Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Yerle Bir Olmuş Kalpleri Islatan Yağmurlar

@pretlidzeklis

 

 

Yerle Bir Olmuş Kalpleri Islatan Yağmurlar

 

 

 

Aaryan Shah, I'm Not Allowed to Die Anymore

Catch Your Breath, Dial Note

 

 

 

"Başıma gelen en iyi şey, acı çekmeye alışmaya başlamam."

 

-Franz Kafka

 

 

 

Bu gece,

kanamaya başlayan

yalnızca

benim yarammış.

Kışın ortasında

bir gül

dikensiz kalmış.

Sancılarla geçmişi,

gözyaşlarıyla geleceği

arındırmak lazımmış.

 

Küçükken oynadığı oyunlarda yaşadığı hayata özlerdi insan. Hayata karşı henüz kaybetmediği umutlarının üstüne kurardı oyunlarını, her defasında aynı heyecanla oynardı oyunu. Umutlarını, düşlerini ve geleceklerini işin içine katardı.

Ve sonra... Büyürdü insan. Göz açıp kapayıncaya kadar olurdu bu, bisiklet binmeyi yeni öğrendiğini düşünürken üzerinden iki yıl geçtiğini fark ettiğinde değil; umutla baktığın yarınları hatırladığında anlardı büyüdüğünü.

Küçükken oynadığı oyunlarda yaşadığı hayata özenirdi insan.

Artık içinden çıkmak için ruhunu ortaya koyduğu oyunlarla dolu olurdu çevresi, umudunu kaybederdi her seferinde ama oyundan da çıkamazdın. Hayat izin vermezdi yeterince acı çekmeden gitmene. Kalbine defalarca kez saplardı o bıçağı, üstelik bıçağı güvendiklerin uzatırdı ona. Aldığı bıcak darbeleri mi daha umutsuz yapardı onu yoksa bıçağı uzatanlar mı, bilinmez.

Alışırdı insan.

Acı çekerdi ama buna bağışıklık geliştirirdi. Gördüklerine hatta belki de göreceklerine karşı istemsizce alışırdı, tepki vermezdi, veremezdi. Bu yüzden yaşanan her şeye karşı susar, sustuklarını kusacağı günü iple çekerdi. Tek umudu bu olurdu zamanla: sustuklarını bir bir dışa vurmak. Bağırmak, boğazını yırtarcasına çığlık atmak ama hepsi için tepki vermek.

 

Gözlerimi açtığımda hala aynı odada olduğumu soluk tavanından anlamıştım. Ne kadar zamandır uyuduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Uzun süren uykusuzluğumun üstüne uyumak gerçekten iyi gelmişti. Sahi, en son ne zaman uyumuştum?

Avuçlarımı yatağa bastırarak üst bedenimi kaldırdım ve bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtıp ayaklarımı ısınmaya başlamış zemine bastırdım. Sağ elimle yüzüme gelen saçlarımı geriye atıp gözlerimi ovuşturdum. Yatağın dağılmış örtüsü üzerinde duran telefonu aldım ve ayağa kalktım. Kapıyı açmadan odaya son kez göz gezdirdim. İçerisi gerçekten ısınmaya başlamıştı, bu ne kadar benim hoşuma gitmesede evde başkalarının olduğu ve onların üşüyebileceği gerçeğini değiştirmiyordu. Odadan çıktıktan sonra doğruca merdivenlere yöneldim, ben uyurken ne yapmışlardı? Bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım. Hava kararmıştı, bu da çok fazla uyumuş olduğumu kanıtlıyordu ama kendime kızacağımı bildiğimden saate bakmıyordum.

"Hey." dedim herkesin olduğu salona girerken. Geldiğimi fark etmemişlerdi hatta sesimi duymamışlardı bile. Bir süre onları kapıdan izledim. Kutu oyunu oynuyor, gülüyorlardı.

Gülmek.

Bana ne kadar da yabancı bir kelime.

"Luke nerede?" dedim az öncekine göre daha baskın bir sesle. Hepsinin gözleri bana dönerken Eymen ayağa kalktı ve yanıma geldi.

"Kaçmaması için depoya kitledim." Sakin bir sesle sözüne devam etti. "Onunla ne yapmayı planlıyorsun?"

Ne mi yapmayı planlıyordum? Önceliğim sorularıma cevap almaktı sonrasında ona ne olacağı pek umurumda değildi. "Diğerlerini al ve depoya gel." dedim oluşan kısa sessizliğin ardından.

 

Göz teması kurmadan deponun olduğu yere ilerlemeye başladım. Ondan öğrendiklerimin beni Berfu'ya bir adım daha yaklaştırmasını umuyordum çünkü peşime takılabilecek başka bir sebebi yoktu. Ayrıca bana doğru söylemek zorundaydı, onu ölümden kurtarmıştım. Üstelik sorumlu tutulacağım kişileri de bu işe bulaştırmıştım. Evin geri kalanının aksine soğuk olan deponun demir kapısını açtım. İçeriden gelen soğuk hava dalgası bedenime nüfus ederken içeriye bir adım atıp ışığı açtım. Eskimiş tekli koltuğun üzerinde uyuyakalmış olan bedeni odağıma aldım. ''Luke,'' dediğim anda,

''Uyandırma işini bana bırak.'' diyerek yerde kirli suyla dolu kovayı eline alan Batu'nun önüne geçtim. Benden yeterince korkuyordu, bunu biliyordum. Daha fazla eziyet edip onu yalan söylemeye teşvik etmek istemiyordum. Aksine, şu an bana güvenmesini sağlamak daha avantajlı bir durum oluşturacaktı benim için. Bu tarz işkenceler yerine akıllıca oyunlar oynamayı tercih ederdim, her zaman için.

