12. Bölüm

11. Bölüm

Aliya Sancaktar
pusu_13

Hayat bazen çok değişik bir hâl alır, bazen yaşantımızda küçük pencereler açılırdı. Durup dışarıdan bakarmışız gibi kendimizi izlediğimiz, ne yaşadığımızı, ne ile meşgul olduğumuzu düşündüğümüz. Hatta gerekli gereksiz her şeyi sorguya çektiğimiz... Çoğunlukla kendisinden izlediklerimize bir cevap bulamadığımız için bizi rahatsız eden, aniden yok olabildiği gibi uzun süre açık da kalabilen o pencere hayatın bize garip gelen küçük detaylarından sadece biriydi.

 

Karantina ahalisine de ansızın o pencere açılmıştı sanki. Yemekteki sakinlik ve sessiz ortam derin bir kasvete dönmüştü. Herkesin üzerine sinen esaret havası bunaltıcı bir hissiyat veriyordu. Okulun ağır duvarları üzerlerine üzerlerine geliyordu sanki. Yeni yeni farkına varıyorlardı; burası bir arkadaş buluşması değildi, tanımadığın insanlarla görüştüğün bir toplantı değildi. Bir eğlence merkezi hiç değildi. Bir metin, farklı bir anlatıydı yaşadıkları. Konu ölümdü, senaryo ise daha yazılmamıştı. Git gel yaşıyorlardı. İlk günden kimse hayata küsmemişti ama belli ki vakit ilerledikçe bu konuda zorlanacaklardı. Burada kalmaktan şikayetçi olmadığını düşünen Burak bile ağır bir yükün altındaymış gibi hissediyordu şimdi. Neyin bunaltısıydı bu? Oflayarak başını geriye attı. Daha demin güzel güzel konuşuyorlardı halbuki...

 

Bir bardak su içmeliydi belki de. Zihnini tazelemek için bu odadan çıkması gerekiyordu. Hem temizlemeleri gereken şu mutfağı da bir görmüş olurdu. Üst katta demişlerdi. Odasından dışarı attı kendini. Gözleri yerde, merdivenlerden yukarı çıktı. Tıpkı aşağıdaki gibi sıra sıra bir sürü kapıyla karşılaşınca duraksadı. Kapısı aralık olan olan giriş mutfak olmalıydı. Bir süre katta göz gezdirdi. İlk gördüğü aralık kapıya yaklaşınca durdu, içeriden ses geliyordu.

 

"Dediğim gibi abiniz ya da yengeniz yanınızda bulunsun mutlaka, bu akşam bizden istenilen dosyayı tamamlamamız gerekli. Aksi takdirde böyle bir şey istemezdim."

 

Doktorun sesiydi. Ömer içerideydi belli ki. Söz konusu bir abi ise yanındaki kişi de Betül olmalıydı. Başını kaldırıp aralık yerden içeri baktı Burak, kızın uzun siyah kıyafeti az da olsa gözüküyordu. Doktor, akşam Aktaşlar ile konuşabilmek için izin almış olmalıydı. Onun da yeni geldiği aşikardı. Şimdi ikisinden biri dışarı çıkacaktı mutlaka. Kapıda durması yanlış anlaşılabilirdi.

 

İçeri girmeli miyim, diye düşünüyordu. Onların çıkmasını beklemeli miydi? Onlar... İçeride sadece Ömer ile Betül mü vardı? Okan'ın kardeşini yanlız bıraktığını görmemişti hiç. Ama durum buysa ve içeride sadece ikisi varsa bu Ömer'in Betül'ün tepkisini görmesi için harika bir ortam sağlardı.

 

Kararını verdi. Başı yerde içeri girecek kızın kendisinden gerçekten korkması ihtimalini göz önünde bulunduracaktı. İçeride bardak olmasını umuyordu. Gidip usulca suyunu içip dönecek ve doktoru Betül'ün tepkilerine şahit tutacaktı.

 

Kapıyı yavaşça aralayarak içeri girdi. Henüz içeriye doğru bir adım atmıştı ki "Pat!" diye bir ses duydu. Ayağına doğru yuvarlanan plastik şişe olmasaydı ne olduğunu bir süre daha anlayamazdı. Betül'ün elinden düşmüş olmalıydı. Mutfağa bunu doldurmak için girmişti, çıkarken doktor ile karşılaşmıştı besbelli. Şimdi ise içeride üç kişilerdi ve kızın bundan memnun olduğunu düşünmüyordu.

