Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8-Aşk Karmaşası

@poncikss1234

Yaşanmışlıklar, gerçekten
yaşanmış mıydı?"
-Mihlas Miraç

"Yaşanmışlıklar yaşanmasaydı, büyüyebilir miydik?"
-Mahlas Miraç

Günümüz, Mahlas Miraç'ın anlatımıyla;

"Neredesin abi? Ne zaman onların yanına gideceğiz, hadi kapının önünde seni bekliyorum. Geç kalmak istemeyiz öyle değil mi?"

"İşim var. Geç kalmayız merak etme." diye Mihlas'a odamdan seslendim. Yatağımda oturmuş, az da olsa şu küçük zaman diliminde kendimi toparlamaya çalışıyordum. Ayağa kalkmam gerektiğini kendime hatırlattım. Odamdan ağır ağır çıkıp kapının kulpuna elimi uzattığımda, elim kaydı ve kapıyı açamadım. Kendi kendime güldüm ve kulpa biraz daha sıkı tutarak aşağıya indirdim. Üstümü düzeltiyormuşçasına onun yanına doğru yürümeye başladım. Ayakkabılıktan ayakkabılarımı alıp, ayakkabılığın hemen yanında bulunan ikili çekmeceden de cüzdanımı aldıktan sonra ikimizde kapıdan dışarıya çıkmıştık.

Ahmet abi sabah bizi aramış, parka giderseniz sivil polis yollayacağını söylemişti. Aklımda dönen soru işaretlerini bugün sonlandırmayı düşünüyordum. Ya tahmin ettiğim kişi, parka gelecekti ya da hiç ummadığım birisi karşımıza geçecek, "Ben buyum." diyecekti.

Parka vardığımızda, Mihlas cebinden telefonunu çıkarttı ve dün yazan numaraya geldiğimizi dair haber verdi. Banka oturduğumuzda ise birbirimize bakıp tebessüm ettik ve bu konunun burada bitmesi gerektiğini birbirimizle konuştuk. Birkaç adam çevremizde dolanırken mesaj gelmişti. Mesaj Ahmet abidendi. Çevremizde dolanan kişilerin sivil polis olduğunu, karşımıza çıkacak olan kişiye açık uçlu sorular sorup, sıkıştırmamız gerektiğini yazmıştı.

O da gereken cevabı vermiş, telefonu kapatıp birkaç ötede gezen adama göz kırpmıştı. Plan içinde plan mıydı? Anlamamıştım. Mahfer'in sunduğu plana karşı plan mı yapmıştık? Onu çözemiyordum. Tam karşımızdan gelen kişiye baktığımızda ise Ferhat komiser olduğunu gördüğümüzde birbirimize bakıp kaşlarımızı çattık. Bu adamın burada ne işi vardı?

Ferhat komiser bizim olduğumuz bankın önüne geldi ve Mihlas'ın karşısına geçip ayağa kalkmasını istedi. Ayağa kalktığında ise sivil polislerin de bizim tarafımıza geldiklerini gördüğümde, onların bir planı olduğunu anladım. Ferhat komiserin koluna dokunup bana dönmesini sağladım. Bana doğru döndüğünde olayı bana anlatmasını, neden bize mesaj atan kişiyi araştırmadığını sorduğumda ise kahkaha attı. Sinirlerim gerilmeye başlarken, Mihlas'a doğru yan bir bakış attım. O, sinirden ellerinin titremesini durduramıyor, banka oturup birkaç saniye içinde geri kalkıyordu.

"Numara bizim ekipten birisinin numarası. Bu konuda iyi iş çıkardığımızı düşünüyorum. Gelmeyeceğinizi zannetmiştik fakat görüyorum ki buradasınız." dediğinde, komisere bir adım attım. Her tarafım sinirden kasılmış, kendimi kontrol etmem imkansızlaşmıştı.

"Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Saçma sapan planlarınızı bizim üstümüzde kullanmayı kim cesaret ediyor? Kim diyor size, bu adamlar üstünden biz bir plan yapalım da o plan tutarsa başka bir plan yaparız. Planınızda bizi kullanabiliyorsanız kullanın. Sonra da zararlı siz çıkarsınız, gelipte bize düzeltin diye yalvarmayın. Benden söylemesi. Hem benim anlamadığım bir konu var. Neden komiser, tanımadığı adamlar ile çalışıyor? Aklım hâlâ bu konuyu almıyor. Bunun açıklamasını siz bulduğunuzda benimle lütfen paylaşın." dediğimde, kahkahaya boğulmuş eliyle bizi Ahmet abiye göstererek gülmeye devam etmişti.

