Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7-Parmak İzi

@poncikss1234



Yaktığım her can için, bedel mi ödeyeceğim?"
-Mihlas Miraç

"Sen de onların canını yakmasaydın."
-Mahlas Miraç

Günümüz, Mahlas Miraç'ın anlatımıyla;

Bahçenin içindeki çiçekler, uzun uzun ağaçlar etrafı güzelleştiriyordu. Hepsinin ayrı güzel kokusu, başımı döndürüyordu. Sahi, ne zamandır böyle yerlere gelmiyordum?

"Tabii gelmezsiniz, evden çıktığınız mı var? Çıktığınızda da sadece sokaklarda dolanıyorsunuz. Dolaştığınız yerde insanlara bulaşıyorsunuz." diyen iç sesime kulak verdiğimde haklı olduğunu düşündüm.

Mihlas'a baktığımda dün gecenin mayhoşluğu vardı. Dün nereye gittiğini hâlâ bilmezken, bilmek de istemiyordum. Bana anlatmadığı için biraz dargın olsam da onu sıkmak istemiyordum. Kendisinin zamanı geldiğinde anlatacağından hiç şüphem yoktu.


Mihlas toprak ile oyun oynarken tebessüm edip elime toprağı aldım. İnce ince dağıldığı için ona atmam zor olacağından bu fikirden vazgeçtim.


"Buraya neden geldik?"


Ağzındaki baklayı çıkarmıştı. Neden geldiğimizin bir cevabı açıkçası bende de yoktu.

-Bilmem, bu sorduğun sorunun cevabını inan hiç düşünmedim. Aklıma esti, estiği için de buradayız. Başka sorun var mı?

Mihlas yok dercesine kafasını iki yana sallayıp etrafı incelemeye devam etti. Etrafı incelediğinde bir şey görmüş olacak ki, uzandığı yerden kalkıp oraya doğru yürümeye başladı. Ben de merakımdan dolayı kalktım ve Mihlas'ın yanına yavaş adımlarla yürümeye başladım.

Mihlas, erkek grubunun olduğu yere doğru varmış, hesap soruyordu. Konu neydi? Hiçbir fikrim yoktu. Ona baktığımda "Anlatacağım." dedi ve onlarla konuşmaya devam etti.

Konunun "fotoğraf" olduğunu anladığımda uzun boylu çocuğa baktım. Elindeki telefonu sımsıkı tutmuş, bırakmamak için elinden geleni yapıyordu. Mihlas zorla da olsa çocuğun elindeki telefonu aldığında, galeriye girdi. Boy boy çekilmiş fotoğraflarımızın olduğunu gördüm. Tarihine baktığımda ise yaklaşık iki haftaya yakın bir zamandan itibaren çekilen fotoğraflar vardı. Bu fotoğraflar, çocuğun telefonunda ne arıyordu?

Mihlas çocuğa baktığında, çocuk mahcup olmuş bir şekilde yere doğru bakıp, ayağını ileri geri sürtüyordu. "Konuşacak mısın? Yoksa zorla mı konuşturayım?" dediğimde, çocuk yüzüme doğru baktı.

Derin bir nefes alıp konuşmaya başladığında onu dinlemeye başladım. Ahmet abinin bu çocuğu görevlendirdiğini, fotoğraflarımızı çekmeyi başarırsa kendisine ve yanındaki arkadaşlarına para vereceğini, nerede olursak olalım, saat kaç olursa olsun bizi takip etmesi gerektiğini söylemiş.

Çocuğu dinlediğimde onun bir suçunun olmadığını kendi içimde düşündüm. Mihlas'a baktığımda o da düşündüğümü düşünmüş olacak ki çocuğa gitmesi gerektiğini söyledi. Böyle gizli saklı durumları hiç de sevmezdim. Ahmet abi ile bu konuyu konuşmam gerekiyordu.

Mihlas'a döndüğümde, yüz ifadesinden anladığım kadarıyla çok sinirliydi. Bu sinirini eve gittiğimizde yatıştırmaya çalışacağımı kendime hatırlattım ve eve gitmemiz gerektiğini Mihlas'a söyledim. İtiraz etmeden kabul ettiğinde, eve doğru yürümeye başladık.

