@pretlidzeklis
|
Üşüdüğünde Açtığın Pencereler
"...İnsan tanıdıklarından bile emin olamıyor." -Franz Kafka
Three Days Grace, Painkiller
Bazı geceler ruhumu serbest bırakırım. Kilitli kapılarını açar, dışarı çıkmasını beklerim. Bazı geceler umut bağlamak isterim geleceğe. Gözlerimi sıkıca kapar, geleceğin rüzgarını hissederim. Bazı geceler zamanı durdurmak, akrep ve yelkovanı dostum yapmak isterim. Ama böyle gecelerde kalbimden vurulurum. Nefesim kesilir, kan kaybından ölürüm. Yaşamak için adım attığımız her yol bizi çıkmaza sürüklediğinde ayağınıza takılanın taş değil de geri dönmeniz için uyarı olduğunu anlayamazsınız. Öyle ya, düşseniz bile kalkar koşarsınız. Peki, benden ne beklenirdi böyle durumlarda? Çekip gitmem. Ama... Ben ne yaptım? Yalan ya da gerçek, dinledim.
Az önce sıkı sıkıya tuttuğum dosya elimden kayıp kumlar arasındaki yerini alırken gözlerimi bile kırpmadım. Her şeyi gördüğünü söyleyen birisine göre fazla sakindi, içinde fırtınalar kopması gerekmez miydi benim gibi? Durdum. Kendi tepkisizliğimi ne çabuk unutmuştum? Başka birisinin daha olanları görmesi, hesaplarımda olmayan bir şeydi. Böyle bir şeyin ihtimali bile yok gibiydi gözümde çünkü o geceyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordum. Bütün o karmaşanın içindeyse neden bu kadar zaman susmuştu? Ben bunca yıl çabalarken neredeydi, neyle meşguldü de bu kadar önemli bir şeyi geri plana atabilmişti? Ben hayatımın geri kalanını Berfu'ya adarken, onunda yapabileceği bir çok şey varken yapmamış olması anlamsızdı. Yalan söylüyor olmalıydı çünkü diğer bütün ihtimaller kanıma dokunuyordu.
Gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum. Tırnaklarım avuçlarıma saplanırken gözlerimi kapattım. On yıldır her şeyle tek başıma mücadele etmek zorunda kalmıştım ve şimdi, planımı uygulamaya koyduğum an karşıma dikilmesi saçmalıktı. Nasıl bu kadar rahattı? Vicdan denilen lanet duygudan haberi yok muydu? Eğer orada bizimleyse, nasıl diğerleri gibi sorumsuz hissedebilirdi? Onun burada, karşımda olması bir şans mıydı yoksa birisinin vazgeçmem adına oynadığı bir oyun muydu bilmiyordum. Bilmek istediğimi de söyleyemezdim çünkü her iki ihtimalde bir şeyleri parçalıyordu, inşa etmesi zor olan bir şeyleri. Nefes alamıyordum. Göğüs kafesimdeki ağırlık artıyordu, sanki bir tuğla daha bağlamışlardı kalbime. Sol gözümden başlayarak süzülen gözyaşlarımı elimin tersiyle silip gözlerimi açtım. Karşımda kızarmaya başlamış kahve gözleriyle öylece duruyordu. Kumların üzerine uzandım. Bakışlarım yıldızların net gözüktüğü gökyüzüne ilişirken yanıma oturmuş, sadece yüzüme bakıyordu. ''Yalan söylüyorsun.'' cümlesi çıktı dudaklarımın arasından. ''Kim için çalışıyorsun?'' Kaşları çatıldı ve cevap vermeden önce bir süre düşündü. ''Yalan söylemiyorum, Asena.'' dedi ilk olarak. Yanıma uzandıktan sonra kafasını bana doğru çevirdi. ''Kim için çalıştığımın ne önemi var?'' ''Yalan söylüyorsun.'' diye tekrarladım. Başka bir ihtimalin gerçek olmasının her şeyi değiştireceğini biliyordum. ''Sana kanıt sunmayan kimseye inanmıyorsun değil mi?'' Kaşlarım çatıldı ve yavaşça ona döndüm. Doğru olan bu değil miydi zaten? Kanıt olmadan inanmak saçmalıktı. Koca bir saçmalık. ''Kanıtlarım o zaman.'' dedi ve ayağa kalktı. ''Gel benimle.'' Dirseklerim üzerinde durarak kafamı kaldırdım. ''Ne saçmalamaya devam ediyorsun?'' ''Benimle gel, Asena.'' Elini bana doğru uzattı. ''Benimle gel ve bana neden inanman gerektiğini kanıtlayayım sana.''
•••
Geri dönülmez bir yola girmeden önce hayat, göğüs kafesim ağırlaşmaya başlar. Hislerim ve düşüncelerim çözülmesi imkansız bir düğüme dönüşür, bir sarmaşık gibi zihnimin her köşesine ulaşır. Kanımda çözülmeye başlayan zehri henüz algılayamadığımdan bu durumdan kurtulamıyordum. Bana ait olmayan bir arabada, daha önce hiç bulunmadığım bir konuma doğru ilerliyordum. Elimde onlarca ismin olduğu bir dosyayla tanımadığım bir adamın arabasının camından dışarıyı izliyordum. Ben ne yapıyordum? Bir yabancıya inanacak kadar düşmüş müydüm yoksa babam haklı mıydı? Birine inanmak istiyor olabilir miydim gerçekten?
