@poncikss1234
|
-Zehir bendeyken, şifası kimdeydi? -Sigaramı ve çakmağımı verir misin?
Onca siteyi gezmiştim ve bana en uygun olan zehri sonunda bulmuştum. Risin. Risin enjeksiyon yoluyla, yemeğin içine konulduğunda, insanı ölmekten beter hâle getiriyordu. Risin; Kene otu, yani Hint yağı bitkisi adıyla da bilinen bir ottu. Bu bitki sıcak olan yerlerde yetişirdi. İnsanlar bu bitkinin çekirdeğini toplar, çekirdekleri sıkarak zehri ortaya çıkarırdı. Bir insana Risin'i enjekte ettiğinizde, vücuda yavaş yavaş yayılır, birkaç gün içerisinde de öldürürdü. Risin'in en önemli maddesi "toxalbumindir" En etkileyici belirtisi; solunum yetmezliğidir. Normalde çekirdeğin içinde bulunan zehir miligramı %9'dur. Mahlas yarım açık olan kapıyı tıklattığında, telefonumun kapatma tuşuna basıp masanın üstüne koydum. Sigara ve çakmağımı, Mahlas'ın elinden aldıktan sonra paketten bir dal çıkardım. Mahlas'a uzattığımda, ikiletmeden o da bir dal çıkardı ve sigaramızı yaktım. Çakmaktan çıkan ateşin büyüklüğüne bakıp gülümsedim. İnsanların içi de bu ateşin büyüklüğü kadar yanıyordu. Onların acıları, benim sevincimdi. "Eczaneye uğrayacağım." dediğimde, Mahlas "Bir şey mi oldu? Ben sana alırım." dediğinde, ona güldüm ve internetten araştırdığım Risin'i ona okuttum. Yavaş ve anlar bir biçimde okuduğunda, "Bunu neden araştırdın? Ne yapacaksın?" dedi. "Sen onu bana bırak." dediğimde ise güldü ve sigarayı kül tablasına bastı. Ben de son fırtımı çektikten sonra kül tablasına bastım ve dolabıma doğru yürümeye başladım. Dolabımdan çıkardığım koyu mavi kot pantolon, siyah yarım kollu tişörtümü üstüme giyindim. Evden çıktığımda, Mahlas'ın gelmeyeceğini öğrendim. Bu işime gelirdi. Eczaneden sonra, Risin'i bulmak için merkeze gitmem gerekiyordu. Telefonumu cebimden çıkartıp saate baktığımda, saatin daha beşi çeyrek geçtiğini gördüm. Eczaneye girdiğimde, çalışan kadına selam verip enjektör istedim. Kadın da anlayışla başını sallayıp, oturduğu yerdeki çekmeceyi açtı. Çekmeceden birkaç tane enjektör verdiğinde, parasını ödeyip çıktım. Duraklara geldiğimde, otobüsü beklemeye başladım. Birkaç otobüs geçse de benim bineceğim otobüsler değildi. Sıkıntıdan patlamak üzereyken, otobüs geldi ve durakta durdu. Hemen binip kartımı okuttum ve boş tekli koltuğa kendimi bıraktım. Oturduğumuz sokak ile merkez tam bir saatti. Bir saat içinde yolları izledim, telefonumdan Risin'i nereden bulacağımı araştırdım. Doğal yollar ile evde kendimiz de yapabileceğimi öğrendiğimde, Mahlas'ın bu duruma karşı nasıl bir tepki vereceğini merak etmiştim. Her zamanki gibi risk alacaktım. Sonuçta risk almadan hiçbir şey yapamazdık. Otobüs durakta durduğunda, hemen düğmeye basıp kapının açılmasını bekledim. Kapı açılınca, kapıdan indim ve aktarların bulunduğu yere doğru yürümeye başladım. Aktarlara hint yağını sorduğumda, işlenmiş olduklarını belirttiler. Ben işlenmiş olmasını istemediğim için onlara teşekkür edip oradan çıktım. Birkaç aktar daha gezdiğimde, onlar da aynı şeyi söylediler. Ben de çıkmadan önce "İşlenmemiş halini nasıl bulabilirim?" dediğimde, adam gözlüklerinin