🏠 

Kapıyı kapattıktan sonra ayakkabılarımı özensizce çıkartıp bir kenara attım. Koltuğa doğru yürüyüp kendimi bıraktım. Mihlas mutfağa geçmiş, yemek hazırlığına başlamıştı. Kendi kendine bir şeyler mırıldandığını duyduğumda hâlâ sinirinin geçmediğini fark ettim. Kolay kolay siniri geçmiyordu. Siniri geçse bile kini yüzünden hep aklının bir köşesinde yaşadığı olaylar yer ediniyordu.


Televizyon olmadığı için telefondan haber kanallarını geziyor, önemli yerleri izliyordum. Haber saatinin sonuna doğru geldiğimde ise Mihlas mutfaktan bana seslendi. Telefonu kapatıp koltuğun üstüne koydum ve mutfağa geçtim. Sandalyeye oturduğumda Mihlas da çatalları masaya koydu ve o da yerine geçti. Yemeği sessizce yerken, Mihlas bacağını sallamaya başladı. Bu da bana bir şeyler söyleyeceğinin işaretiydi.


"Söyleyeceğin şeyleri ağzından çıkartmadığın sürece, hazımsızlığın geçmez." dediğimde güldü ve yemeğine devam etti.


Yemekler bittiğinde masayı kaldırdım ve bulaşıkları da koyduktan sonra çaydanlığa suyu koydum. Suyun kaynamasına daha zaman varken salona geldim ve oturduğum koltuğa tekrar oturdum.


Mihlas elindeki telefonu ile bir şeylerle uğraştığında onu izlemeye başladım. Ne görüyorsa kaşlarını çatmış, sadece ekrana bakıyordu. Ona baktığım süre içerisinde bana bakmamış, sadece telefonuna odaklanmıştı. Ona ne olduğunu sorduğumda irkilerek yüzüme bakıp telefonu bana çevirdi. Telefonu elime alıp ekrana baktım. Haber sitelerinin neredeyse çoğunda Mihlas'ın adı geçiyordu.


Haberi okuduğumda ise yaklaşık birkaç hafta önce öldürdüğümüz adamın cesedinde, Mihlas'ın parmak izi olduğunu tespit etmişlerdi. Ona bakıp tebessüm ettiğimde hemen yere bakmaya başladı.


Yanlış yaptığı ne varsa kendisinin düzeltmesi gerekiyordu. Benim ona yardım edebilecek gücüm yoktu. Gücüm olsa bile hata yapmışsa, düzeltmesi gerekiyordu.


"Şimdi ne yapacağız?" diye konuşan Mihlas'a baktığımda, omzuna elimi koyup yavaşça vurdum. Anlamsız bakışlarını yakaladığımda ise "İlk önce hatanın nerede olduğunu düşün, daha sonra da kendin bu işi düzelt." dediğimde hiddetle ayağa kalktı.


"Abi farkında mısın bilmiyorum, biz beraber bu işe girdik. Beraber adamı takip ettik ve en önemlisi de o adamı beraber öldürdük. Hata olsaydı eğer, senin de o haber sitelerinde ismin geçerdi. Sence de mantıklı mı bu dediğin?"


-Hatanın olmadığını düşünmen güzel. Hatanın bizim tarafımızdan olmaması da güzel ama en önemlisi de ne biliyor musun Mihlas? Onlar hatanın farkında.


Mihlas sessizce dediklerimi düşünüyordu. Bu düşünme klasikleri beni yorsa da daha fazla bir şey demeden koltuktan kalktım ve odama doğru yürümeye başladım. Önüne geldiğimde kapıyı açtım ve ışığı yakmadan yatağıma yürümeye başladım. Kendimi attığımda rahatlamış hissettim.


Birkaç dakika içinde kapım açılmış, içeriye Mihlas girmişti. Işığı açtığında uzandığım yatağımdan doğruldum ve yüzüne bakmaya başladım. O, tedirgince bana baktığında başımı salladım.


