Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4-Risk Almak

@poncikss1234

 

"Benim gözlerime baktıklarında, benim siluetimi içlerinde hissediyorlarsa o zaman iş bitmiştir."

-Mihlas Miraç

 

"Yalan dolu hayatlar geçirelim, ne de olsa kimse doğrusunu söylemiyor."

-Mahlas Miraç

Günümüz, Mahlas Miraç'ın Anlatımıyla;

Mahfer çok değişik bir kadındı. Küt saçları, kahverengi gözleri, konuşma tarzı bu sokağa kesinlikle uymuyordu. Onun bizim hayatımıza girişi çok değişik olsa da bu duruma kısa sürede alışmış, bu konu hakkında Mihlas ile konuşmuştuk. Aile yaşantısı nasıldı? Ailesi var mıydı? Çocukluğu nasıl geçmişti? Bunların hepsini merak ediyordum. Mahfer, kesinlikle dik başlıydı. Onun dik başlılığı yüzünden etrafında insanın olacağını düşünmüyordum. Kafamıza uymayan birkaç düşünce üzerinden konuşuyor, durumu analiz etmeye çalışıyorduk. Mahfer gerçekten kimdi? Kiminle ya da kimler ile çalışıyordu? Bu soruları kesinlikle ona belli etmeden, kendi aramızda öğrenmemiz gerekiyordu.

 

Mihlas markete gideceğini söylediğinde "Dün gitmemiş miydin?" dedim. O da "Mahfer hanım dün evimize geldi ya gidemedim." dediğinde, kalktım. Ayakkabılığın üstündeki cüzdanımı ona işaret edip oradan para almasını söyledim. Banyoya doğru yürümeye başladım. Banyoya girişimden sonra üstümdekileri çıkartıp çeşmeyi açtım. Çeşme eski olduğu için birkaç dakika sıcak suyun akmasını bekledim. Sıcak suyun geldiğini elime damlayan damlacıklardan anladığımda, vakit kaybetmeden banyoya girdim. Su üzerime aktıkça bedenim gevşiyor, bir nebze de olsa düşüncelerimden ayrılabiliyordum. Sahi biz bu yola nasıl girmiştik? Bizi bu yola itenler, şu an ne yapıyorlardı?

 

Bu düşüncelerim hiçbir zaman aklımdan çıkmıyor, çıksa bile bir yerlerde saklanıp bana el sallıyorlardı. On dakika sonra suyun soğumaya başladığını belirten su damlaları işimi çabuk bitirmem için bana sinyal veriyordu. Fazla durmadan çeşmeyi kapattım ve yanıma aldığım havluyu belime bağlayarak duştan çıktım. Kapıyı açtıktan sonra Mihlas'a bakındım. Mihlas'ın gittiğine kanaat getirdiğimde odama geçtim. Gardrobumun önüne geldiğimde beyaz bir tişört, siyah bir eşofman aldım. Üstüme onları geçirdikten sonra komodinin üstünden fönü alıp saçlarımı kurutmaya başladım. Beş dakika sonra odada işim bittiğinde fönü fişten çektim ve yerine koydum. Odamdan çıktıktan sonra dış kapının açık olduğunu gördüğümde kaşlarımı çattım.

Kapının kapanmadığını ilk bu eve yerleştiğimizde öğrenmiş, kendi çabamızla tamir etmeye çalışmıştık. Yapamadığımızı anladığımızda kullanmadığımız kırık sandalyeyi kapının önüne koymuştuk. Mihlas kapıdan içeri girdiğinde ona döndüm. Elinde poşetin olmaması beni meraka düşürürken, Mihlas'ın arkasında bulunan Mahfer beni şoka uğratmıştı. Mahfer içeriye girdiğinde Mihlas kapıyı sertçe kapattı ve Mahfer ile beraber koltuğa oturdu. Birkaç dakika ayakta bekledikten sonra bende tam Mahfer'in önünde oturdum. Mahfer'in yüz ifadesinden anladığım kadarıyla ona bir şey olmuştu.

