
Selamün Aleyküm!
Öncelikle bölüm yüklenirken yaşattığım gecikme için çok özür diliyorum
Açıkçası bu bölümü yazmak benim için çok zordu.
YENİ BİR KARAKTERİMİZ VAR!
Betül'ün Psikoloğu, Yusuf Karan...
Şimdiden uyarayım çok fena biri ;) Eminim seveni çok olacaktır.
Onu ince ince işleyebilmek için büyük bir çaba verdim.
Dilerim beğenirsiniz💐
Keyifli Okumalar🥀
___ ___ ___
Saat öğleden sonra ikiye geliyordu. Beyaz koridor duvarının iki köşesine çizilmiş küçük desenler gözalıcı duruyordu. Öyle güzel çizilmişlerdi ki, renkler çok canlı olmasa da dikkat çekiyordu. Girişten içeriye girdiklerinde bu renkler yavaş yavaş kaybolacak, daha sade bir görüntüyle karşılaşacaklardı.
Betül içindeki bunaltıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Psikoloğa son gittiğinden beri çok zaman olmamıştı ve aradan düzgün bir vakit geçmeden bunu tekrarlamak garip hissettiriyordu.
Abisi odadan ayrıldığında çok uzaklaşamadan kendisi ile konuşmak isteyen insanlarla tekrar karşılaşmıştı. Sesleri içeri geliyordu.
"Doktor sevk etti, demiştin."
"Aynı psikoloğa gitmesi farklı birine alışmaya çalışmasından daha uygun olur."
"Hem bahsettiğim psikolog durumu biliyor olmalı, acilen seans ayarlamak istesen sana en yakın tarihi o verir."
"Yusuf Karan mı dedin?"
"Tamam, belki de yakın tarihe seans ayarlayamayabilir. Adamın boş günü olmadığını duymuştum."
"Numarası vardı sizde değil mi?"
Konuşmalar bu yönde ilerlese de ertesi günün öğlen saatine seans ayarlanmıştı. Yusuf Bey tekrarlayan bir sıkıntısının olduğunu duyunca ikiletmemişti bile. Ertesi günün öğlenine seans yazmıştı. Gerçi ilk önce Ömer adındaki doktorla ve abisiyle uzunca konuşmuştu ama olmaz dememişti.
Bu konuların ardından Doktor da fırsattan istifade "Bugün teslim etmemiz gereken dosyalar vardı, halledelim." demişti. Aktaşlar yanlarında Betül ile birlikte bu soru cevap işine katılmışlar, Yiğit'in de Betül ile alakalı bilgilere ihtiyacı olduğundan, o da herkes için dosya tutuyordu, ortama dahil olmuştu.
Dün bütün günleri bu iki yıl hakkında tartışmakla geçti. Ömer adındaki doktor sorusunu soruyor, cevabını aldığında bunu herkesin gözü önünde yazıya geçiriyordu. Bir doktorun güzel yazabilmek için kendisini ne kadar yavaşlattığı göz önüne alınırsa, bu iş iyice uzamıştı. Üstelik bu belgeleme işini taşınabilir bellek taktığı telefonundan kayıt altına alarak yapıyordu. Yiğit bile bu yaptığına bir anlam veremeyip gözlerini yarı alay, yarı sorgular bir ifade ile üzerinde gezdirince
"Bizi öldürmek istediklerini sen söyledin." demişti doktor. Okan doktorun kendisini ayırmayıp "Biz" deyişine dikkat kesilmişti. Oturduğu yerde doğruldu hafifçe.
"İçimizden ölenler olursa," dedi sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi,
"Eğer toplu bir ölüm değilse düşündükleri,"
"Bazılarımızı öldürüp suçu diğerlerinin üzerine yıkmalarından korkuyorum."
Telefonunu düşmemesi için düzeltti ve artık gülmeyen abisine çevirdi bakışlarını.
"Eğer öyle bir şey olusa diye toplumdan ayrı gerçekleştirdiğim temasların hepsini kayıt altına alıyorum."
Betül konuşmanın bu kısmından sonrasına dahil olmadı. Bir bahaneyle odayı terk etmiş ve daha geri gelmemişti. Ölüm konuşuyorlardı. Fazlaca ölüm... Bunun odağı ve sebebi olmak vicdanına ağır geliyordu. Herkes sürekli kasvetliydi. Herkes umutsuzdu. Herkes öleceğini düşünüyordu... Hatta kendisinden daha fazla bu konuda endişeliydiler. Ve bir şey demiyorlardı ama bunun merkezinde olduğunu iliklerine kadar hissediyordu.
Odasına geçmek için ilerlerken bir gülüş sesi duydu. Okulun kapısının önünde yere çökmüş olan gence kaydı bakışları. Sırtı kendisine dönük, yerde bir şey ile oynuyordu. İstemeden belirli belirsiz bir tebessüm oluştu yüzünde, sanki sırtına binen suçluluk duygusu onun sakin ve rahat tavrı karşısında omuzlarındaki ağırlığını azaltıyordu. Kasvetli durmayan tek kişi oydu. Nasılını ve nedenini bilmiyordu fakat burada durmaktan rahatsız oluyor gibi değildi. Sesi geliyordu kulaklarına.
Yine aynı ses...
Yine berbat bir heyecan...
O an içinden geldiği için belki de, eli kalbine gitti. Gözlerini kapattı. Gerçekten hiçbir fark yoktu. Onun sesiydi, emindi bundan. Rüyasında gördüğü ses şu an duyduğu sesten farksızdı.
Bir süre daha gözleri kapalı bir şekilde onu dinledi. Kalbi nasıl da hızla atıyordu öyle? Aynı zamana geri götürüyordu onu.
Kısa bir süre sonra yine aynı şey oldu. Göz kapakları kapalı olduğu halde gözünün önü aydınlandı sanki, yine rüyayı hatırlıyordu. Kalbi hızla atıyor, kan yerine korku ve heyecan pompalıyordu.
"Pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamandasın!"
İrkilerek gözlerini açtı. İstemeden nefesi hızlanmış, alıp verirken ses çıkarır hâle gelmişti. Göz irisleri titriyordu korkudan, neyin nesiydi bu uyarı? Neden zihninden çıkmayıp onu sürekli rahatsız ediyordu?
Bir ses kendisi ile verdiği savaşın arasına girdi, tedirgin ve temkinli bir tınısı vardı. Sanki kendisini incitmekten korkuyordu.
"Affedersiniz, " dedi, hem ürkekti hem de kendisine bakılmasını istiyor gibiydi.