Şehrin ışıkları azalmaya başladığında gözlerimi görkemli manzaradan çektim ve hemen yanımda yola odaklanmış olan adama, Ayaz'a, dönüp bir süre onu izledim. Sorulacak çok fazla soru vardı. Sadece nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum ve bu bilinmezlik beni deli ediyordu. Yüzüne yansıyan sarı ışıkların yerini daha net kırmızılar aldığında bana döndü. ''Bir sorun mu var, Asena?'' ''Sadece,'' Yutkundum. Bu bilinmezlik beni öldüresiye deli ediyor, diyemezdim. ''Beni bir tuzağa çekmediğini nereden bileyim?'' diyebildim. Son anda aklıma gelen saçma cümleyle geçiştirmek istemiştim ama durumu daha da çıkmaza sokmuş olabileceğim aklıma gelmemişti. Bu ihtimali düşünmemiş olduğum için kendime kızdım. Eğer beni bir tuzak için başka bir noktaya götürüyorsa bu durumdan kurtulmak için gerçekten yardıma ihtiyacım olabilirdi. ''Nereye gidiyoruz?''
''Evime, Asena.'' dedi ve sesli bir nefes verdi. ''Bana hemen güvenmeni beklemiyorum Asena. Seni anlıyorum ama bu düşüncelerinden vazgeçmelisin.'' Yeşil ışık yandığında gaza bastı. Düşüncelerimden vazgeçmek benim için intihardan farksızdı. Beni anlıyor olsaydı bunu yapamayacağımı bilebilirdi. ''Anlamıyorsun.'' Gözlerim, altımızdan yağ gibi kaymakta olan yola çevrildi. ''Anlamana gerek de yok.'' ''Evet.'' dedi sakinliğini koruyan bir ses tonuyla. ''Kendine yaptığın bu eziyeti anlamıyorum.'' ''Kendime eziyet etmiyorum.'' ''Ediyorsun.'' ''Etmiyorum.'' ''Asena,'' Ses tonu az öncekine göre daha baskındı. ''Bütün bunlar sonlandığında ne yapacağını düşündün mü?'' Sorusunun saçmalığıyla kaşlarım çatıldı. ''Bunun ne önemi var?'' ''Bir cevabın var mı?'' diye sordu bir evin garajına girmek için sinyal verirken. ''Bilmiyorum.'' dedim. Sonlanmasını düşünemezdim. Üzerimdeki ölü toprağını mezara taşımadan diğerleri gibi bir hayat yaşayabileceğimi bile düşünemezdim. Sanki herkes için normal olan şeyler bana yasaklıydı, öyle de olmalıydı.
Arabayı park ettikten sonra yalnızca gözlerime baktı bir süre. Bu sessiz bir savaş anlaşması gibi hissettirmişti çünkü her ne kadar iki saattir tanıdığım bir adam olsa bile bu konuda aynıydık, gözlerimiz düşüncelerimizi gizliyordu. Oysa, gözler ruhun aynasıdır derler, gözler yalan söyleyemez. Benim, bizim gözlerimiz neden perdelenmişti? Haksızlık diye düşünmeden geçemezdim ama düşünmek konusunda da istekli değildim. Benim gibi olması, bu normal miydi? Belki de onunla gelmeyi bu yüzden kabul etmiştim. Kendimden bir parça görmüştüm ve peşine düşmek istemiştim. Bu belirsizliğin nedeni bu olabilirdi, olmamasını istesem de.
''Geldik.'' Gözlerini daha fazla benim üzerimde tutmadı, kemeri çıkardıktan sonra arabadan indi. Ardından ben de arabadan indim ve elimde tuttuğum dosyanın içindeki kağıtları çıkarıp olabildiğince katlayarak küçük çantamın içine sıkıştırdım. Ne yaptığımı çoktan anlamış olacak ki, kapıyı açık bırakarak içeri girmişti. Demir kapıdan içeri girdikten sonra rahatsız olduğum, kendimi ait hissetmediğim tek şey evin oldukça sıcak olmasıydı. İçerideki hava oldukça garip ve hoştu, siyah ve gri tonlardaydı her şey ve çoğunluğu camdan oluşuyordu. Kapıyı kapattıktan sonra üşümek umuduyla üzerimdeki kabanı çıkardım. Üzerinde durduğum botlardan da kurtulduktan sonra merdivenlerin yanından geçerek salona inen küçük basamakların önünde durdum. ''Kahve içer misin?'' Hemen solumdaki mutfak tezgahından gelmişti ses. ''Şekersiz ve sütsüz.'' dedim ona doğru dönerken. ''Evin güzelmiş." ''Teşekkürler.'' dedi sakin bir ses tonuyla. ''Otursana.'' Tezgahın önündeki iki bar taburesinden birisini işaret etti. ''Neden buradayız?'' diye sordum otururken, gözlerim hala evi inceliyordu. ''Bana güvenmen için.'' Histerik bir şekilde güldüm. Ben kendime bile güvenmiyorken neyin güveninden bahsediyordu? Gülmüştüm çünkü gerçekten komikti. Başka birisine güvenmek... Benim gibi birisi için oldukça fazlaydı. Üstelik saatler önce tanıştığı birisine... Bu söylediğine kendisi inanıyor muydu? Güven her şeydi. En başta inançtı, başkasına duyulan. Ben bu yolda yalnızdım ve tüm bunlar bana uzaktı. Birine daha değer vermenin bedelini ödemek istemiyordum ve biliyordum ki, birisine güvenmek için önce değer vermek gerekiyordu. Benimle beraber bir yolda yürümek neredeyse imkansızdı, bunu biliyordum. Babamın bana yardımcı olsunlar diye peşime taktığı kişileri bile yalnızca kendi sorumluluğum altında görüyordum. Bu doğruydu, etrafta yalnızca emirler yağdırıp duran birisiydim onlar için.