üstünden bana bakıp "Genelde çiftçilerde bulunur. Onlar dikip yetiştirir ve işlenmesi için bizlere dağıtır. Onlara sor istersen, hatta sana yol tarifi vereyim, daha iyi bulursun." dediğinde, gülümseyip teşekkür ettim. Yol tarifine baktığımda, birkaç metre sonra ulaşabileceğim bir dükkandı. Bu dükkanda kalan çiftçi, beni bu konu da daha iyi aydınlatabilirdi. Hemen koşar adımlar ile tarif edilen yere yürümeye devam ettim. Vardığımda, adam dışarıda oturmuş, elindeki gazeteyi okuyordu. Adama bakıp "Kusura bakmayın rahatsız ediyorum. Sizde kene otu var mı?" diye sordum. Adam kaşlarını çatıp gazetesini masaya bıraktığında bana döndü. "Hayırdır, ne yapacaksın?" dediğinde ise "Hint yağı yapacağım. Aktarlardakine güvenemedim. Kendim yapmam daha uygun olur diye düşündüm. Kimya okuyorum." dediğimde, adam kafasıyla onay vermiş, kene otlarının olduğu yere doğru yürümeye başlamıştı. "Kaç tane istiyorsun?" dediğinde ise "Dört tane alayım." dedim. Adam çift katlı eldivenini giyinip kene otunun yapraklarına dokundu. Yapraklarının iç kısmında bulunan kahverengi küçük küçük tohumları gördüğümde, içten içe kahkaha atıyordum. Bana, en tazesini verdiğini söylediğinde, gülümseyip parasını adama ödedim. Otobüsü beklediğimde, Mahlas beni arayıp nerede olduğumu sorduğunda geliyorum yanıtını vermiştim. O da fazla üstelemediğinden dolayı telefonu kapatıp cebime attım. Son anda gördüğüm otobüse el salladım ve durmasını bekledim. Otobüs önümde durduğunda bindim ve kartımı okutup boş yerlere göz gezdirdim. Çift kişilik koltukların yanları boştu. Genç bir çocuk, tekli koltukta oturmuş, şarkı dinlerken gözlerimi ona diktim. Çocuk, bana bakmaya başladığında, gözlerimle ikili koltukları gösterdim. Çocuk anlamış olacakki hemen ayağa kalktı ve bana yer verdi. İnsanlar benim gözümde itaat etmeyi seven kölelerdi. İnsanlar, insanlara karşı hep güçsüzdü. Ya da öyle olmayı seçiyorlardı. Sokağın başında bulunan durakta indiğimde eve doğru yürümeye başladım. Normalde bir şey yaparken asla heyecanlanmazdım. Şimdi ise heyecanım vücudumu ele geçirmişti. 🏠 "Mahlas bunun tutması için yüzde kaç olması gerekiyor?" diye sorduğumda, Mahlas "Onu da mı ben araştıracağım?" dedi. Adama bak, sanki kendisi benden önce davranmamış gibi sorular soruyordu. Ona "Sen adam olmazsın." bakışlarımı attığımda "Ne bakıyorsun?" diye konuştu. Ona cevap vermedim ve internetten yüzde kaç olacağını araştırdım. Yüzde dokuz olması gerekiyormuş. Hemen internetten nasıl ölçebileceğimizi araştırdığımda ise rengin koyu olması gerektiği yazıyordu. Rengine baktığımda ise gerçekten istediğim aynı zamanda da fotoğraftakiler ile de aynı renkte olduğunu gördüğümde "Yaptım lan, vallahi de yaptım." dedim. Mahlas "Tebrik ederim Mihlas bey, ne güzel işler başarıyorsun." diye beni dalgaya aldığında, ayağa kalkıp kafasına vurdum. Şaşırmış olacakki birkaç saniye tepki vermedi. Tepkisizliğine baktığımda "Sorun ne?" dedim. "Elin bu tohum yüzünden çok kötü kokuyor. Sen de benim kafama vurdun. Ya bana bir şey olursa?" diye acıtasyon yaptığında, kahkaha attım. "Mal mısın? İnternette "Birisinin