"Ben..."
Burak okulun kapısından içeriye girmiş kendisine bakmaya başlamıştı. O konuşmuştu anlaşılan. Bir süre olan biteni algılayamadı Betül. Onunsa gözlerinde şaşkınlık kucağındaysa bir kedi vardı. Bebek uyuturmuş gibi koluna yatırdığı kediyi seven eli durmuştu. Öylece kapının önünde kalakalmış kendisine bakıyordu.
"Ben korkutmak istememiştim." dedi yarım kalan sözünü bitirmek maksadı ile.
"Sizi içeride sanıyordum. O yüzden kapıdan gördüğüm silüeti bizimkiler zannettim."
"Bilseydim böyle âniden içeri girmezdim."
Peş peşe yapılan açıklamayı bir süre anlayamadı. Neden bahsediyordu? Gözlerini yere indirdi ve eli ile başörtüsünün yakasını düzeltti. Düşünürse anlar mıydı? Bu özür mahiyetinde yapılan açıklama tam olarak nedendi? Yoksa... Tabii ya!
Yakalanmıştı! Eli kalbinde, gözleri tirtir titrerken ve nefes almak güç bir haldeyken yakalanmıştı. Yanlış anlamıştı Burak. Yani... Kısmen. Ondan korktuğunu, daha doğrusu içeri girmesi ile korktuğunu düşünmüştü. O yüzden mi sizli konuşuyordu? Yoksa kendini sakındığı için resmiyeti elden bırakmamış mıydı?
"Ha-hayır."
Yutkundu.
"Yâni sorun değil."
Yüzüne hücum eden kanı geri gönderebilme şansı var mıydı? Neden bu kadar çabuk utanıyordu? Ateş de basmıştı. Eli ile yüzünü sıvazlayıp yönünü değiştirdi. Hızlı hızlı ilerlerken durdu bir anda. Emir önünden geçmiş, sevgilisiyle beraber dış kapıya yönelmişti
Her köşe başında yabancı bir erkek vardı. Gerçekten... Bu kadar göz önünde olmak canını sıkıyordu. Odasına geçip oturmak bir yana sadece odasına geçerken bile namahrem bir erkek ile illâki yüz göz oluyordu.
İstemiyordu! Dinine uygun olmayan bu ortam yıpratıyordu kendisini. Ne yapacağını şaşırıyor doğru ile yanlış bir anda iç içe giriyordu kendisi için. Her konuda bir "Ama..." çıkartıyordu bu insanlar.
"Evet yanımızda oturmak istemiyorsun ama hastasın."
"Ama gözlem yapacağız."
"Psikolog kadın olsun diyorsun ama en iyisi o adam."
"Ama doktor sevketti."
"Anlatmak istemiyorsun ama etkilenmişsin."
"Ama hastasın."
"Hastasın!"
Bütün cümleler bir söz ile kilitleniyordu.
"Söz konusu sağlık."
Titrek bir şekilde nefes verdi. Zihninin gürültüsüne daha fazla tahammül edemiyordu. Koridorun başından kendisine bakan kadın doktoru görmezden gelerek elini kapıya uzattı. Gelmişti odasına nihayet. Yorgundu. Belki de ayakta ölecekmiş gibi durduğu için bakmıştı doktor. Umursamadı. Aklında ve yüreğinde başka bir dert vardı şu an.
Harama bulaşma korkusu...
"Allah'ım..." dedi içi yanarcasına,
"Hata ettiysem, sınırı aştıysam..."
"Affet ne olur!"
"Affet..."
Ve ertesi güne kadar odasından çıkmadı. Mutfak o haldeyken nasıl hallettiğini bilmese de yengesi tam zamanında bir tepsi yemek ile içeri gelmiş ilacını içirmiş tatlı sohbetine ortak etmişti kendisini. Uyuyana kadar da yanından ayrılmamıştı.
Onlar içeride geçmişten konuşurken erzak ve malzeme kamyonunun geldiğini de yengesinden öğrenmişti.
Mutfak ise hâlâ aynıydı. Berbat hâldeydi. Belki de bu yüzden ertesi gün normal bir kahvaltı yerine çok güzel bir sandiviç ile yapmıştı kahvaltısını.
"Mutfağın temizliğini beklersek geç kalırsın, bunu ye. Yolda miden bulanmasın." demişti yengesi.
Okuldan çıkmadan abisi de kendisine eşlik etmek istemişti fakat polis,
"İlk günden hepinizi bagaja atıp gezdireyim, isterseniz? Ertesi gün kurşuna dizilmek mi istiyorsunuz?" diyerek agresif bir tepki göstermişti. Bahçe kapısından çıkmadan önce de arkasında kendilerini izleyen topluluğa dönüp hepsini uyardı.
"Uslu durduğumuz sürece bize dokunmazlar, aksi için kimse güvence veremez."
"O yüzden,"
"Kimseyi sizi öldürmediği için pişman etmeyin."
"Sakın ben yokken saçma bir şey yapmaya kalkmayın. Bu kapıdan çıktığınız anda canınızdan olursunuz."
Sonra bahçenin kapısını ardında bırakmış arabaya binmeden önce son kez dönüp sorumlu olduğu topluluğa bakmıştı. Sorumluluğunun ağırlığı dik olan omuzlarını düşürmesine sebep olunca Betül'ün yüzünün kendisinden tarafa döndüğünü hissetti. Kendisine bakmıyordu ama ruh hâlindeki ani düşüşü fark etmiş gibiydi. Kaşları çatıldı yavaşça, bir abisinden dahi hazzetmediği hasta bir ergenin kendisine acımadığı kalmıştı.
"Arabaya bin."
Betül denileni yapmak için arkasını döndüğünde birisi koşar adım yanına gelmiş, eline maske ile eldiven tutuşturmuştu. Hatta daha çok... Üzerine fırlatmıştı.
"Daha çok dikkat etmelisin." dedi sakin, soğuk bir ses. Kadın olan doktordu bu, Esma kömür siyahı gözlerle gözlerine bakıyordu.
Başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. Bir yandan maskesini takarken bir yandan arabaya yönelmişti. Sesini çıkarmadan arabaya bindi Betül. Biner binmez de camı sonuna kadar açmıştı. Kendisinin peşinden sürücü koltuğuna geçen Yiğit ile başını camdan dışarı çevirdi. Tam araba hareket edecekken polis yüzünü kendisinden tarafa çevirmiş ve bir süre sesini çıkarmadan sadece bakmıştı. Üzerindeki bakışlar rahatsız etmeye başladığında sıkıntıyla nefes verdi Betül.
