@pretlidzeklis
|
Aynayla Vedalaştığında
"Gece olsun diye yalvardım gündüze." -Virginia Woolf
I Prevail, Let Me Be Sad
Sözlük anlamını yitirmeye başladığında bir kelime, ait olduğu dilin benliğinden şüphe ederdi. Aldığım nefesi tutuyordum çünkü unutulmaya yüz tutmuş bir kelimeysem yaşamak için kendimi korumam gerekiyordu. Ayaklarım sağlam basana dek, kafamı dik tutana dek gözlerimi dış dünyadan ayırmayacağıma yemin etmiştim. Köşeye atılmış, onu kullanan insan sayısı gittikçe azalmakta olan bir kelime gibi tükeniyordum. Nefes almaya devam eden bir bedenin içine hapsolmuş ölü bir ruhum vardı, çıkmaya çalıştıkça kaburgalarım beni bedenime hapsediyordu. Parmaklıklar ardındaymışım gibi, kaburgalarımın arasından dünyaya bakıyordum. Sesim çıkmıyordu, tepki vermiyordum çünkü insanlar için normal olan her şey bir gecede üzerime yıkılmıştı. Sonsuz bir döngüdeymişim gibi sonsuz moloz yıkılıyordu benliğime ve asla ayağa kalkamıyordum.
Öyle bir an geliyordu ki bazen, kendime verdiğim sözleri hiçe sayıyordum. Öyle bir an geliyordu ki... Kendi nefesimle boğuşuyordum. Gözümün önündekini göremez oluyordum, yanımda söylenenlere kulağımı tıkıyordum. Bilmeden ipin ucunu kaçırıyor, labirentte kayboluyordum çünkü ipin diğer ucundakilere bakarken arkamdan gelenlerin ipimi kesebileceğini düşünmüyordum. Elimde kalan ipi bile boynuma dolamaya çalıştıklarından habersiz adalet adlı oyunu oynuyordum. Hileyle başlattıkları bir oyunda adil adımlar atarak ilerlemeye çalışmak benim hatamdı, bunu inkar edemezdim.
Güven üzerine kurulurdu gelecek ve güven yüzünden yıkılırdı geçmiş. Hayaletler dolaşırdı sonra güven koridorlarında, anılar ses çıkaramazdı. Başlattıkları oyunu kaybedeceğim düşüncesini akıllarından sileceğimi adımın Asena olduğunu bildiğim kadar iyi biliyordum. Asıl oyun şimdi başlıyordu ve bu onların rahatlarını oldukça fazla bozacaktı. Duyguları geride bırakmaya, onları baskılamaya alışkındım ama bu hiçbir zaman için kolaylıkla gelişmiyordu. Benimde canım yanıyordu hatta nefreti o kadar içten hissediyordum ki böyle zamanlarda, hala insani şeyler hissedebileceğime dair bir umut büyüyordu içimde. İçinde yaşadığın kaosun dışa vurumuyum diye mi benim yanımdasın? İçimde yaşadığım kaos yalnızca seni yaşatmak için Asena, her iki anlamda da. Söylediği kelimelerin, kurduğu cümlelerin üzerimdeki etkisinin hala farkında değildim ama bu cümle kafamın içine büyük kırmızı harflerle yazılmış ve altı defalarca çizilmişti. Beni yaşatmak Berfu'yu da yaşatmak demekti. Ve o, bunun ağırlığını henüz bilmiyordu.
Koltuğun üzerindeki telefonumu ikinci kez titremeye başladığında elime aldım. Saat sabaha karşı beşti ve Batu iki kez aramıştı. Gözlerim telefon ekranına kitlendi, onu geri aramam doğru olur muydu emin değildim. Evet, benimle çalışmış ve emirlerimi ikiletmemişti ama babam onlarla çalışmamı istemişti. Telefon ekranında bir kez daha Batu ismi belirdiğinde daha fazla düşünmeden açtım. Telefonu kulağıma götürürken bir yandan da bahçeye çıkıyordum çünkü Ayaz'ın uyanmasını istemiyordum. Çıplak ayaklarım bahçedeki soğuk tahtalarla buluştu.
''Dinle beni, Ayaz iyi mi?'' Kaşlarım çatılırken telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve yazan isme tekrar baktım. Ayaz'ı tanıyan birini tanımıyordum bu yüzden kim olduğundan emin olmak istemiştim. ''Anlamadım.'' dedim monoton bir ses tonuyla. Beni neyin içine çekmeye çalıştığından emin olmam gerekiyordu. ''Asena, Ayaz'a dün geceden beri ulaşamıyorum. En son sana her şeyi açıkladığı konusunda bana bir mesaj atmış.'' Sesi gerçekten telaşlı geliyordu. Kurumaya başlayan dudaklarımı birbirine bastırdım. ''Batu ne demek istediğini anlamıyorum. Ayaz kim?'' Cümlem bittiğinde telefon elimden havalandı, Batu'nun cevabını duyamadan Ayaz çoktan telefonu elimden almıştı. Kızarıklığı geçmemiş gözlerini sol eliyle ovuşturdu.
