@postityorumlar
|
Sabahın erken saatlerinde Jennifer Walker hışımla yatağından kalktı. Dün gece etrafa saçtığı dava dosyasındaki kâğıtları toparlarken giyinmeyi başarmıştı. Hafif bir makyajla renk verdiği yüzü biraz olsun onu canlı gösteriyordu. Gür kahve tonlarındaki saçlarını ellerinin arasına alarak ince bir tel tokayla topuz haline getirdi. Üzerindeki beyaz gömleği ve dizlerinin hizasındaki siyah eteğine son bir kez boy aynasında baktı. Her şey olması gerektiği gibi gözüküyordu. Hızla evrak çantasını aldığı gibi evin giriş kapısına yöneldi.
Üniversite yıllarından beri birlikte yaşadığı ev arkadaşına, "Julia beni neden uyandırmadın. Geç kaldım, bugün ilk günüm olduğunu biliyordun," derken kızın homurtulu sesi tüm holü doldurmuştu.
"Walker, bir kez daha bunu yaparsan seni o baroya şikâyet etmekten çekinmem, bilmiş ol!"
Biraz olsun keyfi yerine gelmiş olan Jennifer kahkahaları arasından "Yapamazsın! Yıllardır avukat olmak için ne kadar uğraştığımı biliyorsun. Ben çıkıyorum." diyebildi. Julia ise tembel hareketlerle yataktan kalkıp yanına gelmişti, Jennifer'ı süzerken oldukça ciddi gözüküyordu.
"Walker, ilk gün için hiç fena değil. Gayet albenili görünüyorsun. Tıpkı..." Parmaklarını şıklatarak ayağıyla tempo tuttu ve devam etti. "Tıpkı..."
"Bir avukat gibi mi?" diye şakıdı Jennifer.
"Kesinlikle!"
Koca bir sırıtışla kafa sallarken kollarını açıp arkadaşına, "Bana iyi şanslar öpücüğü vermeyecek misin?" diye sordu.
İnce kollarını dostuna sarmalayarak yanağına küçük bir öpücük kondurdu, hâlâ ayılmakta olan çatlak sesiyle, "Şeytanın bol olsun, Walker! Adamın masum olduğunu kanıtla ve evine dön." dedi.
"Elimden gelenin en iyisini yapacağım, hadi git yat."
Ceketini üzerine geçirip asansöre bindiğinde kapının kapandığını işitmişti. Gözlerini sıkı sıkı kapatıp nefesini tuttu. İçinden ona kadar sayarken sakinleşmeyi diledi. Bugün yıllarca çabaladığı mesleğinde ilk davasını alnının akıyla vermek istiyordu. Belki küçük bir davaydı ama ilerisi için büyük bir adımdı. Gözlerini açıp nefesi normale dönerken koyu yeşil gözleri asansörün aynasında kararlı ve heyecanla ışıldadı. Dolgun dudaklarının arasından fısıltıyla konuştu.
"Başaracağım."
Asansör zemin kata ulaşmış, hızlı ve emin adımlarla ilerlerken kapı görevlisine. "Günaydın David." derken gülümsedi. Yaşlı adam, "Büyük gün, Bayan Walker. Şansınız bol olsun." dedi gururla.
Manhattan'ın orta denebilecek mahallesinden çıktı, her zaman buradan daha iyi bir yer bulamayacağını düşünürdü. Manhattan pahalı bir şehirdi ama Julia'nın sahip olduğu apartman dairesinde yaşayabildiği için Tanrı'ya her gün şükrediyordu. Durumu her ne kadar ondan iyi olsa da kira parası için Jennifer oldukça ısrarcı davranmıştı. Bu yüzden her yıl ona belirli bir miktar para ödeyerek evdeki gelir giderleri karşılamaya çabalıyordu.
Greenwich Caddesi'nde biraz yürüdükten sonra kaldırımda taksi bulmayı denedi. Endişeyle avuçlarını ovuşturduğu esnada mantosunun cebindeki telefonu çaldı. Telefonun ucundaki kişi sinir dolu bir sesle, "Walker, kıçını kaldır ve hemen adliyeye gel! Birazdan davan başlayacak." dedi.