"Önünüze döner misiniz?"
Yiğit konuşulan kişi kendisi değilmiş gibi sözü devraldı. Betül'ün neden biner binmez o camı dibine kadar indirdiğinin farkındaydı ve bundan hazzetmemişti. İnancını uç noktalarda yaşadığını düşündüğü herkesi itici buluyordu. Kendi kardeşi de buna dahil.
"O camı açmanın sebebi hastalığın değil, değil mi?"
Betül cevap vermek için ağzını araladığında,
"Kapat." dedi Yiğit. Umursamaz bir tavırla önüne döndü. Araba hareket etmişti. Direksiyonu kavrayıp arkasına yaslanmış bir de sesine içinde bulundukları durumdan ne kadar rahatsız olduğunu belli eder bir tını ekmişti.
"Açık konuşayım, zaten inanç sahibi insanlar kendi hayatlarını yeterince kısıtlıyor. Benimkine dokunulmasını istemiyorum."
"Sizinkine dokunmadım?"
Küçümser gibi güldü. Direksiyonu sağa kırarken kısa bir an için, dönüp arkasına bakmıştı. Kızın kucağında tuttuğu eli yumruk hâlini alınca yüzündeki sırıtışı muhafaza edip Betül'ün görmesi için sözüne devam etti.
"Sadece bu hayat tarzında kalabilmek için inatlaşıyorsun. Bahse varım sadece böyle yapılmasının doğru olduğunu duyduğun için böyle yapıyorsundur."
"Hiç araştırmadan."
"Körü körüne."
...
"Okuldayken istediğin haltı yapabilirsin."
"Ama benim yanımdayken olmaz."
"Camı kapat."
Kaşları çatıldı Betül'ün, öfkeden yeşillerinin içi çakmak çakmak parıldamaya başlamıştı. Araştırmadan mı? Yiğit içinde bulunduğu ailede ne zor şartlar altında inancını bulup ona sıkı sıkı tutunduğunu biliyor muydu?
"Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın. Zira üçüncüleri şeytandır."
Söylediği şeyle kendisine dönen yüze bakmadı, zikrettiği şeyin Hadis-i Şerif olduğunu anlamış olmalıydı.
Polisin durumu anlayabilmesi için dudaklarını ıslatıp tekrardan söz aldı genç kız. Yüzünü ondan tarafa dönmese de Yiğit'e konuştuğu bariz belliydi.
"Abimin benimle gelmesine izin vermediniz, camı açmama laf ediyorsunuz?"
Göz devirdi Yiğit, bu kızın inatçılığı bile kardeşine benziyordu.
"Ne hâlin varsa gör." dedi umursamazca. Eğer karşısında Betül yerine Ömer olsaydı diyeceği pek çok şey olurdu elbet. Ama Ömer ile bile bu konuları konuşmaya sabredemiyorken Betül'den kime neydi?
"İlgilenmediğim bir konunun muhabbetini çevirecek değilim."
Kız ile inatlaşmamıştı. Zaten o hasta iken camı kapalı tutmayı da düşünmemişti hiç. İçsel bir dürtüyle onu denemişti sadece. Ve bu kız gerçekten göründüğü kadar geri kafalıydı. Kendisine kardeşini hatırlattığı için muhtemelen, yol boyunca bir daha dönüp Betül'den tarafa bakmamıştı.
İnandığı şeyi ailesini karşısına almak pahasına savunabilecek birisine benziyordu bu kız. Gerçekten... Ömer ile aynı genleri alabilmesinin bir yolu var mıydı? Bu kadar benzerlik fazlaydı çünkü. Şaka bir yana eğer bu işin genlerle bir alakası varsa Yiğit kesinlikle hastanede karışmıştı. Muhafazakar bir ailesi vardı. Ailesinin bu konuda ne düşündüğünü bilmese de kendisi için kesin olan bir şey vardı. O da muhafazakar bir aile için Ömer gibi bir göz bebeğinden önce kendisi gibi bir fiyaskonun doğduğuydu.
Kendini bildi bileli inanç konularıyla uzaktan yakından alakası olmamıştı. Kardeşi camiiye gidebilmek için babasından izin alırken Yiğit onun bu hevesini her seferinde dalgaya almıştı. Evde canı sıkıldığında Ömer'in namaz kılabilmek için bir hevesle serdiği seccadesini dağıtır, ortam müsaitse daha ileriye gidip sadece bir kilim gözüyle baktığı seccadeyi kardeşi bulamasın için saklardı.
Az çektirmemişti Ömer'e, Betül'ün hal ve hareketleri kardeşini anımsattığından onun çevresindeyken şimdi olduğu gibi sürekli geçmişe gidiyordu ve bu durumdan hiç memnun değildi. Yol boyunca bir daha konuşmasın diye tek kelime etmemişti.
Araba uygun bir kenarda durduğunda hâlâ düşünceleriyle uğraş veriyordu Betül. Daha önce hiçbir şey için bu kadar isteksiz hissetmemişti. En başından beri rüyasını kendisine saklamak istediğinden bu psikolog meselesine sıcak bakmamıştı hiç. Anlatsa, psikolog ne diyecekti ki? Bilinçaltından kaynaklanıyor mu? Hastalığın tüm süreci gibi ilaç almak da seni korkutmuş bu yüzden böyle şeyler görmen normal mi diyecekti? Sıkıntıyla başını aşağı eğip yürümeye devam etti. Binanın içine girmiş desenli beyaz duvarları gerisinde bırakmıştı.
Doktor, o söylese de bu rüyaya ne kadar farklı bir anlam yüklediğini anlayamayacaktı muhtemelen. Sırf abisinin gönlü olsun diye gidiyordu. Bunu Yusuf Bey'e de söyleyecekti. Çok anlayışlı bir insandı o. Belki isteyerek gelmediğini öğrenirse çok irdelemezdi. Bunu umut ederek yürürken bir ses geldi kulağına.
"Önüne baksana!"
Başını yukarı kaldırdığında duvara çarpmak üzere olduğunu gördü. O kadar dalgındı ki nereye gittiğini bile fark edememişti. Arkasını dönüp ayalmasını sağlayan polis memuruna başını hafifçe aşağı eğip teşekkür etti.
"Neyin var?" dedi Yiğit, sesindeki memnuniyetsizliği iyice hissetsin diye tane tane konuşuyordu sanki.
"Abin olmadan yürüyemiyor musun?"
...