 

Yere uzanıp ayağının ucundaki şişeyi aldı, sahibine verecekti. Gözlerini biraz olsun yerden kaldırdığında kızın titreyen ellerini görmüştü. Doktorun da aynı yere takıldığına emindi ama ondan tarafa bakmadı. Pet şişeyi uzatmak için doğrulduğunda kızın elleri artık görüş alanında değildi. Arkasını dönmüş başı ile doktora selam vermiş ve hızla yanından geçip gitmişti. Öylece peşinden bakakaldı. Böyle bir şey beklemiyordu.

 

"Kaçtı." dedi Ömer, sesindeki ton bile durumu sorguluyordu. Gözlerini Burak'tan çekmeden yineledi.

 

"Kaçtı gitti."

 

"Bu kızı tanımadığına emin misin? Çünkü pek öyle gözükmüyor."

 

Başını iki yana salladı Burak, kendisinden şüphelenileceğini en başından tahmin etmişti zaten.

 

"İster inan, ister inanma."

 

"Tanımıyorum."

 

"Neden böyle tepki verdiğini de anlayamıyorum."

 

İçinde bulunduğu hâli daha çok doktorun gözüne sokmak istercesine elindekini yukarı kaldırdı.

 

"Bununla ne yapacağımı bile bilmiyorum Doktor."

 

"Almayacağını bilsem elime almazdım."

 

"Burada bırakacağım."

 

"Neden eline aldın ki zaten?" demişti Ömer, Burak'ın yaptığı yanlışı yeni idrak ediyordu. Hiç sorgulamadan pet şişeyi eline alıp Betül'e vermeye niyetlenmişti.

 

"Temas sahibi değil, direkt hasta olan kızın yarım saattir elinde tuttuğu şişeyi yerden alarak neyi planladın? Hasta olmayı mı?"

 

Bir süre bakıştılar. Burak doktor olan bir bireye kendini sakınmak istemediğini anlatamayacağını düşündü. Elindekini sakince yere bırakıp doktorun gözlerinin içine baktı.

 

"Dezenfektanın var mı?"

 

"Üstümde taşımıyorum ne yazık ki."

 

Öylece orada iki dakika kadar daha dikildiler. Burak sıkıntılı bir nefes verip gözlerini doktora dikti. Arkasını dönüp kapıdan çıkacaktı ki Ömer'in sesini işitmişti.

 

"Peşinden mi gideceksin?"

 

"Sadece neden kaçtığını soracağım."

 

"Yapma."

 

"Neden?"

 

Doktor bir süre sustu. Doğrusunu söylemek gerekirse Burak'a güvenmiyordu. Ürkek ceylan gibi kaçan kızı gördükten sonra onun sözleri inandırıcılığını yitirmişti. Ve her ne olduysa, Burak bir şey yapmış olsun ya da olmasın, kızın bir psikoloğa görünmesi gerektiğinden emindi artık. Eğer fiziksel olarak bir sıkıntı yaşadıysa bunu rahatça ancak bir terapiste anlatabilirdi, yok eğer sıkıntı ruhsal bir bozukluksa bunu da en iyi bir psikolog anlardı.

 

"Ürekek ceylan gibi kaçtı, sen de gördün. Peşinden gitmen onu daha da ürkütmekten başka hiçbir işe yaramaz."

 

"Bence ilk önce bir psikolog ile görüşmeli."

 

"Sonra sorarsın ne soracaksan, hem belki şu an söylemek istemez ama gittiği terapist onu bir kez olsun açarsa sana karşı da kendini daha rahat ifade edecektir."

 

Burak bir süre düşündü. Bu süre zarfında kapının önünde dikildiğinden Ömer de çıkmaya yeltenmemişti.

 

"Yiğit'i ikna etmem gerekecek." dedi Burak'ın kendine gelmesini sağlamak adına,

 

"Aşağı inelim."

 

Beraber aşağı indiklerinde yolları ayırmışlardı. Burak odasına yöneldi Ömer ise salondaki koltuklarda kendine rahat bir pozisyon bulmuş polisin yanına vardı.