Endişeyle, "Evet, efendim ama taksi bulmak için..." diye başlayan cümlesi yarıda kesilmişti.
"Beni saçma bahanelerinle kandırma, avukat! Buraya gel yoksa ilk gecikmenden dolayı seni kovarım." dedi sinirle.
"Ben..." Konuşmasına devam edememişti çünkü patronu Bay Smart telefonu yüzüne kapatmıştı. İnsanların telefonu yüzüne kapatmasından çocukluğundan beri nefret ederdi. Gözleri sinirden dolmaya başlamış, çaresizlik içerisinde elini havaya kaldırarak taksi durdurma çabasına girişmişti. Sarı bir arabanın yavaşça onun bulunduğu kaldırıma yaklaşmasıyla arabanın önüne atladı.
Siyah benizli adam açık camından kafasını sarkıtarak, "Delirdin mi, kadın? Git başka bir arabanın üzerine at kendini." diye soludu.
Kaportaya dayalı ellerini yavaşça kaldırarak özür dolu bakışlar yolladı sürücüye ve hemen arkaya doğru ilerleyip kapıyı açtı. Adam burnunun deliklerinden ateş fışkırtırcasına, "Bayan, umarım geçerli bir nedeniniz vardır. Nereye gidiyoruz?" diye konuştu tek nefeste. Jennifer ise koltuğuna geçerek zihnindeki adresi adama bir çırpıda söyledi.
"Midtown Ceza Adliyesi'ne lütfen."
Adam kısa bir an başını hafifçe çevirerek Jennifer'ı süzdü. Cılız bir ses tonuyla, "Elbette bayan, derhal." diyebildi. Arabayı mahkeme salonuna doğru sürdü.
Erken saatlerde Manhattan'ın durgun yollarında ilerlerken aylardır çalıştığı dava üzerinde kafa patlatıyordu. Davalı tarafa bakmak zordu fakat işini taparcasına seviyordu. Müvekkilleri Paul Green'in cumartesi gecesi marketteki kasiyerin aldığı ilacı satmaması yüzünden mülke zarar vermişti. Üstelik adamı tehdit etmesi sonucu çıkan tartışmada adamın ve mülk sahibinin uğradığı zararların telafisini istemeleri de cabasıydı. Paranın verilmemesi takdirde Bay Green hapsi boylayacak ve Jennifer'da ilk davasını kaybetmiş olacaktı.
Bir yıl süren stajyerliği henüz birkaç ay önce bitmesine karşın Jennifer, Bay Smart tarafından halen göz hapsindeydi. Bay Smart'ın hukuk bürosuna stajyerlik yapması, orada çalışan bir avukat sayesinde olmuştu. Kariyerine henüz yeni başlamışken bu davayı kazanmaktan başka çaresi yoktu. Ani fren ile yaslandığı koltuktan ileri doğru fırlayınca Jennifer'ın ağzından küçük çapta bir feryat koptu.
Siyahi adam direksiyondaki ellerini ani bir çekişle aralarındaki mika bölmenin küçük bir kısmını açtı. "Üzgünüm bayan, aceleniz var diye tümseği görmedim. Bir şeyiniz var mı?" diyebildi. Tedirgin bakışlarını gören Jennifer, hemen kendini toparlayarak elindeki on papeli adama uzatmakla yetindi.
"Buyurun."
"Hayır, lütfen bugünkü kabalığımı maruz görün. Dilerim her şey istediğiniz gibi sonuçlanır."
"İyi dilekleriniz için teşekkür ederim ama lütfen parayı alın."
Adam tedirginliğini bir an bile düşürmeden çekinerek parayı aldı.
"Üstü kalsın, ayrıca biraz önce olanlardan dolayı üzgün olan benim." Adam teşekkür etmeye teşebbüs etse bile Jennifer, adliyenin kusursuz mermer kesimindeki basamakları çıkmaya başlamıştı.
Girişe ulaştığında görevlilere baro kartını ve davalı dilekçesini uzattı. Belgeleri inceleyen adam, "Geç kalmışsınız, avukat hanım. Hemen sol taraftaki sondan ikinci salona geçin." dedi.