"Abi sakinleşmem lazım yoksa ben bunların içinden geçerim."

Mihlas'a baktığımda delirmiş, oradan oraya volta atıyordu. Ahmet abi, Mihlas'ın kolundan tutup durmasını sağladı ve karşısına geçerek bir şeyler söyledi. Dikkatini Ahmet abiye verdiğinde, önemli bir konu hakkında konuştuklarını direkt anladım ve yanlarına doğru yürümeye başladım. Yanlarına vardığımda ise Ahmet abi omzundan bana bakışlarını atıp, susmuştu. Onun susmasını istemiyor, konuşmasına devam etmesini istiyordum. Ahmet abi, komiserin yanına doğru adımlamaya başladığında, Mihlas'ın omzuna elimi koyup anlatmasını istedim. "Sonra." diye geçiştirme yaptığında, sinirlendim.

-Anlatsan ölür müsün? Ne bu tripler? Sana ne söyledi de düşüncelere daldın? Ben seni çok iyi tanıyorum, yapma böyle kendini kaybetme.

"Abi Mahfer konusu açıldı. Onun konusunda sen biraz dikkatlisin, o yüzden bu ortamda sana söylemek istemedim. Ahmet abi ile olan planını Mahfer onay vermek istemediğini söylemiş. Normalde o, bizim onay vermemiz için resmen evimize kadar geldi hatta sen onayla diye de bu planı diretti. Neden böyle bir şey yaptı? Anlamış değilim."

Şimdi anlamıştım. Mahfer hanım, benim plana sadık olmayacağımı düşünüp, bu konuda Ahmet abiye gidip yetiştirmişti. Ben de Ahmet abiye dönüp "Olayların tamamını biliyorsun, benim bu olaydan çıkarım yok. Hâlâ tam kabul etmiş değilim. Bunu da Mahfer Rauf'a iletin." dedim ve bir şey demesine kalmadan Mihlas'ın kolundan tutup evin olduğu yola doğru sürükledim. O da itiraz etmeden peşimden gelirken söylenip duruyordum. Mahfer ile karşılaştığımızda birkaç sözüm vardı. Bu sözlerimin ağırlığı açıkçası umrumda değildi.

Evin önüne geldiğimizde, Mihlas bana bakıp bir yerde oturup konuşmamız gerektiğini söylediğinde, telefonumdan saate baktım. Erkendi, o yüzden kabul ettim ve evin önünden ayrılıp daha önce gittiğimiz kafeye doğru yürümeye başladık.

Kafe;

"Bu olayları çözmek bize kaldı. O yüzden oturup düşünmemiz lazım. Senin ya da benim fikrimin uyuşması gerekiyor. O yüzden dikkatle her şeyi düşünüp, birbirimizle paylaşmamız gerekiyor. Yoksa işler iyice sarpa saracak."

Mihlas mantığını devreye sokmuştu. Ben de konuşmadan onay verdim ve garsonu masaya çağırdım. "Sade acı bir türk kahvesi." dedim. Mihlas da "Orta türk kahvesi." dedi. Garson tebessüm edip masadan ayrıldı. Biz de konuyu kapattık ve Mahfer konusunu açtık. Mahfer ile konuşmam gerektiğini Mihlas'a söylediğimde, o da ilk defa onay vermiş, ne zaman konuşacağımı sormuştu. Ona bilmiyorum dercesine baktığımda, "Ayarlamak sana kalmış." dedi ve etrafı incelemeye başladı. Kaşlarını çatmış yan masaya bakarken, ben de Mihlas'ın baktığı masaya doğru baktım. Sol çaprazımda kalan masada, Ahmet abi ve Ferhat Komiser oturup, masanın üstündeki evraklar üzerinde konuşmalar yapıyorlardı.

"Bu adamlar bir rahat vermedi, şimdi gidip yüzlerine karşı söveceğim."

Mihlas'a baktığımda ise hâlâ masaya bakıyordu. Ayağımla ayağına vurduğumda, bana hızla döndü ve "Ne oldu?" dedi. "Fazla bakma, dikkat çekiyorsun." dediğimde ise güldü.

