@pusu_13
|
Rüzgarın fısıltısı buradan çok daha iyi duyuluyordu. Yemyeşil düzlük büyüleyici gözüküyordu. Ne kadar büyük bir alan kullanmışlardı bir okul için? Dünya genelinde okulların yapısı çeşitlendirilmiş ve geliştirilmişti. Aynı uygulamanın Türkiye'ye geleceğini kim bilebilirdi? Peki ya böyle bir projenin Betül için askıya alınması ne demekti? Neden 3-4 katlı bahçeli bir ev yerine normal okullardan daha lüks, yeni yapılmış bu yapıyı hizmete açmayıp kendilerine sunmuşlardı? Bir sebebi olmalıydı. Hem bu kadar ferah bir yerde olmasına rağmen kimseye rahat bir nefes aldırmıyordu. Şimdi, polisin yapacağı açıklamayı dinleyebilmek adına bu büyük salonda toplanan herkesin, ki 9 kişilerdi, kalbinde bir ağırlık vardı. İçleri bunalıyordu. Havadaki gerginlik katlanılamaz bir koku gibi duyulur olmuştu, sanki kulaklarını tırmalayan bir ses olmuştu da susmak bilmiyordu.
Betül, sahnede konuşurken kendisini gösteren polisin yanındaydı. Elleriyle oluşturduğu yumruğu sıktı, küçülebildiği kadar küçüldü. Başını yerden bir an olsun kaldıramıyordu. Tanımadığı bu gözler yüzünü kanatmak istercesine ısrarla ve nefretle bakıyordu sanki. Merakla harmanlanan memnuniyetsiz bakışlar, alnında bir noktaya tutturuluyor ve ayak uçlarına kadar aşağı çekiliyordu. Herkes süzüyordu kendisini. Aşağıdan gelen tek sıcak enerji de tahminince abisine aitti. Yutkunup bu berbat hissiyattan biraz olsun uzaklaşabilmek adına yanında konuşan polis memurunu dinlemeyi denedi.
"Size bir açıklama borçlu olduğumu biliyorum." diye başlamıştı söze.
"Yanıma çıkardığım bu kızı tanıtmak istiyorum ilk önce, zira kendisi yeterince gergin."
"Sonra neden burada bulunduğunuzu açıklayacağım."
"Betül Güney." dedi tek düzide bir sesle,
"Henüz 18 yaşında. Buna rağmen devlet koruması altına alınmış bir birey."
"Bilinmeyen bir hastalığa sahip. Buraya kadar olan kısmı zaten duymuşsunuzdur."
"Bilmeniz gereken kısım ise devletin ne yazık ki onu sağlıklı eski günlerine döndürmekte başarısız olduğu. Hastalığını bile tanımlayamıyoruz."
"Pft..."
Sahnenin önündeki sporcu çocuğun gülerek yükselen sesini es geçmişti polis, duymamış gibi sözüne devam etti.
Sabırsız gözleri hızla kızın abisini bulurken gözlerinin kuyusuna sakladığı duyguları perdelemeyi unutmamıştı zira kendisi için ortamdaki gerginliğin temelini kızın abisi oluşturuyordu.
"Üzgünüm Sayın Aktaş, sanırım memnun olmayacağınız şeyleri ulu orta söyleyeceğim ama," dedi sesine sakladığı yaramaz kıkırtıları duyurmamaya çalışarak
"Kardeşinize gerçeği sizin yerinize ben söyleyeceğim,"
"Bu hastalık, artık nedeni her neyse... Bu hastalık öldürüyor!"
Betül'ün sabahtan beri yerde olan başı hızla yukarı kalkarken gözleri de dehşetle açılmıştı. Abisi sanki bu gerçeği daha önce kardeşine söylemiş gibi sakindi. Kendisinden tarafa bakmamıştı bile.
"Bunu Betül'den önce benzer verileri edindiğimiz iki kişiden yola çıkarak söylüyorum."
"2016'nın yazında benzer şikayetlerle hastaneye başvuran bir hastamız, vatandaşımız, 2018 yılında şiddetli ateşten hayatını kaybetti."
"Daha sonra 2020 yılında virüsün gölgesinde kaldığı için çok dikkat çekmeyen ama Betül ile tıpa tıp aynı bulguları taşıyan liseli genç, 2021'de hayata gözlerini yumdu."