''Ne düşünüyorsun?'' Önüme bıraktığı kahve fincanından yansımama baktım. Yanımdaki tabureye oturdu ve bana döndü. Parmaklarım tezgahın üzerinde ritmik bir şekilde hareket etti. ''Güven.'' dedim gözlerimi kahvenin üzerindeki yansımamdan ayırmadan. ''Güven, her şeydir.'' Ona dönüp gözlerini esir aldım. ''Bir insanı tepeden tırnağa yeniden inşa edebilir, inşa ettiği gibi yıkabilir de.'' ''Ve birbirimize güvenmekten başka çaremiz yok, Asena.'' Gözlerinde tuhaf bir hava vardı, arabada bana bakarken gördüğümden daha farklıydı bu. ''Berfu için ama en çok kendimiz için.'' ''Berfu için.'' diye tekrar ettim onu. ''Kendim ya da bir başkası için değil. Sadece Berfu için, Ayaz.'' ''Neden?'' diye sordu kahvemden büyük bir yudum aldığımda. "Çünkü onun ruhu özgür olmadan benimkinin özgür olmasının bir anlamı yok." diye itirafta bulundum. "O gece ruhlarımız birbirine bağlanmış gibiydi ve kaçmasaydım benide öldüreceklerine adım kadar eminim."
"Ama buradasın." Haklıydı, buradaydım ama burada olmam için sebeplerim vardı, burada olmayı Berfu'ya borçluydum. Borcumu da katilini bularak ödeyecektim, o günden sonra tek amacım bu yönde olmuştu. Başka bir şey düşünmem mümkün değildi, dışarıda serbest dolaşan bir katil varken rahat olmamı nasıl bekliyorlardı? Üstelik ben o katilin eline düşmüştüm bir kez, beni biliyordu. Adımı, yaşımı ya da şu an nasıl göründüğümü bilmese de beni biliyordu. O gece iki tane kızdan birinin ölüp diğerinin kayıplara karıştığını ve ortadan kaybolanın her an konuşabileceğini biliyordu. Planını çoktan yapmış olmalıydı, bense burada... Burada ne yapıyordum? "Daldın." "Neden beni evine getirdin Ayaz?" dediğimde gözlerini kaçırdı. "Sana göstermem gereken bir şey var." "Göstermek için yıllarca beklediğin bir şey." diye düzelttim onu. Gözlerini gözlerimden çekip ayağa kalktı, hemen arkasından bende ayağa kalmıştım. Evin girişine yakın olan Merdivenlerden yukarı çıkmaya başladığımızda duvarda asılı olan siyah ağırlıklı tablolarda dolaşıyordu gözlerim. Güzel tablolardı ama siyah, beyaz ve kırmızı dışında renk olmaması dikkatimi çekmişti.
Merdivenlerin sonuna ulaştığımızda uzun ve geniş bir koridor karşıladı bizi. Koyu gri renkte kapıları olan birkaç oda vardı ve tüm kapılar kapalıydı, koridor zifiri karanlık olduğundan loş bir ışık yaktı. Kapılardan birisinin önünde durdu ve derin bir nefes aldı. "Bu kapının ardında..." dedi ve durdu. Sanki kelimeler boğazından yukarı çıkmıyor gibiydi. Ellerim ani bir hareketle kapının kulpunu kavradığında gözlerini kapıdan çekip gözlerime baktı. Tepkisizliğinin gizlemeye çalıştığı acıyı belki de sadece ben anlayabilirdim ama durmadım. Ona acımasızlık yapmak için değildi bu yaptığım. Acı ne kadar hızlı teneffüs ederse bedenine, ruhuna; o kadar da hızlı yerini hissizliğe bırakırdı. Kanamayı ne kadar hızlı durdurursan, o kadar hızlı kabuk bağlar yaran. Kapıyı açtım. Yüzüme vuran bordo tonlardaki ışık, karanlığın esir aldığı odayı kısmi olarak aydınlatıyordu. İçeride uzun bir masa ve üzerinde iki adet içinde bir çeşit sıvı olan kare kaplar vardı. Masanın üzerinde duran birçok malzemeden anlaşıldığı gibi burası bir fotoğraf odasıydı. Birkaç adım atarak odanın duvarlarında asılı olan fotoğraflara yaklaştım. ''Berfu,'' dedi hemen arkamdaki ses. ''Benim kuzenimdi.'' Duyduğum şey ve gördüğüm resimle olduğum yerde kaldım. Resimde iki küçük çocuk top oynuyordu, bordo ışığa rağmen fotoğraftaki küçük kızın Berfu oluğunu anlamıştım. İki yandan özenle örülmüş saçlarıyla yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Bu benim bildiğim, ulaşabildiğim fotoğraflar arasında yoktu. Başka bir fotoğrafını görmek göğüs kafesime bir şeyler saplamıştı.
Bir sonraki fotoğrafa ilerledim. Yine bilmediğim bir fotoğrafla karşılaşınca durmak istemedim. Bilmediğim bu kadar fotoğrafı olması yetersizlik hissimi tetiklediğinden fotoğrafların yarısından fazlasına bakamadım. Avuçlarımı önümdeki masaya bastırarak destek aldım. ''Hayır.'' ''Asena,'' ''Kes sesini!'' Sesimi kontrol edememiştim. ''Bütün bunları, eminim daha fazlasını da biliyorsundur, bana söylemek için on yıl mı bekledin?!'' Kontrolden çıkmak en son isteyeceğim şeyken gördüklerim arasında sakin durmam imkansızdı. İyi ya da kötü birisi olmasıyla ilgilenmiyordum, bildiği şeyler önemliydi. Hatta belki, benim öğrenebildiklerimden daha çok şey biliyordu. Tabii ki biliyordu, sonuç olarak Berfu onun kuzeniydi. Ailesindeki insanların Berfu'yu arayışıyla büyümüştü, Berfu'yla bizzat zaman geçirmişti. Peki ama neden... Neden onun ruhunu yalnızlığa terk etmişti? Benim düşündüklerimi düşünmemiş miydi hiç? Orada olanları biliyorsa neden olanları açığa çıkarmak için uğraşmamıştı?