kafasına vurduğunuzda, zehirlenip ölür mü?" diye yazıyor. Allah'ım sana akıl verseydi de biraz daha çekilir olsaydın." dediğimde, bu sefer Mahlas benim kafama vurmuştu. "Çok konuşma da bu işi kısa süre içinde halletmeye bak. Paranın kokusunu içime çekmek istiyorum." diye konuştu. "Bitti, yaptım." dediğimde, baş parmağını yukarıya kaldırıp bana onay verdi. Enjektörün pistonunu çıkardığımda, kahverengi renkteki sıvıyı özenle içine döktüm. Dört dolu enjektörüm bana göz kırparken, içim de bana göz kırpıyordu. Mahlas'a dönüp "Hadi zengin avına çıkalım da zengin olalım." dediğimde o da parayı duyunca itiraz etmemişti. Beraber evden dışarıya çıktığımızda siyah sırt çantamı almayı ihmal etmemiştim. Siyah sırt çantam, kendimden bile daha önemliydi. Birkaç toplulukların olduğu yerden geçip tenha bir yer bulmaya başladık. Mahlas bana birkaç yer gösterdiğinde, kafamı iki yana sallayıp "Olmaz." dedim. "Biz niye bu sokaktan dışarıya çıkmıyoruz? Farklı sokaklarda da işlerimizi halledebiliriz." dediğinde ise ona döndüm. "Burada polisler geziyor mu? Burada sen rahatça işini halledemiyor musun?" dediğimde ise düşündü. Düşünmesi sonucu bana onay verdi ve sokaktaki insanları süzmeye başladı. Mahlas süzüyor, bana dönüyor ve benden olumsuz yanıt alıyordu. Sıkılmış olacakki "Ben eve gidiyorum." dedi. "Mal mısın sen? Ben bu zehre ne kadar para koydum, senin haberin var mı lan?" dediğimde, "Tamam lan buradayım." dedi. Üç tane kırklı yaşlarında, ellerinde siyah çantaların bulunduğu, kendi aralarında muhabbet eden adamları gördüm. Hemen Mahlas'a dönüp "Buldum, avımıza hoş geldin." dedim ve yavaş adımlar ile oraya doğru yürümeye başladım. Yavaş yürümemin amacı, enjektörü çantamdan çıkarmak için zaman yaratmamdı. Enjektörü çantamın ön gözünden çıkardım, kot pantolonumun cebine koydum ve tişörtüm ile kapattım. Adamların yanına vardığımda, "Merhabalar, birkaç soru sormam gerekiyor." dedim. Adamların bir tanesi durduğunda, gülümsedi ve "Buyur evladım." dedi. Bu adamı öldürmek istemedim. Ya da ölümünün benden olmasını istemedim. Adama "Biz iş bakıyoruz, sizin bildiğiniz bir yer var mı?" dediğimde ise adam kafasıyla iki yana sallayıp diğer adama döndü. Adama da aynı soruyu sorduğunda ise adam bana bakıp "Sana iş mi bulalım, elin ayağın yok mu?" dediğinde sinirlerimin gerildiğini hissettim. Sinirlerimi kontrol eden birisi değildim. O yüzden bu adamı öldürmem benim için daha öncelikliydi. Mahlas'ın kulağına eğilip "Bu iki adamı bir yerlere götür ve oyala. İkisinin de bu adamın öldüğünü görmesini istemiyorum." dediğimde ise Mahlas bir şey hatırlamış olacakki bana dönüp "Bu zehri zaten sen enjekte ettiğinde, hemen ölmüyor. Son kez arkadaşları ile vakit geçirebilir. Hem sen bu konuda yakalanmazsın, yemeklerden zehirlendiklerini zannederler. Adamlar zaten restoranda yediği yemekler hakkında kötü konuşuyorlardı." dediğinde ise planımı değiştirmeye karar verdim. Adamın arkasına doğru geçtiğimde, sağ elimi cebime atıp enjektörü elime aldım. Enjektörün kapağını açtım ve cebime koydum. Adamın boynuna baktığımda, tam ortasındaki çukura