"Bütün testleri ve verdiği tahlilleri temiz çıkıyordu. Hiçbir sorun yok gibiydi, sadece dengesizce yükselen ateşlerine bir anlam verememişti ama canını aldı."
"Bütün bunları size neden anlattım biliyor musunuz?"
"Sağlam bir şekilde kayıt altına alınmayan fakat ölümle sonuçlanan benzer birkaç vaka daha olduğunu keşfettik."
"2010-2012 yılları arasında ve daha gerisine ait kayıtlar vardı."
Betül titreyen ellerini yüzüne çıkardı, daralan nefesi kendisine yardımcı olmuyordu. Kendisine bakan gözlerden bazıları acımaya dönmüştü. Boğazına takılan hıçkırığı sıkı sıkı tuttu. Galiba bu konuşmanın nereye varacağını biliyordu. Nefretleri şimdiden üzerine çekmek istemiyordu. Ama polis olacak adam susmuyordu bir türlü! Asla susmuyordu.
"Hastanede bu verileri elde eder etmez hastalığın bir şekilde aktarıldığı kanısına vardık. İhtimalliydi."
"O yüzden buradasınız."
"Biz bu kararı aldıktan sonra kızla alenen iletişime geçtiğiniz için."
"Çok şükür erken davrandık da çok fazla kişi ile iletişime geçilmesi engellenmiş oldu. Ne yazık ki önceden iletişim kurduğu kişileri bulabilmemiz mümkün değil, o yüzden buraya gelen sadece siz üçünüz varsınız; Burak, Emir ve Sena."
"Hastalığı kim nasıl miras alıyor bilmiyoruz ama taşıyanların belirti göstermesini de beklemiyoruz. Çünkü hastalığı yaşayanda dahi sabit bir bulgu yok."
"Sizi buraya gözlem yapabilmek için topladık."
"Betül muhtemelen aramızdan ayrılmak üzere, geçirdiği nöbetler çoğalmaya başladı."
"Onu elimizden geldiğince aramızda tutmaya çalışıp bu hastalığa bir tanı koymaya çalışacağız."
"Geciktirmeye çalıştığımız son eninde sonunda gelip bizi vurduğunda dilerim hiç değilse hastalığa bir tanı koymayı becerebiliriz."
"Belki de daha önce yaparız, bilemiyorum."
"Eğer Betül hayattaysa sonuca ulaşınca eğer hayata tutunamazsa da onu uğurlayınca koşullu ve gözetimli bir şekilde serbest bırakılacaksınız."
"Ama o zamana kadar bir krizi önleyebilmek adına burada hep beraber gözetim altında tutulacağız."
Kimseden ses çıkmıyordu. Betül gerçeklerin yüzüne bu kadar sert çarpılmasının sarsıntısını yaşıyordu. Daha fazla ayakta duramayıp yere çöktüğünde elleri hâlâ yüzündeydi. Bir el hissetti omzunda, abisinin güven veren dokunuşu kendisi için bir limandı yine. Hiç düşünmeden sarıldı boynuna, hıçkırıklarını tutamıyordu artık. Sesine de dikkat edemiyordu. Duvarlarda sesi yankı yapıyordu ağlarken, konuşmaya çalışıyordu bir yandan. Anlamsız sesler olarak dökülüyordu kelimeler dudaklarından. Abisi kendisine sarılıp yönünü polisten tarafa çevirmişti, gözleri fırtına öncesi sessizliği andırdığı halde yıldırımlar düşüyordu irislerinden. Kırmızı kehribarları öfke ile parlıyordu, içinde kandan pınarlar akmaya başlamıştı yeniden. Korkutucu gözüküyordu, dehşet veriyordu.
Burak hayretler içerisinde aradaki gerginliği izliyordu. Okan'ın boş bir adam olmadığı aşikardı. Bakışlarının muhatabının bir polis memuru olması önemli değildi, şu polis acaba korkuyor muydu? Gözleri kendi titreyen ellerine kaydı sonra. Bu ne yüce bir duyguydu böyle, çaresizlik... Demek Betül uzun zamandır bununla mücadele ediyordu ve şimdi kendisi de bundan payını almıştı. Çok parası vardı ama böyle bir durumda işe yaramazdı, yaramıyordu da. İşte bu duyguya ihtiyacı vardı ne zamandır. Para hislerini köreltmişti. Oysa şimdi bütün serveti çöp olmuştu gözünde, elleri berbat bir heyecan ve korku içerisinde titriyordu. Kalbi ağrımaya başlamıştı ama Burak bundan zevk alıyordu. Yaşamanın tadına varmış gibiydi. Gözlerini ellerinden kaldırıp yanındaki arkadaşına çevirdi. Sevgilisi Sena ile ilgileniyordu Emir, ağlayan kıza sarılıp korkmamasını fısıldamaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. Çaresizlik...