 

Koltuğun yanına geçtim ve biraz eğildim. ''Hey, Luke.'' dedim sakin bir sesle. Elimi omzuna koydum. ''Uyanma vakti.'' Dokunduğum anda gözlerini korkuyla açtı sonra bana, daha sonra da arkamda, tam olarak kapının önünde duran kalabalığa baktı. ''Sakin ol, sadece konuşacağız.'' dedim. Arkamı döndüm ve Helin'e baktım doğruca. ''İki kahve yapar mısın bize?''

''Kahve mi?'' diye araya girdi Erkin. ''Bu adam seni öldürmek için görevlendirilmedi mi? Sen adama kahve mi ikram edeceksin?'' dedi şaşkınlığını belirten bir ses tonuyla.

 

''Erkin haklı, Asena.'' diyen Batu'yla beraber gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bana yardım mı ediyorlardı yoksa işime engel mi oluyorlardı? Kararlarımı sorgulamak için mi buradaydılar? Luke'un omzundan çektiğim elimi yumruk yaptım. Tırnaklarım avuçlarıma batarken tekrar arkamı döndüm.

''Kararlarıma ne zamandan beri karşı geliyorsunuz?'' Oluşan kısa sessizlikten sonra tekrar Luke'a döndüm. ''Kalkmayı düşünüyor musun?''

Ayağa kalkmasını beklemeden arkamı dönüp deponun çıkışına ilerledim. Mutfağa geldiğimde büyük beyaz masaya oturup cebimdeki telefonu masanın üzerine bıraktım. Benim ardımdan içeriye giren kalabalık masanın farklı yerlerine dağılırken Helin kahve yapmak için mutfak tezgahına yöneldi. Luke tam karşımdaki sandalyeye oturmuş, tüm dikkatiyle bana bakıyordu. Her zaman devam eden sessizliği bozdum. ''Bildiğin ve duyduğun her şeyi anlat.''

 

''Bildiğim pek bir şey yok.'' dedi ve gözlerini kaçırdı. Mavi gözlerinde hala kararsızlık vardı. Bu kararsızlığın sebebi az önce yaşananlar mıydı yoksa işin ucundaki kişiler miydi tam anlayamasam da halledemeyeceğim bir şey olmadığını biliyordum.

''Seni bu durumdan kurtarabilecek tek kişi benim.''

''Biliyorum ama,''

''Bilmiyorsun.'' diyerek sözünü kestim. ''Şu an nasıl hayattaysan, anlatacağın şeylerden sonra da hayatta kalacağını temin ederim. Tabii, seçim senin fakat buradan elini kolunu sallayarak çıkacak olsan bile seni ilk fırsatta öldürecek olan adamların sırlarını saklamayı tercih etmen ne kadar akıllıca olur bilemiyorum.'' Sesli bir nefes verdim. ''Buradan elini kolunu sallayarak çıkmana ben izin versem de çıkabileceğin konusunda söz veremem.''

''Bir kız arkadaşım var.'' dedi ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi, az önce neyi kast ettiğimi anlamış olmalıydı. ''Onlardan, senin peşine takılmamı isteyen adamlardan saklayabilir misin?'' Gözleri herkesin üzerinde teker teker gezdi, elini kolunu sallayarak neden çıkamayacağı konusunda itiraz bile etmiyordu. Tek şansı benimle anlaşma yapmaktı. ''Hiçbir şeyden haberi yok ama benim yüzümden ona zarar verebilirler.''

Tabii ki masum birisiyle tehtit ediliyordu, değer verdiği biriyle. ''Eymen,'' dedim gözlerim hala Luke'un üzerindeyken. ''Luke'un ismini söyleyeceği kızı alıp buraya gel.''

"Ama Asena," diye itiraz edecekken onu durdurdum.

"Aması yok.'' Her ne kadar benim anlaşma yapmaya ihtiyacım olmasa da onun güvenini kazanmam gerekiyordu. Eymen'e döndüm. ''Luke burada olduğu için kızın evinin çevresinde tetikte olan birileri olmalı, önce babamın yanına uğrayıp arabayı değiştir.''

Erkin ve Helin'le kısa göz teması kurdum. ''Siz de Eymen'le gidiyorsunuz.''

''Gitmekte sorun yok ama fark edilmemeyi nasıl başaracağız?'' diye sordu Erkin.

''Hadi ama Erkin,'' dedi Eymen keyifle elini Erkin'in omzuna atarken. ''Ekrandan izlemekten daha eğlenceli olacak.''

''Adamlar tetikte beklerken eğlence kelimesinin çok anlamlı olmasını bekleme.''

''Bence tam da bu yüzden seni kargocu yapmama ses çıkarmayacaktır Asena.'' dediğinde Erkin bana döndü.

''Ciddi değil di mi? Kargocu numarası mı yapacağım?''

''Ben yalnızca emir verdim, görevi planlama işi Eymen'de.''

Eymen elini Erkin'in omzundan çekti ve ayağa kalktı. ''Tek parça halinde döneceksin, daha fazla oyalanmayalım.''

