Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@pusu_13

Günün ilk ışıkları yattığı odanın camlarından içeriye süzülüyordu. Zor bir gecenin sabahını yaşayabiliyor olmanın mutluluğunu yaşıyordu Okan. Yüzünde silik bir tebessüm vardı. Neler yaşamışlardı kaç gündür?..

Tık tık tık.

Yüzünü ovuşturarak başını kapıdan tarafa çevirdi, düşünmesi bile başını ağrıtıyordu. Halbuki dün bu hatırladığı her şeyi bizzat yaşamıştı.

"Gel." dedi yorgun bir sesle. Kapıyı aralayan eşi ile göz göze gelmek kendisini gülümsetmişti.

"Nasılsın?" diye sordu yumuşak, sevecen bir çehre.

"Dün çok yorulmuştun."

"İyiyim, sağol."

"Betül uyandı mı?"

"Hayır, hâlâ yatıyor."

Sessizlik...

Genç kadın ağır ağır yatağa yaklaşırken bir yandan da kocasının yorgun yüzünü inceliyordu. Soracak çok şeyi olmasına rağmen içinde tuttu.

"Dinlen." diyebildi yatağın ucuna yerleşirken. Bir eli eşinin saçlarını okşamak için havaya kalkmış yüzüne de masum bir tebessüm yerleşmişti. Tebessümüne karşılık verdi Okan, eşine, Livâ'ya minnettardı. Başını karısının boyun girintisine yerleştirip soluklandı, huzur doluydu burası. Kaçabileceği, sığınabileceği tek kuytuydu.

"Betül'ün ağrısı normal değildi." dedi biraz sonra,

"O kadar çok bağırdı ki acıdan, yoldan geçen bir araç sırf onun sesine durdu."

"Başını parçalmak istiyormuşçasına sıktığı için engel olmaya çalıştım."

"Kendime çekip sakinleştirecektim ama Betül kendisine yaklaştırmıyordu."

"Aracın içinde iki genç çocuk varmış, dışarıdan hoş bir görüntü değildi muhtemelen gördükleri, tepki gösterdiler."

"Çocukları tanımıyorum, her şey benim için normaldi. Ta ki..." sözünü kesti eşi,

"Ta ki eve gelene kadar."

"Canını sıkan şey kapıya dayanan polisti değil mi?"

Yutkundu Okan, sanki mümkünmüş gibi yüzünü daha derine gömmüştü. Zorlanarak yukarı aşağı salladı başını.

"Taşınacakmışız." dedi Okan,

"Betül'ün durumu içinden çıkılmaz bir hâl almadan bu işin önüne geçmek istiyorlarmış."

"Bursa'da şehre çok yakın olmayan bir yerde proje olarak bir okul yapıyorlarmış, inşaatı yarıda kesip okulun büyüklüğünü bozmadan içini bizim için tahsis etmişler."

"Devlet ülkede çözümünü bulamadığı bir hastalık olduğunu yok saymak istiyor, halk arasında da görülsün, bilinsin istemiyor."

"Betül bu olaydaki ilk vaka olmadığından duyulmaması lazım. Daha önce bu tanımsız hastalığın kurbanı olanların hiçbiri şu anda hayatta değil. Bu nedenle kardeşimin gözetim altında tutulması ve bu hastalığın tanımlanabilecek kadar tanınması gerekiyor."

"O yüzden, Betül'ün durumunu bilen herkesle beraber bu okul olacak binaya yerleşecekmişiz."

"Zaten ailelerimiz hayatta değil."

"Yâni sen, ben, Betül bir de daha dün sabah bizimle karşılaşıp müdahale etmeye çalışan o iki delikanlı."

Bir müddet susup eşinin tepkisini bekledi Okan, Livâ ise hiçbir şey dememişti. Sadece kocasının saçlarını okşayan eli beş dakikalık bir süre için durmuş ardından içtenlikle işine devam etmişti.

"Önemi yok." dedi nihayet,

"Sen razıysan, ben de razıyım."

"Ordu'da kalalım diye diretmemin hiçbir anlamı olmaz, hem orada da yaşayacağımız çok şey vardır eminim."

"Üstelik benim kocam kendisine diretilen her şeyi kolay kolay kabullenmez. Eğer sen sorgulamadan kabul ettiysen bu Betül için başka şansımız yok demektir."