Nereden bilebilirdim ki? Mahfer bizim hakkımızda bir şeyler öğrenip de bize karşı kullanacağını.

Mahfer etrafı incelediğinde tahmin ettiğim kadarıyla cümlelerini toparlanaya çalışıyordu. Mahfer derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

"Buraya gelme amacımı söyleyeceğim, sakin olmanızı istiyorum. Tamam mı?"

Mahlas ile birbirimize bakıp duruyor, kafamda dolanan düşünceleri susturmak için Mahfer'in konuşmasını bekliyordum.

Mahfer tekrar konuşmaya başladığında nereden bilecektim ki bu kadar sinirleneceğimi?

"Sizi biraz araştırdım. Geçmişinizi az da olsa biliyorum. Anneniz siz yedi yaşındayken ölmüş. Babanız Sevil diye bir kadınla beraber yeni bir hayat kurmuş. Doğru muyum? Konumuza dönelim. Babanız Faruk Miraç, anneniz Derya Miraç'ın katili değil."

Mihlas ayağa kalkıp etrafında bulunan ne varsa yere atıp duruyordu. Etrafa yayılan kırıklar parlıyor, Mihlas umursamadan kırıklara basıyordu. Ben de ayağa kalkıp Mahfer'in karşısına geçtim. Sinirlerime hakim olmaya çalışsam da başaramadım ve hiddetle konuşmaya başladım.

-Sen ne dediğinin farkında mısın? Nereden biliyorsun? Bu bilgiler sana nereden geliyor, ya da birisi ile mi çalışıyorsun? Bir daha bu konulara burnunu sokma. Bir daha da bizim çevremizde dolanma, yoksa sen de diğerleri gibi buradan uçup gidersin.

Mahfer bu dediklerimden sonra bir şey demeden açık olan çantasını eline alıp omzuna taktığında gözüm koltuğa kaymıştı. Koltukta bulunan anahtarı fark etmediğinde ona bir şey demeden kapıdan dışarı dışarıya çıkmasını bekledim. Kapıyı kapattığında birkaç dakika bekledim. Ayakkablarımı giydim ve Mahfer'in fazla uzaklaşmayacağını tahmin ettiğimden evden çıktım. Mahfer birkaç adım önümde yürürken beni fark etmemesi için elimden geleni yapıyordum. Uzun parmakları telefonda bir şeyler yazarken beni fark etmemişti.

Bir şeyler karıştırdığını o kadar belli ediyordu ki... Gizli saklı iş yapıyormuş gibi görünse de ben tam da bu gizli saklı durumun içindeydim.

Bir sokak sonra sağa döndüğünde biraz yolun kenarında bekledim. Duvarın oraya yanaştığımda Mahfer evin kapısının önünde çantasını karıştırıyordu. Anahtarını aradığını gördüğümde kendi kendime güldüm ve yaslandığım duvardan çıkarak onun yanına varıp konuşmaya başladım.

-Bunu mu arıyorsun? Mahfer hanım.

Mahfer irkilerek bana doğru döndüğünde, ona güldüm. Bu gülüşümün sebebi ise kaldığı evi öğrenmek, amacım eve kimlerin girip çıktığını, ileri ki zamanlarda takip etmekti. Elimde tuttuğum anahtarı Mahfer aldı ve kapıyı açtı. Arkamı dönüp yürümeye başladığımda "Dur!" dedi. Durmadım. Yürümeye devam ettim. Oturduğumuz gecekonduya geldikten sonra kapıyı tıklattım. Adım sesleri dışarıdan duyulduğundan dolayı fazla beklemeden kapı açıldı ve Mihlas kenara çekildi.

Ne oldu Mahlas? Ne yaptın, bir şeyler konuştun mu?”

Kafamı iki yana salladığımda etrafı inceledim. Etraf toplanmış, mutfaktan yemek kokuları geliyordu. Mihlas mutfağa geçerken, ben de banyoya gidip ellerimi yıkadım. Mihlas'ın "Hadi artık Mahlas, yemekler buz gibi oldu. Seni mi bekleyeceğiz?" dediğinde aynanın karşısında kaşlarımı çattım.