 

 

•••

 

Geçmiş de senin, geçmişinin geçtiği sokakların getirdiği geleceğinde. Gözünü kapattığında oluşan karanlığın içine yürümeyi seçmek ve geçmişine direnmenin değiştiremeyeceği bir geleceğe sahip olduğunu anladığında gözlerini kapatmak zor geliyordu insana. Büyüdükçe, her şeyin gerçek yüzünü gördükçe anlamaya başlıyordun dünyayı değiştiremeyeceğini, bu giderek katlanıyor ve attığın ilk adımdan sonra hiçbir şeyi değiştirememiş olduğunu anladığında sorgulamak zorunda kalıyordun kendini. Sorgulama devam ettiğinde ise sadece kendinden nefret ediyordun.

Elimde tuttuğum kahve bardağını balkon demirinin üstüne bıraktım. Şehrin ışıklarından uzaklaştıkça belirginleşen yıldızlara diktim gözlerimi. Benim gibi birinin bile anlam veremediği şeyler oluyordu. Tüm bunları kötülüğün yıllardır hüküm sürdüğü dünyaya borçluyduk. Başına bir kez kötü bir şey geldiğinde çığ gibi büyürdü. Peki, bütün bu acının içinde iyi bir şey gelirse başıma, o da çığ gibi büyüyecek miydi?

İşte tam o an, bir yıldızın kaydığını gördüm.

Tanrım, yalvarırım, Berfu için iyi bir şey olsun.

Kendi hayatımda arka planda yaşamak sorun değildi, küçük bir kızın ruhunu ailesine teslim etmek önemliydi. Bir de... Bana. Ruhu bana da ziyarete gelir miydi? Ölmeden saatler önce tanıştığı kızı hatırlar mıydı? Hayatını onun katilini bulmak için adamış kızı... Hatırlar mıydı?

 

''Asena,'' duymayı beklemediğim sesle arkamı döndüm.

''Baba,'' dedim şaşkınlığımın saklanmış olduğu ses tonumla. Burada ne işi vardı? "Ne zamandır buradasın?"

"Az önce geldim." Sağ eliyle koltukları işaret etti. "Konuşalım mı biraz?"

Birkaç saniye yalnızca yüzüne baktım, mimiklerinin oynasını bekledim belki de ama mimik yoktu. İki taştan surat birbirine bakıyordu. Eğer yetimhanede büyümemiş olsaydım, sırf bu yüzden onun öz babam olduğuna bile inanırdım.

Gözlerimi mimiksiz yüzünden çektim ve iki tekli koltuktan birine oturdum. Koltuğun üzerindeki yastığın soğukluğu sırtıma yayılırken ona, babama döndüm. Benim gibi o da oturmuştu. "Konu ne?"

Sesli bir nefes verdi ve gözlerini gökyüzüne dikti. Gözleri bir süre yıldızlar üzerinde gezdikten sonra beni buldu. "Konu sensin Asena."

"Ben mi?"

"Evet." dedi ve devam etti. "İçinde yaşadığın şeyleri dışarı vurmaman."

"Anlamadım." dedim kaşlarımı yıkarı havalanırken.

"Bugün, o odada saatlerce ne yaptın?" dediğinde yutkundum.

"Uyudum." diye mırıldandım.

"Uykuya dalana kadar ne yaptın, Asena?"

Biliyordu. Bilmesinden nefret ediyordum fakat bilmesi doğaldı. Beni büyüten kişi oydu. "Düşündüm."

"Defalarca düşündüğümüz şeyleri mi?" diye sordu. Haklıydı. Tekrar tekrar düşünmem hiçbir şey değiştirmiyordu. Plan belliydi, planın üzerine düşünülecek en ince ayrıntıyı bile öncesinde düşünmüştük.

Sadece, düşünmeden duramıyordum. Sürekli arka planda döndürüyordum her şeyi. Odağım biraz olsun kaydığında arka plandaki ses zihnimi ele geçiriyordu. Açıkçası, ben de önlemiyordum. Düşünmek her ne kadar yorucu olsa da sözde omurga gibi dik tutuyordu beni.

"Bak, Asena. Kendine bu kadar çok yüklenmen doğru değil. Seni anlıyorum kızım, bunca yıl uğraştık ama uğraştığımız şey sana zarar verecekse-"

"Bana zarar verecekse?" diyerek sözünü kestim. "Bu yoldan geri dönmem baba, anlıyor musun?" Parmaklarımı saçlarımın arasına geçirdim. Bırakmamı mı isteyecekti? Bunu yapmayacağımı biliyor olmalıydı.

"Asena, dinlemeden tepki vermemeyi sana öğretemedim mi ben?" Gözlerimi kapatıp kafamı koltuğun deri kumaşına yasladım. "Seninle konuşmaya çalıştığım zamanlarda böyle tepki veriyorsun. Karşındakini dinlemen gerek, her zaman senin düşündüğünü düşünüyor olamaz."

"İsteyerek yapmıyorum." dedim kendimden beklemediğim bir an da.

"Tek başına ilerleme diye arkadaş olabileceğin bir sürü kişi getirdim yanına. Hem Berfu için hem de sen rahat et diye ama sen onlarla emir vermek dışında konuşmuyorsun bile."

"Baba," Gözlerimi açıp kafamı koltuğun kumaşından çektim ve gözlerini hedef aldım. "Arkadaşlık kurmanın vakti değil."

"Ne zaman kendini düşünmeye başlayacaksın?"

"Hiçbir zaman." Sesli bir nefes verdim.

"Onlarla konuş, sana iyi geleceklerine eminim. İş dışında da vakit geçir."

"İş mi?" Ayağa kalktım. "Buna iş gözüyle mi baktığımı sanıyorsun?" Kaşlarımı çattım. "En son arkadaş edindiğimde 10 yaşındaydım ve bil bakalım ne oldu? Onunla tanıştıktan saatler sonra öldü."