vurmak daha iyi olacağından, vakit kaybetmeden direkt enjektörü oraya batırdım. Adam bağırmaya başladığında, adama dönüp "abi seni arı soktu." dedim. Adam şaşkınlıkla bana baktığında, "İyi misiniz?" dedim. "İyiyim evladım." dediğinde ise ona gülümsedim ve Mahlas'ın yanına doğru yürümeye başladım. Adamın yanında bulunan arkadaşları da adama ne olduğunu sorduğunda, arı soktuğunu söyledi. Mahlas gülmemek için dudaklarını kapattığında ona bakmamaya özen gösterdim. O gülerse, ben de gülerdim. Adamlara teşekkür ettikten sonra yürümeye başladık. Adamın yürüyüşü şimdiden değişmeye başladığında, Mahlas bana bakıp tebessüm etti. Ben de tebessüm ettiğimde, ikimiz de yeni avımızın yolunu tuttuk. Yürürken zehri batırdığım adam, birden yere yığılmış, yanında duran adamın bana doğru koşmaya başladığını görmüştüm. Adama bakıp "Ne oldu abi?" dediğimde, "Yetişin evladım, Mehmet abiniz yere yığıldı." dedi. "Siz ambulansı arayın, ben de onun yanına gideceğim." dedim. Hastane; Mehmet abinin risin zehirinden değil de yediği yemekten dolayı zehirlendiğini duyduğumda sevinmiştim. İki ya da üç gün içerisinde etki edeceğini internetten okumuştum. İnsanların bağışıklık sistemine göre de değişiklikler gösterse de genelde üç gün içersinde ölüyorlardı. Hastanenin girişine Mahlas ile birlikte geldiğimizde, adının Taner olduğunu öğrendiğim adamın benimle konuşması ile düşüncelerimden bir nebze olsa da ayrıldım. Hastanenin girişine beraber yürüdük ve Mehmet abinin yanına doğru yürümeye başladık. İki yüz yirmi birinci odaya vardığımızda, kapıyı tıklatarak içeriye girdim. Mehmet abiye geçmiş olsun dedikten sonra odasından çıkmaya yeltendim. Mehmet abi, bana seslendiğinde, kapının önünden ona doğru dönüp konuşmasını bekledim. Bana bakıp tebessüm ederek konuşmaya başladığında onu dinlemeye başladım. Ev adresini vermek istediğini söyleyip, telefonuma yazmasını rica etmişti. Onun dediğini yaptım. Sonuçta katiller kurbanlarını her zaman ziyarete giderdi. Telefonuma yazdığımı söylediğimde kapıdan dışarıya çıktım ve Mahlas'ın da girmesini söyledim. Mahlas da beş dakika görüp dışarıya çıktığında, Taner abiye dönüp "Biz gidiyoruz, bir şeye ihtiyacınız olduğunda biz ölüm sokağında oturuyoruz. Bizi hemen bulabilirsiniz." demiştik. Taner abi de elini omzuma koydu ve "Teşekkür ederim." dedi. Hastaneden çıkıp eve doğru yürümeye başladık. Ölüm sokağının başında geldiğimizde, sokak lambalarının tek tek söndüğünü gördüm. Sokak kararırken hemen telefonumu cebimden çıkartıp flaşımı yaktım. "Bu ne lan, böyle sokak mı olur?" dediğimde, Mahlas kahkaha attı ve yürümeye devam ettik. Eve geçtiğimizde pencerelerin açık olduğunu gördüğümde, Mahlas'a döndüm ve "Sen mi açık bıraktın?" dedim. O da "Evet, çekirdekler dalından koparıldığından beri ev bok gibi kokmaya başladı." dedi. Aklıma direkt enjekte ettiğim adamın o kokuyu aldığını düşünmeye başladım. "Lan yoksa, yoksa o adam da yağın kokusunu aldı mı?" diye sorduğumda, Mahlas "Hayır, ben de yanında duruyordum, öyle bir koku etrafa yayılmadı. Demek ki o koku sadece çekirdekten geliyordu." dediğinde