Jennifer kartı ve evraklarını aldı ve topuklu ayakkabı giymiş olmasını umursamadan koşmaya başladı. Nefes nefese koridorun sonundaki iki yol ayrımında durdu. Şaşkınlık içerisinde kafasını iki yöne doğru çevirdi. Koşmaktan ter içinde kalmış vücuduna aldırmadan topuzundan kurtulmayı başarmış birkaç tel saçı arkaya atarak elini alnına koydu.
"Hangi kapı? Yol ayrımı olduğunu söylemedi bana. Şimdi hangi yöne gideceğim?"
Ani bir kararla sol tarafa doğru yöneldi. Koşar adımlarla sondan ikinci kapıda durdu, meşe ağacından yapılmış üç metrelik kapıyı hızla açıp içeri girdiğinde Yargıçların olduğu bölüme yürüdü.
"Özür dilerim, Sayın Yargıç. İnanın mazeretim fazlasıyla önem taşıyor. Ben Jennifer Walker. Müvekkilim adına buradayım ve..." Gevelediği sözcükler yarıda kaldı. Jennifer, ilk güne göre fazlasıyla hızlı bir giriş yapmıştı.
Dokuz yargıç, bir savcı, on iki jüri üyesi, davalı taraf ve davacı taraflar... Salondaki herkes Jennifer'a boş gözlerle bakıyordu. Jennifer'ın dudaklarından sadece, "Ah," sesi duyulmuştu, mahkeme salonundakiler hareketsiz bir halde ona bakmaya devam ediyordu.
Baş-yargıç elindeki tokmağı vurarak, "Siz Jennifer Walker, kayıp mı oldunuz? Benim mahkememi nasıl bozarsınız?" dedi ulurcasına.
Jennifer kafasını endişe ile salladı. "Hayır efendim, ben..." Konuşmasına devam etmesine müsaade etmeyen yargıç sözlerine yenilerini ekledi.
"Bu mahkemenin şu an hangi davaya baktığı konusunda bir fikriniz var mı? Varsa beyan edin ki biz de bilelim!"
Jennifer, bakışlarını önce etrafına, daha sonra da davacı ve davalı kısma çevirdi. Sanık kısmında oturan iki kişiden birinin yüzünün tanıdık olduğunu fark etti. İri yarı, koyu kahve saçları olan adama daha dikkatli bakmak için biraz daha yaklaştı. Esmer teni tehditkâr bir güzellikteydi ve ben buradayım der gibiydi. Ona ne kadar yaklaştığının farkına bile varamayan Jennifer, adamın cüretkâr gülümsemesiyle yutkunmak zorunda kaldı. Kısa bir anın ardından adamın kim olduğunu hatırladı.
"Michael Costa." dedi yalnızca onun duyabileceği bir tonda.
Michael memnun ve tehlikeli bakışlarını üzerinde gezdirirken aynı fısıltıyla karşılık verdi.
"Jennifer Walker."
Jennifer'ın aklından geçen manşetler hızla gözlerinin önüne geldi. İtalya'nın en güçlü mafya liderlerinden birisi olan Eduardo Costa'nın ölümünden sonra başa geçen oğlu Michael ile şu an aynı odadaki havayı teneffüs ettiğini aklı bir türlü alamıyordu. Derin ve içli bir yutkunma ile adama son bir kez baktı ve hemen Yargıca döndü.
"Üzgünüm, ben davama yetişmeye çalışıyordum ve sanırım yanlış odaya girdim," dedi cılız bir tonla. Tüm dikkati şu an yargıdayken aniden gelen Michael'ın sesi yerinden sıçramasına neden oldu.
"Hem de çok yanlış bir oda burası, tatlım."
Yargıç elindeki tokmağı bir kez daha kürsüye vurdu. "Çıkın dışarı yoksa sizi avukatlıktan menetmek için elimden geleni yaparım."