 

Yiğit uzunlamasına yerleştirilen koltuğa güzelce yayılmış genç ergenler gibi kafasını telefona gömmüştü. Kardeşinin başında beklediğinin farkına varınca başını baktığı ekrandan kaldırmadan söylendi.

 

"Ne dikiliyorsun orada?"

 

Sesindeki memnuniyetsiz tını göz devirme isteği oluştururken kendisini tutmuştu Ömer, daha konuşamadan sinirlensin ve fevri davranmaya başlasın istemiyordu.

 

"Konuşmamız lazım."

 

"Meşgulüm."

 

"Önemli."

 

"Meşgulüm dedim. "

 

"Betül ile alakalı."

 

"Esma ile hallet."

 

Ömer içinde hapsettiği nefesi yavaşça verdi ve aniden Yiğit'in elindeki telefonu alıp karşı koltuğa fırlattı. Yiğit içi boşalan avucuyla öylece kalakalmıştı,

 

"Bu neydi şimdi?" dedi.

 

"İstediğin olmayınca beşikteki bebeler gibi sağa sola oyuncak mı fırlatmaya başladın?"

 

Ettiği alayı görmezden gelerek söze girmeye çalıştı. Yiğit ile yüz göz olmaktan nefret ediyordu. Ona kendisini dinletmek için çektiği çile her seferinde daha sinir bozucu oluyordu.

 

"Telefonu senden uzaklaştırmadığım sürece dinlemeyecektin."

 

"Yine dinlemeyeceğim."

 

Dinlemeyeceğim demesini umursamaksızın söylemek istediği konunun bahsini açtı. Dinlemek zorundaydı Yiğit. Aksi halde psikolog işi yatardı.

 

"Betül'ü buradan çıkarman lazım."

 

İlgisini çekmek için konunun ortasından dalmıştı. İşe de yaramış olacak ki Yiğit kendisine "Ne saçmalıyorsun?" der gibi bakmaya başlamıştı. Yayılan bedenini biraz olsun toparlamış anlatılanı anlamaya çalışır gibi bir tavır takınmıştı.

 

"Psikoloğa gitmeli."

 

"Yeni geldi zaten. Daha önce seans gördüğünü biliyorsun değil mi?"

 

"O zaman hastalığı psikolojik mi değil mi anlayabilmek için göndermişlerdi."

 

Muhatabı duraksadı. Kaşları hafifçe çatılmıştı şimdi. Daha dikkatli, hafif sinirli bakıyordu.

 

"Sen ne için göndereceksin? Başka bir sebebin bu binadan çıkması için fikrimi değiştirmesi biraz zor."

 

"Daha ilk gündeyiz Doktor. Gelir gelmez sizi dışarı çıkararak dikkatleri üzerime çekemem."

 

Ömer geri adım atmayacaktı. Kolay olmayacağının bilincinde gelmişti buraya. Hem o da keyfinden ilk günden böyle bir şey istemiyordu. Ama bulunduğu ruh hâlinin Betül'ü etkileyeceğinden adı gibi emindi, hastalığını tetiklemesi işten bile değildi. Burak ile alakalı zihninde ne tutuyorsa biri ile paylaşmalı, uzman tavsiyesi almalıydı.

 

"Artık sebebi her neyse, sürekli diken üstünde. Yaptığı stres krizini tetikliyor olmalı."

 

"Ne demeye çalışıyorsun?"

 

"Gitmesi şart demeye çalışıyorum."

 

Tam o esnada Betül odasından çıkıp salona adımlamaya başlamıştı. Bedeni zangır zangır titriyordu. Hızlı hareket edemese telaşlı gözüken gözleri salonda gezindi. Birini arıyordu.

 

"Abim?"

 

"Dışarıda!" diye seslendi Yiğit, gözleri kızın titreyen bedenine kilitlenmişti. Güç bela attığı iki adımın sonunda yere yığılınca telaşla ayağa kalktı.

 

"Neden günde iki defa oluyor?"

 

"Günde iki defa..." diyebildi yeni idrak edebilmiş gibi.

 

"Bu kız yarın sabaha canlı çıkacak mı?"

 

Ömer konuşma iyiye gitmezken Yiğit böyle bir şeye şahit olduğu için şükrediyordu. Eğer Betül yaşayacağı şeyi odasında yaşasaydı polis muhtemelen anlatılanları yok sayacaktı. Ama daha demin yaşadığı stresin ardından bu hâle gelmesi anlattıklarını kanıtlar nitelikteydi.