''İyiyim, sorun yok.'' dedikten sonra bir süre bekledi. Batu ve Ayaz'ın birbirini tanıyor olması, dün gece Ayaz'ın benimle aynı yerde olmasının nedeni olmalıydı. Ayaz'a Batu söylemişti, bu da babamın yeterince dikkatli olmadığı anlamına geliyordu. Gözlerini umursamaz bir tavırla yukarı dikmişti, muhtemelen Batu'nun endişeli tavrını abartılı bulmuştu. ''Asena benimle, sende bir şekilde iz bırakmadan buraya gel.'' Batu'yu dinlemeden telefonu kapattı ve bana uzattı. Telefonu aldım, evin içine girdiğimizde kendisini koltuğun üstüne bıraktı. ''Batu, benim arkadaşım.'' ''Tahmin etmiştim.'' Yanındaki koltuğa oturdum ve bağdaş kurdum. ''Uyumamışın.'' Omuz silktim ve kafamı koltuğun sırt kısmına yasladım. ''Söylesene, Asena.'' Gözlerim tavanda geziyor olmasına rağmen onun gözlerinin benim üzerimde gezdiğine emindim. ''İki saat uyuduğun için kendinden nefret edecek duruma nasıl getirdiler seni?''
Dilinden kalbime damlayan her damla zehir, zihnimi uyuşturuyordu. Gözlerimi bir noktaya sabitledim ve derin bir nefes aldım. Düşünceler, kıyamet kopmuşçasına beynimin her milimini karış karış gezerken gözlerimi kapattım. Bedenim uyarı vermeden, kendi isteğimle uyuyabilir miydim sahiden? Sıcak bir ortamda, kabus görmeden, yapabilir miydim? Böyle uyuduğum bir an bile yoktu, bu konuda vicdanım rahattı ama zihnim hep yorgundu. Uykularımın katiliydim. Hayır, onlar uykularımın katiliydi. Uykularımızın, ruhlarımızın. Önce gözlerimi araladım ve bir süre daha tavanda gezindi gözlerim. ''Uyumak istiyorum.'' Kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde gözlerimi Ayaz'a çevirmiştim çoktan. Kendi isteğimle uyuyacaktım, hayatımda ilk ve son kez olacaktı ama yapacaktım. ''Bedenim yorgunluktan kendisini kapatmadan uyumadım daha önce, nasıl uyuyacağım?''
Oturduğu yerden kalktı, masanın üzerinde duran sigara paketini aldı. ''Gel.'' dedi ve merdivenlere yöneldi. Bacaklarımı koltuktan aşağı sarkıttım, merdivenlere geldiğinde durup beni beklediği için vazgeçme fikri anında silindi aklımdan ve ayağa kalkıp onu takip ettim. Bana kıyafet vermek için girdiği odaya yöneldi, kapalı olan kapıyı açıp içeri girmem için geri çekildi. Ben odanın içinde birkaç adım atıp ona döndükten sonra o da içeri girip kapıyı kitledi. Anahtarı cebine koyup pencereye ilerledi. Kapıyı neden kitlediğini sorgulamak istemiyordum. Perdeleri ve camı sonuna kadar açıp sigara paketinden bir dal aldı. Sigarayı dudaklarına yerleştirirken paketi bana uzattı, içinden bir dal aldığımda paketi cam kenarına bıraktı. Cam kenarına yaslanıp önce kendi sigarasını ardından benim parmaklarım arasında duran sigarayı yaktı. Camdan dışarı bakarak ağır ağır sigarasını içti, ben onun aksine hızlıca içip bitirmiştim. Sigarasını camın dışındaki mermerde söndürüp bıraktı. O yatağa doğru ilerlerken bende elimde duran izmariti onunkinin yanına bıraktım.
Yatağın diğer tarafına ulaştığında ikimizde tarşı karşıya duruyorduk. Yorganı tek eliyle kaldırdı ve bana bakmadan yatağa uzandı. Onun yaptığı gibi yatağa uzandım ve gözlerimi tavana diktim. Derin bir nefes alıp bana döndü, birkaç saniye öyle kaldı. "Bana dön, Asena." Dediğini yaptım, ona doğru döndüm ve gözlerimi gözlerine diktim. Vücudum giderek ısınıyordu, bu alışık olmadığım his bütün hücrelerimi sarhoş ediyor gibiydi. "Gözlerini kapat, sana bir şeyler anlatacağım ama cevap vermeyeceksin. Sadece dinlemeni istiyorum." Sol elimi, yastığın altına yerleştirdim, gözlerimi kapattım. Eli saçlarımın arasında dolaşmaya başladı. "Bir varmış, bir yokmuş..."