Kadın son kez Yargıca bakarak Michael'a döndü. O sırada biçimli dudaklarından çıkan, "Görüşürüz serçe,"sözcüğünü yakaladı. Jennifer hızla uzaklaştı. İlk günden Yargıçtan aldığı uyarı ve İtalya'nın en tehlikeli mafya babasıyla tanışmasının verdiği korkuyla kötü bir başlangıç yapmıştı. Yaşadığı adrenalin ile kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Salondan çıktığında baştan aşağı titriyordu. Kapıyı kapar kapamaz cilalı yüzeye bir süre sırtını dayadı. Kafasını toparlamak ve utancını bir nebze üzerinden atmak için derin derin soluyor, bütün bu olanların sadece rüyadan ibaret olması için Tanrı'ya dua ediyordu. Topuklarını sertçe zemine vurdu, bu yaptığı ile gördüğü iğrenç kâbustan uyanacağını umdu. Ama bu hiçbir işe yaramamıştı.
"İlk davanı henüz savunmadan başına daha ne belalar açabilirsin ki? Aferin sana." diye söylenip saçlarını gelişigüzel toparladı.
Titrek ellerle ceketindeki tek düğmeyi iliklerken yol ayrımına emin adımlarla geldi. Henüz diğer koridora adımını atmadan arkasından, "Walker!" diyen patronunun sesi tüm benliğini titretti. Gözleri şaşkınlıkla açılırken durdu ve hızla olduğu yerde döndü. Gri takım elbisesiyle Bay Smart büyük adımlarla yanına gelip kolundan tuttu. Mavi gözleri buz kütleleri haline gelmişti, burun delikleri nefes alıp verdikçe genişliyordu.
"Bir saat önce burada olman gerekiyordu ama görüyorum ki hiç acelen yokmuş gibi yürümeye devam ediyorsun."
Cevap vermeye yeltendiği an, adam işaret parmağını yüzüne doğru sallamaya başladı. "Sakın konuşmayı deneme! Benimle gel hemen, Yargıç gelmeden yerimize oturmak zorundayız. Bu olayı daha sonra konuşacağız, Bayan Walker."
Jennifer'ın kolu adamın parmakları arasında tıpkı bir mengene gibi sıkılırken büyük adımlarla geldiği yöne doğru ilerlemeye koyuldular. Bay Smart'a yetişmeye çabalayan adımları ısrarlı bir şekilde eşlik ediyordu. Biraz önce çıktığı salonun kapısından geçerken aklında Michael'ın gülümsemesi canlandı. Adamı düşünmek bile midesinde ağrıya yol açıyordu. Hemen yanındaki salonun kapısını açarak müvekkillerinin yanına doğru ilerlediler. Paul Green, buruşuk ellerini kucağına almış, titrer bir halde oturuyordu. Davalı taraftaki Hintli adam sinirle ayağını yere vuruyordu. Yanındaki avukata onları göstererek birtakım şeyler fısıldamıştı. Adam ise kafasını sallamakla yetiniyordu.
"Otur ve savunmanı bizimle paylaş."
Bay Smart'dan aldığı emirle kafasını salladı. Müvekkilinin yanına geçti. Onu rahatlatmak adına yüzüne gülümseme iliştirdi. Evrakları çantasından çıkararak hızla kâğıtları önlerine serdi. Kol saatine baktı. Henüz on beş dakikası olduğunu görmesi Jennifer'ı rahatlatmıştı.
"Pekâlâ Bay Green, aylardır sizinle görüşmelerimizde bana anlattığınız olayın üzerinden defalarca geçtik. Fakat size son bir sorum var." dedi boğazını temizleyerek. Terli alnını beyaz mendiliyle kurularken başını salladı. Jennifer adamın gözlerine bakarak kelimelerini bastırarak konuştu.
"Gözden kaçırdığınız, bana anlatmayı unuttuğunuz bir şey var mı? Bu herhangi bir şey olabilir."
Adamın sesinden yorgunluk okunuyordu. Bıkkın bir halde kendini ifade etti.
"Bakın bayan, ben kimseyi yaralayacak biri değilim. Hele ki başkasının mülküne zarar verebilecek biri hiç değilim. Yüce İsa aşkına, ben vicdanlı bir adamım. Tek diyebileceğim..." Alnını avucuna kısa bir an bastırdığı esnada parmağını havaya kaldırdı. Davalı taraftaki adamı göstererek devam etti.