Garson, kahveleri masaya koyduktan sonra adisyonu Mihlas'tan rica etti. Mihlas, adisyonun bize verilmediğine dair bir konuşma yaptığında, garson onay verdi ve cebinden çıkardığı not defterinden adisyon bölümünü yırttı. Masaya koyup kahveleri işaretledi ve bize tebessüm edip "Afiyet olsun." dedi. Başımla onay verip "Teşekkür ederim." dediğimde, garson masadan ayrılmıştı.

"Gerçekten çok sinirleniyorum. Aklım almıyor. Planın üstüne plan çıkması, hangi planın doğru ya da güvenilir olmasını nereden bileceğiz? Ben bu konuda sana söyleyeyim abi, kimseye güvenmiyorum."

Mihlas elindeki türk kahvesi fincanını dudaklarına götürüp içmeden bu konuşmayı yaptığında, arada bir sol tarafta oturan Ahmet abileri kontrol ediyordum. Sesimiz çok yüksek çıkmasa da her an bir şeyler duyabilirlerdi.

-Bak güzel kardeşim. Evin ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini sana söylemiştim. Neden almadın ki?

Mihlas bu konuşmama şaşırmamıştı. Tetikte olduğumuzu bildiğimizden dolayı ev konusunu açmış, konuyu tamamen kapatmıştık. Kahvelerimiz bittikten sonra garsonu çağırıp masaya hesabı istedim. Garson anlayışla karşılamış, kahverengi bir kutu ile gelmişti. Mihlas bana bakıp "Ben ödeyeceğim." dediğinde, gülüp ona başımı salladım. Mihlas Fişe baktığında, cebinden cüzdanını çıkardı ve yüzlük koyarak kahverengi kutuyu kapattı. Garson da "Para üstünüzü getireyim." dediğinde, Mihlas hemen "Sen de kalabilir." dedi.

Bu paralar bir gün bittiğinde, Mihlas böyle davranacak mıydı? Onun bu "cömert" hareketlerinin sonunu merak ediyordum. Eve geçmeye karar verdiğimizde, gerçekten de markete gitmemiz gerektiğini söyledim. O da eksiklerimizi hatırlamış olacakki bana onay verdi.

Markete vardığımızda Mihlas, kırmızı sepeti eline aldı ve benim yanıma doğru yürümeye başladı. Sepete elimdekileri koydum ve alacaklarımı raflarda kontrol ettim. Kasaya vardığımızda parayı ödedik ve eve doğru yürümeye başladık.

Eve vardığımızda anahtarı Mihlas cebinden çıkardı ve kapıyı açtı. İçeriye geçtiğimizde hemen elimizdeki poşetleri dolaba yerleştirdik ve aldığımız birayı da açarak salona geçtik. İkimizde sessizce biralarımızı içerken, konuşmuyorduk. Konuşmamız gerekiyor diye düşünsem de bu sessiz ortam şimdilik iyiydi. Kafamı dinleyip olayları kendi içimde analiz ettiğimde aklımda olan soruları Mihlas'a sordum. Mihlas ise biraz düşünme kararı aldığında, susmaya karar verdi. Susmaması gereken durumlarda susan bir kardeşim vardı.

"Bence ne yapalım biliyor musun? Şu üzerimdeki olaylar bitsin, Mahfer konusunu da halledelim. Bu konu fazla uzamaya başladı. Sahi biz buradan neden taşınmıyoruz? Neden uzak bir yere gitmiyoruz? Bu insanlara daha fazla tahammül edemiyorum. Hayatımızda yokken ne kadar iyiydik. Şimdi ise hayatımız denen şey kalmadı."

Buradan taşınsak, nereye giderdik ki? Bu düşüncesi mantıklı gelse de gideceğimiz bir yer yoktu. Ona bunu söylediğimde, düşünmüş, bana hak vermişti. Parmak izi olayını da erkenden halletmemiz gerekiyordu. Bizi sabah ifadeye çağıracaklardı. Bu konuda Mihlas'ın profesyonel yalanına herkes inanacaktı.