"Kapıda polisler duruyor, ne yapacağız?"


Kapının çaldığını duymamıştım. Ona çatmış kaşlarımla bakarken konuşmasına devam etmesini istedim.


"Buraya doğru yaklaşan adım seslerini duydum abi. Adım seslerini kapımızın önünde duyduğumda, kapıya yaklaştım ve onların konuşmaları duydum. Hemen kalkman gerekiyor."


Ona bir şey demeden ayağa kalktım ve salona doğru beraber yürümeye başladık. Biz salona vardığımız sırada kapı sertçe çalınmaya başladı. Sertçe çalınmaya dayanamayan dış kapı, kendi kendine açıldı. İçeriye beş kişinin girdiğini gördüğümde sakin olmaya özen göstererek yanlarına gittim.


-Buyurun, bir sorun mu var? Neden evimize geldiniz?


Komiser olduğunu düşündüğüm en önde duran uzun boylu, iri yapılı adam konuşmaya başladı. Bu konuşmasından anladığım kadarıyla sabırsızdı. Sabırsız insanları Mihlas hiç sevmezdi. Onu kontrol etmem gerekiyordu. Mihlas adama bakmaya başladığında yanına vardım.


O, adama bakıp kendi kendine mırıldanıyordu. Bu mırıldanmaları hayra alamet değildi.


Beşi de ayakta durduğunda onlara koltuğu göstererek oturmalarını rica ettim. Tartışma ya da kavga çıkmasını istemiyordum. Adamlar birbirine baktığında, öndeki olan onlara onay verdi ve beraber koltuklara yerleştiler.


"Bir şey içer misiniz?" diye sorduğumda en solda oturan kısa boylu, zayıf olan adam su rica etmişti. Ona tebessüm edip mutfağa geçerken, Mihlas'ın sesi gelmeye başladı. Konuşmaları dinlediğimde, sakin olmaya özen gösteriyordu. Elinden bir kazanın çıkmasını kesinlikle istemiyordum. Su bardağını elime alıp salona geçtim. Soldaki oturan adama suyu uzattığımda tedirgin olsa da suyu içmeye başladı. Suyu bitirdikten sonra, bardağı sehpanın üstünde koydu ve bize döndü.


Olayı anlamak için onlara birkaç soru sordum. Öndekinin Ferhat olduğunu öğrendiğim Komiser, konuşmasına başladığında, dikkatle onu dinledim.


Olayın özeti şuydu; Mihlas'ın öldürdüğü orta yaşlı olan adam, polis memuruydu. Polis memurunu öldürdüğü için geniş bir araştırma yapmışlardı ve adamın yakılan eşyalarını kontrol etmişlerdi. Kimliği fazla yanmadığı için ve en önemlisi de kimlikte Mihlas'ın parmak izinin çıkması, işleri zora sokmuştu.


Mihlas sabırla anlatmaya başladı. "Biz evin ihtiyaçları için alışveriş yapmaya gitmiştik. O sokaktan geçmek zorundayız, siz de bunu biliyorsunuz. Oradan geçerken de yerde boylu boyunca uzanmış adamı gördük ve hemen yanına vardık. Eşyalarını kontrol etmemiz gerekiyordu. Ailesine ya da sağlık kuruluşuna başvurmamız gerekiyordu ki bir şansı olsun. Nabzını kontrol ettiğimde ise zaten geç kaldığımızı düşündüm, ölmüştü. Benim ya da abimin bu konu hakkında bir suçu yok." dediğinde içten içe şaşkındım. Saniyeler içinde nasıl bir yalan ortaya atmıştı? Ben bile dediklerine inanmıştım. Karşımızdaki beş adam nasıl da inanmasın?


Ferhat komiser, diğer dört arkadaşına dönüp birkaç şey söylediğinde, en sağda duran adamın elinde birkaç evrak vardı. İfade aldıktan sonra onay almak için imzalamak gerektiğini söyledi. İfadeyi Mihlas'tan aldığı için onun imzasını istediklerinde anlayışla karşılamış, uzatılan kağıda imzayı atmıştı.