"Bu adam benim gibi sabırlı bir insanı çileden çıkardı. Tek istediğim karıma ilaç yetiştirmekti."
Jennifer önce ayakta dikilen Bay Smart'a sonra Bay Green'e döndü.
"Ben sizin düşmanınız değilim. Ben sizi savunmak için buradayım. Karınız hasta olduğunu ispatlamak için gelmek zorunda ya da doktor heyetinden bir kâğıt gerekli. Raporu almak için hastaneye bile gitmemiş. Neden o raporu almak için karınızı hastaneye götürmediniz?"
Jennifer tekrar saatine baktığında sadece on dakikası kalmıştı. Yargıç Romeo her zaman dakikliği ile bilinen biriydi. Ve kanıt olmadan bu davayı kazanmak imkânsızdı. Adamın elleri yalvarır gibi açıldı. İri kahve rengi gözlerini Jennifer'a dikmişti.
"Karım agorafobiyi hastasıdır. O evden on beş yıldır hiç çıkmadı." dedi çaresizce.
Jennifer hızla ayağa kalkarak uzak bir köşeye ilerledi. Telefonda hızla birini tuşladı. Kısa bir zaman diliminden sonra Bay Smart ve Bay Green'in yanına döndü. Bay Green'in ellerini kendi avuçlarının arasına alarak her cümlede ellerini sıktı.
"Merak etme Paul, ben sana yardım edeceğim. Senden tek istediğim bana güvenmen."
Bay Smart huysuz bir tavırla bu sahneye daha fazla dayanamayacağını düşündü. Jennifer'ın kolundan tutup adamla olan tüm bağını kısa bir an kopardı.
"Bize bir dakika müsaade edin Bay Green. Hemen döneceğiz."
Bir köşeye çekilir çekilmez Jennifer hırsla soludu.
"Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, Bay Smart?"
"Ben mi ne yapıyorum, Walker? Ben ne yapıyorum, öyle mi?"
Yüzünü genç kadına yaklaştırdı. Artık Jennifer Bay Smart'ın öfke dolu buz mavisi gözlerini daha da net görebiliyordu.
"Birine boş vaatler vermeni önlemekten başka ne yapıyorum sence? Asıl sen ne yapıyorsun, bu adamı niçin kandırıyorsun?"
Jennifer sertçe kolunu elinden kurtarıp kafasını dikleştirdi.
"Bu davayı bana siz vermediniz mi? O halde bırakında kendi işimi yapayım."
Bay Smart'ın cevabını beklemeden müvekkilinin yanındaki yerini aldı. Bu adamın onu manipüle etmesine izin vermeyecek kadar kararlıydı. Saatine baktığı sırada Yargıç Romeo ön bölümdeki kapıda göründü. Jennifer birkaç hafta önce onun öz geçmişini okumuştu. Yıllarca pek çok iş insanının davasına bakıp doğru kararlar almıştı. Bu da kariyerinde yükselmesine neden olmuştu. Jennifer başarılı insanlara hayrandı. Özellikle kendi mesleğinden insanları gördükçe yaptığı işe daha çok saygı duyuyordu.
Mübaşir sesli bir anonsla Yargıç için herkesin ayağa kalkmasını söyledi. Salondaki uğultu kendini sessizliğe teslim etmişti. Oturmasının ardından herkes yerlerine yerleşti. Duruşmayı açan Yargıç, yeminlerin verilmesinin bitimiyle dinlenmesi için davacı tarafın sözlü savunmasını sırayla çağırdı. Savunma sırası Jennifer'a geldi. Kısa bir an Bay Green'e göz ucu ile bakmıştı.
"Sayın Yargıç, savcının konuşmasını dinledik. Haklı olduğu noktalar elbet var fakat haksız olan tarafları da göz arda edemeyiz. Müvekkilim vefalı bir eştir. Eşine duyduğu endişeden ötürü, ilaç bulabilmek için gecenin bir yarısı bahsi geçen o mekâna gidip, para karşılığında ilaç almaya çalışmıştır. İddia makamında oturmakta olan Bay Akbar Rampal'ın o gece gösterdiği tutum, şurada duran şeker hastası adamın karısına temin etme çabasını hiçe sayarak ilacı satmamıştır. Sizce de Anayasamızın insan hukuku içeren maddesine ters düşmüyor mu?"