Bana masal okuyor olmasının verdiği tuhaf hisle gözlerimi daha sıkı kapattım. İçimi kaplayan heyecan benzeri histen başka bir şey düşünemediğimden masala odaklanamıyordım. Anlattığı masal benim için geri planda kalmasına rağmen gözlerim ağırlaşıyordu, vücudum uykusuzluğa alışıktı ama gözlerimin ağırlaşmasına engel olamıyordum. Düşüncelerim kafamın içinde dolaşıyordu ama ne düşündüğümü anlayamıyordum. Uykuya teslim mi oluyordum yoksa kendimi mi kaybetmiştim?
•••
Ortasında bulunduğum yalanlar kuyusunun içinde boğuluyorken yüzeye çıkmak için uğraşmıyordum çünkü yüzme bilmenin beni yalanlardan kurtaramayacağını öğrenmiştim. Yalanlardan kaçmıyordum, kaçmak bana göre değildi ama yüzleşmiyordum da. Yalanlarla yaşamayı öğrenmiştim, gerçekleri bilip aralarında dolaşmak bana avantaj sağlıyordu. Doğrularını bildiğim yalanları dinliyor, neler olacağını daha çabuk kestiriyordum ve yakalanmıyordum. Geldiğim noktada unuttuğum tek şey, en başından beri yanımda olanların elininde kana bulanmış olabileceği, hayatlarının nasıl bu noktaya geldiğini sorgulamamak olduğuydu. Hata yapmıştım. O gün attığım ilk adım bana on yıl kaybettirmişti.
Gözlerimi yavaşça araladığımda ilk olarak gri tonlardaki tavanla karşılaştım. Dirseklerimle yataktan destek aldım ve yatağa oturup bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Ayaklarım sıcak zemine değdiğinde ilk defa bu hissi yadırgamadan ayağa kalktım. Pencerenin önünde duran sigara paketini gözüme kestirdiğimden hemen pencerenin önüne gittim ve bir sigara yaktım. Dudaklarım kuruduğundan birbirine yapışmışmıştı ve zihnim uyuşmuş gibiydi. Sırtımı cama yaslayıp odaya göz gezdirdim. Anahtarı yatağın yanındaki komidinin üzerinde gördüğümde uyumadan önce kapıyı kitlediğini hatırladım. Ayaz, ben uyuduktan sonra yanımdan gitmiş olmalıydı, bu yüzden anahtarı buradaydı. Zihnimin boş olması hoşuma gittiğinden daha fazla bir şey düşünmeden sigaramı yavaşça bitirdim. Daha önce sigaralarımızı söndürdüğümüz yerde tekrar sigaramı söndürüp izmariti aynı yere bıraktım. Dört adet izmarit vardı, bu yüzden sigara paketini alıp odadan yavaşça çıktım. Alt kattan gelen konuşma sesleri merak ettiğim için merdivenden inerken daha da yavaşladım. Son birkaç basamak kaldığında merdivenin duvar kısmına sırtımı yasladım.
"Kıza direkt olarak babanı orada gördüm mü dedin Ayaz?" Avuç içlerimi zemine zıt olarak oldukça soğuk olan duvara yasladım. "Kafayı mı yedin sen? Kız ölüm makinesi gibi diyorum sana, adamı öldürürse elinde konuşturacak birisi kalmaz." Dudaklarımı ıslattım yavaşça, konuşan kişinin Batu olduğunu sesinden anlamıştım. "O adamı öldürmez." diye sakince cevapladı Ayaz. "Bir şey yapacak olsa bile öldürmez, acı çektirir." "Nasıl bu kadar rahat davranabiliyorsun? Duyguları yok, etrafta boş gözlerle geziyor. Tek düşündüğü şey Berfu, kendi canını bile önemsemiyor." Gözlerimi karanlık ve mutfaktan gelen ışığın kesiştiği noktada sabitledim. "Etrafa boş gözlerle bakması duyguları olmadığı anlamına mı geliyor Batu? Bende boş gözlerle bakıyorum etrafa, benimde mi duygularım yok?" dedi sakinliğinden ödün vermeden. "Tamam abi, sen nasıl diyosan. Sonra pişman oldum deme bana."