 

"Sana söylemiştim. " dedi.

 

"Az önce neden olduğunu anlayamadığım bir korkuyla odasına girmişti. Tetiklemiş olmalı."

 

Yiğit bir an kendisine bakıp ardından tekrar yerde öylece duran kıza çevirdi gözlerini.

 

"Neden sesi çıkmıyor?"

 

"Bu kadar titremeye yaşayacağı acı küçük olamaz."

 

Ömer dönüp dediği yere baktı. Livâ'yı gördü. Henüz gelmiş endişeli bir halde Betül'ü kendine çekip kucağına yaslamıştı. Kız bilinçsiz bir şekilde yengesinin çektiği yere, kucağına, yığılınca Doktor Yiğit'in yanından ayrılıp hızla yanlarına vardı.

 

"Nabzını kontrol et."

 

Soğukkanlılıkla kurulan cümle Livâ'nın parmaklarını harekete geçirdi, görümcesinin bileğini kavramış kalp atışlarını dinlemeye başlamıştı.

 

"Yaşıyor!" dedi titreyen sesiyle,

 

"Çok şükür."

 

"Sadece bayılmış."

 

Ömer cebinden çıkardığı küçük not defteri ve kalemle hemen oracıkta diz çöktü. Gözleri defterteydi ama bir şeyler düşündüğünden çok uzaklara bakıyormuş gibi duruyordu.

 

"Daha önce böyle bir şey yaşanmış mıydı?"

 

"Okan bir iki kere bedeninin yaşadığı acıyı tartmadığı için bayıldığını söylemişti. Çok sık olan bir şey değil. Ben daha önce hiç şahit olmamıştım."

 

Doktor yazısını yazarken dış kapıdan içeri biri girdi. Salondaki küçük topluluğu görünce yanlarına yaklaşmış, kardeşinin baygın bedenini görünce karısının kucağından almıştı.

 

"Nasıl oldu?" dedi sıkıca sardığı kardeşini göğsüne yaslayıp, dönüp eşine baktı sonra. Bakışlarından bile belliydi, düzgün bir cevap istiyordu.

 

"Odaya geldiğinde bedeni hafif hafif titriyordu. Senin yanına gideceğini söyledi. Odadan çıkarken titreyişi artınca peşinden geldim. Ben yetişemeden bayılmış, acıdan iki büklüm oldu hareket edemiyor sanmıştım."

 

"Kriz geçirirken yanında değil miydin? Kendine zarar veriyor biliyorsun."

 

"Geçirmedi."

 

Okan duyduğu şeyle duraksadı.

 

"Ne demek geçirmedi?" dedi.

 

"Titremesi oldu demedin mi?"

 

Ömer pür dikkat konuşulanları dinliyordu. Eğer Betül daha önce hep acıdan bayıldıysa şimdi kriz geçirmeden bayılması bir ilk olmalıydı.

 

"Titredi hatta daha fazla ayakta duramayıp yere çöktü ve sonra bilinç gitti."

 

"O zaman bayılma nedeni farklı mıydı?"

 

Bayılma sebebinin farklı olduğunu düşünmüyordu doktor. Betül'ün titremesi gelen krizin habercisi olmalıydı, bünyesi yaşayacağını düşündüğü acıyı kaldıramamış olabilirdi. Üstelik daha bir saat önce yaşamıştı şu can sıkıcı krizi, yenisini kaldıramıyor oluşu çok normaldi.

 

"Zannetmiyorum" dedi araya girip, gözleri Yiğit'i bulmuştu.

 

"Fakat zihninin içinde her ne yaşıyorsa bunun ikinci bir krize kapı açtığına eminim."

 

Lafının üzerine başka bir şey denmesine izin vermeden Okan'a döndü.

 

"Sana bir şey danışmamız lazım."

 

Okan kucağındaki kıza baktı bir süre, ardından gözlerini muhataplarına çevirip kısık bir sesle "Bekleyin." demişti.

 

"Yatırıp geleceğim."

