2004 Kasım'ın 12'si
Odanın buğulu camından dışarısı görünmüyordu. Ahmet, camın üzerindeki buğuyu sildi. Sanki bir görüntü gibi sesler bulanıktı, karısı Elizabeth'in çığlığını bile duymuyordu. Doktor, Ahmet'e baktı "Beyefendi, karınız size sesleniyor." Ahmet bacakları iki yana açık, üstü bir örtü ile örtülü karısına baktı. Karısı Elizabeth'in suratı kıpkırmızıydı ve teri giydiği hasta önlüğünü ıslatıyordu, elini Ahmet'e uzattı. Ahmet refleks olarak elini verdi. Bütün sakinliği Elizabeth'in elini olabildiğince sıkması ve ıkınması ile yok oldu, panikle bulunduğu odaya bakınmaya başladı: beyaz ve mavi fayanslı duvarlar, su akıttığı belli olan borular yüzünden sararmış tavan; kahverengi, desenli, camlı bir kapı. Klasik hastane odası. Doğum yatağı, birkaç makine; bone, önlük giymiş doktor, bir hemşire ve doğum yatağındaki Elizabeth.
Elizabeth aslında çok zarif, kibar ve sevecen birisiydi ama şuan doğum yaptığından bu özelliklerinden eser kalmamıştı.
Hemşire, gür bir sesle "Ikın! Yoksa o bebeği içeri geri iter ve boğazından çıkarırım!" dedi. Hemşirenin şakasına Elizabeth gülmedi ama endişeli Ahmet'i ve işini yapmaya çalışan doktoru biraz gülümsetmişti. Ahmet etrafa bakınmaya devam etti, karısının elini sıkmasını ve çığlıklarını yok sayıyordu çünkü daha fazla strese girmek istemiyordu. Odada fazlaca ses vardı.
Bütün ses bir bebeğin ağlaması ile kesildi. Doktor, Elizabeth ve Ahmet'e bakarak "Oğlunuz oldu, tebrikler!" dedi. İkisinin de gözleri dolmuştu, mutluluktandı bu göz yaşları. "Oğlumuzun isminde hala bir ortak noktaya varamadık?" diye sordu Ahmet. Elizabeth yattığı yataktan camın buğusu silinmiş yerine baktı. Gökyüzü kapkaranlıktı ve yıldızlar çok güzel görünüyordu. Kafasını soruyu soran kişiye çevirip cevap verdi, "Uzay." sıcak bir gülümseme ile karşıladı Ahmet bu cevabı.
Uzay dünyaya böyle geldi.
...
2023 Ekim'in 22'si
"KatıIsak da katıImasak da, uzayın keşfi devam edecek ve bu, tüm zamanların en büyük maceralarından birisi " Uzay ne kadar gariptir ki, tam olarak ne olduğunu bile bilmiyoruz. Çocukluğumdan beri ilgi duyduğum şeylerden birisidir. Tabii ismim de Uzay olunca bi' fazladan merakla başlıyor insan hayata.
Babamın aşağı kattan seslenmesi ile tüm uykum açıldı -evet uykuluyken bile kafa ütülüyorum- ve dinlediğim podcastı kapattım
-Uzay! Hadi gel, kahvaltı hazır.
-Geliyorum!
Alçak tavanlı odamda asılı SüngerBob lambama kafamı çarptım. Onu oradan indirsem iyi olacak, kafamda parçalanması istediğim son şey. Tabii istediğim son şey, aileme bir şey olması. Huh...ailem, ne anne ne de kardeşim vardı, ne ailesinden bahsediyordum ki. O gün kardeşimle biraz daha zaman geçirseydim, o şuan benimle olacaktı. Off, diye iç çektim istemeden. Dalgınlığım sırasında fark etmeden aşağıya inmişim. Bu aralar vücudum bana sormadan hareket etmeyi, bir alışkanlık haline getirmiş anlaşılan. Bir gün, bu dalgınlığım bana araba çarpması ile son bulacaktı, buna emindim. Babam kahverengi saçlı, uzun boylu ve kahverengi gözlüydü, tipik bir babaydı yani. "Oğlum, nerede kaldın? kaç saattir sana sesleniyorum, bak tostun soğudu." Derken eliyle masanın üzerindeki tabakta duran tosta işaret etti.