rahatladım. Parmak izi olayım hâlâ çözülememişken bir de bu olay yüzünden karakolluk olmak istemiyordum. Telefonumda yazılmış olan adres aklıma geldiğinde Mahlas'a dönüp oraya gideceğimi söyledim. O da anlamsız bakışlarını bana attığında, yerimden kalkmış, dış kapının önüne gelmiştim. O da planımın olduğunu düşündüğünden beni sorguya çekmemiş, peşimden gelmeye başlamıştı. Navigasyon kısmını telefonumdan açtığımda, birkaç dakika yürüme mesafesinde olduğunu gördüm. Mahlas'a da haber verdiğimde, "Yakınmış." dedi ve yola bakmaya devam etti. Beyaz iki katlı, küçük bahçesi olan bir evin önünde durduğumuzda, navigasyonu kapattım. Demir kapıyı elimle iteleyip, Mahlas ile beraber küçük bahçenin içinden geçtik. Kahverengi kapının önüne geldiğimizde, Mahlas kapıyı tıklattı. Kapıyı kimsenin açmamış olması, beni açıkçası sevindirmişti. Evin arka kısmına doğru yürümeye başladığımda, tahmin ettiğim yerin yani yatak odasının penceresinin açık olduğunu gördüm. Mahlas'a dönüp "Sen etrafı gözetle, evde kimse yok. Geldiklerinde beni hemen ara, pencereden eve giriş yapacağım." dediğimde, Mahlas "Saçmalama, ya yakalanırsan? O zaman nasıl kurtarabilirim seni?" dediğinde, "Ya beni siktir et, bu evde önemli bir şeyler vardır." dedim. En olarak kalın, kalınlığına göre uzun, bir o kadar da büyük olan beyaz boruların olduğu yere gelip ayağımla sağlamlığını kontrol ettim. Sağlam olduğunu kanaat getirdiğimde, sağ ayağımla borunun iç yüzeyine bastım ve sol ayağımı da ağacın dalına attım. Kendimi yukarıya doğru çektiğimde, pencerenin kenarını tuttum. Kolumu büküp içeriye doğru kendimi çektim. Tahmin ettiğim gibi, yatak odasına giriş yapmıştım. Etraf karanlık değildi. Masasındaki, masa lambasının açık olduğunu gördüm. Hiçbir yere dokunmadan yatak odasını gezmeye başladım. Masasının yan tarafında bulunan küçük iki tane metal kasayı gördüğümde, duvara monte edilmiş mi diye baktım. Duvara monteli değildi. Bu işime gelirken telefonuma mesaj geldi. Mahlas "Araba gördüm, birkaç metre öteye park ediyor. Hızlı ol." dediğinde, fazla ağır olmayan iki kasayı üst üste koyup pencerenin önüne geldim. Mahlas'a mesaj attım. Pencerenin önüne geldiğinde, kasayı ona fırlatacağımı söyledim. Bana şaşkınlıkla bakan Mahlas'ı umursamadan üstteki kasayı onun kucağına attım. Mahlas kasayı tutup yere bıraktı ve diğer kasayı bekledi. Diğer kasayı da attıktan sonra pencereden kendimi dışarıya attım. Dirseklerim sızlarken, hiç umursamadım ve Mahlas'ın yanında bulunan kasayı kucağıma alıp hızla ters istikamete doğru yürümeye başladık. Kasaları incelememiştim. Şifresi olup olmadığını bilmiyordum. Şansım biraz varsa, o kasayı açmayı başarırdım. Mahlas koşmaya başladığında, arkasından ben de koşmaya başladım. Koşmak benim için. Özgürlüğün simgesiydi. Koşmak, birisinden kaçmaktan çok, aslında kendimden kaçmaktı. Ölüm sokağına girişimizden sonra, kaldırımın hemen yan tarafında bulunan siyah poşeti gördüm. Hızla oraya vardım ve poşeti elime aldım. Küçük metal kasayı oraya koydum ve Mahlas'a seslendim. Mahlas da kasayı poşetin içine koyduğunda, sanki alışverişten geliyormuş