"Seni mi bekleyeceğiz?" Derken?

Kafam da kurduğum birkaç senaryo nedeni ile bu cümleyi kafamın içinde döndürmem saçma olacağından havluyu yerine asıp mutfağa gittim. Küçük masanın üstünde bulunan çalmış olduğumuz tabaklar, çatallar bana o günleri hatırlatıyordu. Onları bir kenara bırakıp çatalı elime aldım ve tavuğa batırdım. Tabağa koyduktan sonra çatalla parça parça böldüm ve ağzıma koydum. Çiğnerken Mihlas konuşmaya başladı.

Abi, Mahfer hakkında konuşalım mı?”

Ona baktığımda konuşmak istemediğimi anladı. Sorusu havada kaldığında bir daha da konuşmadı. Yemek bittikten sonra Mihlas'a dönüp "Sen yemekleri yaptın, ben bulaşıkları koyarım." dedim. O da "Tamamdır." dedikten sonra salona doğru yürümeye başladı. Masadakileri kaldırıp tezgaha koydum. Musluğu açıp kabalarını aldım ve süngere deterjanı döktüm. Köpürmeye başlayan süngerle tabakları, çatalları yıkadım. Yanımda bulunan bulaşıklığa yerleştirdim ve ben de mutfaktan ayrıldım. Mihlas, eskimiş olan televizyonumuzu açmaya çalışırken ona bakıp güldüm. Televizyon artık açılmayacak durumda olduğu için onu atmamız gerektiğini söyledim. Mihlas bana bakıp onay verdiğinde televizyonun kablolarını tek tek çıkardık. Çıkardığımız kabloları televizyonun ünitesinin çekmecesine koydum.

Belki bir gün lazım olurdu...

Abi ne yapacağız şimdi? Ben çok sıkılıyorum”.

Ben de sıkılıyordum lakin bunu hiçbir zaman belli etmiyordum. Mihlas bir şeyden sıkıldığında, tiksindiğinde karşı tarafın kim olduğunu düşünmeden açıkça söyler, bazen insanların kalbini de kırardı. Ben tam tersiydim. Sıkıldığımda ya da bir şeyi sevmediğimde hiç kimseye dile getirmez, sessizce geçmesini beklerdim. Zıt kutuplar birbirini çeker mantığı bize göre doğruydu.

-Gel etrafa bakalım, neler varmış? Bir gezelim. Belki bir yerlerde oturur kafa dinleriz. Ne dersin Mihlas?

Mihlas "Olur, gidelim." dedikten sonra odaya geldim. Odanın ışığını yakıp gardropa ilerledim. Kapağını açtığımda ne giyeceğime karar veremedim. Az eşyamın olmasına rağmen hiçbir zaman ne giyeceğime karar veremiyordum. Siyah sade bir tişört, siyah sade bir kot pantolon işimi göreceğinden hemen onları katlandığı yerden çıkardım. Yatağın üstüne attığımda üstümdekileri çıkardım. Üstümdekiler temiz olduğundan tekrar katlayıp yerine koydum ve yatağın üstündeki kıyafetlerimi üstüme geçirdim. Odamda işim kalmadığından Mihlas'ın odasına geçiş yaptım. Kapıyı tıklattığımda "Geliyorum abi, kapının önüne çık." demişti.

 

Odanın kapısının önünden ayrıldıktan sonra dış kapının yan tarafında bulunan beyaz küçük ayakkabılıktan beyaz spor ayakkabılarımı çıkarttım ve elime aldım. Dışarı çıktığımda, ayakkabıyı giyindim ve Mihlas'ı beklemeye başladım. Beş dakika sonra Mihlas'da geldiğinde, cebimi kontrol ettim. Anahtarım, cüzdanım, telefonum hepsi yanımdaydı. Kapıyı sertçe kapattığımda Mihlas kapıya doğru baktı. Kırılıp kırılmadığını kontrol ettiğinde "Gidebiliriz." dedi. Sokağın başına doğru yürümeye başladığımızda etrafı inceliyorduk. Etrafta birçok ev olmasına rağmen kimse cesaret edip de dışarıya çıkmıyordu. Bu durum aslında üzücü olsa da bu sokakta yaşanan olaylar neticesinde bir nevi koruma amaçlı kendilerini eve kapatılıyorlardı. Sokağın parkına geldiğimizde oraya doğru ilerleyip banka oturduk. Beş dakika kadar Mihlas ile muhabbet ettikten sonra yan tarafta bizi izleyen bir adam vardı. Adamın elinde pamuk şeker tahtası vardı. Umursamadım.