Sesini çıkarmadı Betül. Bir gün için Yiğit ile uğraşma kotasını doldurmuştu. Onunla muhatap olmak yerine adımlarını hızlandırarak seans yapacakları odaya doğru ilerlemeye başladı. Yolu ezbere biliyordu, polis yanında yürüyüp yol göstermeye çalışmasa da olurdu. Sonunda gelmesi gereken kapının önünde durdu, telefonunu çıkarıp saatini kontrol etti. Beş dakikası vardı. Bir an önce içeri girmek istiyordu, burada huyunu suyunu bilmediği bir adamla laf dalaşı yapmaktansa saygıda kusur etmeyen psikoloğunun yanında nefeslenebilirdi.
Yiğit hiç acele etmeden kendisine yetiştiğinde tam olarak seans saatinin içine girmiş bulunuyorlardı. Kapının önünde Betül'ün kapıyı tıklatmasını beklerken hızlıca belindeki silahı ve gömleğini düzeltti. Kızın kapıyı tıklatmak için havaya kalkan eli polisin belindeki silahı görünce öylece havada asılı kalmıştı. Yiğit önündeki kızda olan değişimi gördüğünde açıklama yapma ihtiyacı hissetti, bu kadar hassas bir bünyeye sahip olup nasıl bu zamana kadar yaşadığına hayret ediyordu doğrusu.
"Formalite icabı." dedi belirli belirsiz çıkan sesiyle,
"Endişe etme, bir şey yapmayacağım."
Betül duyduğu sözlerin sağlam bir güvence olduğuna inanmasa da bir şey olmayacağına kendini ikna etti. Tıkladığı kapıdan bir cevap gelmesini beklemeden yavaşça kapıyı araladı. En son doktoru kapı tıklamasının yeterli olduğunu söylemişti çünkü,
"Verdiğim seans saatlerinde odamda benden başka kimsenin olmamasına dikkat ediyorum. Geldiğinde kapıyı tıklatıp içeri girmen yeterli. İçerisi her zaman müsait." demişti.
Kapıyı aralamasıyla ayağa kalkan doktorunu gördü. Garip bir şekilde, o kendisini göndereli çok olmadığı hâlde geri dönmenin utancını yaşıyordu. Başını yere eğdi.
Yusuf Bey, işinde büyü yapıyor denilecek kadar mahir bir insandı. Dönüp doktorunun yüzüne bakmamıştı ama bakarsa şayet yine hiçbir sorun yokmuş gibi hissedeceğine emindi. İçini rahat ettirecek kadar samimi fakat kalbini huzursuz ettirmeyecek kadar mesafeli bir ifade ile bakacaktı kendisine. İnancına saygı duyuyordu; sadece işini yapabilmek, bir şeyler anlatırken ruh hâlini analiz edebilmek için kendisine baktığını en iyi şekilde kendisine hissettiriyordu. Uzun süren ziyaretleri esnasında bir kere olsun rahatsız hissetmemişti. Ve bu Betül için gerçekten harika bir detaydı. Evli olması da ayrı bir güvenceydi kendisi için. Bu kadar saygılı bir insanın eşini ezip geçmesi ve farklı kadınlara bakması akıl kârı değildi. Eşi her kimse onun adına seviniyordu Betül, bu kadar anlayışlı bir erkek bulabildiği için gerçekten nasipli olmalıydı.
Seanstan önce Yiğit'in doktor ile bir şey konuşacağını bildiğinden kenara çekildi. Genç çocuk içeri girmiş masasının önünde, doktor ile karşı karşıya gelmişti. Doktoru tokalaşmak için elini kaldırdığında Yiğit de elini düz bir şekilde havaya kaldırmış
"Size de malum olan sebeplerden dolayı ne yazık ki temasta bulunamıyoruz." demişti. Kısa süreli bir sessizlikten sonra tebessüm etti Yusuf,
"Anlıyorum." dediğini işitti Betül.
"Şöyle buyurun. " diyerek önündeki koltukları işaret etti.
Çekine çekine yaklaşıp önündeki iki koltuktan birine oturdu. Yiğit ise sanki tedaviye gelen o değil de kendisiymiş gibi olaya hakim ve rahattı. Doktorun yüzünden hiçbir şey belli olmuyordu ama içinden bir ses Yiğit'in bu rahat tavırlarına irite olduğunu fısıldıyordu kendisine. Zamansız sergilenen yersiz tavırlar kesinlikle Yusuf Bey'in gözüne batan şeylerdi.
Bakışlarını geri çekmeden polise doğru bir soru yöneltti.
"Akrabası mısınız?"
"Hayır." dedi Yiğit, dışından bir şey belli etmese de içinden bir şükür çekmişti. İnancını uç noktalarda yaşayan bir kişi yetiyordu ailesine zaten. Bir de Betül ile uğraşamazdı.
"Peki, abisi nerede?"
Dili düz bir soru soruyordu ama gözleri zaten bu sorunun cevabını biliyormuş gibi bakıyordu. Karşısında Yiğit'i görünce şaşırmamıştı, polis üniformasına rağmen.
Yine de karantina meselesini bilmiyor olmalıydı. Betül'e bakacak sabit bir uzman doktor ayarlamadan kimseye söylemeyeceklerdi. Ama kızın durumunu anlatması gerekecekti şimdi ve bunu karantina mevzusuna değinmeden yapamazdı. Belki biraz... Gerçeği çarpıtabilirdi?
"Karantinada."
"Denetim altında tutuluyor."
Yusuf'un kendisine bakan acı kahvelerine yarım yamalak bir gülüş sundu. Ortamda bilinmezliğin getirdiği bir gerginliğin oluşmasını, bir de elalemin ruh hastalıkları müdürü ile oturup bu konuyu tartışmayı hiç istemiyordu. Psikologlar hep çok meraklı olmaz mıydı zaten? Şimdi üstüne vazife olmayan bir çok soru da sorardı bu.
Neden zorladığını da bilmiyordu gerçi. Adam Türkiye geneline nam salmış bir psikoloji dehasıydı, yüzündeki sahte gülüşü anlamayacak mıydı? Sorun yokmuş gibi bir ifade takınmasına gerek yoktu. Hiçbir şey kontrol altında değildi çünkü.
Yüzünün düşmesine izin verdi. Yavaş yavaş yarım gülüşü dinmiş ifadesi düz bir hal almıştı. Gözlerini doktordan ayırmadan kurmaya niyetlendiği yeni cümlesine başladı. Yusuf'un samimi bir ifade ile kendisine bakması cümlelerini kurmakta kendisine yardımcı oluyormuş gibi hissediyordu. Düzgünce dinlenilmek durum ne olursa olsun konuşmakta insana yardımcı oluyordu demek ki.