"Asena,"

"Kolay mı sanıyorsun?" diye sordum. Sustum. Sustu. Sessizlik çığı andırırcasına büyürken devam ettim. "Beni hiç anlamamışsın."

 

Hızlı adımlarla balkonu terk ettim. Şu an sadece DNA sonuçlarını öğrenip bu evden çıkıp gitmek istiyordum ama bunu yapamayacağımı da iyi biliyordum. İşte sırf bu yüzden babam da arkamdan gelmemişti. Adımlarım salonun ortasında son bulduğunda gözlerim doğruca Helin'i hedef aldı. ''DNA sonuçları çıkmadı mı?''

''Şey ben,'' diyerek ayağa kalktı. ''DNA sonuçlarını babanıza iletmiştim, o size söyleyecekti.''

''Sonuçları bana mail at.'' Kafasını sallayarak masanın olduğu tarafa ilerledi. Gözlerim Luke ve Eymen'i arasa da onları göremedim. Ben balkondayken kız arkadaşı geldiği için onunla konuşuyor, Eymen ise kaçma ihtimalini düşünerek yanlarında olmalıydı. ''Batu, herkesi buraya çağır.''

 

Batu ayağa kalktı ve salondan çıktı. Helin'in olduğu masanın yanındaki kitaplığa ilerledim. İçinde İstanbul haritasının olduğu kitaplardan birisini aldım ve masanın üzerine bıraktım. Kitaplığın hemen altında bulunan konsolun çekmecesini açtım. Bulduğum bütün kalemleri ve boş bir defteri kitabın yanına bıraktım. Herkes masada yerini aldıktan sonra masanın başına geçtim. ''Luke, artık anlatman gerekenleri anlatmaya başlasan iyi edersin.'' dedim çektiğim sandelyeye otururken. Hemen yanımdaki boş defteri açtım, siyah tükenmez kalemi elime alıp Luke'a döndüm. ''Seni dinliyoruz.''

 

Elimdeki kalemi çevirdim ve boş bir sayfa açtım. ''Bana emiri veren kişi adını ve yaşını biliyordu. Hatta veteriner kliniğinin yerini vermişti bana ama yalnız olmadığın için seni dikkat çekmeyecek şekilde yakalayamazdım. Ortadan kaybolmuşsun süsü vermek istiyordu.''

Kalemim ağır ağır kağıdın üzerine bir şeyler karalarken gözlerimi kağıttan çekip Luke'a çevirdim. ''Sana bu emri kim verdi ve verdiği emir tam olarak neydi?''

''İsmi Halit, Halit Tüten. Seni yakalayıp ona götürmemi istiyordu. Bir de...'' Durdu ve diğerlerine baktı. ''Gerekirse etkisiz hale gelebileceğin şekilde seni vurmamı söyledi.''

Kaşlarım alayla havalanırken yüzümde huzursuz bir gülümseme oluştu. ''Kolay lokma sandı beni yani.'' dedim.

''Benim anlamadığım tek şey neyin ortasında olduğum.''

''Yakında anlarsın.'' dedim ve keçeli kırmızı kalemi alıp ona fırlattım. Kalemi yakaladı ve şaşkın gözlerle bana baktı. ''Oldukları yeri harita üzerinde işaretle.''

 

İstanbul haritasını açıp ona uzattım. Harita üzerinde bir süre göz gezdirdikten sonra kırmızı keçeli kalem kağıdın üzerinde hareket etti, ardından kitabı tekrar bana uzattı. Mavi keçeli kalemi aldım ve sabah saatlerinde olduğum ağaçlık bölgeyi işaretledim. Veteriner kliniğinin olduğu yere de bir işaret bıraktıktan sonra ayağa kalktım. Kalemleri alırken gördüğüm tahta cetveli çekmeceden çıkarıp yerime oturdum. Siyah tükenmez kalemle klinik ve ağaçlık bölge arasına uzun bir çizgi çektim. Aynı çizgiyi Luke'un işaretlediği yer ve klinik arasına da çizdim. Haritanın üst kısmındaki ölçekten yararlanarak kuş uçuşu mesafeleri hesapladım. Defterin üzerine kısaca not aldıktan sonra bulunduğumuz yeri işaretledim.

Telefonumu açıp DNA sonuçlarının olduğu mail üzerinde durdum. Bu mail ya bir şeyleri ortaya çıkaracak ya da başladığım yere yaklaştıracaktı beni. İki ihtimalde içimde büyük yankı yaratırken kendime üzülme payı bırakmadan maili açtım.

Ekranda koyu kırmızı renkte yazan ''NEGATİF'' yazısını gördükten sonra telefonu masanın üzerine bıraktım.

 

Ayağa kalktım ve haritayı masanın ortasına getirdim. ''Her şeyden önce, düşmanınızı iyi tanımanız gerekir. İsmi olsun ya da olmasın attığı her adımı tahmin edebilecek ve ondan bir değil birkaç adım önde olacaksınız.'' Sesli bir nefes verdim ve elimdeki kalemi Luke'un işaretlediği noktaya bastırdım. ''Burası ve klinik arasına olan mesafe oldukça kısa. Bu da demek oluyor ki her ne kadar kameraları önleyen bir güvenlik sistemine sahip olsak bile mesafe kısalığından dolayı yeterince yüksekten uçan bir drone tarafından kliniği gözetliyor olabilirler. İçeri kimin girip çıktığı, kaç dakika durduğu dahil her şeyi biliyor olmalılar.''

 

''Bu durumda hepimiz tehlikede miyiz?'' diye sordu Erkin.