Mihlas ayağa kalkıp bana baktığında "Ne oldu?" dedim.

Bu adamı hiç gözüm tutmadı. Tanıdık geliyor. Mahfer ile beraber çalışan biri olmasın?”

Mihlas'ın dediği cümleyi mantıklı bulduğumdan ben de yerimden kalkıp onu takip etmeye başladım. Birkaç saniye de bir Mihlas arkasına bakıp duruyor, sinirlendiğine dair homurtular çıkarıyordu. Mihlas , küçük esnaf lokantasına giriş yaptığında bir planı olduğunu düşündüm. Beraber hiç konuşmadan boş olan masaya oturup birbirimize baktık. Mihlas bana göz kırptığında ben de gülümsedim. Bizi takip eden adam da buradaydı. Sahibi olduğunu düşündüğüm adam yanımıza tebessüm edip "Hoş geldiniz, ne alırdınız?" dediğinde, Mihlas "Abiciğim neler var?" dedi. Adam birkaç yemek çeşidi, içecek çeşidi, tatlı çeşidi saydığında Mihlas tatlı alacağını söyledi. Bana sıra geldiğinde ben de tatlı ve çay söyledim. Söyledim ama bu hesabı kim ödeyecekti? Mihlas'a doğru eğildiğimde ona bir şey diyeceğimi anlayıp beni dinlemeye başladı.

Biz sipariş verdik ama hesabı nasıl ödeyeceğiz?”

Mihlas kahkaha atmaya başladığında ona baktım. Bakışlarım onu susturduğunda konuşmaya başladı;

"Abi geçen bir adamı öldürmüştük ya, hatırlıyor musun? Onun cebinden cüzdanını çaldım. İçindeki paraları aldım ve diğer saçma sapan eşyalarını da yaktım."

Mihlas'a dehşetle baktığımda, gururlanmış bir şekilde arkasına yaslandı. Birkaç dakika sohbete devam ettiğimizde, masamıza sipariş almaya gelen adam bu sefer siparişlerimizi masaya koyup "Afiyet olsun." dedi. Çatalı elime alıp tatlının tadına baktım. Gerçekten güzel yapmışlardı ve damak zevkime uyuyordu. Mihlas'a baktığımda o da beğenmiş bir yüz ifadesi ile çatalını tatlıya batırıyor, ağzına götürürken de mırıltılar çıkarıyordu. Çayımdan bir yudum aldığımda çaprazımda bizi takip eden adamın da oturduğunu gördüm. Mihlas'ın bacağına vurduğumda o da anlamış olacak ki adamın oturduğu yere bakmaya başladı. Mihlas'ın Kaşları çatık, gözleri kısılmış, dudakları açılıp kapanıyor ve her an kalkacak gibi duruyordu. Ona "Sakin ol."diye fısıldadığımda derin bir nefes alıp bana doğru döndü. Mihlas'ın ne yapacağını kestirsem de bazen bu kestirmenin zamanı tutmuyordu. Bir bakıyordum ki adam yerde yatmış, Mihlas da ona gülerek bakıyor, bir bakıyorum bazen hiçbir şey yapmıyordu.