Ayaz'ın cevap vermesini beklemeden ses çıkartarak merdivenlerden indim ve aynı sesli adımlarla mutfağın girişine yürüdüm. Işık gözümü kamaştırdığından gözlerimi birkaç kez kırpıp açtım. Benim gelmemle ortam sessizleşmişti, böyle olacağını bildiğimden şaşırmam imkansızdı. Elimdeki sigara paketini tezgahın üzerine bıraktım ve boş olan bar taburesine oturdum. İkisinin arkadaşlığını sorgulamak içimden gelmediğinden hiçbir şey söylemeden gözlerimi Ayaz'a diktim. "Günaydın." dedi gülümseyen yüzüyle ve ayağa kalktı. "Günaydın." Sesim onunkinin aksine daha anlaşılmaz çıkmıştı. Üzerimde hala uykunun sarhoşluğu olduğundan dudaklarımı hareket ettirip tek kelime söylemem bile bir mucize gibi gelmişti bana ama hala uyuduğum için pişman değildim. Vücudum bu rahatlığa alışkın olmadığından böyle tepki veriyor olabilirdi. Görüş açıma giren büyük bir bardak suyla beynime nüfuz eden düşüncelerim yarıda kesilmişti. Gözlerimi bardaktan ayırarak ona döndüm, o ise çoktan yerine oturmuştu. "İç hadi, ayılmana yardımcı olacaktır."
Parmaklarım yavaşça bardağı kavradı ve kurumuş dudaklarıma götürdü. Suyun önce boğazımdan geçtiğini, ardından neredeyse bütün hücrelerime ulaştığını hissettim. Bu garip his karşısında kaşlarım çatılırken yarısına kadar içtiğim suyu masaya bıraktım. "Teşekkürler." "Batu, benim güvendiğim nadir arkadaşlarımdan birisidir." Gözlerim Batu'yu bulduğunda o çoktan dikkatlice bana bakıyordu, sanki daha önce beni görmemiş gibiydi. Günlerce benimle çalıştığı gerçeği bakışlarının karşısında gerçekliğini yitiriyordu. Islanmış dudaklarımı birbirine bastırdım, diğerlerini de tanıyor muydu? Luke'u da tanıyor olma ihtimali var mıydı? Eğer herkesi tanıyorsa babamın inine çoktan sızmıştı. "Diğerlerini de tanıyor musun?" diye sordum sakince. "Hayır." diye yanıtladı Batu, Ayaz'dan önce. "Onların hiçbir şeyden haberi yok, herkes kendi çıkarı için çalışıyor seninle." Gözlerimi Batu'dan çektim ve yarısını içtiğim bardağa diktim gözlerimi. "Benimle değil," diye düzelttim onu. "Akay Akaslan'la çalışıyorlar." "Senin emrindeler." Parmaklarımı masanın üzerinde ritmik bir şekilde hareket ettirmeye başladım. Doğru söylüyordu, benim emrimdeydiler. Unuttuğu kısım, hiçbirini ben istememiştim. "Telefon sinyalini bulabilirler mi?" "Anlamadım, neden?" Yavaşça ayağa kalktım ve mutfaktan çıkıp bahçe kapısına doğru ilerledim.
Henüz kimse onları gözüne kestirmemişti, Luke dışında. Bu demek oluyordu ki, onları gönderirsem zarar almadan hayatlarına devam edebileceklerdi. Luke ve kız arkadaşını ise söz verdiğim gibi koruyacaktım, bir şekilde onlara güvenli bir yer bulabilir ve hayatlarını sürdürmelerini sağlayabilirdim. Babamla konuşmak zorundaydım, bir şekilde ikna etmeliydim onu. Her ne kadar ona sorucak sorularım olsa da, eskisi gibi davranmalıydım ona karşı. Numara yapmak sorun değildi, sadece ona gerçekten bağlı olduğum noktalar vardı duygusal anlamda. Eğer bir hata yaparsam ve gerçeği bildiğimi bilirse yürüdüğüm yolda çok zorlanacağımı biliyordum. Bütün güçlü ve zayıf noktalarımı bilen bir adama karşı savaşmak bir katili aramaktan daha zor olurdu, akıl kârı da değildi.