''Klinik düşündüğünüzden daha korumalı ama evet, kliniğe giren herkes tehlikede. Bu yüzden kliniğin iki sokak aşağısındaki cami minaresinin içine girip tünelden geçerek kliniğe girmeniz gerekiyor. Kesinlikle izlenmediğinize emin olmalısınız.'' Gözümün önüne düşen saçlarımı kulağımın arkasına koydum. ''Hatta bir süre burada kalmamız daha iyi olur. Luke elimizde olduğu için kliniğe baskın yapma ihtimalleri çok yüksek.''

''Peki şimdiki planımız ne?'' diye sordu Batu.

 

''Sezer ailesiyle bir karşılaşma daha ayarlamamız gerek. DNA sonucu negatif olsa bile çevrelerinde çocuk kaçakçılığı ya da çocuk katillerinin olduğunu anladık. Bu yüzden aile dostlarını gözden geçirmemizde fayda var. Bir de... Aylin Sezer'in üye olduğu cemiyetlerin araştırılması gerek.'' Gözlerim Helin'i buldu. ''İkimiz bu cemiyetlerden en dikkat çekenlerine gireceğiz, neler olup bittiğini anlamak kolaylaşır. Üstelik, o gece Aylin Hanım bir süre tek kaldı. Bir problem olmasa yaşıtlarının onu yalnız bırakacağını sanmıyorum.''

''Anlaşıldı, cemiyetleri tarayıp tuhaf bulduklarımı seninle paylaşacağım.''

''Güzel.'' Batu'ya döndüm. ''Hamdi Bey'in yakın korumalarına biraz sorun çıkarmaya ne dersin?''

''Ne tarz bir sorun?'' dediğinde histerik bir şekilde güldüm.

 

''İçlerinden birinin yerine geç.'' Omuz silktim. ''Bir süre Hamdi Bey'in yakın koruması olarak kalman bizim için büyük avantaj olur.''

Batu kafasını sallarken Erkin'e döndüm. ''Sezerlerin hesaplarını kontrol et, sürekli alışveriş yaptıkları firmaların hesapları ve para giriş çıkışlarını incele. Bir terslik olduğunu fark edersen hemen bana haber veriyorsun.'' Bu kez gözlerim Eymen'in üzerindeydi.

Kalemle ağaçlık alanı gösterdim. ''Bu bölgeyi taramanı istiyorum.'' Luke'un kız arkadaşını işaret ettim. ''Bir sorun çıkmadan onu alıp gelebildiğinize göre fazla zeki değiller. Geride iz bırakmış olmalılar.''

''Ben?''

Luke'un sorusuyla afallamış olsamda yalnızca suratına baktım. ''Sen ve kız arkadaşın bir süre ortalıkta görünmeseniz daha iyi. Burada kalabilirsiniz, burası güvenli.'' Ona görev vereceğimi düşünmesi tamamen saçmalıktı. Kim olsa ona görev vermezdi çünkü nasıl birisi olduğu hakkında hiçbirimizin bir fikri yoktu. Yalnızca zayıf noktasını biliyordum, neler olduğunu anlamayan gözlerle bakan kız arkadaşını. ''Erkin, bana Halit tütüncünün şu an nerede olduğunu bulmalısın. Ben yavaşça şehir merkezine doğru yola çıkacağım, sen de bulduktan sonra konumu bana gönder.''

''Ne yapacaksın?'' diye sordu Luke.

''Patronuna ufak bir sürpriz yapmamda bir sakınca mı var?''

''Tek başına mı gideceksin?'' İşte bu soru beklemediğim yerdendi. Balkon kapısının hemen önünde durmuş öylece bize bakıyordu.

''Evet.'' diye cevapladığımda bize doğru birkaç adım attı ve masanın önünde durdu.

''Tehlikenin kucağına öylece atlayacak mısın?''

''İnsanların arasında bana zarar veremez, bunu sen de iyi biliyorsun baba.'' dedim merdivenlere ilerlerken.

 

''Asena,'' dedi ben çoktan merdivenlere tırmanmaya başlamışken. Duymuştum ama geri dönmeyecektim. Bir kez daha bana olan güven sorununu dinlemem bende bir şey değiştirmeyecekti. Ben, o adam neredeyse oraya gidecektim. Beni sağ bir şekilde kendisiyle aynı ortamda görürse panikleyecekti ve bu da hata yapma olasılığını arttıracaktı.

Birkaç saat önce terk ettiğim odaya geri döndüm. Dolabın büyük kapaklarını açtıktan sonra neredeyse her ortamda giyebileceğim bir kıyafet bulmak için bakındım. Koyu mavi bir kot ve uzun kollu siyah bir crop bluz bulup hızla üzerime geçirdim. Siyah uzun taban ve kalın topuklu botları giydikten sonra dolabın çekmecesinde bulunan kolye ve bileklikleri taktım. Siyah bir çanta bulup içine telefonumu koyduktan sonra her yerde gidecek bir makyaj yapıp odadan çıktım. Evin girişindeki anahtarlıkta takılı olan araba anahtarımı alıp hızla evden ayrıldım.

 

Saat geceyarısına yaklaştığından etrafta kimse yoktu. Araba toprak yoldan otobana çıktığında Erkin'i aradım. Telefon ilk çalışta açıldı. "Neredeymiş?"

Birkaç tuş sesinden sonra telefonuma konum bildirimi geldi. "Konum olarak attım ama evinde gözüküyor." dedi sakin bir ses tonuyla. "Adamın fotoğrafını da gönderiyorum."