Neden sonra yeniden konuşmaya başladı polis,
"Arkadaki iki arkadaşı size tanıtmaktan onur duyacağım. Buraya gelebilirsiniz Ömer, Esma."
Uzun beyaz önlüklü iki kişi çıktı sahneye, kızın küt saçları, dolgun sayılabilecek dudakları ve simsiyah çok güzel gözleri vardı. Erkek olan uzun boyluydu. Başını yere eğmiş yukarı kaldırmıyordu. Bundan dolayı yüzü gözükmüyor, ilk izlenimi merak uyandırıyordu.
"Bu gördüğünüz iki kişi Betül'ün sağlık durumunu günü gününe kayıt etmekle görevli doktorlar."
"Fakat onlar için de buradan çıkmak mümkün değil."
"Ayda bir uzman doktorlar kontrole gelecekler, onun haricinde küçük çaplı krizleri yönetmekle görevli arkadaşlarımız Ömer ile Esma olacak. Herhangi bir acil durum yaşandığında onların kapısını çalmalısınız."
Sözünü bitirdi, başını kaldırıp işaret parmağını kendisine çevirmişti.
"Tanışmaya benden başlayalım istiyorum, adım Yiğit sizinle görevlendirilen memur benim. Girişleriniz ve acil durumlar için bu binadan çıkışlarınız bana bağlı."
"Aynı zamanda hepiniz için tek tek rapor tutmakla görevli şahıs da benim."
Tam bir şey daha eklemek ile eklememek arasında kalmıştı ki sevgilisine sarılan çocuk, sarıldığı kızı bırakıp üzerine yürümeye kalktı.
"BU NASIL BİR SAÇMALIK?"
İyi gözükmüyordu, sorguluyordu. Burada kalmak için kendisine sunulan gerekçeler onu tatmin etmemişti. Gözlerindeki öfke rüzgarda savrulan bir alev gibi kararsızdı, sadece can yakmak istiyordu. Polise doğru attığı her adım ortamı biraz daha gererken haykırdı,
"DAHA VARLIĞINDAN BİLE EMİN OLAMADIĞINIZ BİR HASTALIK İÇİN..."
"BİZİ DÖRT DUVAR ARASINA ALACAĞINI SÖYLÜYORSUN!"
"S*KTİR!"
Yiğit'in yüzünde yorgun, histerik bir gülüş gözüktü. Korkusuzca üzerine yürüyen elemana baktı bir süre, eli sâkince beline gittiğinde bile gözlerini Emir'den ayırmamıştı. Sonraki beş dakika ise sanki hiç yaşanmamışçasına hızlı gelişti. Kimse silahın nasıl patladığının farkına varamadı, sol omzunu tutup yere çöken genci görmeseler belki sesin dışarıdan geldiğini bile iddia edebilirlerdi fakat Emir yere çökmüş şok içinde kanlar içinde kalan eline bakıyordu.
Yiğit'in bezmiş ve öfkeli sesi yankı yaptı salonun duvarlarında,
"BEN ÇOK MU MERAKLIYIM BİR GRUP ERGENİ CANIM PAHASINA İÇERİDE TUTMAK İÇİN ÇABALAMAYA?"
"Tek madur sizmişsiniz gibi sallıyorsunuz."
"Bencil olmayın."
Histerik gülüşü yayıldı sonra, içler ürpertici bir tınısı vardı. Psikopatın tekini neden polis yapmışlardı? Peki böyle önemli bir göreve nasıl koymuşlardı? Bunun sorumlusu kimdi?
Kalbindeki küfürleri dışarı kustu Emir, nasıl böyle bir belaya bulaşmıştı? Bir daha hiçbir kıza yardım etmek için yol kenarında durmayacaktı, kimse umrunda olmayacak biraz daha gaz verdiği arabasıyla işine gücüne bakacaktı. Ve Burak hususunda... Bir daha arabasına almayacaktı. Evet, evet! Kesinlikle bir daha arabasına almayacaktı. O orada iki saat kızın abisiyle konuşmasa belki de şu an burada olmayacaklardı.