"Hastalığın bulaşıcı olduğu şüphesi var."
"Bir şekilde, Betül ilk vaka değil."
"O yüzden ailesi ile birlikte karantinaya alındı."
"Ben de bunu denetlemekle görevliyim."
Son cümleyi zikrederken mavi gömleğinin üzerine dikilmiş polis armasını tutup hafifçe silkelemişti. Yusuf'un gözleri istediği gibi armaya kaydı fakat bir şey demedi. Gözlerini kolundaki saate çevirip ardından tekrardan kendisine dönmüştü.
"Adınız? "
Yiğit alakayı anlayamayınca doktor çekmecesinden kalın bir dosya çıkardı. Gözlerindeki perdeli duyguları daha iyi görebilmesi için gözlerine bakıyordu sanki. Sorduğu soruya cevap vermemesi bakışlarındaki duyguları değiştirmişti. Yiğit bu gözlerden rahatsız oldu.
"Tedavilere kimler ile geldiği de Betül'ün hastalık kayıtlarına dahil. " dedi tane tane. Dili bunları zikrediyordu ama ses tonu açıklama yapmaktan memnun değildi. Öyle bir söyleyiş tarzı vardı ki "Soruları hep sen soracak değilsin." diyordu. "Çok fazla sorguluyorsun."
"Adınız?"
Kendini yineleyen soru ile beraber oturduğu yerde doğruldu Yiğit, sanki ortada dosya meselesi olmasa bile söylemekten başka bir yol bulamayacakmış gibi hissediyordu. Yusuf'un acı kahve gözleri üzerindeydi hâlâ. Ama bu sefer iyi hissettirmiyordu, kenara sıkışmış hissediyordu. Söylemekten başka çaresi kalmamış gibi.
Bu adam bütün bunları nasıl yapıyordu?
Zihninin içine girmiş olsa ancak bu kadar olurdu.
"Yiğit." dedi sadece. Neye direndiğini bilmeden direnmek istiyordu. Kendisine denilen her şeyi yapmamak. Fakat doktorun bakışlarının altında eziliyormuş hissi şüpheye düşürüyordu onu. Geri adım atmaya zorluyordu.
Yusuf güldü. Anlamıştı tabii salağa yattığını. Resmi evraktı doldurdukları, soyadı da gerekiyordu.
Gülüşü bakışlarından daha çok eziliyormuş hissi verdi.
"Karaaslan." dedi pes eder gibi.
"Yiğit Karaaslan."
"Siz?"
Doktor kendisine yöneltilen ve sadece sormuş olmak maksadıyla sorulan soruya tebessüm ile karşılık verdi.
"Karan." dedi. İlk soyadını söyleyerek Yiğit ile alay ediyordu sanki. Daha demin yaşadığı git - geli taklit ediyordu.
"Yusuf Karan."
Yiğit kendisine tebessüm eden yüzü görünce bir anda kendine geldi. Ne diye isim sormuştu? Bilmiyor muydu sanki? Biliyordu. Sabahtan beri aynı ismi duymaktan sıkılmıştı hatta, gına gelmişti. Ama bir an... Düşünememişti. Sadece karşılık vermek için ağzını açmış ve salak gibi adama adını sormuştu.
"Geri zekalı." diye sövdü şahsına içten içe. Kendine karşı duyduğu bir anlık öfke, dışından kuramayacağı cümleleri zihnine taşımıştı. Başını ezercesine kendine ettiği hakaretlerin arasından yüzünü kaldırıp çaktırmadan derince bir nefes aldı. Yusuf'un tekrar üzerine dönen gözlerini umursamamıştı.
"Soracak başka sorunuz yoksa,"
"Sizi dışarı alacağım. Buraya gelirken konuşmak için rica ettiğiniz 10 dakika bitmek üzere."
Yiğit saatini kontrol edip gözlerini Yusuf'a çevirdi. Nihayet konu asıl söylemek istediği şeye gelmişti.
"Size işin içinde bir karantina olduğunu ve bununla sorumlu olduğumu söyledim."
Betül sabahtan beri çıtını dahi çıkarmadan sürenin bitmesini ve Yiğit'in ayrılmasını bekliyordu. Polisin itirazvari cümlesi bakışlarına endişe ekti. Gözlerini yerden kaldırmadan, farkına bile varmadan içli bir of çekmişti.
"Yâni?" dedi Yusuf, Betül'ün gerilen ruh hâlini hissetmiş ve derhal Yiğit'ten kurtulmayı kafasına koymuştu. Her şeyin bir usulü vardı. Seans odasında üçüncü bir kişi, görülmüş şey miydi?
"Yâni iş bu kadar ciddi iken, hasta bir kızı seans için dahi olsa başka biri ile yalnız bırakamam."
"Sosyal mesafeyi ihlal etmediğinizden emin olmam lazım."
Yusuf gözlerini kısa bir an Betül'e çevirip ardından tekrar Yiğit'e döndü. Kızın kucağında olmasına rağmen sıktığı yumruğu, parmaklarının arasına alıp eziyet ettiği elbisenin kumaşını görmüştü. Belli ki bu sefer anlatacağı şeyden çekiniyordu. Doktoru Yiğit'in burada kalmasını kabul eder diye korkuyor olmalıydı.
"Düşünsene, " dedi Yusuf, ses tonu değişirken. Resmiyeti kısa bir an için kenara bırakmış ve tekrardan ezici bir üstünlük kurmuştu. Cümlesini tane tane zikrediyor, niyetini aşikare dile getirmese de apaçık belli ediyordu.
"Ailelerine bile anlatamadıkları şeyleri yaşayan insanları ağırlıyorum."
Yavaşça oturduğu yerden doğruldu. Yiğit'e bakan gözleri bir an olsun başka bir tarafa meyletmemişti. Polis'in tüm odağını üzerine çekmişti ve bu, şu an için son derece iyi bir şeydi.
"Seans odasında başka birini saklamam ne kadar mantıklı olur?"
Yiğit cevap vermeye yeltenmeyince "Ben de öyle düşünmüştüm." dedi.
"Dışarı çıkmanızı rica edeceğim."
Polis doğruldu. Tırsmış gibi gözükmüyordu aksine sinir hatları gerilmiş konuşurken boynundaki damar kendini belli etmeye başlamıştı.