 

Ardını dönüp odasına yol aldı. Eşi de hemen peşinden geliyordu. İçeri geçip yatağa yatırdılar, Okan yorgun bakışlarını yere düşürdü. Genelde duygularını yansıtmazdı ama bazı anlarda kendine çizdiği sınırların içinde kalmayı bir kenara bırakıyor sadece Livâ'nın eşi oluyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

 

"İyi olacak mı?" dedi. Çatallaşan sesi yardım istiyor gibiydi. Gayrı ihtiyari karısına dönen bakışları onu tebessüm ederken bulmuştu. Usul usul yaklaştı eşi, kollarını iki yanından geçirip kocasına sarıldığında başı göğsüne denk gelmişti. Bu bir ânı hatırlatmıştı Okan'a, Livâ'nın sesi kulaklarında çınlıyordu.

 

"Günün sonunda,"

 

"Belki aylar belki yıllar sonra,"

 

"Her şeyi geride bırakabileceğimiz bir an gelecek sonuçta."

 

"O zaman geldiğinde bu göğüse huzurla yaslanıp her daim sana geçeceğini söylemiş olmamla övüneceğim."

 

Gülümsedi Okan. Kollarını kaldırıp eşinin etrafına dolayarak sarılmasına karşılık verdi.

 

"Büyücü müsün nesin?" demişti az önceye nisbeten daha iyi çıkan sesiyle, eşinin kulak hizasına eğilip fısıldadı.

 

"Nereden biliyordun bu sarılmanın yeteceğini?"

 

Kıkırdadı Livâ, Okan kendisi ile sevgi diliyle konuşmuyordu her zaman. Genelde sadece aynı odayı paylaşan iki kişi, birbirlerine güvenen birer hayat arkadaşı gibi takılırlardı, nadiren bir çift oluyorlardı. Bu ânı yakalamışken tadını çıkarmak istedi.

 

"Duydun değil mi?" diye sordu yaramaz küçük bir çocuk gibi,

 

"Hissettim." diye karşılık verdi Okan,

 

"Her bir sözcüğü tekrar söylediğini hissettim."

 

Eğilip eşinin alnına küçük bir öpücük kondurdu. Livâ'nın ilgiden memnun yüzünü görünce tebessüm etmişti. Ne kadar çabuk işin büyüsüne kapılıyordu bu kadın? Sabaha kadar eğilip eğilip alnından öpse gıkını çıkartmayacak gibiydi. Ne daha fazlasını isteyip hevesini kırardı ne de hep aynı yerden öpüyorsun diye azar çekerdi. Kendisinden gelen ilginin her çeşidine açtı sanki.

 

Muhatabından gelen küçük kıkırtılar eşliğinde bir daha eğildi alnına, yeniden öptü aynı yerden. Doğrulup ikinci kere yüzüne baktığında Livâ'nın yüzündeki mutluluğun yavaş yavaş durulduğunu görmüştü. Yüzü yavaş yavaş durgun bir ifade alırken gözlerini gözlerine çıkardı.

 

"Sen doktoru bekletme daha fazla." dedi Livâ, aslında hiç ayrılmak istemiyordu fakat içinden bir ses doktorun diyeceklerinin hoş şeyler olmadığını söylüyordu. Belki ikinci kere teselli etmesi gerekirdi. En iyisi zihni tam durulmadan meselenin hallolmasıydı.

 

"Aklın burada kalmasın, Betül ile ben ilgilenirim. Ayılır zaten birazdan."

 

"Siz adam akıllı konuşun ne gerekiyorsa."

 

Eşi başı ile onaylayıp odadan ayrıldığında yatakta yatan kıza döndü gözleri. Sanki bakışlarından bile etkilenecekmiş gibi, sanki çok bakarsa kırılacakmış gibi narin gözüküyordu. Cam bile daha dayanıklı kalırdı onun yanında.

 

Bütün bu hassas duruşa rağmen gözlerini geri çekmedi.

 

"Abin sana iyi gelemedikçe parçalanıyor Betül." dedi fısıltıyla,

 

"Biraz daha güçlü ol yengem."

 

Yatağa yanaşıp yanına oturdu uyandırmaktan korkarcasına, elini tutmuştu. Dolan gözlerini daha fazla tutamayınca yanağından kaydı birbir yaşlar. Sesi pürüzlendi, ne diyeceğini bilemez bir hâli vardı.

 

"Bizim mutluluğumuz sana bağlı güzelim."

 

"Abin..."

 

Yutkunup sustu. Daha fazla devam ederse sesli ağlayacaktı. Okan'a ağladığını göstermemişti daha önce hiç, yine görsün istemiyordu.