Kasılan çenesi ve tereddütlü bakışlarının altında yatanları merak ediyordum. Bütün her şeyi, en ince ayrıntısına kadar öğrenmem gerekiyordu. Sabah evden çıkmadan önce cebime yerleştirdiğim ince bıçağın kıyafetlerimi değiştirmeme rağmen önlem için yanımda taşımak yerinde bir karar olmuştu. Masanın üstüne bastırdığım ellerimi çektim, İki elimide dikkat çekmemek için pantolonumun arka ceplerine götürdüm. Ona doğru attığım üç küçük adımın sonunda bıçak cebimden çıkmış, keskin kısmı yayın yardımıyla ileri doğru atılırken onun boynunu hedeflemiştim. Fakat bıçak onun boynuna değil, benim boynuma dayanmıştı. Babam dışında birisine karşı böyle kolay avlanmayı kabul etmeyeceğimden sırtımın duvarla buluştuğu ilk an diz kapağının üstüne yediği tekmeyle dengesini bozdum. Dengesini kaybetmesine rağmen bu hamleyi önceden tahmin ediyormuş gibi bıçağı tuttuğu eliyle ellerimi yakaladı, tam o an karın boşluğuna bir tekme savursam bile kaçmayı başarmış ardından boşta kalan eliyle karın boşluğumdan sertçe iterek sırtımı yeniden duvarla buluşturmuştu.
''Sakin ol.'' diye fısıldadı gözlerimin içine bakarken. Karın boşluğum ve sırtıma aldığım darbeye rağmen dik durabildiğim için kendimi şanslı sayıyordum. ''Duygularını hala tam olarak eğitememişsin.'' ''Onun ruhunu yarı yolda bırakan birisinin sözlerini dinleyeceğimi mi sanıyorsun?'' ''Cevap almadan gitmeyeceğin soruların var.'' dedi kaşlarını çatarak. ''Şimdi dinlemeyeceksen bile eninde sonunda benden o soruların cevaplarını dinleyeceksin, sen de biliyorsun bunu.'' ''Aramızdaki fark bu.'' Aldığım nefesleri düzene sokmak adına derin bir nefes alıp devam ettim. ''Ben onu bırakmadım.''
Ellerimin arasındaki bıçağı aldıktan sonra geri çekildi. Bıçağı katlayıp siyah kot pantolonun ön cebine yerleştirdi, hemen arkasındaki masaya yaslandı ama bunları yaparken gözlerini bir saniye bile çekmedi üzerimden. "Bırakmamak ve hayatını hiçe saymak arasındaki kalın çizgi, konu sen olunca işe yaramıyor değil mi?" diye sordu. Sorusu yersizdi. Eğer Berfu'yu bırakmıyorsam hayatımı onun için hiçe saymam gerekirdi. Özellikle böyle bir olayın birinci dereceden görgü tanığıyken hayatımı hiçe saymak sorun değildi. "Düşün Asena," Yaslandığı yerden kapıya doğru yürüdü. "Berfu'yu bırakmış olsam şu an neden karşında olayım?" "Vicdanını rahatlatmak için." dedim bir çırpıda. ''Yanlış kişiye doğru sorgulamayı yapıyorsun Asena.'' dedi ve kapının çıkışında durdu. ''Yerinde olsam, sorgulamaya en yakınımdakinden başlardım; yapmayacağını düşündüğüm ilk kişiden.'' ''Bu da ne demek şimdi?'' Gözlerimi bir süre sırtında dolaştırdıktan sonra ensesine çıkardım. Ensesinin hemen altında, üzerindeki siyah kazağın başladığı yerin yalnızca birkaç milim yukarısında, zaten açık olan ten renginin daha açık olduğu bir kısım olduğunu fark ettim. Bu bir yara izi miydi? ''Yanımda kimse yok benim.''
''En başından beri yanında olan, koşulsuz güvendiğin birisi var.'' Adımları kapının çıkışından uzaklaşırken olduğum yerde kalmıştım. Sanki ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi, yürüyemiyordum. İtiraf etmek gerekirse arkasından gidecek cesareti bulamamıştım. En başından beri yanında olan, koşulsuz güvendiğin birisi. Babam. Babamdan bahsediyor olamazdı değil mi? Yapmayacağını düşündüğüm ilk kişiden, demişti. Öyleyse... Babamın Berfu'nun ölümüyle bir ilgisi mi vardı? Peki neden bana yardım ediyordu? Saçmalamayı kes Asena, dedim kendime. Baban o senin, biyolojik olmasa da yanında duran ve sana inanan tek kişi. Ondan şüphelenecek misin gerçekten? Oltasını öyle bir yere atmıştı ki tepeden tırnağa uyuşmuştum. Oltanın ucundaki yemi yutmayacak kadar akıllıydım neyse ki. Sorularımdan kurtulmak için yapmış olmalıydı bunu, başka bir açıklaması olamazdı.
Kendimi odadan dışarı atabildiğimde geldiğim yönün aksine hareket ettim. Doğruca merdivenlerden aşağı inip gözlerimi etrafta gezdirdim. Açık olan bahçe kapısını gördüğümde içimde biriken hırsla bahçeye çıktım. Tahta zeminden gelen sesler sessizliği delerken, sessizliğe bir darbe de ben attım. ''Babamdan şüphelenmemi nasıl beklersin?!'' Yalnızda gözlerime baktı. Sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra cam sehpanın üzerinde duran küllükte söndürdü. Arkasına yaslandı ve kafasını geriye atıp gözlerini gökyüzüne dikti. Siyahtan kırmızıya dönmeye başlayan gökyüzünde hala birkaç yıldız net gözüküyordu. Onunla aynı anda gözlerimi gökyüzüne dikmiş olmanın verdiği rahatsızlıkla yeniden ona döndüm. Bir süre daha gökyüzünü izledikten sonra gözlerini kapattı. "Sadece bir tahmin, Asena." dedi gözleri hala kapalıyken. Kumral saçları hafif esen rüzgarda savruluyor, parmakları oturduğu koltuğun kenarında ritmik bir şekilde hareket ediyordu. "Olduğun yere zincirlenmiş gibisin." "Oturmayı sevmem." diye cevapladım bir çırpıda onu. Konuyu bu şekilde mi dağıtacaktı? Başka bir noktaya odaklanırsam unutacağımı düşünüyor olamazdı. "Onu kast etmemiştim." dedi beklemeden. "Sana çizdikleri çemberden çıkmıyorsun." Gözlerini yavaşça açtı, bir süre gözlerini yüzümde gezdirdi.