"Asena," Ayaz'ın sesiyle arkamı döndüm ve sırtımı soğuk cama yasladım. "Batu nerede?" Onunla beraber dönersem daha az dikkat çekerdim. Sanki Batu beni bulup getirmiş gibi davranırdım, daha önce ortadan kaybolduğumdan babam bunu sorgulamazdı. Başta sorguluyordu, muhtemelen öğrenip öğrenmediğimden korkuyordu o zaman ama bir süreden sonra öğrenemeyeceğimden emin olmuş olmalıydı ki sormayı bırakmıştı. "Az önce gitti, kapı sesini duymadın mı?" Tekli koltuklardan birine oturduğunda cümlesi yeni bitmişti. "Dalmışım, duymadım." Sırtımdaki soğuk his tüm vücuduma yavaş yavaş ilerliyordu. "Sana kıyafetlerini ve özel olduğunu düşündüğü şeyleri getirmiş." Gözleriyle kapının yanındaki orta boylardaki el valizini işaret etti. "Önemli olan şeylerin yerini bulamaz." dedim keskin bir sesle. "Arabamı park ettiğim yerden almam lazım." "Ben hallettim onu, anahtarlıkta asılı anahtarın." Sesli bir nefes verdi. "Dinlendin mi?" Sırtımı soğuk camdan ayırdım, çaprazında duran büyük koltuğa oturup bağdaş kurdum. "Vücudum dinlendi." "Zihnin?" "Uyuşmuş gibiydi." Gözlerimi etrafta gezdirdim. "Kendi kendime uyuduğum için mi böyle oldu?" Saçlarımın uçlarını parmak uçlarımla ezerek oynamaya başladım. "Tuhaftı, boşluk gibiydi." Gülümsedi ama anlık bir gülümsemeydi, yakalaması zor olanlardan. "Bu gece benimle Ağustos'a gel, yardımına ihtiyacım var." Soru sormadan onu onaylayan bir bakış attım. Ne planladığını anlatacaktı, bunu biliyordum. "Şimdi gidip benim için asıl önemli olan şeyleri alacağım, akşam Ağustos'ta görüşürüz o zaman."
Yavaşça ayağa kalktım, o ise kafasını sallamakla yetindi. Dış kapıya doğru ilerledim, yere bıraktığım çantamı aldım. Anahtarlıkta asılı olan araba anahtarımı da aldıktan sonra kendimi evden dışarı attım. Arabamı evin tam karşısına çekmişti, adımlarımı durdurmadan arabaya ilerledim.
•••
Arabayı kendi evimin bulunduğu binanın önüne park ettim. İçeri girip Berfu'nun eşyalarının bulunduğu gizli odadan eşyaları almam gerekiyordu. Belki birkaç kıyafet de alırdım ama onun dışında bir şey almak istemiyordum. Merdivenlerden hızla tırmanıp evimin kapısına ulaştım, anahtarı birkaç kez çevirdikten sonra açılan kapıdan içeri girdim. Kapıyı tekrar birkaç kez kitledikten sonra odama yöneldim. Dolabın içinde duran büyük ve orta boy valizleri çıkarıp açtım. Ardından gizli odanın anahtarını sakladığım yerden çıkardım, dolabı itip kapıyı açtım. İçeride bana gerekebilecek ne kadar Berfu'ya ait eşya varsa, ne kadar kanıt varsa hepsini büyük bir titizlikle kilitli poşetlere koyup büyük valize yerleştirdim. Hızlı bir duş alıp üzerime uzun kollu lacivert bir crop giydim. Bol paça açık mavi bir kotu bacaklarıma geçirdim. Hızla makyajımı tamamladıktan sonra saçlarımı kuruttum. Birkaç parça kıyafeti ve makyaj malzemelerini orta boydaki valize yerleştirdim, valizleri kapının önüne bırakıp zincirli siyah kol çantamı ve uzun siyah kabanımı giydim. Kalın topuklu botlarımı giydikten sonra valizleri merdivenden indirip arabaya yerleştirdim. Bütün bunları yapmam yaklaşık bir saatimi almıştı, hava çoktan kararmış olduğundan arabayı Ağustos'a doğru sürmeye başladım.
Arabadaki sessizliğin tadını çıkarıyordum çünkü barda çalan müziklerin bir süre sonra başımı ağrıtacağını gayet iyi biliyordum. Başım ağrıdığında tahamül seviyem daha da azalıyordu. Babamla bir an önce konuşmam gerektiğini, herkesin kendi hayatına dönmesi konusunda onu ikna etmem gerektiği bir saniye bile aklımdan çıkmıyordu. Bu gece konuşamayacaktım ama yarın sabahın ilk ışıklarıyla onunla konuşmaya gidecektim. Bir diğer yandan, babam ve Ayaz'ın babasının Berfu'nun ölümünde birinci derecede şüpheli olarak adlandırıyordum. O gün, babamın orada olmasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Bu nasıl bir tuzaktı? Neyin içine çekilmiştim ben?
Barın otoparkına arabamı çektikten sonra otopark girişinden içeri girdim. Biraz yürüdükten sonra tuvaletlerin olduğu koridora döndüm, koridorun sonundan gelen koyu mor ışığa doğru yürüdüm. İçeridekileri süzdükten sonra barmenlerin önünde oturan Ayaz'la göz göze geldim. Ayağa kalktı ve bana doğru ilerlemeye başladı, bütün kalabalığın sesi kafamın içindeki sessizliğe gömülmüştü. Lacivert bir kazak giymişti, altında ise siyah bir kot pantolon vardı. Aramızda birkaç adım varken elini uzattı, önce eline ardından tekrar yüzüne baktım. Tereddütle elini tuttum ve biraz ilerimizde olan merdivenlerden yukarı tırmanmaya başladık. O öndeydi, ben ise arkasından onu takip ediyordum. Merdivenlerden çıktığımızda balkon gibi tasarlanmış, barın içine bakan uzun ve koridor benzeri bir yere gelmiştik. Elini yavaşça bırakıp demir korkuluklara doğru ilerledim.