"Özel herhangi bir durumun alışık olduğumuz düzeni değiştirebileceğini biliyorsunuz değil mi?" dedi küstah bir tavırla,
"Bu kızı ilk günden buraya getirebilmem bile bir mucize."
"Uyum sağlamanız gerekiyor."
Yusuf ikinci kere Betül'e baktı. Gergin ortamlardan korkuyordu bu kız, gözünün önünde tartışmaya devam etmek akıl kârı olmayacaktı. Sahte bir esefle nefes verdi, şimdi pes etmiş gibi gözüküyordu.
"Oturduğunuz koltukları siz konumlandırıp bir sosyal mesafe ayarlayın öyleyse."
"Fakat siz burada olduğunuz sürece Betül bana doğru düzgün bir şey anlatamayacaktır."
"Buraya boş yere gelmiş olmak istemezsiniz değil mi?"
Ses tonu Yiğit'in küstah tavrını taklit ediyordu. Uzlaşma yoluna gitmiş gibi gözükse de tek yaptığı Yiğit'i köşeye sıkıştırmak olmuştu. Bunun farkında olduğu halde daha fazla diklenmedi polis, neden uğraşıyordu ki zaten? Karantina meselesini vaktinden önce söylememesi gereken birine söyleyerek doktor bilmese de onun hayatını tehlikeye atmıştı aslında.
Eli istemeden beline gitti. Karantina'dan haberi olduğunu ihbar etse zaten öldürülecekti. Riske girmemek için şimdi kendisi davransa... Ne olurdu ki?
Betül polisin kullanmayacağını söylediği silaha giden elini görünce hızla doğruldu. Silahı kavramamıştı. Sadece baş parmağı silahın kabzasına değiyordu. Yine de... Aniden neden silahına davranmıştı? Psikolojik tedaviye kendisinden daha çok ihtiyacı olan bu adam psikoloğuna silah çekmeyi falan düşünmüyordu öyle değil mi?
"Yapmayacağım demiştiniz!"
Yusuf telaşla ayağa kalkan hastasını inceledi, yüzüne bakıyordu dikkatle. Onun gözlerinde gördüğü bu korku o kadar seansa rağmen bir ilkti. Hastalık konusunda bile bu kadar tedirgin olduğunu, korku yaşadığını görmemişti. Bu polis kılığındaki teres... O silahı daha önce de kaldırmıştı. Adı gibi emindi bundan. Ve hiçbir korku ifadesi göstermemesine rağmen, Betül'ün kendisini koruyabilmek için nasıl harekete geçtiğini görünce... Polis memurunun kaldırdığı o silah, muhtemelen patlamadan geri inmemişti.
Hastasının gözünün önünde kimi vurmaya cüret etmişti?
"Tamam, anlatsın ne anlatıyorsa." diyerek ilk geri adımı Yiğit atmış bulundu. Betül'ün korkudan gerilmiş yüzünü görünce elini belinden çekmiş sanki az önce silaha davranan o değilmiş gibi konuşmaya başlamıştı.
"Eğer buradan ayrılmadan aradaki mesafeyi bir kez olsun ihlal ettiğini görürsem,"
Derin bir nefes verdi Yusuf, verdiği nefes ile susan Yiğit'e çevirdi bakışlarını. Sıkılmıştı ve sinirlenmişti. Daha kötüsü olamazdı. Hele ki hastasının gözünün önündeyken olayın daha çok sarpa sarmasına izin veremezdi.
"Odadan çık."
"Ve ikilettirme."
Yiğit'in gözleri tekrardan Yusuf'un yüzünde gezindi. Buradan öteye inatlaşmak boş laf olurdu değil mi? Diyeceğini demişti, mesafe ihlaline karşı düzgünce (!) uyarmıştı. Artık gerçekten dışarı çıkmazsa Betül'ü psikoloğa getirmek için farklı sebepleri olacakmış gibiydi.
Arkasını döndü ve çıkmadan önce kendi oturduğu koltuğu iki adım kadar geri çekti. Betül'ün adını sesledi sonra, kız sesini çıkarmadan kendi oturduğu yerden kalkıp geriye çektiği koltuğa oturdu. Odadan çıkana kadar da arkasından Yiğit'i izlemişti. Az önceki gerilimin tekrarlanmayacağına emin oluyordu sanki böyle izleyerek, bir işe yaramasa da ister istemez bakıyordu.
Doktoru Yusuf da uğurlar gibi polisin peşinden gitmiş dışarı çıkmadan Yiğit'e bir şeyler söylemişti. Ne söylediğini duymamıştı Betül. Neyseki Yusuf Bey bir an önce geri dönmüştü de az önceki gerginliğin üstünü kapatmışlardı.
Önüne düşürdü başını yeniden, Yiğit yüzünden mahcup olmuş hissediyordu.
"Kusura bakma."
"Durumun bu kadar kontrolden çıkmasına izin vermemeliydim."
Her zamanki samimi ve otoriter ses tonuyla konuşan doktor başını kaldırmasına sebep olmuştu Betül'ün, abisi ilk seans yapılmadan önce demişti,
"O kapıdan girdiğin andan itibaren teşhis sürecinin içinde olursun, yüzünü görmesine izin ver, konuşurken doktorunun yüzüne bak ki sıkıntı olup olmadığını anlayabilsin ağabeyciğim."
"Bu onun işi, tepkilerini, korkularını hatta umutlarını dahi senin hal ve hareketlerinden anlayıp bir tedavi süreci oluşturmaya çalışacak. İşini zorlaştırmayalım, olur mu?"
Söz konusu sağlıktı. Psikoloji konusunda Yusuf Bey'in üstüne isim söyleyeni de duymamıştı daha önce, belki de bu yüzden, fiziksel tedavisiyle ilgilenen doktor özellikle Yusuf Bey'e gitmeleri gerektiğini söylemiş ona sevk etmişti. Aksi takdirde Betül bir kadının yanında kendisini daha rahat ifade edeceğinden bir kadın terapiste gitmek isteyecekti. Doktorunun yönlendirmesi buna müsaade etmediğinden buradaydı ama çok şükür ki henüz pişmanlık yaşayacağı hiçbir olay gerçekleşmemişti.
"Nasılsın son görüşmemizden beri?"
"İyi."
Sade ve tek kelime cevap bir şeylerin yolunda gitmediğinin işaretiydi aslında. Betül araya giren kısacık boşlukta bile yine çekingen, utanır hâline geri dönmüştü.
