartıp mesajı okumaya başladım.

“Değerli Melisa’nız için baş sağlığı diliyorum. Bu kaybınız sizi derinden etkilemiş olmalı. EE! Ne demişler, alışılmadık duyguya duygu denmez. İkincisi gelir mi? Onu bilemem. Belki yarın, belki yarından da yakın. Siz tedbirinizi alın.”

-Bak bana bağırdın ama ben haklıymışım değil mi? Ya ben artık çıldıracağım! Ne istediklerini bilsem ona göre davranacağım ama yok, bilmiyorum. Kim bu şimdi? Birisi biter diğeri başlar. Artık buna da son vermemiz gerekiyor. Yarın bu numarayla iletişime geçip buluşma ayarlayacağım. Sen de çocukları bir yerlere sakla. O zaman tedbirimizi alırız.

“Hay yaşayacağımız hayatın ben gelmişine, geçmişine tüküreyim!”

Rahat yoktu. Bu hayatta ne rahattı ki? Bizimle uğraşmaya çalışan her kimsenin yeri ve yurdu belliydi. Belki de o, onun farkında değildi. Ben ona ince ince öğretecektim. Ben, var olduğum sürece öğrenecekleri çok şey vardı. Ya seve seve ya da seve seve…

Merhabalar Ölüm Sokağı ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Küçük bir sürpriz yapayım dedim. Kısa ve öz bir bölüm olsun istedim. Lütfen vote ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Teşekkür iletimde yazmıştım fakat burada da yazayım. Çok teşekkür ederim kitabımı okuduğunuz için. Siz olmasaydınız bu kitap olmazdı. Bin kişiyi gözlerinden öpüyor, gözlerine sağlık diyorum. Allah’a emanet olun. İyi okumalar, iyi geceler diliyorum. ✨🤍

Loading...
0%