Tabaklarımız bittiğinde ayağa kalktık. Cafenin içine girdiğimizde kasa bölümünü görüp oraya doğru yürümeye başladık. Vardığımızda Mihlas cebinden çıkardığı cüzdanını elinde tutmuş, adamın bize hesabı söylemesini bekliyordu. Adam adisyonu Mihlas'a verdiğinde, Mihlas cüzdanın içinden parayı çıkarttı ve adama uzattı. Adam tebessüm ederek "Yine bekleriz." dedi ve parayı kasaya koydu. "Teşekkür ederiz." dedikten sonra cafenin dış kapısına doğru yürümeye başladık. Her adımımızı dikkatle atıyorduk. Çaprazımızdaki adamın bizi takip etmesi için bunu yapmak zorundaydık. Mihlas aklına bir fikir geldiğinde hemen konuşmaya başladı.

"Mahlas, çıkmışken mezarlığa da uğrayalım mı? Ne dersin?"

-Olur, uğrayalım.

Gittiğimiz yönden ters istikamete doğru ilerlerken, adam ile karşı karşıya geldik. Adam şaşkınlıkla bize baktığında, Mihlas sinirle ona bakmaya başladı. Mihlas'ın kolunu tuttuğumda bana bakmasada anlayıp yürümeye devam etti. Arkasından ben de yürümeye başladığımda yol ayrımına geldik. Sola doğru döndüğümüzde birkaç adımlık yerden sonra mezarlığa vardık. İçeriye geçtiğimizde, mezar taşlarının isimlerini tek tek okuduk. Sonlara doğru geldiğimizde "Derya Miraç" adını gördüğümde Mihlas'a elimle işaret ettim. O, sağdan yürürken ben de soldan yürüdüm ve tam önünde durduk. Birkaç dakika sessiz olduk ve ben konuşmaya başladım.

-Anne ben geldim. Mahlas'ın geldi. Nasılsın, iyi misin? Seni uzun zamandır ziyaret etmediğimiz için üzgünüm lakin birkaç işlerim vardı. Yerin rahat mı? Yukarıdan bizi nasıl görüyorsun, gördüğünde üzülüyorsun öyle değil mi? Üzülme anne, bu hayatı biz seçtik ve böyle devam ettireceğiz. Bak, Mihlas'ta yanımda ve o da seninle konuşmak için can atıyor. Seni çok seviyorum, görüşürüz anne.

Mezarın başından ayrılıp Mihlas'ı benim konuştuğum yere çağırdığımda, ikiletmeden geldi. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

"Annem, ben geldim. Bak buradayım, seni hiç yalnız bırakır mıyım? Aa! Anne tabii ki de bırakmam. Küçükken yaptığım resmi hâlâ saklıyorum. Çünkü içinde sen varsın diye. Seni çok özledim biliyor musun? Evet, sen de özledin biliyorum anne. Seni öldüren her kimse bedelini çok ağır ödeyecek, sen hiç merak etme. Şimdi bizim gitmemiz gerekiyor, geç oldu. Senin uyku saatinden alı koymayalım. Seni çok seviyorum annem.

Mihlas'ın son konuşmasını da yaptığında son kez mezar taşını sevdik ve mezarlıktan çıkmak için kapıya doğru döndük. Döndüğümüzde ağaçların arasında bir kişinin olduğunu gördüm. Mihlas'a "Dikkatli ol."dediğimde "Ne oldu?" dedi. Ona ağacı işaret ettiğimde, Mihlas artık dayanamayacak duruma gelmiş, hızlı adımlar ile o tarafa doğru yürümeye başlamıştı. Ağacın altında saklanan adam, Mihlas'ı gördüğünde piyasa çıktı ve Mihlas'ın tam karşısında durdu. Mihlas'ın yanına vardığımda adamın yüzüne baktım. Mihlas'ın da dediği gibi çok tanıdık geliyordu.

-Evden çıktığımızdan beri bizi takip ediyorsun, derdin ne? Kimsin sen, kiminle çalışıyorsun? Dökül bakalım.

Mihlas bana baktığında ona göz kırptım. Bu sakin konuşmam karşı tarafı sinirlendireceğinden emindim.

-Beni tanımamanız üzdü, sahi gerçekten nasıl unutursunuz?

Sesi o kadar tanıdık geliyordu ki, beynim bu sesin kimin olduğuna dair araştırmalarını yapıyordu.