Polisleri uğurladığımızda Mihlas derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. Onu dinlerken arada güldüğüm için mutlu olmuş, daha heyecanlı anlatmaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra tekrar kapı çalmaya başladığında Mihlas'a doğru bakıp açmasını söyledim. Kapıyı açtığında şok olmuştu. Kapıya doğru bakmaya devam ettiğimde biraz önce gelen Ferhat komiser, Mahfer ve Ahmet abi kapıdaydı. Onları içeriye aldığında ayağa kalktım. Bugün bir bitseydi de rahat bir nefes alsaydım diye düşünmeden edememiştim.


Hoş geldiniz faslını bir kenara bıraktıktan sonra oturan kişilere tek tek bakıp analiz etmeye çalıştım. Mahfer çok rahattı. Ahmet abinin yüzündeki tebessüme baktığımda ise başarmış gibi bir ifade vardı. Komisere baktığımda ise çok sinirli gözüküyordu. Koltuğun yan tarafına baktığımda komiserin hemen sağında kalan kahverengi zarf vardı. Onu umursamadan konuya girmelerini söylediğimde, Ahmet abi konuşmaya başladı. Konuşmaya başladıktan sonra Mahfer araya girdi ve onu dinleyeme başladık. Bizim yalan söylediğimizi, onu bizim öldürdüğümüzü Ferhat komisere söylediğinde kahkaha attım.


Kahkaham onu susturmuş, meraklı bakışları ortamı sarmıştı.


-Öldürdüğümüzü gördüğünü iddia ettin. O zaman senin orada ne işin vardı? Oradan geçtiğin zaman diliminde neden eve gitmedin de o adamın yanına çömelip nabzını kontrol ettin? Senin de o adam ile bir hususun mu var?


Tek tek sorularım, Ferhat komiserin merakını çekmeye başarmıştı. Komiser, Mahfer'e bakıp onay istediğinde, onay vermişti.


Kardeşimi yakacak olan kişileri, kendim yakardım. O benim her şeyimdi. O ne yaptıysa ben her zaman desteklemeye çalışacaktım.


"O zaman Mahlas, sen şunu mu demeye getiriyorsun? Mahfer mi öldürdü?"


Bu soru o kadar saçmaydı ki gülesim gelmişti. Kafamı iki yana sallayıp hayır dedim ve konuşmaya başladım.


-Hayır, öyle demek istemedim. Yanınızda duran kişileri tanımamanız benim suçum değil. Aslında sizin de suçunuz yok, çünkü biz de tanımıyoruz. Her yerde karşımıza çıkıyorlar. Mahfer hanımın dediklerini kesinlikle kabul etmiyoruz. Kardeşim ile ben bu konuda devre dışı kaldığımızı düşünüyorum. Bizimle bir ilgisi yoktur. Bunu içtenlikle size diyebilirim. Başka sorunuz var mı?


Mahfer her konuştuğumda soğuk soğuk terliyordu. Onu bu halde görmek bana nedensizce keyif vermişti.


Biraz önce gördüğüm kahverengi zarfı Ferhat komiser eline alarak bana doğru uzattı. Uzatılan zarfla kaşlarım istemsiz çatılmış, Ferhat abinin elinden almıştım. Mihlas da yanımda oturduğundan ona doğru uzattım ve açmasını istedim. Sakince zarfı eline aldı, zarfın ucunu yırttı ve kağıdı çıkardı. Sessizce okumaya başladı. Kendi içinde okuduğundan dolayı merakım git gide artıyor, okumasının bitmesini bekliyordum. En son bana uzattığında vakit kaybetmeden direkt alıp okumaya başladım.


Kimlikte, cüzdanda ve ölen kişinin kıyafetlerinde Mihlas'ın parmak izlerinin olduğu yazıyor, parmak izinin fotoğrafı da hemen metnin bitiminde bizim görebileceğimiz şekilde konulmuştu.