"Elbisen de seninle aynı fikirde mi?" dedi doktor tebessüm ederek, küçük bir çocuğa benzetmişti yine hastasını. Misafir evinde tek kelime etmeyen önüne yemek gelince dokunmayan küçük utangaç bir şeye benziyordu davranışları. Yine elbisesinin eteğini kavramış sıkıyordu. Sorduğu soru ile irkilen bakışları kucağına döndü Betül'ün, ısrarla sıktığı için buruş buruş olan kumaş ile göz göze gelmişti.
"Değil." diye mırıldandı.
Yusuf Bey ağzı kapalı verilen cevaptan hoşlanmamıştı. Eli ile maskesini indirmesini işaret etti. Huzursuz bir şekilde maskesini çıkaran kızı görünce tebessüm etmiş
"Daha rahat hissedeceksen eğer koltuğu bir miktar daha geriye alabilirsin." demişti.
Bulunduğu yerde kıpırdanıp toparlandı Betül. Eğer Yusuf Bey hastalığından rahatsız olmayacaksa kendisi için problem değildi. Arada mesafe vardı zaten.
Onun aklı kendisine sorulan sorudaydı hâlâ. Anlatması gerekiyordu değil mi? Psikoloğun işlerini zorlaştırmaması gerekiyordu. Ama...
"Bu sefer abim istedi diye geldim." dedi başını yere eğip
"Konuşmak ya da herhangi bir şey anlatmak istemiyorum."
Yusuf bir süre sessizliğini korudu. Bu süre zarfında gözleri ne olduğunu anlayabilmek için hastasını tekrar tekrar muhatap almıştı.
"Bunun sebebi anlatacağın şeyden çekinmen mi?"
"Hayır... Yâni çekiniyorum da. A-ama..."
"Ama?"
"Ortada elle tutulur bir şey olduğunu düşünmüyorum."
Bu cümleyi zikrettikten sonra bekledi. Tıpkı diğerleri gibi "Sen anlat da bir sıkıntı olup olmadığına ben karar vereyim." ya da "Anlatmadan bilemeyiz." demesini beklemişti. Fakat doktoru kısa bir sessizliğin ardından yüzündeki yumuşak olmasına rağmen ciddi duran ifadeyi bozmadan "Anladım." demişti.
"Bir sorun olmadığına sevindim."
Betül duyduğu şeyle hem şaşırmış hem sevinmişti. Ne kadar kolay olmuştu bu iş? Anlatmak istemiyorum demişti ve bitmiş miydi yani?
"Anladım mı dediniz?"
"Evet, anladım."
"Anlatmam için zorlamayacaksınız? Ben sanmıştım ki..."
"Zorlamayacağım Betül."
İçten bir tebessüm sundu Yusuf, kendisine inanılmasını bu kadar garip karşılaması gülme isteği oluşturmuştu.
"Ben hep senin duygularını tanıyan biri olduğunu söylüyorum sana zaten."
"Kendinde rahatsız edici bir şey olsa bunu ilk sen fark ederdin."
"Sen sorun yok diyorsan, bunu anlarım."
Konuşmanın ne kadar garip olduğunun farkındaydı Betül fakat Yusuf Bey bunu o kadar normal bir şeymiş gibi lanse ediyordu ki boş yere şaşırıp garipsediğini düşünmeye başlamıştı.
"Peki abin," diyen sesi duyunca tekrardan doktorunun yüzüne tırmanmıştı bakışları. Doktoru rahat bir hal takınmıştı. Laubali değil yine mesafeliydi ama şimdi seans işini bir kenara bırakmış sadece merakından soru soruyormuş gibi kendisine bakar olmuştu.
"Peki abin neden beni ziyaret etmeni istedi?"
Betül cevap verip vermemek konusunda git gel yaşıyordu. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp yüzünü başka tarafa çevirdi.
"Çünkü yanlış anlaşıldım biraz."
"Yanlış anlaşıldın?"
"Evet."
"Beni sürekli huzursuz edip korkutan bir şeylerin olduğunu zannediyorlardı."
"Onları aksine ikna edemediğim için buradayım."
Yusuf'un şaşırmış gibi duran gözlerini görünce kendini açıklama gereği hissetti.
"Bir iki kere ortada bir sebep yokken korkuyor gibi tepki verdim."
"O yüzden..."
...
"Anlıyorum."
Düşünürmüş gibi önüne dönmüştü Yusuf, gözleri uzaklarda bir noktaya daldı gitti.
"Yâni,"
"Tepkilerini anlayamadıkları için seni buraya gönderdiler?"
"Evet."
"Abin için çok zor olmalı."
Durup nefeslendi. Masanın üzerindeki parmaklarını öylesine oynatıyor hâlâ anlatılan şeyleri düşündüğünü hissettiriyordu.
"Peki,"
"Gerçekte ne oldu?"
...
"Efendim?"
Kızın kendisine bir değişik bakan yüzünü görmüş dedikleri yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermesin için açıklamak istemişti.
"Seni yanlış anladıklarını söylemiştin Betül, abin senin için endişe ettiğinden buradasın."
"Bana korkunun sebebini sorduklarında onlara endişe edecekleri bir şeyin olmadığını söyleyeceğim."
"Ama bunun için bir cümleyle de olsa gerçekte ne olduğunu öğrenmem gerekiyor."
"Doğru, abim mutlaka düşüncenizi soracaktır."
Bir süre düşündü, ardından başını kaldırmış ve anlatmaya yeltenmişti.
"Bir rüya gördüm..."
Ve her şey bu cümle ile başladı. Betül "Madem anlatmadan geçemiyorum, olduğu gibi anlatayım da bitsin bu çile" der gibi her şeyi ortaya dökmüştü. Utandığı için bir çırpıda rüyanın içeriğini anlatıp kendini geri çekti. Burak'tan bahsetmemişti. Rüyadaki sesi birine benzettiğini de söylememişti. Sadece garip bir rüya olduğu için etkisinden çıkamadığını söylemiş konuşmayı bitirmişti.
Tam o esnada dışarıdan bir ses geldi.
"Beni çağırmışsın abi?"
Betül hızla arkasına dönüp kapıya baktı. Burak... O burada mıydı? Ama nasıl? Anlayamıyordu bir türlü. Yiğit herkesi tehdit edip çıkmamış mıydı? Burak'ı peşinden mi çağırmıştı? Neden yapmıştı bunu?
"Evet, çağırdığını duyunca geldim."
Kesinlikle Burak'tı. Heyecandan daralan nefesi bile doğruluyordu bunu. İşte tam o an nerede olduğunun farkına vardı. Önüne döndü.