Gelen fotoğrafı bir süre incedim ve yüzünü aklıma kazıdım. Evinde olması ona merhaba diyemeyeceğim anlamına geliyordu ama gecenin geri kalan kısmında evinden çıkmayacağı anlamına da gelmiyordu bu. "Genellikle gittiği gece külüpleri, barlar ya da ne bileyim takıldığı mekanlar nelermiş?"

"Bunu soracağını tahmin etmiştim." dedi bilmiş bir tavırla. Bir bildirim sesinin daha ardından "Bir bara gidiyormuş genelde, bu gece gideceğini düşünüyorum."

"Bu kanıya nereden vardın?" dedim konumdaki mekana yol almaya başlarken.

"Özel bir geceymiş." dedi ve bir süre bekledi. "Anlarsın ya, alım satım işleri... Şey hakkında... Şey..."

"Çocuk ve genç kızları mı?" Bu tahmini yaptırmış oldukları için bile hepsinden nefret ettim.

"Evet." dedi bir çırpıda.

"Oyun oynayacağız yani." dedim kendi kendime.

"Anlamadım?"

"Telefonlarınız açık olsun diyorum, uyanık kalmanıza gerek yok ama aradığımda cevap verebilin." Araba hızla yolda ilerlerken aklımda dönen tek şey, bu gece düşündükleri gibi bir gece olmayacağıydı. Cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım.

 

Midemin yandığını hissediyordum. Bu tarz işlerle uğraşan insanlar tam anlamıyla midemi bulandıyordu. Kendi çocukları yok muydu? Biraz olsun empati yapamazlar mıydı?

Empati, ha? dedi içimdeki ses. Empati yapmalarını mı bekledin, gerçekten?

Saf kötülük için bir sebebe gerek yoktu, kötü her zaman için kötüydü. İçinde bir gram iyilik bile bulunduramazdı, kirlenmiş bir kalpti insanların sert tabanlı ayakkabılarıyla üzerinde yürüdüğü. Aydınlığa saklanırlardı hep, gece çöktüğünde ise aç kalmış sırtlanlar gibi avlarının peşinde koşarlardı.

Bazen onlardan kaçmak bile işe yaramazdı. Kaçsan bile ruhun tutsak kalabilirdi o anda. Tıpkı benimki gibi lanetlenebilirdi tek bir geceye.

Tek bir gerçeğe, ölüme.

 

Işıklı tabelasının yanıp söndüğü barın girişine geldiğimde adımlarım durdu. Mavi ve beyaz renk karışımı ışığın tam karşısındaydım. İçeri doğru giden koyu kırmızı halının üzerinde, öylece duruyordum. Gözlerim barın isminde takılı kalmıştı. Konuma gelene kadar dikkat etmemiştim ama buz gibi bir ismi vardı barın. Ağustos.

Bu ismi çok düşünmüşler miydi?

Omzumda hissettiğim elle gözlerimi tabeladan çevirip omzumdaki elin sahibine baktım. Kahve gözleri benimkileri hedef almıştı. "Bir sorun mu var?" diye sordu beklemeden.

 

Kabanımı arabada bıraktığım için rüzgar doğruca sırtıma vuruyordu. Evet, sorun var ama bir tane değil, diye geçirdim içimden. "Ah, hayır. Bir sorun yok." Sahte gülümsemem çoktan yüzüme yerleşmişti bile. "Dalmışım sadece." diye ekledim.

"Kaskatı kesilmiş gibi duruyordunuz." Barın girişini işaret etti. "İçerinin daha sıcak olduğuna eminim."

 

Cevap vermedim. Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra barın içine adımımı attım. Uzun bir koridorun sonunda aşağıya inen demir merdivenlerden indim. İnsanların arasından geçip kendime uygun bir köşe bulup gelmesini beklemeye başladım.

Topuklu botlarımın üzerinde, öylece kollarımı birbirine dolamış bekliyordum. Sırtımı duvara yasladım ve insanları süzdüm.

Buraya ait olmadığımın çok belli olduğuna emindim. Yalnızca, o buraya geldiğinde etrafa uyum sağlayabilmek için gözlem yapmam gerekiyordu.

 

"Neden bir şeyler içmiyorsun?" Kaç dakikadır aynı pozisyonda insanları izliyordum hiçbir fikrim yoktu. Gözlerim sesin sahibini bulduğunda birkaç dakika önce dışarıda gördüğüm kişi olduğunu anlamıştım.

Kaşlarım çatılırken "Birini bekliyorum." diye yanıtladım. Gözlerini gözlerime kenetledi, bekledi. Düşünüyor gibiydi ama şu an kahverengi gözlerinin arkasında neler döndüğünü tahmin etme oyunu oynayacak kadar kendimi iyi hissetmiyordum.

Gözlerini benden çekmeden karşıma geçti, aramızda bir adım mesafe kalmıştı yalnızca. "Beklediğin kişinin gelmeyeceğini söylesem sana?" dediğinde histerik bir şekilde güldüm.

"Kimi beklediğimi nereden bilebilirsin?"

Tekrar sessizlik oluştuğunda kendimi satranç oyunuyor gibi hissettim. "Yalnızca şansımı denemek istemiştim."

 

İçerideki müziğin sesine inat oluşan sessizlikle beraber yanıma geçerek benim gibi duvara yasladı sırtını. "Hep böyle misin?"

"Nasıl?" Aslında bu sorunun cevabını yüzlerce kez almış olsam bile sormaktan vazgeçemiyordum. Ses tonları değişsede herkes aynı klasik cevabı veriyordu. Soğuk.