-Dediğim gibi Ferhat bey, bizim bu adamla hiçbir ilgimiz yoktur. Olsa bile neden böyle bir işe kalkışalım ki? Adamın polis memuru olduğunu sizden öğreniyoruz. Bu da demek oluyor ki, bu adamı biz tanımıyoruz.


Ferhat komiser düşünceli bir şekilde yere bakıp duruyor arada bir bize doğru dönüp bakıyordu. Ayağa kalktı ve Mahfer'e dönerek kalkmasını istedi. Onların kalktığını gördüğümüzde biz de ayağa kalktık.


Kapıya doğru yürümeye başladığımızda Ferhat komiser bize yan bir bakış atarak "Bu iş burada bitmedi, haberiniz olsun." dedi ve onları beklemeden direkt dışarı çıktı.


Mihlas'ın "Ha siktir oradan." dediğini duyduğumda sesli güldüm ve ona doğru döndüm. O da ne dediğini sonradan fark ettiğinde bana baktı ve omuzlarını kaldırıp elini iki yana açtı.


Kapıyı kapattığımda, kapanmadı ve tokmağı yere düştü. Mihlas'a dönüp "Markete gideceğim, bir şey ister misin?" dediğimde ise "Hayır." dedi ve odasına doğru yürümeye başladı.


Ayakkabılıktan ayakkabılara baktığımda zaten market yakın olduğundan dolayı terlik kısmını açtım ve terlikleri aldım. Terlikleri giyindim ve kapıdan dışarı çıktım.


Sokak çok sessizdi. Bu sessizliğin bir an önce dağılması gerekiyordu. Başımızdaki olaylar bitse de biz de işimize baksak diye düşünüyordum. Süper marketin önüne geldiğimde, otomatik kapının açılmasını bekledim. Otomatik kapı açıldıktan sonra içeriye girdim ve oradaki çalışana cebimden çıkardığım kapının tokmağını gösterdim.


O da kafasıyla onay verip önümden yürümeye başladı. Onu takip ettikten sonra rafı eliyle bana gösterdi ve yanımdan ayrıldı. Tokmaklara baktığımda takım olarak satıldığını gördüm. İki tane alıp kasaya doğru adımladım. Cüzdanımı çıkartıp sıranın bana gelmesini beklerken önümde duran Ahmet abiyi gördüm.


Hiçbir şey demeden beklerken göz göze geldik. Bana tebessüm ettiğinde gözlerimi devirip elimde duran tokmakları kasaya koydum. Kasiyer barkodu okuttuktan sonra fiyatını söyleyip tebessüm etti. Bozuğum olmadığı için tüm kağıt verdim ve kasiyer para üstünü verdiğinde yanıma doğru baktım. Ahmet abi poşetleri yanına koymuş, beni bekliyordu. Ondan gözlerimi çekip dış kapıya doğru yürümeye başladım. Otomatik kapı olduğu için direkt açıldı ve dışarı çıktım.


Ahmet abinin de dışarıya çıktığını, adım seslerinden duymuştum. Hızlı adımlar atıyordu. Yanıma vardığında bir şeyler söylese de ona cevap vermedim. Sabah ki yaşadığımız o fotoğraf mevzusunu da konuşmak için iyi bir fırsat yakaladığımda hemen Ahmet abiyi durdurdum ve karşısına geçtim.


-Mahalledeki çocuklara bizim fotoğraflarımızı çekmesi için bir teklifte bulunmuşsun. O teklifler için bu kadar düşündün mü? Bir daha böyle bir şey görmek ya da duymak istemiyorum, anladın mı Ahmet Yıldırım?


Ahmet abi kaşlarını çatmış bana bakarken yüzünü incelemeye başladım. Kaşlarının arasındaki ince çizgiler belirginleşmiş, kısık olan gözleri daha da kısılmıştı.


"Mahlas sen ne dediğinin farkında mısın? Ben mahallendeki çocukları tanımıyorum ki. Nereden çıktı bu fotoğraf konusu? Ben senin dediğin konudan hiçbir şeyden anlamadım. Mihlas'ın haberi var mı bu olaylardan?"