izlenimi vermiştik. Eve geldiğimizde Mahlas, cebinden anahtarları çıkardı ve kapıyı açtı. İçeriye girdiğimizde, ayakkabılarımızı soymadan direkt odama geçtik. Odanın ışığını yaktım ve yatağa oturdum. Mahlas'da yatağa oturdu, poşetteki kasaları yatağa koydu. Kasaları elime alıp incelediğimde, sadece asma kilitle kilitlendiğini gördüm. Mahlas kahkaha atıp "Bu adam gerizekalı herhalde. Baksana, asma kilitle koruyabileceğini zannediyor." dediğinde ona bakıp göz devirdim. Mahlas bazen aklını kullanamayan, gelişigüzel konuşan birisiydi. Onu fazla takmadan, asma kilidi nasıl kurabileceğimi düşündüm. Evdeki eşyalardan yola çıktığımda ise aklıma tornavida geldi. Tornavidayı anahtar görevi yerine kullanacaktım. Hemen Mahlas'a tornavida getirmesini istediğimde, odamdan çıktı ve salona doğru adımladı. Tornavidayı getirdiğinde, asma kilidin alt kısmında bulunan kilide tornavidanın ucunu koydum ve döndürmeye başladım. Açılmamıştı. Tornavidanın ucunu, asma kilidin anahtar kısmına birkaç kere vurmaya başladığımda ise açılmıştı. Tornavidayı hemen yatağa attım ve asma kilidi yerinden çıkarttım. Asma kilidi de yatağa attıktan sonra, kasayı açtım. Kasanın içinde altınlar vardı. Bu altınların gerçek olup olmadığını kontrol etmek gerekiyordu. Elime bir tanesini aldığımda, ağzıma götürüp dişledim. Gerçekti... Mahlas'a baktığımda, Mahlas kitlenmiş bir şekilde kasanın içindeki altınlara bakıyordu. Bakması uzun sürmedi, telefonum çaldı. Numaraya baktığımda, Mehmet abinin beni aradığını gördüm. Sakin olmaya özen gösterdim, telefonu açmadan önce nefes aldım ve telefonu açtım. Konuşan kişi Mehmet abi değildi. Konuşan kişinin Tamer abi olduğunu öğrendiğimde, ne olduğunu sordum. Mehmet abinin öldüğünü söylediğinde ise şaşırmış gibi yaparak "Başınız sağ olsun." dedim. O da üzüntülü bir şekilde teşekkür ettikten sonra, telefonu kapattı. Mahlas'a dönüp "Adam ölmüş, iyi ki eve girmişiz de güzelim altınları almışız." dedim. O da bana gülüp "Adamın ölmesi, kasayı bulmaktan daha önemli." dediğinde, düşündüm. Adamın ölmesinin en büyük avantajı, kimin ona zarar verdiğini bilmeden ve en önemlisi de kimseye söylemeden kendi kendine ölmesiydi. Evde yaptığım bu zehir, benim şifamdı. Bu şifam, insanlara karşı yürüttüğüm en büyük kozumdu. Bu kozumu kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Kendi yarattığım bu dünyamda, başrol bendim. Başrol her zaman ayakta duracak, yıkılmayacaktı. Ben de ne olursa olsun yıkılmayacak hatta yıkacaktım. Yıkım, sadece insanlar için kullanılan bir terim değildi. Yıkım bazen beynimize de ara sıra uğruyordu. Bir cümle ile yıkılıp, bir cümle ile o yıkıntıları inşa edebiliyordum. Benim inşaatım Mahlas'tı. İnşaatı nasıl sağlam temeller ile başlayacağını çok iyi biliyordu. Ben de o sağlam temelleri kullanıp, kendime yer alıyordum. Kendime aldığım bu yeri, kimseye kaptıramazdım. Ben buydum. Serttim, sinir hastası, çabuk sıkılan biriydim. Bu zehir, bu sokağı benim sayemde ele geçirecekti. Bu zehrin temelinde ben vardım. Oyun yeni başlıyordu... -Varlığım, onlara zehirdi. Ben de zehirin ta kendisiydim." |
0% |