Akşamdan kalma olmamın, her halimden belli olduğunu biliyordum ve bu da babamın garip bakışlarını açıklardı. "Yine mi?" diye sordu. Salağa yatıp "Ne yine mi?" diye cevap verdim. "Kaç kez söylemem lazım çok içme diye?" Yine iç çektim, o Menekşe var ya beni illa bir yere götürecek, bir içirecek. Hayır lafından anlamıyor ki. "Evet baba yine, ve bilmiyorum kaç kez söylemen lazım." bu sözler ağzımdan çok çocukça çıkmıştı. Birden ayağa kalkıp ellerimi sertçe masaya vurdum "Off" diye iç çekip odama geri döndüm. Odama girer girmez kapımı kapatıp kendimi yatağımın üzerine bıraktım. Az önce podcasti dinlediğim kulaklıklarımı taktım ve gözlerimi kapadım yavaşça. Tam o sırada elimdeki telefonumun titrediğini hissettim. Telefonu başımın üstüne doğru tuttum pozisyonumu bozmadan. Gelen bildirime tıkladım: *Menekşe(erkekolan)'dan bir yeni mesaj.* yazıyordu. Mesaja baktım ve şaşırtıcı olmayacaktı ki yine bara davet ediyordu beni. Reddetmeyi tüm kalbimle istesem de evde bomboş oturmaktan iyidir, o yüzden *Tamam bizim evin önüne gel.* diye bir mesaj yolladım. Mesajı yolladığım gibi başka birisinden bir mesaj daha geldi. Hemen bildirime tıklayıp kimden olduğuna baktım: Mesajın sahibi Zeynep'ti. Zeynep'le liseden beri tanışıyoruz. Kendisi çok iyi bir kızdır... belki de fazla iyi. Bu yüzden ona karşı- Neyse. Mesajına baktım: *Zeynep♥: Günaydınn ♥ :3* mesajı gördüğüm gibi gülümsemeye başladım, daha az önceki gerginliğimden eser kalmamıştı. Mesajına kalp bırakıp Menekşe ile buluşmamız için hazırlanmaya başladım.
Üstüme açık mavi bir gömlek giydim. Altıma ise bej renkte bir pantolon. Saçlarımı aynada kontrol edip parfümümü sıktım. Telefonumu ve cüzdanımı yanıma alıp alt kata indim. Babam mutfağı toparlamıştı bile. Giriş kapısının önünde sessizce ayakkabılarımı giymeye çalışırken arkamdan gelen sesle korkup yere düştüm "NEREYE GİDİYOSUN?" "...Korkuttun beni." "Soruma cevap ver. Nereye?" babamın bana yönelttiği soruyu cevapladım. "Dışarıya?" "Ay, harbi mi ben Gömlek, ayakkabı falan giyip sıçmaya gideceksin sanmıştım." Babamın yaptığı yoruma gülmemek elde değildi. Ben ciddi olmasam da o gitgide kızmaya başlıyordu "Menekşe ile buluşacağım." İç çekip bunları söyledim "Yine mi içmeye gidiyorsun. Hem de bu saatte?" "Öf... baba yeter, çıkıyorum ben görüşürüz!" hızlıca dışarı çıkıp arkamda kapıyı kapattım. Evin giriş basamaklarına oturup elimdeki ayakkabılarımı giydim. Menekşe gelmişti bile. O Benimle yaşıttı, sarı saçları, yeşil gözleri ve hep takmasına gerek olmadığı halde hep taktığı ince çerçeveli gözlüğü vardı, anlayacağınız Menekşe fazlasıyla yakışıklıydı. Neredeyse benim zıttım: kahverengi saçlarım, saçlarımla aynı renk gözlerim vardı, vücudum iyi haldeydi ama Menekşe'nin yanında kim olsa kendi özelliklerini beğenmezdi. Oldukça kaslıydı, ben de öyleydim ama dediğim gibi Menekşe yanındakinin çirkin gözükmesine neden oluyordu. Saçma düşüncelerimi aklımdan savurdum ve hızla yanına gittim. Bahçe çitlerimize yaslanmış, tüm odağını telefonuna vermişti. "Kimle konuşuyorsun?" diye sordum merakla. Bana bakmadı bile. Telefonunu elinden çekip ekrana baktım. Beyza diye biriyle flört ettiği mesajları gördüm. "Oğlum sen daha dün Melis diye bir kızla birlikte değil miydin?" diye sordum. Telefonunu alınca dikkatini de çekebilmiştim. "Evet?" "EVAT?" diye karşılık verip taklidi yaptım. "O zaman Beyza kim Menekşe bey?" "Uzay! sus da taksiyi çağır." diyerek telefonunu geri aldı. Bıkkınlıkla suratına baktım. Harbiden 1 saat bile uzaklıkta olmayan bir mekana taksiyle mi gidecektik? "Yürüyelim, taksiye gerek yok. Sen de şu telefonu bırak artık." diyerek telefonun kapatma tuşuna bastım. Birden beni kovalamaya başladı. "Yakalayamayacağınızı biliyorsunuz değil mi Menekşe bey?" diye dalga geçtim bir süre sonra şakalaşmayı bırakıp yola düştük.