Altı kişilik küçük jüri kendi aralarında fısıldamaya başladı. İddia makamındaki Savcı Tom Cortes bu durumdan hoşnut olmadığı gibi sesini çıkarmaktan geri durmadı.
"İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç. Duygu sömürüsü yapılmaktadır."
"İtiraz reddedildi. Devam edin Bayan Walker."
Jennifer, dudaklarına tebessüm bulaştırarak Yargıcın zayıf yerini görmüş oldu. Bu kadın için bir avantajdı.
"Sayın Yargıç, örnek verebileceğimiz birçok konu var. Bu bir eş olmaz, bir çocuk olabilir ya da bir anne de varsayılabilir. Bay Green ülkemize vergisini ödeyen ve otuz yıl boyunca bu vatanın haklarını savunarak hizmet etmiştir. Sicilinde de görüldüğü gibi hiçbir suça karışmamakla birlikte, kendi halinde geçimini sağlayan bir insandır. Karısı emekli bir terzi ve en önemlisi yirmi yıl önce çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş bir annedir,"
Jennifer tonunu biraz daha yüksek tutarak jüriye döndü. Her birinin gözlerinin için sırayla bakarak devam etti.
"Şimdi size soruyorum değerli jüri üyeleri. Sizin eşiniz ya da çocuğunuz agorafobi hastası olsaydı, ne yapardınız?"
Tüm salonda uğultulu sesler yükseldi. Yargıç en küçük bir duygu belirtisi göstermiyordu. Tokmak kürsüye iki kez indikten sonra sükûnet tekrar sağlandı.
"Deliliniz var mı?"
"Elbette var Sayın Yargıç."
"Delil getirilsin!"
Küçük salonda nefesler tutulmuştu. İçeri giren mübaşir Jennifer'ın beklediği isimi nihayet çağırıldı.
"Bay Sam Tucker."
Sam, emin adımlarla kürsüye ilerleyerek Yargıca bir zarf uzattı. Zarftaki doktor raporunu incelemesini bekledi.
"Sayın Yargıç, izniniz olursa görüntülü bir görüşme gerçekleştirmek istiyoruz." dedi Sam tereddüt gütmeden.
"Gösterilsin."
Sam birkaç dakika içinde Skype üstünden aramayı gerçekleştirdi. Küçük hoparlör bağlanan ses kadının hışırtısı ile can buldu. Jennifer, bilgisayarın yanına geçerek kadına önceden kafasında hazırladığı soruları tekrar gözden geçirdi.
"Merhaba Bayan Green, sesli görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sol elinizi kaldırıp, sağ elinizi kalbinizin üzerine koyarak sadece doğruyu anlatacağınıza yemin eder misiniz?"
Kadın söyleneni harfi harfine yaptıktan sonra yeminini verdi. Jennifer rutin soruları hızla sormaya koyuldu.
"Adınız nedir?"
"Grace Green."
"Bize agorafobi hastalığını tanımlar mısınız?"
"Bir tür kaygı bozukluğudur. Benim gibi bu tür hastalar genellikle kalabalık ortamlardan uzak durur. Çoğunlukla evde, kendini güvende hissettiğin yerlerde kalmayı tercih ederiz."
"Yani bunu halk dilinde evden dışarı adım atamamak olarak adlandırabilir miyiz?"
Kadın ihtiyatla başını salladı. "Peki başka türde bir hastalığınız var mı?" Jennifer sakince gelmek istediği noktaya yaklaştığını hissediyordu.
"Astım hastalığım var"
"Anlıyorum Bayan Green. Hastalığınız ne zaman başladı?"
Derin bir soluk alıp jüriye oradan da Yargıca baktı.
"Oğlumu kaybettikten altı ay sonra bir psikiyatra gittim. Bana bu gibi durumlarda tetikleyici hastalıklar baş gösterdiğini söyledi."
"Halen aynı doktordan mı tedavi görüyorsunuz?"