-Seni tanısaydık yanımızda olurdun, öyle değil mi?

-Ben sizin hep yanınızdaydım, siz benim hiç yanımda olmadınız.

Adamı hatırlamıştım. Küçükken evimize gelen polis ekiplerinden Ahmet abiydi. Ona baktığımda bana baktı.

-Ahmet abi, sen misin?

Ahmet abi gülümsediğinde ben de ona gülümseyip sarıldım. Bu sarılışım, o evden bizi kurtarıp yeni hayatımıza yön verdiğindeki emeği içindi. Mihlas şaşkınlıkla Ahmet abinin yüzüne baktığında, Ahmet abi ona da sarıldı. Uzun yıllar sonra karşımda Ahmet abiyi görmek beni sevindirmişti. Beraber mezarlıktan çıktıktan sonra Ahmet abiyi eve davet ettim. Ahmet abi ilk başta tereddütte kalsa da sonradan kabul etmiş, beraber evin önüne kadar sohbet ede ede varmıştık. Kapıyı sertçe itekledim ve sandalyenin tıkırtıları kulaklarıma doldu. Kapı kendi kendine açıldığında ayakkabılarımızı çıkartıp içeriye geçtik. Salonu Ahmet abiye gösterdiğimde, Ahmet abi etrafı inceliyordu. Koltuklara vardığımızda hepimiz oturduk ve birbirimize bakıp durduk. Sessizliği bozan kişi Ahmet abi olmuştu.

"Beni tanımana sevindim, Mahlas. Hiç tanımayacaksın sandım, darılırdım. Kocaman adamlar olmuşsunuz. Küçükken çok masumdunuz, size baktığımda içim ısınıyordu. Şimdi gözlerinizin içine baktığımda, gözlerinizin ateşinden içim yandı."

O günler aklıma geldiğinde derin bir iç çekip konuşmayı devam ettirdim.

-Evet abi o günleri çok net hatırlıyorum. Masumluğumuzu elimizden aldılar ama geri kazanmaya çalışıyoruz, öyle değil mi Mihlas?

Mihlas konuşmadan onay verdiğinde o da neler söyleyecek, çok merak ediyordum. Konuşmaması bir şeylerin tersine doğru gitmesine işaret olduğunu biliyordum.

"Abi sen nereden çıktın? Neden bizi takip ediyorsun, sorun ne?"

Mihlas'ın bu sorusu üzerine Ahmet abi kahkaha attı. Bu kahkaha çok da içten bir kahkaha değildi. Mihlas düşündüğümü direkt kendisi de düşünmüş olacak ki ben sesli ifade edemeden kendisi sordu.

"Ahmet abi, bu içtenliğini neye borçluyuz? Kahkahan o kadar içtendi ki gözlerim yaşardı."

Ahmet abi yerinden kıpırdandığında, Mihlas sesli bir nefes verdiğinde, ortamın tek sesi o olmuştu. Ahmet abi geldiğinden beri fazla konuşmamış, sorduğumuz sorulara da cevap vermemişti. Mihlas bu durumdan sinirlendiğinde oturduğu yerden kalkıp tam Ahmet abinin önüne geçti. Ben de ayağa kalktığımda, Mihlas eli ile bana "Dur." işareti yaptı. Ne yapacağını merak etsem de ses çıkarmadım.

"Bu eve neden geldin? Cevap vermesen bu eve bir daha giremezsin. Haberin olsun, Ahmet bey."

Ahmet abi ağır ağır kalkıp Mihlas'ın yüzüne karşı söylemek istedikleri ne varsa hepsini bir arada söyledi.

"Bak Mihlas, bu diyeceklerim size ağır gelebilir ama sizin de bilmeniz gerekiyor. Sizi birkaç kez takip ettim, ettik. Mahfer hanımı tanıyorsunuz öyle değil mi? O benimle birlikte çalışıyor. Evinize kadar gelme sebebini biliyor musunuz? Bana mesaj attı. Sizin evin konumunu kendisi bana söyledi. Annenizin ölümünün ne kadar ani ve bir o kadar da gizli olduğunu hepimiz biliyoruz. Annenizi öldüren kişi Mahfer'in de dediği gibi babanız değil. O yüzden bana katılın lütfen. Beraber öğrenelim, cezasını çeksin."