"Düşünceli." Ağzından çıkan kurşun alnımı tam on ikiden vurmuştu. Kaşlarım çatıldığında yüzümü izliyordu. "Şu an olduğu gibi." dedi ve devam etti. "Cevap vermeden önce kaç kez düşünüyorsun?"

"Çok kez." dedim susmasını istercesine sert bir sesle.

Öyle de oldu, sustu. Kaç dakika geçti bu konuşmanın ardından bilmiyorum ama bu kez sessizliği ikimizden birisi bozmadı. İçeri giren kalabalığın arasından aradığım yüzü bulduğumda sırtımı duvardan çektim. Kalabalığın arasına doğru bir adım attığımda kolumdan tutmuştu.

 

"İsmini söyle bana." Yalnızca susmasını istiyordum. Yeniden çatılan kaşlarımla kolumu çektim.

"Bir daha sakın ama sakın elini, omzuma ya da koluma koyma."

"İsmin-"

"Berfu." Bu cevabı ben de beklemiyordum. Onunda beklemediği oldukça açıktı ki geriye doğru bir adım attı. Beni bir kez süzüp barın çıkışına doğru ilerlediğinde bir şeyler bildiği düşüncesini aklıma kazımıştım. Öğrenecektim ama şu anlık önceliğim farklıydı.

 

Onun olduğu tarafa doğru ilerledim ve oturduğu büyük deri koltuğun tam karşısında durdum. Yalnızca onun yüzüne odaklandım ve bir süre sonra keyifli bakışları beni buldu. Yüzündeki keyif ifadesi yerini gerginliğe bırakırken histerik bir şekilde güldüm. Sağındaki boş koltuğa oturup ona döndüm.

"Halit Tüten." dedim duyabileceği şekilde. "Daha güzel tanışalım istedim."

"Sen nasıl?" diye sorduğunda diğer yanında oturan koltuktaki adamı araya girdi ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam geri çekildikten sonra kaşlarını çattı. "Benimle tanışmak istemezsin küçük hanım."

"Ama sen benimle tanışmak için baya koşturmuşsun adamlarını." Sesli bir nefes verdim ve daha dik oturdum. "Savaşmak mı istiyorsun? Emin ol ben savaşmayı senden daha çok istiyorum ama bu işin sonunda kaybeden ben olmam."

"Küçük bir kıza göre fazla iddialı cümleler kuruyorsun, Luke'u yakalamış olman hiçbir şey değiştirmez. Küçük bir kız çocuğusun, o da beceriksiz bir asker."

Kafamı sağa doğru yatırdım. "Saçmalamaların bittiyse asıl konumuza, benimle ne işin olduğuna dönelim."

Bir süre düşündü. "Benim bir işim yok."

"Zevkine mi benimle uğraşıyorsun?" dedim alayla.

"Benim bir işim yok." diye tekrar etti. "Ama seninle işi olan birisi benden seni yakalamamı istedi." Masanın üzerindeki viski bardağından bir yudum aldı. "Senin gibi kızları isteyenler çok oluyor ama ilk defa yaralanmış olması umursamayan birisini duydum." Bardağı tekrardan masanın üzerine bıraktı. "Gerisini tahmin etmek zor değil, seni buldum ve beceriksiz adamlarımdan birisini görevlendirdim."

"Sana neden inanayım?"

"Çünkü hala ödememi almadım." İğrenç gülümsemesini dudaklarına bir kez daha yaydı. "Üstelik adamımdan oldum, verdikleri yanlış bilgi yüzünden."

"Kimler?" diye sordum dişlerimi birbirine bastırırken.

 

Cevap gelmeyince ayağa kalktım. "Bu gece burada hiçbir anlaşma olmayacak." Diz kapağının üzerine geçirdiğim sert bir tekmeyle adamlarından birisi kolumu tuttu. Bir eliyle diz kapağını tutarken diğer eliyle adamına geri çekilmesini söyledi. Adam aynı hızda kolumu bıraktı.

"İşlerime karışma."

"Emin ol beni başına bela etmek istemezsin."

"Bela mı?" dedi gülerek.

"Buradan çıktığım gibi evine gitmemi mi istersin? Bütün bunları herkese yaymamı, ister misin?" Geldiğimden beri masanın üzerinde duran dosyayı hızla aldım. "İyi eğlenceler."

 

Adımlarım barın çıkışına doğru hızlandı. Arkamdan gelen adamları olduğunu bildiğimden bardan çıktığım gibi arabayı park ettiğim yere, iki sokak yukarıya doğru koşmaya başladım. İşlek bir caddede silah kullanamayacaklarını biliyordum bu yüzden kolaylıkla kaçabilirdim. Bir sonraki sokağın girişinde karşıdan gelen kalabalığı gördüğümde olduğum yerde durdum. "Kahretsin." diye mırıldanırken iki grup arasından paralel giderek arabaların sık uğradığı yola doğru koşmaya başladım.

Ben hızlı koşuyordum ama onlarında benden farklı olduğunu söyleyemezdim. Bu koşturmacayı daha fazla sürdürmek istemediğimden yola doğru atladım. Hızla gelen arabaların arasından koşarak karşıya geçtiğimde oldukça gerimde kalmışlardı. Evet, tehlikeliydi ama başka çarem yoktu. Yolun biraz daha ilerisindeki dönel kavşağa doğru koştum. Işıklarda duran arabalardan siyah olanını gözüme kestirdim ve beklemeden boş olan ön koltuğun kapısını açıp kendimi içeri attım.

