Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@pusu_13

 

 

 

 

Şafak sökerken dağılan hüzün müdür yoksa umut mu? Yeni başlayan günden beklenen şey gerçekten saf bir mutluluk mu? Yoksa hissedilenler zayıfladı da yaşama rağbet yok mu?

 

_ _ _

Tebessüm etti Betül, sabaha doğru evin çatısına kaçmayı adet edinmişti. Sabah namazını kılar kılmaz kendini çatıdaki küçük düzlüğe atıyordu. Güneşin doğuşunu izlemek çoğu zaman her şeyden daha cazip geliyordu. İzlediği gün, sadece dünya üzerine değil umutlarının üzerine de doğuyordu. Böyle basit bir eylem için neden mi kaçıyordu? Basit. Abisi üzerine çok titremeye başlamıştı, kriz hâli şayet onu çatıda yakalarsa Okan müdahale dahi edemeden kardeşi çatıdan yeri boylardı. Betül bu ilgisine minnet duysa da bazen tek ilacı kimsenin yanında yokken izlediği bir gün doğumu gibi geliyordu. Şimdi de çatıya çıkmış elinde bir fincan soğuk süt ile görebildiği kadar aşağıyı seyrediyordu. Evet şafak yine söküyor gün yeniden doğuyordu ama bugün endişeliydi, umutlanmaktansa yeri seyrederek yaşadıklarını düşünmeyi yeğliyordu. Belki daha mutlu hissettiği bir gün başını yerden kaldırır ve sürurla güneşin altın sarısı ışığının yeryüzüne nasıl dağıldığını seyredebilirdi.

2 yıldır... Tam iki yıldır bu acıyı çekiyordu. Düşüncesi bile bedenini uyuştururken başına ağrı giriyordu. Her seferinde aniden yükselen ateşi, kontrolden çıkan bedeni ve yaşadığı acılar kendisi için bir bütün olurken doktorlar test yapmaya kalktıklarında iki yüzlü, yalancı küçük bir çocuk gibi kendilerini bir gösterip bir saklıyorlardı. Bazı testlerde derhal yatırılması gereken vahim bir hastaymış gibi birbirinden korkunç sonuçlar çıkarken bazılarında neredeyse doktorlara abisinden daha sağlıklı olduğunu düşündürtecek kadar güzel sonuçlar çıkıyordu. Bu herkesi apaçık yormuştu. Kimse net bir şey diyemiyordu, bundan dolayı bir tedaviye de başlanamıyordu fakat artık birilerinin bir şey yapması gerekiyordu çünkü geçirdiği ataklar sıklaşmaya başlamıştı. Yutkundu Betül, soğuk sütünden yeni bir yudum alırken nihayet dün, iyileşebilmesi adına atılan adımı hatırlamıştı. Bedeninin baştan aşağı buz kesmesinin nedeni asla koli koli alıp eve getirdikleri ilaçlar değil, baygınken kalbinin sesi olduğu iddia edilen sesin "İlacı içme." deyişini tekrardan işitmesiydi. Kulakları çınlıyordu. Ama dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi, o imzayı atmadan bu sesi yeniden duyup bayıldığında yaşadığı şeyleri hatırlayabilseydi şayet asla bu işe uzun süreli yükümlülük bindiren bir belgeyi imzalatmazdı lâkin geçmişti Borun pazarı, ne sürebileceği bir eşeği ne de gidebileceği bir Niğde vardı artık.

İkinci kere yutkundu. Gözleri yarıladığı süt bardağına kaymıştı, her ne kadar bardağa bakıyor gibi görünse de gördüğü tek şey titreyen elleri olmuştu. Başından aşağı kaynar sular döküldü, abisinin korktuğu şey başına gelmek üzereydi. Telaşla elindeki bardağı kenara bıraktı. Evin içine açılan merdivenlerin olduğu kapağı kulplarından tutup kaldırmaya kalktı. Zorladı, gerçekten zorladı. Olmuyordu. Yine yaşıyordu onu işte, takati kesilmişti. Bir yandan ayak parmaklarının uçlarından yukarı tırmanan acı yüreğini ağzına getirirken düşmemek için kapağın kulplarına sıkı sıkıya yapışmış zonklayan başını aşağı eğip yere gömmüş kasılan bacaklarına engel olamadığından kenara bıraktığı süt bardağını tekmelerek dökülmesine sebep olmuştu. Gözleri doldu, abisi kendisini buradan alsın için neler vermezdi şimdi? Asla uslu bir çocuk olmamıştı, burada ölmek istemiyordu. Sırtına doğru yükselen acı elinde kasılmalar oluşturmak istediyse de can korkusundan kulpları bırakamıyordu. Bileği bir sağa kırılıyor bir sola bükülüyor şekilden şekile giriyordu ama parmakları kaskatı kesilmiş tuttuğu parçayı bırakmıyordu. Hıçkırdı, korkuyordu.

"Kahretsin!"

"BETÜL! NEREDESİN?!"

Aralarındaki kapaktan dolayı boğuk gelse de sesi hemen tanıdı. Abisi sesleniyordu ve çok sinirliydi. Endişe edebilecek durumda değildi Betül, her türlü azara razıydı. Yeter ki tekrar abisinin kollarında, güvenli bir yerde sakinleşebilsin. Okan'ın sesini duymak kalbine rahatlık vermişti. Sabahtan beri kendini sıkıp içindeki acıya karşı koyuyordu pes etti, abisi acele etsin istediğindendir belki, acısını olduğu gibi sesine yansıtıyordu şimdi. Bu sırada sırtını geçen acı kollarına vurmuş ve ellerini uyuşturmuştu. Belki gerçekten hiçbir şey hissetmeseydi buna takılmazdı fakat ellerindeki hissiyat kesilmeden kulpların elinden kaydığını hissetmişti. Kaskatı kesilen bedeni de aşağı kayıyordu şimdi. Korkudan daha çok bağırması gerekirken sesi içine kaçtı, inme inmişti. Ruhunun bedeninden çekildiğini hissediyordu, ayakları çatıdan aşağı sarkıyordu. Yüzü, bedeni aşağı kayarken çatıda ne kadar toz toprak varsa onları süpürmüş küçük bir taş da dudağını kesmişti. Tutunmak istedi fakat bilinci bedeninin kontrolünü tekrar üstlenebilecek kadar yerinde değildi. Bir güç koltukaltından kavrayıp telaşla kendisini yukarıya çekmeseydi otoyolda bir çıkartma ya da ileride ders kitaplarında yer alan "Bilinçli Birey" başlıklı metinlere meze olabilirdi. Güçlü iki adet kol sardı yine bedenini, her zamankinin aksine bu sefer nazik değildi. Öfkesini anlayabiliyordu Betül, haklıydı. Dolan gözlerini yüklerinden arındırdı nihayet, ağlıyordu. Abisinin omzuna gömülmüş sesli sesli hıçkırıyordu. Saçını okşamadı abisinin eli, dili güzel sözler de fısıldamamıştı kulağına bu sefer. Sadece sakinleşene kadar bekledi. Ardından evin içine soktuğu kardeşini fırlatırcasına koltuğa bıraktı ve karşısına geçti. Kehribarları öfkeden deliye dönmüştü. Betül cesaret edip de başını yerden kaldıramıyordu, abisi ne dese haklıydı.

"Betül!"

"Efen... Efendim?"

"Ben bir gün rahata erip kardeşim benim sözümü dinler, diyemeyecek miyim abiciğim? Hm?"

"İlaç saatin gelmese çatıda olduğunu öğrenemeyecektim!"

"Uyuyorsun zannediyordum."

"Abi."

"Çok mu normal dönemlerden geçiyoruz Betül? Ne sendeki bu rahatlık?"

"Ben varım diye mi abiciğim?"

"Hadi söyle bana, ben işte olmuş olsaydım ne olacaktı?"

"Abi..."

"Söyle Betül, farz et ki ben işteydim. Sen şu an neredeydin?"

"..."

"Söyle."

"Susma, cevabını bilmediğin bir soru sormadım."

Abisi sinirlendiğinde asla gerçekten bağırmıyordu. Bu ise durumu kurtarmak yerine daha da korkunçlaştırıyordu. Okan eğer ki öfkesini belli ediyor fakat bunu gerçekten yansıtmıyorsa bu, rakiplerine daha doğrusu düşmanlarına karşı nasılsa öyle bir ruh hâline bürünüyor demekti. Evet abisinin düşmanları vardı. Sayıları hakkında en ufak bir fikri olmasa da bundan emindi Betül. Asla onlarla aynı muameleyi almayacağını bilse de korkuyordu bazen. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Betül."

"Yerdeydim abi, asfaltta."

Başını kaldırmadan verdiği cevap o kadar cılızdı ki Okan daha fazla üzerine gitmek istemedi. Bir iki adımla kardeşine yaklaştı, kehribar gözleri yeni yaşlarını boşaltmış soluk yeşillerle buluştu. Dizleri üzerine çömelip boylarını eşitledi. Bir eli kardeşinin titreyen ellerini bulup kavrarken diğer eliyle başörtüsünün üzerinden saçlarını okşamaya başlamıştı.

"Çatı bundan sonra kilitli kalacak." diye fısıldadı.

"Bu benim güvenimi yıktığın için."

Başıyla onayladı Betül. Çok kötü hissediyordu. En çok da abisinin nasıl biri olduğunu bildiğinden. Okan her ne kadar tehlikeli bir kişilik olsa da, etrafına karşı sert bir yapısı bulunsa da Betül'e kıyamıyordu. Küçük kız kardeşini korkutmak keyif aldığı bir şey değildi. Buna rağmen kızmakta haklı olduğu zamanlar olduğunda, şimdi gibi, abisinin içten içe acı çektiğini biliyordu Betül. Ona bunu yaşatmayı sevmiyordu. Bir erkeğin duyguları dışarıdan çok soluk dursa da umursamıyormuş havası verse de değer verdiği insanlar için o duygular içeride çok canlı olabiliyordu. Hem, pişmanlıklar her daim can yakardı. Ona ileride pişman olacağı hiçbir şeyi yaşatmaya hakkı yoktu, küçük kız kardeşine kızmak gibi.

"Abi,"

Fısıltısı yanından ayrılmak için ayağa kalkan çocuğu durdurmuştu. Arkasını döndü Okan, davetkar gözleri kız kardeşinin yüzünü okşayınca Betül de davete icabet edip konuşabilmek adına dudaklarını aralamıştı.

"Özür dilerim."

"Eğer sen gelmeseydin gerçekten düşecektim, ayaklarımın boşluğa çıktığını hissettim."

Bir sessizlik oldu. Abisi bu dediklerine sadece tebessümüyle karşılık vermiş ikinci kere kardeşinin başına uzanan eline engel olmamıştı. Betül'ün o şefkati hissetmeyi çok sevdiğini biliyordu. Bazen bir teşekkür bazen bir teselli nadiren de olsa bir özür için başvurduğu bir taktikti başını okşamak, işe yarıyordu. Bazen ise ne için olduğunu belli etmez, şimdi olduğu gibi Betül'ün yorumuna bırakırdı.

Kardeşinin yüzüne yavaşça oturan tebessüm Okan'ı da güldürmüştü.

"Tekrarlamadığı sürece affedilebilir, biliyorsun."

"Hadi aşağı inelim, ilaç içeceksen kahvaltı etmen lazım."

İlacın adını duymak belli etmese de Betül'ün tadını kaçırmıştı. İstemiyor değildi, şifa bulmak isterdi elbet. Ama bu şifa prototip aşamasında olan bu ilaçla mı gelirdi bunu bilmiyordu. Kalbi de bayıldığında yaşadığı ve belki de çok anlam yüklediği o olay yüzünden huzursuz oluyordu.

Ne olacaksa olsun der gibi daldı mutfağa, içeriye girer girmez şaşkın bir çift açık kahve ile karşılaşmıştı. Açık kahvelerin sahibine ait üstten toplanmış uzun kahverengi parlak saçlar aniden açılan kapıya döndüğü için sağ omzuna yığılmıştı. Evet, abisi evliydi.

"Afedersin yenge."

Yengesi çok konuşmazdı, başıyla onaylayıp geçiştirdi. Masayı donatmıştı yine. Bu evde kurulan her masa abisine bir hediyeydi aslında. Yengesi abisi için yaşıyordu. En az abisi kadar tehlikeli gözüküyordu, kurnaz bir kadındı fakat Okan deyince akan sular duruyordu onun için. Birbirlerinin zayıf noktaları yine kendileriydi. Okan kimseye güvenmezken eşi güvenini kazanmayı başarmıştı, o yüzden karısının yanında rahat davranıyor yaşadığı her şeyin gelişigüzel gelişmesine izin veriyordu. Yengesi Livâ ise sevmişti. Eşini elinden gelenden fazlası ile sevmiş bir kadındı. Birbirlerini idare etmede harika bir iş başarıyorlardı. Çok şükür Livâ kocasını Betül'den kıskanmıyordu da genç kız hâlâ hayattaydı.

Masaya oturduklarında Okan ilk iş olarak ilacı açmak için Betül'ün bardağına içecek koymaya kalktı fakat geri geldiğinde bardakta çay olduğunu görmüştü.

"Otursana." diyen eşine baktı kısa bir süre,

"Betül'ün ilacını içeceğe karıştıracaktık, ona da çay koymuşsun?"

"Sen yukarı çıktığında telefonuna mesaj geldi. Doktordan, öğlen yemeğini gecikmeli yer, ilacı düzgün bir yemekle karıştırırsınız. Bir bardak suyla alınamayacak kadar ağır bir ilaç, demiş."

"Sabah saati midesini zorlar, diye ilaveten bir mesaj daha atınca ben de ilacı açmadım."

Okan onaylar bir ses çıkarıp yerine oturdu. Yemeği erkenden bitirip masadan kalkmıştı. Banyodaki işlerini halledip evden çıkmadan kardeşinin yanına uğradı.

"Ben depoda olacağım."

"Öğlene doğru gelirim, kendini fazla yorma. Öğleden sonra dışarı çıkarız beraber, olur mu?"

"Olur abi."

Yaklaşıp kardeşinin alnından öptü. Betül'ün gözlerinden yıldızlar kayarken onun pembeleşen yanaklarına, ilgiden memnun yüzüne gülmüş ve dışarı çıkmadan hemen önce eşini de görebilmek adına tekrar koridora dönmüştü.

Abisinin peşinden bakarken iç geçirdi Betül, nasipliydi. Ailesi bu yaz vefat etmişti, buna rağmen asla buruk hissettirmeyen bir evde abisiyle kalıyordu. Yengesi kıskanarak bir tehdit teşkil edeceğine şaşırtıcı bir şekilde kendisini kabullenmiş sevmiş ve arkadaşı gibi davranır olmuştu. Daha ne isteyebilirdi ki? Babasının eksikliğini hissettirmeyecek kadar sağlam, annesinin eksikliğini hissettirmeyecek kadar şefkatli bir abisi olduğu için yatıp kalkıp şükrediyordu. Yengesi arkadaşa ihtiyaç hissettirmiyordu. Yama gibi hissetmekten korktuğu bir evde prenses gibi hissetmek çok özel bir duyguydu.

_ _ _

Sabah çok erken çıktı evden. Bugün her zamanki işini yapabilmek adına çok erken bir saate sözleştiği için başka şansı da yoktu. Emir'e bugün evde olacağını söylemişti, ona çıktığını haber etmesi gerekiyordu ama bunu istemiyordu Burak. İntihara meyilli bir yapısı olduğunu düşündüğünden Emir arkadaşından haber almak istiyor bazen aradığı yerde kendisini bulamayınca, telefonlarına cevap alamayınca oldukça endişeleniyordu. Herhangi bir endişe de değildi bu, öldüğünü düşünmek tartılabilir bir acı değildi. Onu iyi olduğuna inandırabilmek için bazen böyle habersiz bir şekilde bulunduğu ortamdan kaçar arkadaşı endişelense de hayatta olduğunu gösterircesine sağdan soldan çıkagelirdi. Burak için yine öyle bir gündü. Arabasına dahi binmeden adeta dolmuşlarda sürünmek için evden çıkmıştı. Habersiz, sesi sedası çıkmadan... Emir yine çok kızacaktı.

Durağa geçip dolmuşları beklemeye başladı. Üzerinde "Özel Ordu Uğur Hastanesi" yazan araca binmiş doğruca hastaneye gitmişti. Doktor değildi. Hatta doğru düzgün para kazandığı bir işi dahi yoktu. Sadece son zamanlarda yapmayı sevdiği bir şey için yola çıkmıştı. Bazen insanlar parasal durumları yetersiz olduğu halde özel hastenelere başvurmak durumunda kalıyorlardı. Parayı ödeyemiyorlar ya da çok zor durumların içinde o parayı denkleştirmeye çalışıyorlardı. Nasıl yiyeceğini bile bilmediği kasa kasa paraya sahipti, bu tarz işler için kullanmayı seviyordu. İhtiyaç sahiplerinin haberi olmaksızın borçlarını siliyordu. Bunun için hastanenin müdürü ile konuşmalıydı ama içinden bir ses bu sefer yolculuk için dolmuşu tercih ettiğinden dikkate alınmayacağını söylüyordu. Tersinin olmasını dileyerek görevlinin kendisini getirdiği kapının önünde beklemeye başladı. İçeriden gelen "İçeri al" komutu, aklının içinde tasarladığı diyaloğun son kontrollerini yapmasına sebebiyet vermişti. Dini inancı zayıf olsa da asla unutmadığı bir şey vardı, her hayırın başı neydi? Tabii...

"Bismillah"

Yavaşça içeri adımladı.

 

 

(Yazılan hikayeyi yazanın yorumuyla bölmekten hiç hoşlanmıyorum ama düşüncelerinizi çook merak ediyorum. Özellikle satır arası yorumlar beni çok motive ediyor)

 

● Lütfen düşüncelerinizi esirgemeyin.

Loading...
0%