Mahfer konusunun bu kadar erken açığa çıkması beni rahatsız etmişti. Ya bizim de Mahfer'i takip ettiğimizi anlamıştı ya da takip edeceğimizi tahmin edip de bu konuşmayı bize söylemişti. Mihlas ani bir fikirle Ahmet abiye bakıp konuşmaya başladı.

"Ahmet abi ara onu buraya gelsin. Zaten evin konumunu bizden daha iyi biliyor. Hadi ne bekliyorsun? Ara onu gelsin, konuşalım."

Onun ani düşüncelerine bayılıyordum. Çok mantıklıydı, durumu analiz etmek için bu soru, çok önemli zaman da sorulmuş soruydu. Ahmet abi bir şey demeden cebinden çıkardığı telefonu Mihlas'a gösterip telefonunun kilidini açtı. Birkaç saniye içinde numarayı bulup aradı. Telefonu kulağına koyduğunda Mihlas bu sefer bana göz kırpmıştı.

Acaba planı neydi?

"Alo, Mahfer. Neredesin? Tamamdır, ben de Mihlasların evindeyim. Müsaitsen buraya bir uğrar mısın?"

Birkaç saniye içinde telefonu kapatıp Mihlas'a başıyla onay verdiğinde geleceğini anladık. Yerlerimize geçtiğimizde çok geçmeden kapı iki kere çalındı. Mihlas kalkıp kapıyı açtı ve Mahfer'i içeriye davet etti. O, başıyla teşekkür ettikten sonra içeriye girdiler. Mahfer'i gördüğümde başımla selam verdim ve Ahmet abinin yanını gösterdim. Bu durum nedense komiğime gitmişti. Sanki onları sorguya alacaktık. Bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp Mahfer'e baktım. O, Ahmet abiye bakıp kaşlarını çatmıştı. Onun bakışlarına aldanmayan Ahmet abi direkt vakit kaybetmeden konuşmaya başladı.

"Mahfer hoş geldin. Bazı şeyleri açığa kavuşturmak için geldim. Tabii senin de olman gerektiğini düşündüm ve seni aradım."

O, anlamış olacak ki başıyla onay verdiğinde Ahmet abi tekrar konuşmaya başladı.

"Size bir teklifim var, tabii hepinizin kabul etmesi gerekecek. Mahlasgilin olayını hep beraber çözelim, ne dersiniz? Belki o kadar karışık bir durumdur ki, sadece ikinizin çözmesi mümkün değildir. Ne dersiniz, Mihlas ve Mahlas kardeşler?"

Ben ve Mihlas birbirimize bakıp durduk. Ne diyeceğimizi bilemediğimizden değil, onay verdikten sonraki durumu bilemiyorduk. Bazen hayatta risk almak zorunda kaldığımızda kabul etmek zorunda kalıyorduk.

-Ben kabul ediyorum.

Mihlas şaşkınlıkla bana baktığında ona gözlerimle onay vermesini istedim. O da anlamış olacak ki onay verdi. Ahmet abi Mahfer'e bakıp gülümsedi ve beraber oturdukları yerden kalktılar. Ahmet abi bana elini uzattığında ben de ona uzattım ve el sıkıştık. Mihlas'a uzattığında, Mihlas elini uzatmadan onları kapıdan dışarı çıkardı. Kapıyı kapattıktan sonra hızlı adımlar ile benim yanıma geldi ve konuşmaya başladı.

"Sen de biraz akıl olsaydı eğer bu anlaşmayı kabul etmezdin. Bu anlaşmada ne boklar dönüyor, haberin var mı? Ahmet abi neden aniden hayatımıza dahil oldu? Bu yanında taşıdığı kadın da kim? Hepsini gerçekten tanıyor musun?"