Karakol, ifade anı;

"Mahlas Miraç ve Mihlas Miraç, hanginiz ilk başta ifade vermek istersiniz?" diyen polis memuruna baktığımda, Mihlas'ın ayağa kalktığını gördüm. Adam da anlamış olacakki ifadenin olacağı odanın kapısını Mihlas'a gösterdi. Mihlas bana göz kırptığında, ona el salladım ve telefonumu cebimden çıkardım. Telefonumla uğraşırken yoldan gelip geçenler dikkatimi bozdu. Hemen telefonu kapatıp cebime koydum ve yoldan geçenleri izlemeye başladım.

İnsanlar çok çabuk kanan varlıklardı. İnsanların bu konuda bilgisinin olmamasına açıkçası şaşırmıştım. Bir olay örgüsü var, bu olay örgüsünü düşünerek hareket edebilirken, karşısındakine manipüle olması hâlâ şaşırtıcı bir durumdu. Bazen manipüle olmak kötü bir şey değildi. Bunu kabul ediyordum. Hangi durumda manipüle olacağını iyi seçmen gerekiyordu. Karşısındaki adam, senden bir şeyler bekliyor ve sen de vermek istemiyorsan o zaman onu manipüle edebilirsin.

Mihlas'ın kapıdan dışarıya çıktığını gördüğümde ben de ayağa kalkarak kapının oraya doğru yürümeye başladım. İçeriye girdiğimde ise bizim yanımıza gelen polis memurunun içeride olduğunu gördüm. Önüme bir kağıt uzattığında, onu okumaya başladım. Kağıtta olayın tamamını yazmam gerektiğini, olayda kimlerin olduğunu, saat kaçta gördüğümüz, saat kaçta olay yerinden ayrıldığımız, tanıkların kimlerin olduğunun hepsini yazmam gerekiyordu. Ben de yan taraftaki mavi tükenmez kalemi aldım ve yazmaya başladım.

Şahitlere geldiğimde "Mahfer Rauf" yazdım ve tebessüm ettim. Oyun yeni başlıyordu. Mihlas'ın az çok yazdığı cümleleri tahmin ettiğimden dolayı ben de onun gibi yazdım ve memura kağıdı uzattım. Memur göz ucuyla okumaya başladığında oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda, Mihlas kapının önünde beni bekliyordu. Bu ifade işi de bittikten sonra memura baş selamı verip karakoldan çıktık.

Ona ne yazdığını sorduğumda, genel olarak aynı şeyleri yazmış olduğumuzu öğrendim. Bu konuda şansımız yaver gitmişti. Karşındaki insanı tamamıyla tanıyorsan, birbirinizi kurtarma şansınız da o kadar artıyordu. Hangi cümleyi kullanacağına kadar bilmek, her insanın harcı değildi. Bu konuda bizi tebrik ediyordum.

Yürüyüş yolundan yürürken, aniden durdum. Mihlas bana "Ne oldu?" dediğinde, "Şahitlere ne yazdın?" dedim. O da gülüp "Sen ne yazdıysan ben de onu yazdım." dedi. Elimi omzuna atıp birkaç kere sıktım ve elimi çektim. Bu güven konusuydu.

Güven herkese aşılanmış bir duygu olsa da kullanması en zor olan da bu duyguydu. Bir kere aradaki güven sarsılsa, o zaman hiç toparlanmıyordu. Mihlas ile aramızda ne geçerse geçsin, ben ona güveniyordum. Onun da bana güvendiğini biliyordum.

İkimize de yürümek iyi gelmişti. Hafif serin bir hava, gri dumana benzer bulutlar, sessiz bir çevre...

Sakin adımlarımız yolda yankı yaparken, tek ses adımlarımızın sesiydi. Bizden kimse konuşmuyordu. Ne konuşacaktık ki? Konuşulacak olan konular her geçen gün canımızı sıkmaya yetiyordu. Huzur istiyorduk. Bu huzuru en kısa sürede ulaşacağımıza emindim.

Sol tarafa doğru yol ayrımı vardı. Sol tarafa döndüğümüzde, Mahfer ile karşılaştık. Mahfer yolun kenarına eğilmiş, yavru kediye mama veriyordu. Onu izlemeye başladım. Aslında böyle olaylara müdahale etmese, bir şansımız olabilirdi. Nereden bileceğiz? Belki de bu olaylar olmasaydı tanışamayacaktık? Kaderin nereden geleceğini bilemezdik. O yüzden akışına bırakmak en güzeliydi.