Yeşil ışık yandığında arkadan kornaya basan insanlar ve karşıdan bu tarafa doğru gelen siyah takım elbiseli adamları gördüğümde araba çoktan ilerlemeye başlamıştı. Dikiz aynasından arkadan kalan adamlara baktıktan sonra derin bir nefes aldım. "Teşekkür ederim." diye mırıldanarak arabayı süren kişiye döndüm.

"Rica ederim." Kaşlarım çatıldı. Binecek başka araba bulamamış mıydım? Daha fazla tepki vermedim ve arkamı dönüp tekrar gelip gelmediklerini kontrol ettim.

"Nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda dudakları yukarı kıvrıldı.

"Bunu sormak için fazla geç kalmadın mı?"

"Tamam öyleyse." dedim. En fazla nereye götürebilirdi ki beni?

"Sahil." dedi sağa sinyal verirken.

Sorgulamadım. Arabadan indiğimde ilk işim bir taksi bulup evime dönmek olacağından nereye sürdüğünün şu anlık bir önemi yoktu.

"Elindeki dosya ne?" Tek bir kelime etmedim ve dosyanın kapağını açtım. "Demek sen de bilmiyorsun, güzel."

 

Söylediği şeylere aldırmadan yazıları okumaya başladım. İçerisinde bir şiket isminden bahsediyordu ama sayfalar ilerledikçe çalışan ismi adı altında tonlarca kız ismi vardı. Yüzden fazla kız isminin olduğu sayfalar bittikten sonra kafamı kaldırdım ve dosyanın kapağını kapattım. Bu dosyayı kimse ele geçirmeden babama vermem gerekiyordu. O ne yapacağını bilirdi.

 

Araba yavaşlayarak kumların üzerinde durduğunda etrafa baktım. Küçük bir kumsalın önünde durmuştu, İstanbul'da böyle bir yer olduğunu bilmiyordum bile. Arabadan inip kapıyı kapattım ve rüzgarın saçlarımı savurmasına izin verdim. Bir kapı sesi daha duyuldu ama toplasan 5 kişinin bile olmadığı sahilde benim dışımda birinin duyduğunu sanmıyordum. Dosyayı parmaklarım arasında daha sıkı kavrarken arkamı döndüm.

Aklımı okumuşcasına "Bu saatte buradan geçen taksi bulamazsın." dedi. Haklı olduğunu bildiğimden önüme döndüm. Bir süre sadece kıyıya vuran dalgalara baktım.

 

"Yürümek ister misin?" Buna ihtiyacım olduğunu bildiğimden ses çıkarmadım ve eğip botlarımın fermuarını açtım. Botlarla kumda yürümek gibi bir saçmalık yapmak istemediğimden boş olan elime botlarımı alıp kumların arasında denize doğru yürümeye başladım. Birkaç saniye sonra neredeyse benimle aynı tempoda atılan adımlardan arkamdan geldiğini anlamıştım. Saniyeler sonra bana yetişmişti.

Bir süre yalnızca yürüdük. İkimizde konuşmadık.

Sahilde bizim aksimize konuşarak yürüyen iki kişi daha vardı. "Yarın akşam Cars izleyeceğiz yine di mi?" diye sordu önümüzde yürüyen kız, erkek arkaşına.

"Hıhı, öncesinde yemekte yaparız yine."

"Kurabiye de yapalım ama." dedi kız durup içten bir gülümsemeyle dönerek. Çocukta kızın yaptığı gibi durup ona döndü gülümseyerek. Onlar durduğu için biz de durmuştuk ama onlar için duran bir şey daha vardı: Zaman.

 

Arkamı döndüm ve onların tersine yürümeye başladım. Kazanacak çok şey varken yalnızca kaybettiklerine ulaşmaya çalışarak mı geçireceksin ömrünü? diye sordu zihnim kendi kendine.

"Belki." diye mırıldandım istemsizce.

"Belki ne?" diye sordu. Sorunun üzerine defalarca adım attım ama cevap vermedim. "Zor bir soru değildi." diye mırıldandı.

"Umutla aralarsın ya hani göz kapaklarını, işte o hissi tatmayalı yıllar oluyor." dedim istemsizce. Dudaklarımdan öylece dökülmüştü kelimeler.

Bu kez susan tarafın o olması işime gelmişti. Tekrar konuşmayacaktım çünkü söyleyebileceğim daha fazla bir şey de yoktu. Durum kısa ve öz buydu.

Önüme geçti ve durup gözlerime baktı. "Ayaz ben de. Memnun oldum."

Gözlerimi kıstım. Ne yapmaya çalışıyordu? Birinden tutarsız davranışları kafamı karıştırmıştı. Berfu'yu tanıdığını düşünmüştüm başta ama şu an o anki gözlerden eser yoktu. Tuhaftı, kabul ama yabancı gelmemişti.

Gözlerimiz birbirimizinkini ezberliyor gibiydi. Düşmanının gözlerini? Hayır. Bu... Benim anlamlandıramadığım bir şeydi. Peki ama neydi?

"Asena," dediğinde vücudum kaskatı kesildi. Gerçek ismimi bilmesine imkan yokken nasıl oluyordu? Elimdeki dosyayı sıkıca kavradım. "Ben, o gece oradaydım." Derin bir nefes alıp devam etti. "Soğukta."

 

Sanki zaman bir anlığınada olsa geriye gitti. Rüzgar yüzünden uçuşan saçlarımın arasından bakıyordum ona, dünyaya.

Ben, o gece oradaydım.

Soğukta.

Tanrım, bu gece bir yıldız kaymıştı değil mi?

Berfu için.

 

•••

Loading...
0%