Sorduğu sorulara verecek cevabım yoktu. Verecek cevabım olması için bu anlaşmanın içinde olmam gerekiyordu. Mihlas'ın ellerinin kaşındığını gördüğümde "Ne o, adam öldürmeye mi gideceksin?" diye sordum. O da bana bakıp onay verdiğinde ise, ciddi olup olmadığına baktım. Gerçekten ciddiydi. Siyah sırt çantasını hazırlamış, eldivenlerini de yan tarafta bulunan açık bölmeye koymuştu. "Ben de geleceğim, para lazım." dediğimde ise hiçbir tepki vermeden dışarıya çıktı. Ben de onu takip etmeye başladım.Sokağın başına geldiğimizde, Mihlas bana dönüp "Mahfer buralardaysa eğer, bizi görür. Sakın yakalanmayalım." dedi. Ona onay verip etrafı incelemeye başladım. Yolda gördüğümüz otuz beşli yaşlarda, belli ki yeni alışverişten gelmiş, boş boş yolda yürüyordu. Mihlas'a baktığımda, "Bu adam olmaz, ruh gibi. Cebinden çıksa çıksa bir TL çıkar." dediğinde, kahkaha attım.

 

Soldaki kaldırımdan yürüyen kadına baktığımda, Mihlas'a döndüm. Mihlas da kurbanının kokusunu almış olacak ki hemen sol kaldırıma bakmaya başladı. Mihlas, "Aradığım özellikler, bu kadında vardır." dediğinde, hemen kadının yanına gittim. Kadını oyalamak için birkaç yol tarifi sorduğumda, Mihlas vakit kaybetmeden kabloyu kadının boynuna doladı. Kadının boynundaki kabloya baktığımda, çekmeceye koyduğum, bir gün belki lazım olur dediğim kabloydu. Kadın boynundakinden kurtulmak için çırpınmaya başladı. Ses tellerine baskı yapan kablolar yüzünden çığlık atamadı. Bu işimize gelirken, Mihlas kadının ölmediğine sıkılmış olacakki var gücüyle kabloyu kendine doğru çekti.

 

Kadın ayakta morarmaya başlarken, birden yere yığıldı. Kadını kucağıma alıp hemen gür ağaçların olduğu boş araziye doğru hızlı adımlar ile yürümeye başladım. Mihlas da etrafı incelerken, başıyla bana onay verdi. Kadının bütün ceplerini kontrol ettim. Yanında olan çantayı açıp içine baktığımda, cüzdanı elime aldım. Mihlas'ın "Sen salak mısın? Parmak izin ortaya çıkar. Ben eldivenleri boşuna mı getirdim?" dediğinde, hemen bıraktım. Mihlas çantasından eldivenleri çıkartıp eline geçirdi. Cüzdanı kontrol ettiğinde, bankadan yeni çekilmiş paraları gördü. Bana dönüp "Ben kurbanımın kokusu on metreden alırım." dedi ve parayı sırt çantasına yerleştirdi. Kadını da ağaçların arasında koyup, eve dönmeye karar verdik. Sanki biz yapmamış gibi yolda birbirimizle sohbet ediyorduk. Para bizim için çok önemliydi. Para olmasaydı, biz de olmazdık. Biz yürüyen risktik. Biz bu dünyaya geldiğimizde, risklerin ne demek olduğunu ailemizden öğrenmiştik.

"Bazen bir risk, hayatınızı yeniden şekillendirir."

-Mahlas Miraç

"Bazen birininin sözüne inanıp onun peşinden gittiğinizde, kendi benliğinizden çıkarsınız. Risk bu değildir. Risk; kendinize koyduğunuz zorlu bir yol, yolun da süreçtir.

-Mihlas Miraç

Merhaba "Ölüm Sokağı" ailesi. Nasılsınız? Ben çok iyiyim. Siz de umarım iyisinizdir. Yeni bölümü size emanet ediyorum. Yıldızı parlatalım ❤️🔥

İyi geceler diliyorum, iyi okumalar diliyorum🤍

Loading...
0%