Avuçlarımla demiri kavrayıp aşağıda eğlenen insanlar arasında gözlerimi gezdirdim. Hepsinim yüzündeki gülümseme giderek genişliyordu, içtikleri alkol yüzünden gevşiyorlardı. Doğrusu, havadaki alkol kokusu benim bile gevşememe neden olmuştu. Buraya ilk geldiğimde fark etmediğim bir çok detay vardı, ışıklar ya koyu mor ya da mavi tonlarında yanıyordu mesela. Ayaz arkamdan elini belime yerleştirdi, diğer eliyle saçlarımı toplayıp sağ omzumdan aşağı bıraktı ve kulağıma yaklaştı. "Şüpheyle yola çıkarsan, ayağına takılan her taştan sen sorumlusundur, Asena." Gözlerim açık mavi renkteki Ağustos yazısına takılı kaldı. "Önce bir tohum gibidir ama giderek büyür. Sen kontrolü kaybedersin, o ise kontrolü eline alır." "Şüphe bir tohum gibidir." dedim gözlerimi yazıdan ayırmadan. Parmaklarım demirin üzerinde hareketlendi, parmaklarımın her hareketinde demirden tok bir ses çıkıyordu ama ikimiz dışında başka birinin duyabileceği bir ses değildi.
"Benden şüphe etmeni istemiyorum, Asena." Belimdeki elinin tutuşu sıkılaşmıştı. "Sen ne kadar tehlikeye atlasanda, ben senin yaşaman için çabalayacağım." "Peki, Berfu?" diye sordum sola dönüp ona bakarken. Gözleri hala hissizdi ama tereddütsüzlüğü ona güvenmem için bir neden daha geriyordu bana. "Berfu en çok," dedi ve sustu. Sol elini kalbimin üzerine bastırdı. Yakınlığımız dışarıdan yanlış anlaşılabilecek türdendi. "Burada yaşıyor." Eli kalbimden belime doğru kaydı, artık iki eliyle belimi tutuyordu. "Berfu için, seni yaşatacağım." Cevap veremedim. Ona güvenmeye başlamış olmanın verdiği tuhaf hisle gözlerimi kaçırdım, yeniden insanlarla dolu alt kata sabitledim gözlerimi fakat bu kez hiçbir şeye dikkat edemiyordum. Odaklanamıyordum, içimde dolaşan tuhaf his ondan başka bir şey düşünmemi bile engelliyordu. Sıcak dudaklarını enseme değdirip sıcak bir öpücük bıraktığında içimde dolaşan o his karnımdan boğazıma doğru bir yol çizdi. Bu lanet his de neydi böyle? Tepki vermemek için kendimi zorluyordum fakat bunun işe yaramayacağını bildiğimden yavaşça ona doğru döndüm. Gözleri, gözlerimi anında esir aldı. Belimdeki ellerinin yeri değişsede belimden tutmayı bırakmamıştı.
"Neden buradayız?" dedim konuyu dağıtmak amaçlı. Dudakları yukarı kıvrıldı, konuyu dağıtmak amaçlı söylediğimi anlamış olabilir miydi? Bunu belli etmiş olmam imkansızdı. "İki saat sonra buradaki kalabalığın çoğu gidecek, geriye kalanlarsa sende olan listedeki isimlerle ilgilenenler." Baş parmağını belimde hareket ettirdi yavaşça ve diğer eliyle çenemi kavradı. "Reşit olmayan kız ve erkek çocuklarını satıyorlar, bu çetelerden birisinin babamla bir bağlantısı olabilir." "Nasıl yani?" Duyduklarım konusunda şaşırmamıştım ama inanmak istemiyordum. Bu mide bulandırıcı kötülüğün geldiği son nokta artık kanımı dondurmaktan öteye gidiyordu. "Berfu'yu öldürmediyse, bu çetelerden birisine vermiş olabilir. Öldürmüş olsa bile eski bir anlaşmayı arşivlerinde bulabiliriz." Eli çenemden omzuma kaydı, omzumu sıktı. "Bu mekanın sahibi annemdi, soft bir bar olarak tasarlamıştı burayı. Son birkaç güne kadar bu şekilde işletiliyordu, annem öldükten el değiştirmişti ama devam etmişti aynı şekilde." Gözleriyle aşağıyı işaret etti. "Ben satın aldım burayı, işimize yarayacak şeyleri öğrenmemizin ve elimizi kolumuzu sallayarak gezmemizin tek yolu buydu."