Tam karşısında duran koltuğa oturup kollarımı dizlerimin üzerine koydum, öne doğru biraz eğildim. "Kafamı karıştırıp etrafımdakilere karşı düşüncelerimi değiştirdiğinde asıl amacımdan sapacağımı mı düşünüyorsun?" Histerik bir şekilde güldü, ardından benim yaptığım gibi öne doğru eğildi. "Aynı taraftayız, amacından sapmanı istediğim söylenemez ama etrafında amacından sapman için ince uğraşlara girenler var." "Bu saçmalığı ne zaman keseceksin?" diye sordum. "Sen gözünü açtığında, olanları fark ettiğinde." Yalnızca gözlerine bakıp ne demek istediğini anlamaya çalışsamda karşımda benim kadar düşüncelerini belli etmeyen birisi vardı. "Kimden bahsettiğini açıkça söyle."
Madem arkamdan bir şeyler dönüyor, bunu yapanı bildiği halde neden direkt söylemiyorda benimle oyun oynuyordu? Aynı taraftaysak açık konuşmalıydı. Kısa süren sessizliğin ardından ayağa kalktım. Söylediği saçmalıkların arkasında durmayacaksa burada kalmamın bir mantığı kalmamıştı. Hızlı adımlarla evin içerisine açılan cam kapıya doğru yürümeye başladım. "Baban." Keskin sesi boğazımda dolaşan yılanı kışkırtmış, nefesimi kesmesini sağlamıştı. Olduğum yere bir kez daha çivilenirken cama yansıyan görüntümle karşı karşıya kalmıştım. Rüzgar saçlarımı savururken gözlerimi sıkıca kapattım. Doğru olabilir miydi? Babam, Berfu'yu öldürmüş olabilir miydi? Bütün bunlara rağmen beni neden yanında tutmuştu? Nefes alışverişim hızlandığında kendimi kontrol yetimi kaybetmeye başlayacağımı adım gibi biliyordum fakat yine de kıpırdayamadım. Göğüsüme saplanan ağrı yavaş yavaş yayılıyor, boynumdan yukarıya doğru yükselen bir sıcaklık varmış gibi hissettiriyordu. "Soğuk." dedim fısıldayarak. Soğuk bir yere ihtiyacım vardı, üşümem ve kendime gelmem gerekiyordu. Gözleriöi yavaşça açtığımda cama yansıyan havuzu gördüm. Vücudum tamamen kendisini bırakmadan önce kendimi suya bırakmak iyi bir fikirdi, başka birisinin yanında kontrolü kaybetmek istemiyordum. Arkamı döndüğümde Ayaz çoktan ayağa kalkmıştı ama ne yapacağımı kestiremediğinden yalnızca bana bakıyordu. Ben ise havuza kitlenmiştim. Önce birkaç küçük adım attım havuza doğru. "Asena," dediğini duyduğumda son gücümle koşup kendimi havuza bırakmıştım. Suyun dibine batarken soğuk tamamen vücudumu kaplamıştı. Boğazımdaki yanma hissi hafiflemeye başlamış olsa da göğüsümdeki sancı her saniye artıyordu. Hareket etmedim, göğüsümdeki sancıyı da soğuğun geçireceğine inanmak istiyordum. Belimden ve bacaklarımın altından geçen bir çift kol kafamı suyun dışına çıkarana kadar zamanın ne kadar hızlı geçtiğine dikkat etmemiştim. Islak saçlarımı geriye atıp derin bir nefes aldığımda havuzun kenarına oturmuştum. Ciğerlerimin biraz daha nefes almasam iflas edecek olduğu gerçeğiyle yüzleştiğimde birkaç derin nefes daha aldım. Rüzgar bu sefer ıslanmış kıyafetlerimle beraber soğuğu daha çok hissetmeme yardım ediyordu. Kafamı gökyüzüne çevirdim. Ayaz yanıma oturduğu halde tek kelime etmemişti. Normal birisi bu yaptığım şey için beni azarlıyor ya da deli muamelesi yapıyor olmalıydı fakat gözlerine baktığımda anladığım üzere sıradan birisi gibi tepki vermiyordu. Belki de benim gibi istemsizce tepkilerini baskılıyordu. Babam konusunda söylediklerinde ona inanmak istemiyordum. Mantığıma uygun gelmiyordu, en azından şimdilik mantığımla hareket ettiğime inanmak istiyordum ama söylediği şey kolayca inanacağım türden bir şey değildi. Tam on yıldır koşulsuz yanımda duran birisinin beni arkamdan bıçaklamış olma ihtimali mantıklı değildi. Bir diğer ihtimal iste, yani bu durumun gerçek olması hali, beni gerçekten yerlebir ederdi. Onun yanından başka gidecek bir yerim yoktu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak öyleydi.