O kadar güzel yalan söylüyordu ki onu alkışlamaya başladım. Ahmet abi şaşırmış, ellerime bakıyordu.


-Yalanının da güzeli olsun be Ahmet Yıldırım. Çocukların kendileri bize söyledi, Ahmet abi bize böyle böyle dedi, uyguladıklarında da para vereceğini söylediler. Sen şaka mısın? Benimle dalga mı geçiyorsun?


Karşımda sinirleri bozulan adamın daha fazla yüzünü görmemek adına, hızlı adımlarla oradan ayrıldım.


🏠 


Kapının kulpunu değiştirdiğimde, eskisinden daha sağlam olduğunu gördüm. Hiddetle çalınacak olan kapının açılma ihtimali şu anda düşüktü. Mihlas'a, Ahmet abiyle fotoğraf konusunu konuştuğumuzu söylediğimde başını sallamış, çayını içiyordu.


Mihlas'ı incelediğimde beyaz, üstünde de siyah baskılı "Dead" yazan bir tişört, altına da tamamı siyah, yanları beyaz şeritli olan bir eşofman altı giyinmişti. Telefonuna gelen bildirim ile kısa sürede şaşırsa da hemen toparlandı ve okumaya başladı. Mihlas'ın telefon numarasını bulup mesaj atmışlardı.


Mesaj şuydu; "Yarın saat dört otuzda karakola gelmeniz gerekiyor, aksi taktirde gelmezseniz, evinizden sizi almamız gerekiyor. Anlayış göstereceğinizden eminiz."


Taklit ederek okumaya devam ederken kahkaha atmıştım. Sesi normalde kalındı, taklit yaparken sesini inceltince çok komik oluyordu.


-Yarın seninle birlikte geleceğim. Şu olayı tamamen çözmemiz gerekiyor. Yoksa ben diğer yollardan çözmeye başlayacağım.


"Diğer yollar mı? Ne gibi abi?"


-Mahfer'in bana sunduğu anlaşma gibi...


Mihlas'ın aklına bir fikir gelmiş gibi duruyordu. Saate baktığımda gece yarısını çoktan geçmişti. İkimiz de birbirimize bakıp ayağa kalktık ve odalarımıza giriş yaptık.


Karakol;


Erken gelmiştik. Daha yarım saatimiz vardı. Koridordan geçen yeni olduğu her halinden belli olan polis memurunu durdurup erken girmemiz gerektiğini söyledim. O da bizi baştan aşağıya süzdükten sonra kafasını sallayıp yoluna devam etti. Dışarıda olsaydık, bana böyle bir harekette bulunmak istemezdi.


Polis memurlarının kullandığı kafeteryaya giriş yaptığımızda neredeyse bir çoğu masalara dörtlü oturmuş, kendi aralarında çaylarını içerken muhabbet ediyorlardı. Girişine vardığımızda iki tane kahve isteyip parasını uzattım. Kahveler olduktan sonra burada oturmamızın yasak olduğunu adamdan öğrendiğimizde ise kafeteryadan çıktık. Karakolun bahçesine giriş yaptığımızda boş bank bulduk. Vardığımızda banka oturduk ve sessizce kahvemizi içmeye başladık. Arada birbirimize bakıp duruyor, hiç bir şey söylemiyorduk. Göz temasımız bizim sessiz konuşmamızdı. Sesli dillendirmediğimiz ne varsa, gözlerimiz aktarıyordu.


Biten kahvemin ardından masada duran pet bardağımı elime alıp buruşturdum. Ayağa kalktığımda hemen arkamda duran çöp kutusuna attım ve Mihlas'ı bekledim. O da elindeki bardağı çöpe attıktan sonra karakolun girişine geldik ve içeriye girdik. Ferhat komiserin odasının nerede olduğunu koridorda duran kadına sorduğumda ise yedinci kat olduğunu söyledi. Ona teşekkür ettikten sonra merdivenlerin olduğu yere adımladık.