Annesinin ölmüş olmasını öyle rahatça söylemişti ki, eğer onunla az önce tanışmış olsaydım acı çekmemiş olduğuna inanırdım. Alt dudağımı ağzımın içinden ısırdım, gerçekten bana benziyordu. "Fark edilmeden aralarına sızmamız gerekiyor ama burası senin, yani senin adını biliyor olmalılar." "Hayır," dedi ve devam etti. "İsmimi bilmiyorlar çünkü alırken isim belirtmeksizin aldım, tapuda random birisinin adına." "Yani burada dönen hiçbir iş senin üzerine kalmayacak." Dudakları yukarı kıvrıldı. Oldukça zeki bir adımdı. "Ama birkaç grup arasından doğru olanı nasıl bulacağız?" "Mekanın her yerinde dinleme cihazları var, en ufak bir ayrıntı yakalandığında bana haber gelecek." Kafamı geriye çevirip kısaca göz gezdirdim etrafta, dinleme cihazlarını saklaması zor olmamış olmalıydı. "Sonra ne olacak?" "Bir çift olduğumuzu ve evlat edinmek istediğimizi söyleyerek aralarına gireceğiz." Kafamı olumlu anlamda salladım ve sesli bir nefes verdim. "Geriside çorap söküğü gibi gelecek." Bakışlarıyla beni onayladığında hemen yanımızdaki masalardan birinin bar taburesine oturdum. Plan açıkça ortadaydı, daha fazla konuşulacak bir şey yoktu. Ayaz bir süre bekledikten sonra hiçbir şey demeden yanımdan ayrıldı, merdivenlerden indi ve insanların arasından geçip dışarı çıktı. Yalnız kalmak sorun ettiğim bir şey değildi ama buraya beni çağıran oydu, nereye gitmişti?
Kısa bir süre sonra masanın üzerine bırakılan kağıt poşet ve karşıma oturan Ayaz'la kaşlarım çatıldı ama benim soru sormama izin vermeden poşetin içine elini daldırıp konuşmaya başladı. "Yemek yemediğini biliyorum, bende yemedim ve ikimiz için bir şeyler aldım." Poşetin içinden çıkardığı hamburgerleri masanın üzerine koydu, patates kızartması olduğunu tahmin ettiğim büyük kutuyla beraber iki kutuyu daha masanın üzerine koydu. İki büyük içecekten birisini bana uzatmadan önce poşetin içinde en son kalan şey olan pipeti içeceğin kapağında ayrılan kısma yerleştirdi. Kendi içeceğinin ise kapağını çıkarıp kağıt poşetin içine attı. Ne olduğunu anlamamışcasına ona bakıyordum. Barın üst katında hamburger mi yiyecektik? Delirmiş olmalıydı, aşağıda dolaşan insan tacirlerine odaklanmalıydık. Yemek yemeye vaktimiz yoktu. Düşüncelerimi anlamış olacaktı ki açtığı kutuları masaya geri koyup bana döndü. "Hiçbiri, VIP olmayanlar çıkmadan tek kelime etmez. Yemek yiyecek vaktimiz var." Eline hamburgerlerden bir tanesini aldı ve sarılı olan kağıdın bir kısmını açıp bana uzattı. Bu kez tereddüt etmeden elinden aldım çünkü ondan şüphe ettiğimi düşünmesini istemiyordum.
•••
"VIP olmayan konuklarımız için ayrılan süremizin sonuna gelmiş bulunmaktayız. VIP konuklarımızdan konuk kartlarını çıkarmalarını, VIP olmayan konuklarımızdan ise zorluk çıkarmadan mekandan çıkmalarını rica etmekteyiz. Yarın görüşmek üzere bütün konuklarımıza iyi akşamlar dileriz." Müziğin sesinin kesilmesiyle anonsu dikkatlice dinlemiştim, benim aksime Ayaz oldukça rahat bir şekilde aşağıdaki insan topluluklarına bakıyordu. İnsanların bazıları çıkarken bir kısmı ise çantalarında ya da ceplerinde bulunan kartları çıkarmaya başlamıştı, kimsenin itiraz etmemesi tuhafıma gitmişti. Bu kadar kötülüğü yürüten insanların bile itiraz etmeden kabullenmesi oldukça garipti ama bu mide bulandırıcı insanların çoğunun yakınlarının etrafında kendilerine taktıkları iyi maskelerle dolaşmaları şu anki kabullenişlerinin bir kanıtıydı. İşleri görüldüğü sürece her şeyi kabul edebilecek, kendilerinden ödün verecek kadar aşağılık insanlardı hepsi. Kalpleri yalnızca kötülüğe çalışıyordu. Bizim gibiler hata yapmaktan korkup eski hataları yüzünden aynaya bakamazken onlar aynanın önünde saatler geçirebiliyordu. Yüzlerindeki iğrenç gülümsemelerle kendilerini ve yaptıkları kötülükleri aynada bütün haliyle benimseyip övünüyorlardı. Aynayla vedalaşanlar ise adalet sağlamak uğruna akıntıya karşı kürek çekiyordu. Aynayla vedalaştığında. Zihnimde bir fırtına koptu, potansiyel katillerle dolu bir mekanda aralarında hiçbir şey yapmadan dolaşacak olmanın verdiği sinirle ayağa kalktım. "Nerede sigara içebilirim?"