 

Hep güçlü bir liman olmuştu ve hep güçlü bir liman olarak kalacaktı.

 

Gözü daha demin eşinin çıktığı kapıya takıldı. Ne konuşuyorlardı acaba?..

 

 _ _ _

 

"Doktor psikoloğa gitmesi gerektiğini söyledi."

 

Okan dönüp Yiğit'e ardından yanında dikilen Ömer'e baktı sakince

 

"Daha yeni bitti seansları, " dedi.

 

"Size bilgi verildi mi bilmiyorum ama şayet hastalığı ile ilgiliyse..."

 

"Hastalığının psikolojik olmadığını biliyorum." diye sözü devraldı Ömer,

 

"Konu farklı."

 

"Aklında bir şey var ya da kafaya taktığı bir şeyler."

 

Sorgular bakışlara aldırmadan sözüne devam etti. Muhtemelen Okan bir günde bunu nereden çıkardığını sorguluyordu. Betül'ün Burak'ı görünce titreyen ellerini ya da bir ton daha açılan cilt rengini belli ki abisi görmemişti. O yüzden kendisine dönen bakışlara aldırmadan sözüne devam etti.

 

"Bunun krizlerini tetikleyebileceğini düşünüyorum. Bugün ikinciyi geçirmek üzereydi. Bedeni bunu tartmayıp bilincini kapattığına göre bu ilk defa oluyor."

 

Abisinin baş onayını alınca bir iki saniye nefeslenip sözüne devam etti.

 

"Mutlaka fark etmişsindir hareketleri çok ürkek. Özellikle ..."

 

Gözüyle arkadaki koridoru işaret etti.

 

"Burak denen çocuk, değil mi?" dedi Okan.

 

"O konuda bir sıkıntı olduğunun farkındayım. Betül benimle konuşmak istemişti. Ama bu konunun psikologluk olduğunu düşünmüyorum."

 

"Bir karar verebilmem için ilk önce kardeşim ile konuşup fikrini almalıyım."

 

"Betül aklı başında bir kız, duygusal iniş çıkışlarınında pekala farkında. Psikoloğa gitmek onun için bir sorun değil. Eğer gerçekten rahatsız hissettiği bir konu varsa zaten konuşmayı kabul edecektir."

 

Konuşmayı burada kestirip attı. Dışarı çıkıp kısa bir süre nefeslenmiş ardından tekrar odasına dönmüştü. Göğsü bunalımdaydı. Kalbi huzursuzdu. Artık her ne oluyorsa bir an önce Betül ile konuşması gerekiyordu. Ne olup bittiğini öğrenmeliydi.

 

Neyseki geri geldiğinde kardeşi ayılmış, yatakta oturur pozisyona gelmişti. Ama morali yerindeymiş gibi durmuyordu.

 

"Aptallık ettim." dediğini işitti. Odaya girdiğinde kendisine dönen yeşillere baktı kaşlarını hafifçe çatarak, yaklaşıp yanına oturdu. Kolay kolay hakeret içeren cümle kurmazdı kardeşi, kendisine çok kızmış olmalıydı.

 

"Ne aptallığıymış bu?"

 

"Abi..."

 

Yatakta uzattığı bacakları kendisine çekti. Arkasına saklanmak istiyordu sanki.

 

"Kaçtım." dedi buz gibi bir sesle.

 

"Mutfağa su almaya gitmiştim sadece. Doktor ile karşılaştım. Burada günlük not tutacakları için bugün içinde yanımızda olmadığı zamanlara ait sağlık durumumu içeren bir dosya hazırlamaları gerektiğini söyledi. Siz de yanımdayken bizimle konuşmak istiyormuş. Ben de sana ileteceğimi söyledim."

 

"Sonra o girdi içeri..."

 

Okan isim vermeden kurulan bu cümleden hoşlanmamıştı.

 

"O?"

 

"Burak."

 

Bir sessizlik oluştuğunda Betül sinirle kafasını dizlerine yasladı. Devam etmek istiyordu fakat abisi ile yengesinden çekiniyordu. Ne diyecekti ki? Sesini her duyduğumda heyecandan ve korkudan elim ayağıma dolaşıyor mu? O içeri geldi diye koşar adım dışarı çıktım mı? Her seferinde beni yanlış anlamaları için her şeyi yapıyormuşum gibi hissediyorum mu?