İçi titredi Okan'ın, eşinin teslimiyeti kalbini okşarken kaldırdı başını boynundan, alnını öptü.

"Her gün, dün akşam kapımıza dayanan polis tarafından denetleneceğiz Livâ." demişti histerik bir şekilde gülerken,

"Mühim değil." dedi eşi, başka hiçbir şey demedi.

Yüzündeki tebessüm silinmemişti. Bu sefer o yaslandı kocasının göğsüne,

"Günün sonunda," dedi,

"Belki aylar belki yıllar sonra,"

"Her şeyi geride bırakabileceğimiz bir an gelecek sonuçta."

"O zaman geldiğinde bu göğüse huzurla yaslanıp her daim sana geçeceğini söylemiş olmamla övüneceğim."

Genç adamın bütün huzursuzluğu bir anda uçup gitmişti, kehribar gözlerinin içinde umutla harmanlanıp ışık saçan bir alev kalbinin karanlıklarını aydınlatmaya başlamıştı. Taşınmak sorun değildi, Ordu'yu bırakmak sorun değildi. Kardeşinin rahatsızlığı bile sorun değildi artık, geçecekti çünkü. Buna inandı. Buna bütün kalbiyle, hatta sadece kendi kalbi değil eşinin kalbiyle de inandı. Ve içinden geldiği için içten bir teşekkür sundu eşine,

"Bu akşam yola çıkacağız." dedi nihayet,

"Kahvaltıdan sonra valiz hazırlarız."

Başını sallayıp kendisini onaylayan kadına tebessüm edip oturduğu yerden doğruldu. Eşinin açık kahvelerine son kez baktı. Gülen bir yüz, kendine gelmiş dinç bir bedenle eşinin yanından ayrılmıştı.

_ _ _

Kendisinin ardındam odaya giren Emir ile başını yerden kaldırdı Burak, ne diyeceğini merak ediyor yetmiyor bir de içindeki garip hisle başa çıkmaya çalışıyordu. Karşısındaki koltuğa yerleşen arkadaşına dikti gözlerini, merak ettiğini belli ederek konuşmayı hızlandırmak istemişti. Bütün modu kaçmıştı zaten. Bir an önce konuşulsun da bitsin istiyordu. Duyacağı şeylerden korkuyordu hem ama Emir bir türlü söze giremedi, aptalca birkaç soru sormaktan öteye geçememişti. Neyseki onun eziyet çeken bu hâlini çalan kapı düzeltmiş sevgilisinin adını seslemesiyle odadan çıkmak zorunda kalmıştı. Yarım saat hatta belki de 40 dakika kadar bir süre geri gelmedi. Burak artık konuşma işinin gerçekleşemeyeceği düşüncesine kapılmış aradan geçen bu vakitte uykusu iyice bastırmıştı. Emir geri geldiğindeyse oldukça sinirliydi. Dilinin ucuyla ettiği küfürlere odaya girişinin hemen ardından çarptığı kapının sesi de eşlik etmiş Burak'ın dikkatini tekrar kendisi üzerinde toplamıştı.

"Polismiş, Pezevenk!"

"Görmememiz gereken şeylerin provalarını sokakta yaparsanız tabi şahit oluruz, or*spu ç*cuğu!"

"Şerefsiz it!"

"Ağır ol." dedi Burak nihayet,

"Ne oldu da alevlendin birden?"

"O abi kardeş var ya!" diye tısladı Emir,

"Başımıza belâ olacaklarını biliyordum!"

"Git yardım et şimdi! Git yardım et, kime yardım ediyorsan!.."

Bir sessizlik oldu.

"Affedersin." diyebildi sonra. Burak'ın bakışları bir an olsun mahzunlaşınca yaptığı hatayı fark etmişti.

"Taşınıyoruz Burak."

"Ben o yüzden birden..."

"Özür dilerim"

"Sen de benimle beraberdin. Taciz zannettik müdahale etmeye kalktık, meğer alakası yokmuş. Kızı o halde görmemeliymişiz."

"Bursa'ya taşınıyoruz."

"Sırf gördüğümüz için mi? Hem ben de mi? Sizinle?.."

"Muhtemelen iletişim kurduğumuz için. Evet, sen de Burak. Bizimle."

"O kızda garip bir şeylerin olduğu belliydi zaten." diye devam etti Emir.

"Fotoğrafımızı çeken araç kapıda şimdi, polismiş. Bahse varım fotoğrafı aşikar çekti, bilerek. O korkuyu sırf zevkine tattırdı bize aşağılık!"

"Devletin kararı olduğunu söyleyip imzalanmış uzunca bir belge gösterdi."

"Gerekli açıklamayı sonra yapacaklarmış."

"Bu akşam yola çıkıyoruz."

"Ya Senâ ne olacak?"

Burak'ın sorusu ortama kısa süreli bir sessizlik sağlamıştı. Senâ Emir'in sevgilisiydi. Hayır, beraber yaşamıyorlardı ama Senâ polis geldiğinde evde bulunuyordu. Hatta kapıyı o açmıştı.

"Polise, sevgilime gördüğüm her şeyi anlattığımı o yüzden bizimle gelmesi gerektiğini söyledim."

"Yengem isteyecek mi?"

"Polis yengene hiçbir şey anlatmadığımı da söylesem buna inanmaz işini riske atmazdı. Bize alenen görmememiz gereken bir şeyi gördüğümüz söyleniyorsa olay basit değil demektir."

"Bizimle gelmezse hayatı tehlikeye girer. Ben, benim yüzümden başına bir şey gelsin istemiyorum."

İkinci kere ortama sinen sessizlik kendini duyurduğunda Burak yutkunmak zorunda kaldı, zira Senâ kapıda dikiliyordu şimdi. Emir derin bir nefes alıp sevgilisine dönmüştü.

"Ağır bir belâya bulaştık," dedi. Titremek isteyen sesine engel oluyordu.

"Bu sefer benimle berabersin, seni de çöplüğüme çektim nihayet."

"Eğer bugün seni evimde görmeseydi hiçbir sıkıntı olmayacaktı."

"Özür dilerim..."

"Dün seni çok büyük bir ısrarla buraya çağırdığım için."

Senâ hiçbir şey demedi. Öylece bakıyordu. Şoka girmiş gibiydi.

"Senâ," dedi Emir, sevgilisini ayaltmak istercesine.

"Burada kalırsan öldürmek isteyebilirler, sana hiçbir şey anlatmamış olsam da bana inanmayacaklardı."

"Ben, böyle olsun istemedim.".

"Bilemezdim."

"Gelmiyorum." dedi kız, kısa ve net.

"Polise nasıl bir masal anlatacağın umrumda değil."

"Eve gidiyorum."

Arkasını dönüp gidecekken bileğinden yakalanmıştı.

"Ailenin yanına gidemezsin." dedi Emir.

"Onları da tehlikeye atmak mı istiyorsun?"

Senâ küçümser gibi baktı.

"Anlattıklarına inanmıyorum." demişti.

"Bu saçmalık."

"Seninle gelmezsem öleceğimi söylüyorsun!"

"Hem de bunu sana bir polis dedi, öyle mi?"

"Karşında çocuk yok Emir."

"Gel dediğinde gelip git dediğinde gidemem. Oyuncak mıyım ben?"

"Benim de bir ailem var, beni bekliyorlar."

Sinirle ilerleyip evden çıktı. Dışarıya adımını atar atmaz şakağına dayanan silahla olduğu yere mıhlanıp kalmıştı.

"Zeki bir sevgilin varmış." dedi soğuk bir ses,

"Adım Yiğit Karaaslan, sevgiline durumu anlatan polis memuruyum."

"Sesiniz dışarıya kadar geliyordu, âsi bir tipsin galiba."

Ettiği alay kızın içini titretirken açık kapıdan dışarı biri çıkmıştı. Emir'in elini hissetti, şakağında. Silahın bedenine değen kısmını tutmuştu.

"Bırak." dediğini duydu.

"Durumun ciddiyetini anlamıştır emin ol, silahı çekebilirsin."

Polisin güldüğünü işitti.

"Çok tatlısınız." demişti, sahte bir samimiyetle.

"Bu akşam yola çıkmanız gerekiyor. Herhangi bir bilgi açığınızı yakalarsam, bu sefer affetmem."

Ve bunları söyledikten sonra çekip gitti. Yeni bir başlangıç mıydı bu? Yoksa bitişin ta kendisi miydi? Asla anlaşılmıyordu.

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%