...
"Yürü yürü, daha gelmedik mi?" Menekşe gülümsedi, "Taksiyle gitmek istemeyen sendin." Derin bir iç çektim "Ama ben her zaman gittiğimiz bara gideceğimizi sanmıştım."
...
10 Dakika daha yürüdükten sonra bir barın önünde durduk , "Western Pub" kocaman ahşap ve retro yazıyı okudum. İçeriye vahşi batı filmlerinde de olduğu gibi kısa, ahşap bar kapısından giriş yaptık. İçerisi loş sarı ışıklarla donatılmıştı. Duvarlar ahşap panelle kaplıydı, yer de aynı şekilde. Ahşap işlemeli tezgaha doğru yürüdük, Menekşe buraya sık geliyor olmalı ki onu gören herkes başıyla selam veriyordu. Bana eliyle boş bir masayı işaret etti "Sen otur." Kendimi ait hissetmediğim yerde, yine ahşaptan olan masalardan birine oturdum. İçerisi puro-sigara kokuyordu ve duman görüş alanımı biraz kapatıyordu.
Bara girmeden önce sokakta gördüğüm kız bana kardeşimi hatırlatmıştı. Zaten bu aralar kardeşim aklımdan çıkmıyordu. Annem de aynı şekilde ve beni en üzen şeylerden birisi de artık onların seslerini yavaş yavaş unutmaya başlıyor olmamdı. Onlara araba çarpması benim suçum olamazdı... değil mi? Yani annem öldüğünde ben daha 7 yaşımdaydım, ne yapmış olabilirim ki? Ama kardeşim için aynısını söyleyemem. Kardeşim 15 yaşındaydı vefat ettiğinde, benden bir yaş küçüktü, o gün okuldan geldiğinde yanıma oturup gününü anlatmaya başlamıştı ama ben çok ergence davranıp onu başımdan savurmuştum, kalbi kırılmıştı, bu yüzünden okunabiliyordu, Bunu hep yaptığımı söyleyip dışarı çıkmıştı. O günün onu son gördüğüm gün olduğunu bilmiyordum tabii. Hepsi benim suçumdu, o gün onunla biraz daha zaman geçirseydim- "Bira aldım, içersin değil mi?" diye sordu Menekşe. Onu gördüğümde aklımdaki tüm kötü düşünceler uzaklaştı, daha iyi hissediyordum. Sesi keyifli geliyordu, biramı almak için elimi uzatmışken o benim bileğimi tutup beni barın arkasına doğru çekiştirmeye başladı. Bar fazla geniş bir yer değildi, bir dolabın önünde durdu ardından dolabı açtı, içerisi karanlık ama beklediğimden geniş ve boştu. Dolabın içine girdik, neden bizi dolaba soktuğunu soramadan dolabın kapaklarını kapattı, iki kapağın arasından uzun bir şerit şeklinde ışık giriyordu ama birbirimizi bile zor görüyorduk içeride. Biramı alıp dışarı çıkmak için elindeki biraya doğru uzandığım sırada tekrar elimden yakalayıp beni kendine doğru çekti, vücutlarımız birbirine doğru bastırırken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışarak başımı kaldırıp ona doğru baktım.