 

Pes etti sonra. Buradan anlatmaya devam ederse ne abisi ne de yengesi bir şey anlayabilirdi. Başa aldı o yüzden, bütün bu yaşananların sebebini anlatması gerekiyordu ilk önce.

 

"Ben..." dedi, derin düşüncelerinin arasından kaldırdığı başını abisine çevirerek,

 

"İlaçlar için anlaşma imzaladığımız gün, bayıldığımda,"

 

...

 

"Bir rüya gördüm."

 

"Anlatırken muhtemelen zorlanacağım." dedi, çekinceyle dönüp yengesine sonra tekrar abisine baktı.

 

"O yüzden şaşırsanız ya da gülünç bulsanız bile lütfen beni bölmeyin."

 

Yeniden gözünün önüne beyaz bir perde inmiş gibi hissetti. Sanki yeniden o güne dönüyor, kelimeler dudaklarından dökülürken yeniden aynı şeyleri yaşıyordu.

 

"Bana kalbimin sesini dinlettiler." dedi bir solukta, başını yere eğmiş anlatırken ailesinin tepkisini görmeyi göze alamamıştı.

 

"Abi," dedi tekrar, yaptığı telaş yüzüne yansırken destek alabilmek için yengesinin elini tutuyordu. Olmuyordu bir türlü. Abisinin gözlerinin içine baka baka nasıl söyleyecekti? Yüzü kızarmaya başladı yavaş yavaş, ağzını aralasa da tek kelime edemiyordu şu an. Abisi yüzündeki değişimi görünce destek olmak istedi. Elini uzatıp Betül'ün boşta kalan elini de o kavramıştı.

 

"Söyle abim. Seni dinliyorum."

 

Gözleri dolmuştu utançtan, nasıl diyecekti "Kalbimin sesi Burak'ın sesiyle aynı." diye.

 

"Kalbimin sesi diye bana dinlettikleri ses,"

 

Abisinin kendisini tutan elini sıktı. Yüzünü başka yöne çevirmiş bir hışımda söyleyeceğini söylemek istemişti.

 

"Ona aitti."

 

"O?" dedi Okan tekrardan, hissettiği rahatsızlık gözlerinden okunuyordu. Kardeşinin daha önce bir erkeğin adını ağzına aldığını ne görmüş ne de duymuştu, alakası yoktu. Alaka kurmamak onun tercihiydi. Ama bu sefer durum farklıydı. Durum çok farklıydı. Rüya gördüm diyordu. Kalbimin sesi vardı, dinledim diyordu. Ve O diyordu sürekli. Kim olduğunu bildiği "O" kişiyi işaret eden kapalı zamirler sinirini bozmaya başlamıştı. Kalbimin sesi, diyordu kardeşi. Burak diyordu...

 

Okan'ın durgunlaşan yüzünü görünce kendini de elini de geri çekti Betül, yüzünü dizlerinin arkasına saklamıştı. Yerin dibine girmişti. Gerçekten. Abisine karşı o kadar utanıyordu ki.

 

"Bu..."

 

"Burak."

 

"Burak'a aitti."

 

Ortama tekrardan bir sessizliğin sinmesinden korkarak devam etti, eğer şimdi susarsa bir daha konuşacak cesareti bulmayabilirdi.

 

"Bana getirilen ilacı içmememi söyledi."

 

"Pişmanlığın fayda etmeyeceğini de."

 

Yengesi omzuna dokununca sustu, ona döndü yüzünü. Livâ doğru kelimeyi bulmaya çalışıyor gibiydi. İki kardeşin arasını sabırla bölmeden dinlemişti ama şu an Betül için endişe ediyordu.

 

"Belki de..." dedi çekinceyle

 

"Sen benzetmişsindir yengem?"

 

"O'ydu!" dedi Betül. Gerçekten kendinden emin gözüküyordu.

 

"O'ydu yenge yemin edebilirim sana."

 

"İlaç için anlaşma imzaladıktan sonra hatırladım rüyamı. Başta çok korktum ve unutmak istedim. Başarıyordum da. Alttarafı bir rüyaydı çünkü. Belki de başıma gelecek şeylerden korktuğum için gördüğüm öylesine bir şeydi."

 

"Ama bu sabah, herkes kendini ismen tanıtırken,"

 

"Onun sesini duyunca farkına vardım."