Kadın endişeyle saçlarını geriye attı. Jennifer onu çok zorladığını biliyordu. Fakat bunu yapmak zorundaydı. En azından jürinin ilgisini bu yöne çekmek adına geçmiş soruları deşelemek zorundaydı.
"Evet."
"Sizi yorduğumun farkındayım. Ama en mühim soruyu sormam gerekiyor. Sayın Yargıcın önünde bizlere lütfen o gece olanları anlatabilir misiniz?"
Nemli bakışlarını beyaz bir mendille silen kadın Yargıca döndü.
"Elbette, o gece akşam on bir civarında uyumak için odama çekildim. Paul televizyonda eski bir basket maçı izliyordu. O maçları hiç kaçırmaz, boşta kalan zamanlarda eski maçların tekrarlarını izler."
Jennifer acı bir gülümsemeyi kadının yüzünde keşfetti. Fakat Grace anı yaşıyormuş gibi elini göğsüne bastırarak konuşmaya devam etti.
"Ben yatağıma uzanıp, on beş yıl önce kaybettiğim oğlumun resmini ellerimin arasında tutuyordum. Böyle durumlarda genellikle nefes darlığı çekerim."
"Nasıl durumlar bunlar?" diye üsteledi Jennifer.
"Üzüntü, heyecan veya kızgın olduğum zamanlarda."
"Lütfen devam edin"
"Nefesimin daraldığını hissettim. Yanımdaki komodin üzerinde nefes açıcı spreyi ağzıma sıkmayı denedim. Ama ilaç gelmedi. Paniklediğim için daha da kötüleştim. O esnada komodinin üzerindeki su bardağını kırmışım. Paul duymuş olmalı, koşarak yanıma geldi. Beni yerimden kaldırarak açık pencereye götürdü. Yeterli gelmeyince Paul "Ben hemen geliyorum. Yeni bir sprey alacağım." dedi evden çıkarken."
Uzun zaman önce tutmuş olduğu göz yaşları yanaklarından süzülüyordu. Jennifer, kadına bunu yaşattığı için içinden kendine lanet okudu. Fakat bunu yapmak zorunda olduğunu pekâlâ biliyordu.
"Sizin hatanız yok Bayan Green. Lütfen ağlamayın, yardımlarınız için çok teşekkür ederim."
"Bayan Walker, lütfen kocamı bana geri getirmelerini sağlayın."
Umutsuz sesi kendine tutunacak bir dal arıyordu. Jennifer'ın gözleri sulanmaya başlamıştı. Fakat bunun ne yeri ne de zamanı olduğunu çok iyi biliyordu.
"Adalete güvenin Bayan Green!" Tıpkı benim gibi inancınızı kaybetmeyin diye eklemek istedi. Fakat bunu sadece içinden söylemeyi uygun gördü.
Bağlantı kesildikten sonra Jennifer önce jüriye sonra da Yargıca baktı.
"Bütün söyleyeceklerim bu kadar Sayın Yargıç." dedi kendinden emin bir tonlamayla.
Şimdi tüm bakışlar Yargıcın üzerinde birikmişti. Kadının raporuna baktı ve tokmağı vurarak karar için on dakikalık ara verdi. Yargıç salondan ayrıldığında Bay Smart şaşkın bakışlarını Jennifer'a dikmişti.
"Bayan Walker böyle hünerleriniz olduğundan habersizdim."
Jennifer'ın bakışlarını Bay Green'den bir an olsun ayırmıyordu.
"Son dakika aklıma gelen bir fikirdi Bay Smart. Umarım sonuç alırız."
Salonun uğultusuyla geçen on dakikanın ardından Yargıç yerini aldı. Altı kişilik jürinin karar kağıdını açıp yüksek sesle okumaya başladı.
"Jürinin oy birliği ile aldığı karar doğrultusunda, Bay Paul Green'e açılmış olan davanın düşmesine ve davalı tarafın Bayan Grace Green'in iyileşene kadar ki ilaç masraflarını karşılanmasına uygun görülmüştür. Dava sona bitmiştir."
Aniden Bay Green ayağa kalkarak kollarını genç kadına sardı. Jennifer bu durumdan memnundu.