Altıncı kata geldiğimizde nefes alışverişlerimin hızlı olmasından dolayı Mihlas'a bakıp kafamı onaylamaz bir şekilde salladım. O da durumu anlamış olacak ki bekledi. Adımlarım benden habersiz çıkmaya başladığında bana eşlik etti.


Ferhat Kocaer ismini gördüğümde kapının önüne geldik. Mihlas derin bir nefes alıp kapıyı tıklattı ve "Gel." sesinin gelmesini bekledik. Sesini duyduktan sonra hemen içeriye girdik. Ferhat komiser masasında oturmuş, evraklarını diziyordu. Bizi görünce evraklarını dizmeyi bıraktı ve kaşlarını çattı.


"Bizi çağırmışsınız Ferhat komiserim." diyen kardeşime baktım. O da bana bakıp göz kırptı ve Ferhat komisere döndü.


"Ne zaman sizi çağırdım?" diyen komisere baktığımda bu sefer ben kaşlarımı çatıp Mihlas'a gelen mesajı söyledim. Komiser mesajı görmek istediğini söylediğinde, vakit kaybetmeden telefonunu açıp komisere uzattı. Komiser okuduğunu belirtircesine onaylar mırıltılar çıkardığında, telefonunu alıp cebine attı.


"Sizi ben çağırmadım. Böyle durumlarda size mesaj atmayız. Evinize iki tane polis memuru yollar, öyle getiririz." dediğinde şaşkındım.


-Bu mesaj sizin ekipten olmasın Ferhat bey?


Ferhat komiser bize bir şey demeden yanda duran telefonu eline aldı ve bir tuşa basarak hemen kulağına götürdü. Anladığım kadarıyla başka bir polis memuru buraya gelecekti. Kapı tıklatıldığında Mihlas ile ben hemen kapıya doğru bakmaya başladık. Kapı açıldıktan sonra gelen kişinin Ahmet abi olduğunu gördük.


Ahmet abi bize baktığında bir şey demeden Ferhat komisere durumu sordu. Bize gelen mesajı, Ahmet abiye söylediğinde, Ahmet abinin de bu konu hakkında bir bilgisi olmadığını söyledi.


Ahmet abi Mihlas'a bakarak telefonundaki mesaja bakmak istediğini söylediğinde, onay verdim ve mesajı açmasını bekledim. Mesajı Ahmet abiye okuttuğunda, Ahmet abi, komisere dönüp numarayı alması gerektiğini söyledi. Mihlas ilk önce kendi numarası sanıp olay çıkartsa da aslında mesaj atan kişinin numarası olduğu ortaya çıktığında, özür dileyerek olayı kapattı.


Telefon numarasını Ahmet abiye verdikten sonra işimizin olmadığını fark edip karakoldan ayrıldık. Eve geldiğimizde, Mihlas'ın telefonuna tekrar mesaj geldi. Mihlas elindeki telefonunun kilidini açtı ve mesaj kısmına girdi. Mesajı açtığında ise okumaya başladı.


"Bu numarayı yemeyeceğinizi biliyordum. O kadar gerizekalı insanlar değilsiniz. Ya da öylesinizdir kim bilir? Yarın saat dokuz buçukta ölüm sokağının başında olan büyük parka gelin." yazıyordu. Bu da kimdi? Mesajı atan kişinin cesaretine hayran kalmıştık.


"Yarın gidelim de bakalım kimmiş? Ben Mahfer olduğunu düşünüyorum abi. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?"


-Benim tek düşündüğüm şey, her şeyin birbirine girmiş olması. Dua et de düzeltmesi kolay olsun. Yoksa ikimizde yağmurdan kaçarken doluya yakalanmayalım.


Parmak izimi bile araştıran polis memuru, bana nasıl hayran olmasın?"
"Mihlas Miraç"

"Herkes bize hayrandı, biz bile kendimize hayrandık."
"Mahlas Miraç"

Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Hemen size bu bölümü sunuyorum.
Soldaki yıldızı parlatmayı unutmayın✨
Sizi seviyorum, iyi okumalar diliyorum 🤝🏻


 


Loading...
0%