Burak'ın elini hissetti sağlam omzunda, görünüşe göre arkadaşının nutku tutulmuştu. Tek kelime edemeyecekmiş gibi gözüküyordu. Dönüp sevgilisine baktı, Sena'nın gözleri Emir'in yaralı omzuna takılı kalmıştı. Benzi sararmıştı, zaten yeni ağladığı için buna müsait olan gözleri de öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Korkunç görünüyordu.
"Sakın," diyebildi Emir,
"Ne düşündüğünü bilmesem de"
Konuşabilmek için kendini zorladı.
"Hâlimi görüyorsun ya, sakın polise hesap sormaya kalkma Senâ. "
Yutkundu ve doğrulmaya çalıştı.
"İyi... İyi olacağım."
Ama başaramamıştı. Tekrar yere düştüğünde sevgilisi de eğilip kendisine destek oldu. Kendini tutamayıp öfkeyle Yiğit'e dönmüştü.
"Buna yetkin var mıydı?" diye bağırdı. Yiğit tekrar içtenlikle sırıttı. Hemen teslim olmamaları hem hoşuna gidiyor hem de sinirlerini bozuyordu.
"Hastalığınızın tahmin edilemeyecek boyutlara ulaştığını gördüğüm an, sizden ümidi kestiğim an, öldürme yetkim var."
"Üzgünüm." dedi gülerek,
"Ülkenin Sağlık Bakanı Betül'ün hastalığından ölesiye korkuyor. Düşünsenize, ölümcül olan ama bulgusu olmayan bir hastalık ile mücadele ediyorsunuz. Hastalık belki de bulaşıcı ama bunu anlayamayacak kadar acizsiniz. Ya tüm Türkiye bununla mücadele etmek durumunda kalırsa?"
"O zaman Sağlık Bakanı... Hayır, koskoca bakanlık bile hiçbir şey yapamaz!"
"Zavallı adamcağız..."
"Sizi kökünüzden kazımadığına dua edin."
Senâ doğruldu bu sefer,
"Sen bizi öldürmekten bahsediyorsun ama aramızda geziyorsun. Hastalık sana bulaşmaz mı sanıyorsun?!"
Yiğit'in silah tutan eli ağır ağır tekrar yukarı kalkmıştı, namlunun ucunda Senâ vardı bu sefer,
"Çok konuşuyorsun." dediğinde Emir ancak o zaman durumun farkına varmıştı. Kalan son gücüyle Senâ'yı kendine doğru çekerek çökmesini sağlamış ve önüne geçmişti. Göğsü adrenalinden dolayı hızla kalkıp inerken zorladığı omzu bir posta daha kan kusmuştu. Yutkundu genç çocuk,
"Yapma," diyebildi. Yiğit'in gözlerinin içine bakmaya çalışıyor ama o alaycı bakışlarına katlanamıyordu. Silah tekrardan hareketlendi, namlu yön değiştirip Yiğit'in şakağında durmuştu. Yüzü birden ciddileşti polisin, küçümser bir ifade takınmıştı.
"Kendimi vuramaz mıyım zannediyorsun?" dedi Senâ'ya hitâben, ardından cevap beklemeyip doktorlara döndü, Emir'i işaret ederek "İlgilenin." demişti. "Biraz olsun silah becerisine sahipsem şayet merminin sıyırdığını söyleyebilirim."
İşte o an herkesin gözü sahnenin diğer ucuna kaydı. Orası ne zamandan beri boştu? Betül ve Okan ne zaman ayrılmıştı oradan? Nasıl kimse fark edememişti? Okan karışıklıktan faydalanıp kardeşini odasına çıkarmış olmalıydı ama bunu koskoca sahnenin ortasından ve fark edilmeden nasıl yapmıştı? İçi titredi Burak'ın, ilk karşılaşmalarında kardeşine arkasını dönmemesine rağmen Emir'in sırtından yaklaştığını nasıl fark ettiğini hatırladı. Şu Okan, gerçekten boş bir adam değildi, değil mi? Eğer Burak Okan'ın karakteri hakkında yanlış bir fikre kapılmadıysa burada kalmak hususunda kendilerine en çok yardımı da onun sağlayacağını düşünmeye başlamıştı. Yiğit'in önüne geçebilecek tek bir kişi varsa şu koca salonda, o da Okan olmalıydı.
|
0% |