Yusuf Bey başını hafifçe yana yatırmış tebessümvari bir ifade ile kendisine bakmaya başlamıştı.
"Bu sesin," dedi usulca,
"Ya da bu sesin sahibinin,"
"Rüyan ile bir alakası var mı?"
Saklamak istediği tek gerçeği de böylelikle kaybetti. Yelkenleri indirmişti. Atladığı ne kadar detay varsa anlattı böylece. Ağlamak istiyordu. Bir kere anlatmaya çekindiği şeyi üç kere anlatmak zorunda bırakmıştı kendini. Keşke baştan düzgünce ve bir kerede anlatsaydı. Morali o kadar bozulmuştu ki seans bitip de dışarı çıktığında Burak'ın gerçekten orada olmadığını bile fark edememişti. Yiğit vardı sadece. Kapının önünde telefonunu kurcalıyordu.
Omuzları düşük, zar zor yürüyen kızı kapıya kadar yolcu etmişti Yusuf. Polis normal bir ruh haliyle içeri verdiği kızı omuzları düşük dışarı çıkarken görünce nedenini soracak oldu fakat sonradan zihninin içinde ne değiştiyse vazgeçmişti. Peşinden gidip Betül'e yetişti. "Bir sıkıntı var mı?" diye bile sormamıştı Yusuf'a, ilgilenmediğini belli ediyordu böylece. Zaten sorsa da düzgün bir cevap alamayacaktı. Yusuf hastasının güvendiği kişileri muhatap alıyordu sadece, abisi konuşmak için de durum bildirmek için de yeterli bir seçenekti. Başkasına gerek yoktu.
Hastası kendisini getiren polis memuru ile beraber binadan ayrıldığında Yusuf da geri seans odasına dönmüş kendisini koltuğunun üzerine atmıştı.
"Rüya demek..."
Zihninde dönüp dolaşan tilkiler kendisini rahatsız edince başını camdan dışarı çevirdi. Betül'ün utana sıkıla zikrettiği cümleler kafasının içinde tekrar ses bulup kulağına ulaşıyorlardı sanki. On beş dakika önce anlattığı her şey şu an anlatıyormuş gibi tazeydi.
"Kalbin seni uyardı?"
Gözlerini kapatıp esefle ciğerlerindeki nefesi geri verdi. Yorulmuştu. Betül'ün yorgunluğunu birebir hissediyordu. Gerçekten...
"Kalbin seni korumak için konuştu öyle mi?"
Bir süre gözlerini camdan çekmedi. Elleriyle şakaklarını ovuşturduktan sonra doğruldu. Yandaki küçük pencereyle vakit geçirmektense arkasına düşen büyük cama bakmaya başlamıştı. Tıpkı düşündüğü gibi polis arabası bu büyük cam duvardan gözüken yola dönmüştü. Gözleriyle, görüş alanına giren aracı gözden kaybolana dek takip etti. Kulağında Betül'ün sesi vardı hâlâ.
Araç göremeyeceği kadar uzaklaştığında önüne dönüp seans masasının üzerindeki kalemi aldı, masanın üzerindeki A4 kağıdının altına aklına gelen cümleleri birebir nakşetmişti. Mutlaka tuttuğu dosyalardan hariç masada bir kağıt bulundurur ve düşünmek kendisi için karmaşıklaştığında bir iki cümle yazarak zihnini biraz olsun temizlerdi.
El alışkanlığından olsa gerek, yazısı hafif eğimli ve özenli bir şekilde ilerledi. Kağıda imza atarmış gibi hızlı bir şekilde yazdığı cümleyi zihnini toparlayabilmek adına sesli bir şekilde okudu.
"İnsan beyni, tehlike ya da belirsizlik anlarında bilinçdışı süreçlerle vücudu uyarabilir."
Derin bir nefes alıp başını yeniden arkasında kalan cama çevirdi.
"Kendi kendini korumaya çalışıyorsun." diye mırıldanmıştı.
"Bilinçaltın korkularına tepki veriyor."
"Seni bu kadar huzursuz eden şey ne?"
Masanın üstündeki küçük not kağıtlarından birini boşta kalan eli ile buruşturdu ve kalem tutan elini tekrardan A4 kağıdının üzerine yerleştirdi. Örümcek ağı gibi örülmüş bir olay vardı ortada, bundan emindi. Betül'ü alakadar eden kısmı düşünmek için bolca zamanı olacaktı ama ilk önce...
"Yiğit Karaaslan."
Yazdığı isme baktı birkaç saniye. Ardından bir yenisini daha nakşetti kağıda. Onu sonuca ulaştıracak bağlantılar her zaman onun için önem arzederdi.
"Ömer Karaaslan."
"Bakalım nasıl bir bağlantınız var."
___ ___ ___
Hafif hafif yağmur yağmaya başlamıştı. Çiseleyen hava polis aracının camlarını temizliyor ve içindekilere bir gün öncesini hatırlatıyordu. Arabanın içinde motor sesinden başka bir ses duyulmuyordu. İçeride huzursuzluk hâkim olduğundan belki de içerideki sessizlik de hastalıklı bir hal almaya başlamıştı.
Ortam sessiz, yol seyrinde ilerlerken bir melodi sesi doldurdu demir haznenin içini. Aracın içinde yüksek sesle varlığını belli eden şey Yiğit'in telefonu olmuştu. Kaşları çatıldı polisin, bir an için göz attığı ekranda kayıtlı isim yoktu. Gözlerini yoldan ayırmadan telefonu açtı ve sesi Bluetooth üzerinden hoparlöre verdi.
"Kimsin?"
Kesin ve tek kelime sorduğu soru karşı tarafı etkilememişti.
"Dağın eteğine konuşlandırılmış ekiptenim, 21 numara." dedi tok bir ses.
Yiğit çatılan kaşlarına rağmen bakışlarını yoldan çekmiyordu. Direksiyondaki eli kasıldı. Sıkı sıkı tuttuğu simidi dikkatle sağa kırdı. Düşündüğü şeyin olmamasını umuyordu.
"Söyle."
"Burada iki kişi var."
İçeri sinen ölüm sessizliğini bastıran tek şey Betül'ün yaşadığı korkuydu. Ortam sanki buna müsaitmiş gibi daha fazla gerilirken telefondaki adam konuşmaya devam etti.
"Okuldan çıkmalarına iznin var mıydı?"
...
"Eğer iznin yoksa, "
"Kamu sağlığını tehlikeye attıkları için"
"Öldüreceğim."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |