
Bazen bazı kararları vermek onları uygulamaktan daha zordur. Bazen sadece her şeyden el etek çekmek istersin fakat başaramayacağını hissettiğin için vazgeçersin.
Ve bazen... En ummadık anda, en ummadık şekilde kendini; seninle hiç alakası olmayan bir hikayenin içinde buluverirsin...
_ _ _
Kliniğin boş duvarları selamladı Yusuf'u; desensiz, bembeyaz görüntüleriyle adeta ona hiçbir şey bilmediğini hatırlatıyorlardı.
İçinde tuttuğu nefesi sıkıntıyla geri verdi.
Duru bir insandı Yusuf. Eğer bir psikolog olarak iş üstünde değilse zihninde karışıklığı sevmezdi. Kafasının içinde düşünceleri için dahi bölüm bölüm odacıklar vardı. Dominant bir karaktere sahipti ve bu öyle içine işlemişti ki düşünceleri bile durduk yere ortaya çıkıp şımarıklık yapamıyorlardı. Yusuf o konuyu düşünmek isterse kendilerini gösteriyorlar, modunda değilse kaçacak yer arıyorlardı. Bazen bu ikisi arasındaki dengeyi tutturmak zor geldiğinden herhangi bir mevzuyu düşünmek isterken düşüncelerden arınmış berrak zihni ona oyun oynuyordu. Düşünme eylemi de kısa süreliğine etkisizleşiyor, işlevini yitiriyordu.
Yine öyle bir ânın içinde buldu kendini. Karaaslanları araştırmıştı. Masasının üstüne elde ettiği bilgileri not ettiği kağıtlar rastgele dağıtılmış temiz bir kağıtsa bir köşede fazlalıklarından arındırılmış önemli bilgilerin üzerine yazılmasını bekliyordu. Sadece bekliyordu, sanırsa bir süre daha o şekil beklemeye devam edecekti.
Eksik parçalar vardı. Yiğit'i, Yiğit olduğu için değil, Betül ile geldiği için araştırmıştı. Araştırmıştı araştırmasına ama daha ilk günden rahatsız edici bir sürü detay ile karşılaşmıştı.
Elini masanın üzerindeki cam bardağa uzattı. Su bardağından daha büyük fakat şerbet bardağından daha küçük, sürekli doldurulmak istemeyen orta boy bir bardak her daim masasının üstünde ve su dolu olurdu. İş üstündeyken aklını toparlayabilmek adına sudan başka bir şey içmezdi. Aklı sürekli dolu olduğundan bir şey üzerine düşünüyorken midesi farklı aroması olan sıvıları kabul etmiyordu. Eğer kahve içecekse işe 15 dakika ara verir ve o 15 dakika boyunca gerçekten hiçbir şey düşünmezdi. Zihnine bu kadar hakim olması zaman zaman korkutucu oluyordu.
Ağzına aldığı bir yudum suyu yuttu. Önündeki dizüstü bilgisayarın ekranına takılı kalmıştı gözleri; yerde cansız bir ceset, cesetin baş çevresinde ise kurumaya yüz tutmuş, başının altında birikmiş bir miktar kan vardı.
Kalitesiz ve can havliyle çekilmiş bir fotoğraftı. Fotoğrafın ön çaprazında Yiğit gözüküyordu, şimdiki hâlinden en az iki üç yıl daha gençti. Elinde tuttuğu silahı bırakmadan kollarını bedeninin iki yanına düşürmüştü. Yüzü donuktu. Mutlu değildi, ürkmüş değildi, üzgün değildi, korkmuyordu, sevinçli değildi, telaşlı değildi, düşünceli değildi...
Fotoğrafta duygu yoktu ama birisi fotoğrafa baktığında içinde hiç şüphesiz korku oluşurdu.
Günlük rutinini halleden ortalama bir yetişkin gibi bakıyordu Yiğit. Bu ürkütücüydü. Çünkü herkes biliyordu ki yerdeki cansız bedenin sorumlusu oydu.
Yutkundu Yusuf. Boğazı ikinci kere kuruduğunda tekrar su bardağına uzanmış ve bir yudum daha almıştı. Kaşları da hafiften çatılmış doğruca fotoğraftaki Yiğit'e bakıyordu.
Tuttuğu nefesi usulca geri verdi. Dizüstü bilgisayarın ekranını boşta olan eliyle aşağı indirmiş masanın üzerindeki kağıtları bu iş için özel hazırladığı dosyaya yerleştirmeye başlamıştı. Bir günlük bu kadar yeterliydi. Daha vakti vardı. Ne de olsa töhmetlisi de kara yüzlüsü de elbet ortaya çıkacaktı.
Saatini kontrol etti. Eğer biraz daha oyalanırsa eve geç kalacaktı. Hava çoktan kararmıştı. Eşyaları yerleştirdiği çantayı da alıp arabasına binmiş ve yirmi, yirmi beş dakikalık uzaklıktaki evine sürmeye başlamıştı. Bir yandan da eşi soru sorarsa ne cevap vereceğini düşünüyordu.
Meslek hayatını kısa süreliğine askıya almıştı. Kimse için uğramadığı klinikten evine dönüyordu bugün. Eşi öğrenirse soru soracaktı mutlaka. Kendisini tekrar mesleğini yapmaya iten kişinin kim olduğunu sorgulayacaktı. Tabii karısı henüz bu "Mesleğine ara verme" işinin direkt sorumlusunun Yusuf'un son hastası olduğunu bilmiyordu. Bir süre daha öğrenmemesi gerekiyordu ki araştırmaya kalkmasın. Bir gazeteci olarak ilgisini çeken konudan bıkacak kadar araştırmak onun işiydi çünkü, öğrenirse araştırmadan bırakmazdı.
Düşünceleri eşliğinde yüzüne yerleşen tebessümü bozmadı. Arabadan inmiş evinin kapısına dayanmıştı. Anahtarı deliğinden geçirip kilidi yavaşça çevirdiğinde kapı küçük bir "Tık!" sesi ile aralandı. Kilitlenmemişti. Tuttuğu nefesi verip içeri adımladı Yusuf, ona kaç kere kilitlemesi gerektiğini söylemişti halbuki.
Dış kıyafetini çıkarıp portmantoya astı. Salona geçti. İçeride bir koltukta oturan eşini görmüş çaktırmadan yanından geçmişti. Mutfağa girip bir bardak soğuk su doldurdu kendine. Hissettirmiyordu fakat şu an karısı kendisi ile konuşmasın diye kaçıyordu. Usul usul kendisini takip eden adım sesleri ilişti kulağına. Kendisinden kaçtığı kişi mutfağa geliyordu.
Önünü döndü sakince, kenardaki küçük masaya yerleşti. İçeri gelen eşi de karşısındaki sandalyeyi çekmişti. Ortam hafiften gerilmeye başlarken tam karşısına oturan güzel kadına kaydı bakışları.
"Neredeydin?"
"Klinikte."
...
Sessizlik oldu. Bardaktaki suyu yudumladı Yusuf, eşi Hazal'ın tepkisini bekliyordu bir yandan da. İtiraz eden sitem dolu bir cümle bekliyordu fakat beklediği şey gerçekleşmedi. Aksine Hazal pek oralı olmamış "Öyleyse tamam." der gibi bir hâle bürünmüştü.
"Bir şey mi oldu?"
İkinci bir sessizlik oluştuğunda kadın yine ondan tarafa bakmadı. Dalgın dalgın telefonunda aşağı doğru bir şey kaydırıyor, muhtemelen uzunca bir yazı okuyordu.
"Çok şey oldu da, yine yetişemiyorum güzel ülkeme.
Dediklerine bir tepki gelmeyince kocasının gözlerine bakmıştı Hazal, açıklama ihtiyacı hissetti.
"Öldürülen doktorları diyorum."
"Bugün haberlerde ölüsü açıklanan ile birlikte 3 kişi oldular."
İrkildi Yusuf, bugün yine mi bir ölüm haberi yayınlanmıştı? Klinikteyken olmuş olmalıydı ki henüz haberi yoktu.
"Onlarla mı ilgileniyorsun?"
"Evet, araştırıyorum."
"Neden?"
Bu ne garip bir soruydu böyle? Telefon tutan eli yavaşça aşağı indi genç kadının,
"Ne demek neden?"
"Normal mi sence?"
Yine cevap gelmedi. Yusuf diyeceklerinin bitmediğini biliyormuşçasına karısının yüzüne bakıyordu. Haklıydı. Konuyu yarıda bırakmayı sevmezdi Hazal, hazır anlatmaya girişmişken neyi kast ettiğini açıkça dilegetirmek istedi.
"Hepsi alanında uzman, isimleri duyulmuş doktorlar, biliyorsun."
"Hatta bugün öleni sen de tanıyordun."
"Şu bahsettiğin genç kız, hastalığı psikolojik mi değil mi diye devletin sana sevk ettiği var ya."
"Onun Kardiyoloji doktoruydu."
"Bak,"
Telefonu yüzüne doğru çevirdi.
Gördüğü şeyle duraksadı, bir anlığına yutkunmak istedi Yusuf. Kendine engel oldu, boğazına dizilmişti her şey, üstüne bir de orada düğüm olmuştu.
Telefon ekranında üç doktorun da resmi vardı. Eşi birini tanıyorsun demişti fakat hepsi tanıdıktı. Sadece Hazal'ın henüz haberi yoktu.