 

"Tekrar yaşadım o anları. Kalbim sıkıştı, rüyayı gördüğüm andan beri hayatıma etki eden bir yanlış yaparım korkusu tekrar sardı bedenimi. Nerede olduğumu sorguladım."

 

"Neden o anlaşmayı imzaladığımızı da öyle."

 

"Hepsi omzuma yük olmuştu o an."

 

"O yüzden sıkı sıkı tutuyordum elini abi."

 

"Bu sabah da," dedi sesi mahzunlaşırken. Gözleri dolmuştu.

 

"O içeri girince,"

 

Okan'ın bakışlarını görünce düzeltmek istedi.

 

"Burak içeri girince,"

 

"Elim ayağıma dolandı yine. Gözlerime beyaz perde indi sanki tekrar."

 

"Elimdeki pet şişeyi düşürdüm!"

 

"Onu her gördüğümde aynı şeyleri tekrar duyuyorum."

 

Gözlerinden aşağı yuvarladığı yaşları sildi elinin tersiyle,

 

"Duymaya korktuğum şeyleri tekrar duyunca," diye fısıldadı.

 

"Ve Burak'ı kalbimin sesi olarak dinlediğimi düşününce öyle birinin var olduğu düşüncesi beni ürküttüğü için,"

 

"Hem heyecanlanıyor hem korkuyorum."

 

"Daha demin de aynı sebepten,"

 

"Ellerim titremeye başladı."

 

"Hastalığın harekete geçmesinden korktum."

 

"Odaya geldim."

 

"Seni bulamayınca da..."

 

Bir süre sessizliğin ardından başını yukarı kaldırdı. Gözleri yaşlıydı hâlâ.

 

"Ne konuştular seninle?" diye sormuştu çekingen sesiyle.

 

"Psikolog dediler, değil mi?"

 

Okan başını önüne çevirdi. Bir şey dememişti. Betül dizlerine gömüldü tekrar.

 

"Öyle davrandım çünkü." dedi burnunu çekip

 

"Ya âşık diyeceklerdi ya da hasta."

 

"Hasta demeyi tercih etmişler."

 

Bir sessizlik oldu. Kaçıncı kere ortamın böyle derin bir sessizliğe gömüldüğünü saymayı bırakmıştı artık.

 

"Ama sadece bir rüyadan etkilendiğimin farkındayım." dedi kendini toparlayıp,

 

"Sırf konu kalbim olduğu için olayı kendi içimde büyülttüm."

 

"Alttarafı garip bir rüyaydı."

 

"Yavaş yavaş kendime geleceğim."

 

"Eminim bundan."

 

"Abi-"

 

"Betül..."

 

Sözünü bitirmesini beklemeden söze giren abisiyle ondan tarafa döndü genç kız,

 

"Bu rüya neyin nesi bilmiyorum abim ama,"

 

"Ne kadar etkilendiğini görebiliyorum."

 

Biraz daha yaklaştı kardeşine,

 

"Hiç değilse bir kere, kendin için gitmek istemezsen de benim için..."

 

"Bir terapiste anlatman en doğrusu olur."

 

Sustu Betül, abisinin sözünün üstüne söz söylemeyi sevmiyordu. Gitmek istemiyordu fakat abisinin hatırı söz konusu olduğunda bunun bir önemi kalmıyordu kendisi için.

 

Başı ile onayladı onu, elleriyle gözlerini iyice silip gözyaşlarını kurulamıştı.

 

"Ben psikolog konusunda bir karara vardığımızı söyleyeyim o zaman."

 

Okan yataktan kalkarken gideceği yeri haber verince Betül'ün kendisine dönen gözlerini gördü. Gözlerinin derinlerine gömdüğü korkuyu fark etmişti. İçi acıdı, iyi geleceğini bilmese asla böyle bir şey istemezdi kardeşinden. Odadan çıkmadan ikinci kere yaklaşıp başını okşadı şefkatle,

 

"Geçecek abim," dedi.

 

"Hepsi geçecek."

 

"İnşaAllah."

 

Livâ'nın sesi ile o yöne döndü ikisi de. Betül'ün gözyaşları henüz kurumamışken yüzünde içten bir tebessüm filizlenmişti şimdi.

 

"İnşaAllah yenge."

 

...

 

Bölüm : 03.03.2025 22:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...