Bacaklarımı suyun içinde yavaş yavaş hareket ettirdim. Titremeye başlayana kadar soğuğun vücudumu ele geçirmesine izin verecektim ki zihnim nefes alabilsin. Avuçlarımı havuzun kenarındaki mermere bastırdım ve Ayaz'a döndüm. Islandığı için koyulaşmış saç tutamlarından birkaç damla damladı havuza. Gözleri suyun üzerinde geziyordu, yansımasıyla derin bir sohbete girmiş gibi bir hali vardı. Bir saniye bile gözlerini ayırmıyordu, göz kapaklarının her hareketinde ıslanmış kirpiklerinin gizlediği kızarmış gözlet ortaya çıkıyordu. Böyle olmalıydı belki de. Bildiklerini bana beklemediğim anlarda söyleyip susmalıydı ki, kabullenmeliydim. Tepki vermemek adına adım atmalıydım. Gözleri yavaşça benimkilere döndüğünde derin bir nefes aldı. Az önce kendiyle girdiği tartışmadan galip ayrılmışa benziyordu, gözleri keskindi. "Uçabiliyorsan," dedi gözlerindeki sır perdesini biraz olsun aralayarak. "Çakılabilirsin de yere." Havuzun kenarından destek alarak ayağa kalktı, üzerine yapışmış siyah kazağın eteklerinden tutup suyunu sıktı. "Bunu unutmamak senin yararına olur." Arkasını dönüp evin içine doğru yürümeye başladı. Bir süre sonra ortadan kaybolduğunda soğuk esen rüzgar, soğuk su ve ben kalmıştık. Gökyüzü olduğu gibi havuzun üstüne yansıyordu. Siyahın hakim olduğu gökyüzünü kızıl tonlar tamamen ele geçirmişti. "Uçabiliyorsan," diye tekrar ettim onu. "Çakılabilirsin de yere." Yürüyebiliyorsan, düşebilirsin de. Tüm vücudun yaralar içinde kalana dek pes etmezsin ama yolun sonunda ulaştığın tek şey yeni yaralar olur.
İnce bir battaniye omuzlarımı sardığında üşümek için olan tüm zamanımı kullandığımı anlamıştım. Havuzun içinden çıktım ve omzumdaki battaniyeyi ona geri uzattım. "Buna gerek yok, üşümüyorum." "Üşüyorsun, kendini mahkum ettiğin şeylerden birisi de bu." Dedikten sonra battaniyeyi elimden alıp yeniden omuzlarıma bıraktı. Bu kez itiraz etmeyecektim çünkü üşümüyorum desemde iliklerime kadar üşümüştüm. "İçeri gir, daha fazla burada durursan hastalıktan gebereceksin." "O gece gebermediysem bu soğuk bana etki etmez." diye cevapladıktan sonra evin içine doğru yürümeye başladım. Ona söylediğim her sözün altında sadece yıkım yatıyormuşcasına ve bunun tek sebebi onun var olmasıymış gibi düşünüyor, konuşuyor ve davranıyordum. Yolun ortasına oyuna dahil olan herkesin gidiceğini, en başından beri biliyordum. Bu oyun üç kişilikti, dördüncüye gerek yoktu. Bir şans oyunu oynar gibi yanımda olanlara hesap sormayacaktım, bir oyun oynayacaksam kazanmayı şansa bırakmamalıydım. Hangisinin doğru yolda ilerlediğini bilip ona göre bütün planlarımı baştan yapmam gerekiyordu. Bu düşünce şakaklarıma bir ağrının saplanmasına neden oldu, ya her şey sıfırlanacaktı ya da ufak bir aradan sonra devam edecekti fakat sıfırlanırsa ne zaman geri dönebileceğim hakkında bir fikrim yoktu. Bana doğru nişan alınmış oklar arasında en az acı vereceği bulmayı amaçlıyordum, nişancıların gözlerine bakarak.
Vücudumdan yere damlayan su damlalarının tok sesi zihnimde yankılanıp var oluşunu sorguluyordu. Titremeyi tam anlamıyla her hücremde hissediyordum artık. Ayak seslerinden üst kata çıktığını anladığım Ayaz'ın ardından merdivenleri tırmandım. Odalardan birinden gelen sese doğru yürüdüm ve aralık olan kapıdan baktım. Büyük siyah bir dolabın karşısında duruyordu, dolabın içini görebilecek kadar açık değildi kapı. Geri çekilip sırtımı kapının yanındaki duvara yasladım. Birkaç çekmece ve dolap kapağı sesinin ardından odadan çıktı. Elinde tuttuğu birkaç parça kıyafeti bana uzattı ve gözleriyle karşıdaki kapıyı işaret etti. "Kıyafetlerin kuruyana kadar idare edebilecek bir şeyler bulmaya çalıştım. Banyoyu dilediğin gibi kullanabilirsin." Tereddüt ederek ona ait olduğunu tahmin ettiğim kıyafetleri aldım. Hiçbir şey söylemeden karşıdaki kapıyı açtım. "Ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım." Cevap vermeyi istemediğimden banyonun içine girip kapıyı kitledim. Elimdeki kıyafetleri hemen kapının yanında olan dolabın, alt ve üst kısmı arasındaki boşluğa koydum.
Büyük aynayla göz göze geldiğimde üzerimdeki battaniyeyi serbest bıraktım. Battaniye yerle buluşurken aynanın karşısındaki yerimi almıştım. Üzerimdeki kıyafetlerden birer birer kurtuldum. Arka çaprazımda olan camdan içeriye sızan ışık bedenimin bir kısmını aydınlatıyordu, ışığın temas ettiği tenim ısınmaya başlamıştı. Kalbimi delip geçen huzursuzluk hissine rağmen birkaç saniye daha aynaya baktım, ardından suyu açıp kendimi duşun içine soktum. Soğuk suyun yeniden bedenimi esir alması birkaç saniye sürmüştü. Havuz suyunun klorundan tamamen arındığım kararına vardığımda duştan çıktım. Duvarda asılı olan koyu gri havlulardan büyük olanı alıp bedenime sardım, küçük olanla saçlarımı kurulamaya başladım. Başkasının evinde duş almak hoşuma gitmeyen şeylerden birisiydi ama vücuduma yapışan klorlu sudan arınmadan hareket etmek daha kötü bir şeydi. Havluyu saçlarıma doladım ve bana verdiği kıyafetlere doğru ilerledim. Havuza atlamaktan pişman olmadığım için başkasına ait kıyafetleri giymekten rahatsız olma şansını kendime tanımadım. Paketinden çıkardığım yeni iç çamaşırını bacaklarımdan geçirip siyah eşofmanı giydim. Eşofmanın belini sıkıca bağladıktan sonra siyah kısa kollu tişörtü de üstüme geçirdim. Islanmış kıyafetlerimi ve battaniyeyi yerden toplayıp banyonun kenarına koydum ve saçlarımı havludan kurtardım. Kıyafetlerimi bir poşete koyup çöpe atma fikri kafamda dolaşırken banyodan çıkıp merdivenlerden indim.