Mahfer'in yanından geçtiğimizde, adım seslerimizi duymuş olacakki hemen seslendi. Ona doğru dönüp baktığımda ise ellerini birbirine vurdu, yanımıza geldi. Selamlaşmamız bittikten sonra birkaç dakika sessizlik oldu. Mihlas dayanamamış olacak ki ofladı ve bana bakmaya başladı. Mahfer'den bu kadar nefret etmesi, doğru muydu? Onu tam kestiremiyordum. Belki de paraya ihtiyacı olduğu için bu işe girmişti? Onu da düşünmüş, ama bir cevap bulamamıştım.

Mahfer de bizimle yürümeye başladığında, Mihlas adımlarını hızlandırarak önümüzde yürümeye başladı.

"Benden bu kadar nefret etmesi, normal mi?"

Mahfer'in aniden sorduğu soru üzerine açıkçası şaşırmıştım.

-Kolay kolay kimseden bu kadar nefret etmez. Sen de bir şeyler görmüş ya da hissetmiş olabilir. Mihlas'ın hissettiği ne varsa çıkar.

Mahfer bu dediklerimden sonra konuşmadı. Ben de konuşmadım ve yola odaklandım. Yol sanki daha önce kısaydı. Şimdi neden birden uzadı? İç sesimin geldiğini hissettiğimde onu dinlemeye başladım. "Yanında sevdiğin birisi varsa, her şey ulaşılmazmış gibi gelir. Yollar gibi. Yolu uzatan şey sizin yavaş adımlarınız değil, zamanın sanki durmuş olması." dediğinde, anlamamıştım. Neden zaman dursun ki? "Sevdiğin insanın yanında bir saniye bile dursan, zaman durur. Bunu asla unutma." diyen iç sesimi şimdi anlamıştım.

Yolları ulaşılmaz yapan şey, sevgiydi. Zamanın durmasına bile sebep olan şey yanımızdaki kişiydi.

Bunu nasıl anlayacaktık? Nasıl aşık olduğumuzu anlayacaktık?

Eve yaklaşmaya başladığımızda, Mahfer bana tebessüm etti ve yoluna devam etti. Cebimden çıkardığım anahtarımı, kapının kilidine yerleştirdim ve kapıyı açtım. Mihlas'a seslendiğimde, odasında olduğunu söyledi. Onu salona çağırdığımda derin bir nefes aldım.

Mihlas salona geldiğinde bana bakıp "Hayırdır? Ne bu heyecan?" dedi. "Şimdi sana bir soru soracağım. Doğru düzgün cevap ver. Anlaştık mı?" dedim.

Kaşlarını çatmış, benim sorumu merak ediyordu.

-Mihlas, sence aşk nasıl bir duygu? Gerçek aşk gerçekten var mı?

"Aşk duygu karmaşasıdır. Boşluğuna gelir ve seni doldurmaya çalışır. Doldurduğunda ise artık yeri kalmaz ve yere dökülmeye başlar. Her yere dökülen aşk kırıntısına bassan üzülmeyecek misin? Aşk saçmalıktan başka bir şey değildir. Aşk olsaydı eğer, annem ile babam bu duyguyu yaşardı. Aşk olsaydı eğer, ikimizde bu duyguyu yaşardık. Aşk bazen kendi oyununa insanları çekmeyi sever. İnsanlar da kanar ve daha sonra da pişman olur. Sonra ben onlara ne derim biliyor musun? Son pişmanlık neye yarar?"

Haklıydı. Bu konuda gerçekten hak veriyordum. Bir daha da aşk konusu üzerinden konuşmama kararı almıştım. Hem aşk neymiş? Ben de sanki aşkı çok da yaşarmışım gibi, Mihlas'a sormuştum. Aklımdaki düşünceler tam da saçmalığın daniskasıydı.

Aşk üç harflidir, insanı çarpar."
"Mihlas Miraç"

"Aşk neymiş? Bomboş bir boşlukmuş."
"Mahlas Miraç"

"Aşk kırıntısıyla doymaktansa, tek başıma aç kalırım bu hayatta."
(Teoman)

Merhaba Arkadaşlar. Nasılsınızzzz? Ben çok iyiyim. Bu bölümü yayınlayayım, diğer taslağımı da bitirip onu da yayınlayayım.
Sol yıldızı parlatmayı unutmayın 🌟
Sizi seviyorum, iyi okumalar diliyorum 🤍


Loading...
0%