"Çok çok teşekkür ederim kızım. Sen tuttuğunu koparan, adalet için biçilmiş kaftansın!" Kamburu çıkmış yaşlı adamın sırtını sıvazlayarak adamın özgürlüğünü kutladı.
"Tebrik ederim Bay Green. Her şey geçti artık. Birkaç saat sonra evinizde olacaksınız."
Mahkeme salonundan çıkarılan Paul Green'in gözleri minnetle parıldıyordu. Jennifer evrak çantasına dosyalarını koyarken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"Beni şaşırttın, Walker. Sıkı bir avukat çıkacağın kimin aklına gelebilirdi ki?" dedi Mark Smart iğneleyici bir ifadeyle.
Gözlerini kısarak patronuna baktı. Bugün tüm o stresin verdiği cesaretle sonunu düşünmeden karşısındaki adamın aşağılayıcı sorusuna cevabı yapıştırdı.
"Sizin aklınıza gelmeyeceği kesindi."
"Pekâlâ, bugün iyi iş çıkardın. Terin soğumadan sana başka bir dava vereceğim. Ofise uğramana gerek yok, izinlisin."
Jennifer kafasını sallayarak odadan çıktı. Hemen bitişiğindeki odanın yarı aralık olması aklına sabah yaşadığı saçmalığı hatırlamasına neden olmuştu.
"Olan oldu, şapşal." dedi kendi kendine.
Adımları sıklaştığında ceketindeki telefon titremeye başladı. Telefonu çıkarmaya çalışıyordu. Aniden et duvarına çarpması ise Jennifer'ı geriye sendeletti. Bakışlarını yukarı kaldırdığı esnada siyah takımlı bir adam karşısında dikiliyordu. İnce dudaklarının arasından gür bir sesle elindekini uzattı.
"Bu sizin."
"Bu da ne?" dedi şüpheyle.
"Size vermem söylenildi. Başka bir bilgim yok."
Adam eline tutuşturduğu zarfı teslim ettikten sonra aksi yönde hızla uzaklaştı. Jennifer "Hey, bekle! Bunu kim yolladı?" dese de cevap bulamadı. Zarfı elinde evirip çevirip hemen açtı. Kısacık bir not yazılmıştı.
Beni çok az kadın şaşırtır. Bunu başarmanın keyfini yaşa, küçük serçe!
M.C.
Ellerinin titremesine mâni olamayan Jennifer, notu yaklaşık üç kez okudu. Kim olduğu oldukça açıktı. Ne istiyor olduğu hakkında en küçük bir fikri yoktu. Ama kariyerinin mahvolmasına izin vermeyecekti. Onca yıl bunun için okumamıştı. Mafya en son isteyeceği şeydi. Belki çok klişeydi. Ama hayatı boyunca kimsenin onu korkutmasına izin vermemişti. Şimdi de bunun olmasına müsaade etmeyecekti. Düşüncelerinden sıyrılmasını sağlayan tanıdık bir ses duydu.
"Hala gitmedin mi?" dedi merakla Bay Smart.
Elindeki kâğıdı uzun ceketinin cebine tıkıştırdı. Bundan şimdilik kimsenin haberinin olmasını istemiyordu. Özellikle de Bay Smart'ın ona karşı olan önyargısını hesaba katacak olursa bunun ortaya çıkması iş hayatına elveda demek gibi bir şeydi.
"Gidiyorum. Yarın görüşürüz."
Çıkışa doğru ilerlerlerken aklında çok fazla soru vardı. Michael Costa ne istiyordu? Onu sadece basında çıkan birkaç haber yüzünden tanıyordu. İçinde bir dürtü çok yakında daha yakından tanıyacağı konusunda onu uyardı. Saçma düşünceyi kafasından savarak evine gider gitmez hemen internetten onun nelerle ilgili yargılandığını araştıracaktı. Tek bir sebeple mahkeme huzuruna çıkmadığından emindi. Bu tip adamların hiçbir zaman bir nedenden yargı önüne çıkmadığını herkes kadar tahmin ediyordu. Kararını vermişti. Jennifer'a küçük serçe diye hitap şekli zaten hiç hoşuna gitmiyordu. Fakat yine de araştırma yapmak kimseyi öldürmezdi. |
0% |