Mutfaktan gelen güzel kokuyla en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamaya çalıştım. Adımlarım çoktan mutfağı hedef almıştı fakat aç olsam bile yemek yemek ikinci planda olduğundan zihnimin sakinleşmiş olmasını fırsat bilip bu konuyu konuşmak istiyordum. Tepki veremeyeceğim bir noktaya koymuştum bu konuyu da, diğerleri gibi.
''Kıyafetlerimi koyabileceğim poşet tarzı bir şey verebilir misin?'' diye sordum mutfağa girer girmez. Gözüm masadaki tabaklara takılı kaldı, bunları ne ara hazırlamıştı? ''Kalsınlar, sonra hallederiz.'' Elindeki pankek dolu tabağı masanın boş kısmına bıraktı. ''Otur hadi, bir şeyler yiyelim sonra yemek yemek için vaktimiz olmayacak.'' Masanın bir ucuna oturdu ve bana döndü. ''Açken seni tatmin edecek cevaplar veremeyebilirim Asena, o yüzden gel ve kahvaltı yap.'' ''Aç değilim.'' dedim umursamaz bir tavırla. ''Ama sen hem yemek yiyip hem de bana cevap verebilirsin.'' ''Dün gece seni gördüğümden beri hiçbir şey yemedin, yemek yemezsen hiçbir sorunu cevaplamayacağım. Gitmekte de özgürsün istediğin zaman.'' Cevap vermeden masaya oturdum. Sorularıma cevap almadan gitmeyeceğimi biliyor olması beni sinirlendirsede bir şey yapmadım. Hemen önümde duran portakal suyundan bir yudum aldım, boğazımdan mideme kadar gidişini bütün hücrelerimde hissettiğimde yemek yemem gerektiğinin bir kez altını çizdim. Haklı olması beni daha da sinirlendirmişti.
Tabağıma birkaç şey alıp yemeye başladığımda yüzündeki zafer gülümsemesine yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum. Berfu dışında onunla iletişim kurmak istemediğimden susma kararı aldım. Gülümseyen suratına bakmak yerine soracağım soruları düşünmek daha iyiydi benim için. Babamdan şüphelenme nedenini sormalıydım ilk olarak, eğer buna cevap verebilirse diğer ince ayrıntılı soruları da sorabilirdim. Akay Akaslan'ın, yani babamın, Ayaz'ın dediği gibi başka bir amacı varsa ona nasıl davranacağım konusunda emin değildim. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapmak beni gerileteceğinden bunu çoktan elemiştim ama bütün zayıf noktalarımı bilen bir adamın karşısına çıkıp hesap sormamda akılsızlıktan başka bir şey olmazdı.
•••
Elindeki bardakları cam sehpanın üzerine koydu ve yanımdaki koltuğa oturdu. Geriye yaslandı, derin bir nefes aldı ve sol elini ensesine atıp ensesindeki saçlarıyla oynadı. Kafasını biraz öne eğdiğinden yara izinin küçük bir kısmı yine belli oluyordu. O izin devamını merak ediyordum, hikayesini de. "Sen soru sormaya başlamadan ben anlatmaya başlayım." Elini ensesindeki saçlardan çekti ve kahvesinden bir yudum aldı. "Ben Ayaz Baray Atalı, Berfu'nun anne tarafından kuzenlerinden biriyim. Annem ve babam evli değillerdi o yüzden annemin soy ismini taşıyorum. Babam, yani Berfu'nun dayısı başka birisiyle evlendi. Üç üvey kardeşim var ama beni tanımıyorlar, kuzenlerimde tanımıyordu Berfu dışında. Annem ve Aylin Sezer eski yakın arkadaş oldukları için Berfu ve ben birbirimizi biliyorduk. Aylin Sezer ve annem dılında kimse beni bilmiyor. Annem, bana hamileyken babam evlendiği için beni aldırmasını isteyebileceği düşüncesiyle ona söylememiş." Kahvesinden bir yudum daha alıp kupayı sehpanın üzerine bıraktı, dirseklerini bacaklarının üzerine yaslayıp ellerini birleştirdi. Yüzünde sert bir ifade vardı, kaşları çatıldı. "Baban ve babam," dedi, sustu. Babası Berfu'ya bir şey yapmış olabilir miydi? Tabii ki olabilirdi ama benim babam? Giderek karmaşık bir hal alıyordu her şey, yeterince önümü göremiyordum zaten ama şimdi... Şimdi her şey daha zorlaşmıştı. "O gece beraberlerdi." "Anlamadım, nasıl?" dedim kendimi tutamayıp. "Bende oradaydım, Asena." Gözlerini benim gözlerime dikti. "Kaçak olarak gitmiştim oraya, babamı görmek için." Yüzünde acı bir gülümseme oluştu. "O zamanlar kötü birisi olduğunun farkında değildim, beni tanımayan babamı biraz görmek için yanına gidiyordum." "Fikrini ne değiştirdi? Bizi kaçırdığını görmek mi?" "Hayır Asena." dedi bir çırpıda. "Baban içeri girerken girdim ben de, hemen arkasından. Fark edilmemiştim o an çünkü herkes her zamankinden farklı bir hava içindeydi, kimse birbirine bile bakmıyordu." "Hepsi birer katil." Sehpanın üzerindeki kupamı alıp hiç içmediğim kahveyi yarısına kadar içtim. "Babamın odasına ilk defa bu kadar yaklaşmıştım, kapıya kulağımı yasladım ve dinlemeye başladım