"İyi misin?" Benim ayağa kalkmamla o da ayağa fırlamıştı. "Bir sorun mu var?" "Hava almam gerek, hepsi midemi bulandırıyor." dedim dürüstçe. Elimden tutarak yürümeye başladı, koridorun sonundaki kapıyı açtığında içeriye dolan temiz havayla derin bir nefes aldım. Terasa adım attığım gibi elini bırakıp içeridekine benzer korkuluklardan aşağı doğru eğildim ve gözlerimi kapattım. Derin nefesler almaya devam ettim, alkol kokusundan uyuşmuş beynim giderek kendisine geliyordu. Kaç saattir temiz hava almamıştım ben? Ciğerlerimin temizlendiğine emin olduğumda arkamı dönüp sırtımı soğuk demirlere yasladım.
"Burada bekleyebiliriz." Bu benim için daha iyi bir seçenekti, içeridekilerin yüzünü bir süre daha görürsem kendimi kaybedebilirdim ve bu planımızı oldukça kötü etkilerdi. "Tamam." Yere oturdum ve bacaklarımı kendime çektim. "Burada bekleyelim." "İyisin di mi?" Yanıma oturmuştu. "İyiyim." dedim. "Söylediğim gibi, hava almam gerekiyordu." "Asena," Gözlerim gözlerine ulaştı. "Gidelim mi?" "Anlamadım." "Eve gidelim." Ayağa kalktı ve elini uzattı. "Başka birilerini bulurum aralarına sızmaları için." "Ama-" sözümü kesti ve devam etti. "Şimdi gitmezsek, bir gün bütün bunlardan koşarak kaçacaksın." "Kaçmam." dedim kendimden emin bir sesle. Ben hiçbir şeyden kaçmazdım, üstüne yürürdüm. "Kaçacaksın, Asena. Hem de koşarak. Koşarak kaçarsın ama geri dönebilecek yerin kalmaz, geri dönebilecek zamanın olmaz." Kalkmayacağımı anlamış olmalıydı ki eğilip elimi tuttu. Ayağa kaldırdı beni ve geldiğimiz yönün aksine yürümeye başladık. Terasın kapısı kapandıktan sonra cebindeki anahtarla hemen yanındaki kapıyı açtı, aşağı doğru inen merdivenlere döneldi ve ikimiz geçtikten sonra kapıyı tekrar kilitledi. Bir süre merdivenlerden indikten sonra önümüze çıkan kapıyı da elindeki anahtarlardan biriyle açtı. Dışarıya ulaşmış olmanın verdiği rahatlıkla elimi bırakıp kapıyı kitledi. Anahtarları cebime koyup telefonunu çıkardı. Rehberden bir ismin üzerine tıklayıp kulağına götürdü ve elimi tutup yürümeye devam etti. Sanki kendim yürüyemiyormuşum gibi onun beni götürdüğü yere doğru ilerliyordum.
"Batu, diğerlerini gönder." Benim araba doğru ilerlerken kısa bir sessizlik oluşmuştu, Batu'yu dinliyor olmalıydı. "Arabam barın otoparkında, çocuklardan birisi eve bıraksın. Dikkatli olun." Ellerimiz ayrıldığından çantamdan arabamın anahtarını çıkardım, araba sürmek istemiyordum bu yüzden araba anahtarını Ayaz'a uzattım. Anahtarı parmaklarımın arasından aldığında göz teması kurmadan arabanın sağ tarafına ilerledim. Kapıyı açıp koltuğa oturdum ve telefonumu çantamdan çıkardım. Ayaz sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırmıştı bile. "Madem bir şeylerden vazgeçebiliyoruz, madem her şeyi göze alabiliyoruz;" dedim ve telefondan dağ evinin konumunu açtım. "Babamın yanına gidiyoruz. Bende mide bulandırıcı kötülüğün bir parçasıymış gibi rol yapmayacağım."
••• |
0% |