sonra senim babanın ismini duydum, Akay Akaslan. Konuşma ilerledikçe konunun Berfunun ölümü olduğunu anlamıştım ama hala bir umut, baban gittikten sonra Berfu'yu koruyacağını düşünüyordum." Babamın orada ne işi vardı? Bütün bu detaylar ruhuma saplanmış onlarca bıçağı yerlerinden çıkarıp tekrar saplıyordu. "Öyle olmadı, baban telefonla konuşmak için dışarı çıktığında seni getirdiler. Seni depoya atmak için kapıyı açtıkları sırada-" "Kaçtım." "O sırada depodan içeri girdim. Senin Berfu olduğunu düşünüyordum, bu yüzden çoktan soğuk hava deposunda olan Berfuyla karşılaştığımda kafam karışmıştı. Onu kurtaracağıma söz vermiştim, Asena." Sesli bir nefes verdi. "Polis arayacaktım, kendimi depodan dışarı attıktan sonra seni yakalamışlardı. Kafam giderek daha çok karışıyordu ama kıyafetleriniz sizi ayırt etmemi sağladı." "Peki sonra?" dedim sabırsızca. "Aradın mı polisi?" "Evet." Kahvenin geri kalanını içtim ve kupayı sehpadaki yerine bıraktım. "Kaldırıma oturdum ve polisin gelmesini bekledim. Dakikalar geçmek bilmiyordu, gözlerimi o kapıya dikmiştim." "Polis gelmeden ben dışarı çıktım." "Ve bağırdın herkese, yardım etmeleri için sonra Akay Akaslan seni sakinleştirdi. Onunla beraber gittin, dakikalar sonra polis geldi ama içeri girdiklerinde hiçbir şey bulamadılar. Şoka girmiştim, benim ihbar ettiğimi anlamaları uzun sürmedi." Kupayı bırakıp ayağa kalktı. Sırtını döndü ve üzerindeki kazağı tek hamlede çıkardı. Sırtındaki yara izini gördüğümde gözlerim dehşetle açıldı, o gün mü olmuştu bütün bu izler? "Sana-" "Babam yaptı." Ses tonundan babasına olan nefretini gayet iyi anlamıştım. "Defalarca kez sırtımı kırbaçladı, bilincimi kaybettim. Kendime geldiğimde bir oyun parkındaydım." Kazağı tekrar giydi ve bana döndü. "Şimdi neden babana güvenmemen gerektiğini söylediğimi anladım mı?" Ayağa kalktım ve karşısına geçtim. "Daha fazlasını öğrenmeliyim." "Daha fazlasını öğrenmeliyiz, Asena. Bu yolda yalnız değilsin." Ben hep yalnızdım, demek istedim ama sustum. O gece yalnızdım diyemezdim bu kez, o gece acı çeken yalnızca Berfu ve ben değilmişiz. Dışarı çıkıp sokaklar boyunca bağırmak istiyordum şu an, belki de vermem gereken en insancıl tepki bu olurdu ama susmalıydım. On adım geriye gittim sanırken düşünebildiğimden daha ileriye gitmiştim.
•••
Hava yeniden kararmaya başladığında, hala onun evindeydim. Yeni bir plan yapmıştım, yapmıştık. Salondaki masanın üzerinde bir sürü kağıt vardı, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştük. Bu kez her şey daha belirgindi, daha sağlam adımlar atabileceğimi bildiğimden içimde ufak bir rahatlama vardı. Gözlerimi elimdeki kağıttan çekip biraz uzağımda olan Ayaz'a baktım. Gözleri kapalıydı, bir süre gözlerini açması için beklesemde gözlerini açmadı. Yavaşça oturduğum sandalyeden kalktım ve koltuğun üzerinde gördüğüm battaniyeyi aldım. Havuzdan çıktıktan sonra omuzlarıma bıraktığı battaniyeye benzediğinden yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Bir anlık bir gülümsemeydi ama benim olduğum yerde donup kalmama yeterli olmuştu. Ben, gülümsemiş miydim az önce? Cevabı öğrenmek istemediğimden battaniyeyi açtım ve masaya doğru ilerledim. Battaniyeyi Ayaz'ın üzerine örttüm ve elinde tuttuğu kağıdı yavaşça aldım. Masanın üzerindeki kağıları tek bir yere topladım, sabahtan beri içip durduğumuz kahve bardaklarını toplayıp mutfağa götürdüm. Bardakları yıkamak biraz zamanımı almıştı ama sorun değildi, çocukluğumdan beri zamanı ilk defa sorun yapmıyordum belki de. Açık kumral saçlarımı dağınık bir topuz yaptım, salona geri gittiğimde Ayaz'ın üzerindeki battaniye yere düşmüştü. Battaniyeyi yerden aldım ve tekrar üzerine örttüm. O anda bileğimi tutmasını beklemiyordum, açılan gözleri doğruca üzerimde gezindi. "Uyandıysan evime gidebilirim." dedim anın şokuna takılı kalmadan. Gözleri oldukça kırmızıydı, kaşlarım çatılırken konuştu. "Burada kal." dedi. "Geriye baktığında kaçıp gelebileceğin bir sığınak olayım senin için." Sığınak. İnsanın birisine güvenmesi böyle bir şey miydi? Söyledikleri beni nasıl bu kadar kolay ikna edebilmişti? Kusursuz cümleler mi kuruyordu sadece yoksa samimi miydi? "İçinde yaşadığın kaosun dışa vurumuyum diye mi benim yanımdasın?" "İçimde yaşadığım kaos yalnızca seni yaşatmak için Asena, her iki anlamda da." Beni yaşatmak Berfu'yu da yaşatmak demekti. |
0% |