Alanında Uzman Bir Genel Cerrah,
Bir Dahiliye Uzmanı,
Ve Bir Kardiyoloji Uzmanı,
Hiçbirinin birbiri ile alakası yoktu. Ayrı şehirlerde görev yapıyorlardı. Hastalık tespiti ve hızlı müdahale konusunda isimlerini duyurmuş kişilerdi.
Ve hepsi Yusuf'un geride bıraktığı o zaman diliminde Betül'ün hastalığının teşhisi konusunda aktif bir şekilde görevde bulunmuşlardı.
"Yusuf? Bir şey demedin, tanıyorsun değil mi?"
"Tanıyorum." dedi sadece,
...
"Hepsini mi?"
"Biraz uzun baktın da fotoğrafa?"
Ekrandan uzaklaşıp geriye doğru yaslandı genç adam,
"Kim olduklarından emin olmak istedim." dedi normal bir tonda, yeniden bardağına uzanmış ve hiçbir şey olmamış gibi suyundan bir yudum daha almıştı.
"Evet hepsini ismen de olsa tanıyorum."
"Yazık olmuş."
Hazal dik dik suratına bakıyordu şimdi.
"Dalga geçiyorsun değil mi?" dedi sakince,
"Öldüler diyorum ya, tanıyormuşsun da hani? Bu mu tepkin?"
Yusuf, ifadesini gözleyen kadına bakmadan ayaklandı. Doğru düzgün bir tepki vermemişti, evet. Fakat zihninde tilkiler yeniden dönmeye başlamışken aklındaki senaryoları oturup eşine anlatamazdı.
"Allah rahmet eylesin."
"Ne dememi bekliyorsun?"
Göz ucuyla eşine baktı. Pes etsin istiyordu. Daha fazla bu konuyu deşmemeliydi. Hiç değilse şimdilik, kesinlikle ağzını yoklamayı bırakmalıydı Hazal, konuşmak istemiyordu.
"Nasıl öldüklerini sormayacak mısın?"
"Haberlerden öğrenebilirim."
"Benimle neden konuşmuyorsun?"
"Yorgunum çünkü."
"Fotoğrafları görünce mi yoruldun?"
Eliyle yüzünü sıvazladı Yusuf, aniden masaya eğilince Hazal irkilmiş geri çekilmek istemişti.
"Sorguya çekmeyi bırakır mısın?" dedi tane tane,
"Suçluyu benim üzerimden bulmayı falan mı hayal ediyorsun?"
"Hayır ama..."
"Ama ne?"
"Çok şüpheli davranıyorsun."
"Yorgun olduğumu zaten söyledim. Daha fazla konuşmak istemiyorum."
Sessizlik oldu yeniden. Hazal oturduğu yerden kalktı. Sessizleşmişti sanki.
"Tamam öyleyse, " dedi çok bekletmeden,
"Kusuruma bakma."
"Kendimi kaptırdım sanırım..."
Kısa bir an Yusuf'a baktı. Yutkundu.
" Sonra konuşalım, " dedi nihayet,
"Yorgunum demiştin."
Bir iki adımda eşine yaklaştı, Yusuf baştan aşağı şöyle bir süzdü önündeki kadını, gözlerine bakıyordu Hazal.
"Gerçekten yorgun görünüyorsun."
Hızla parmak ucuna kalkıp dudaklarına güzel, küçük bir öpücük bıraktı.
"Salonda, masa hazırlamıştım. Yemeden yatma."
"Açlık başına vuruyor, ilaç da içmiyorsun. Bütün gün baş ağrısı çekersin."
"İyi geceler."
Karısı kendisinden uzaklaşmadan güzel bir öpücük de kendisi bırakmıştı aralık olan dudaklarına,
"İyi geceler."
Yavaşça kollarından ayrılan bedene takıldı gözleri, masadan telefonunu almış ardından salona uğrayıp kucağına aldığı dizüstü bilgisayar ile yukarı çıkmıştı. Araştırdığı şey tam olarak neydi, bundan pek emin değildi fakat konu her ne ise bu gece uyku bile uyumadan araştırmaya devam edecekmiş gibi gözüküyordu.
İşine tutkulu bir kadın... Kesinlikle karısının bu yönünü seviyordu. Kendisini de düşünüyordu hani. Çok geç bir vakitte gelmişti eve, onun yerinde başka bir kadın olsa asla yapmayacağı şeylerle kendisini itham eder, etmese bile sağlam bir sitem çekerdi.
Hazal farklıydı. Eve gelişi geç diye asılsız saçma konular açmamış, nerede olduğunu sorduktan sonra uzatmamıştı. Soru sorup öğrenmek istediği konu önemliydi ve haklıydı, cevaplamaktan kaçıyordu aslında. Fakat uzatmamış hatta gelip öperek gönlünü almıştı.
Düşünürken içi titredi sanki. Başını iki yana çevirip aklını toparladı. İlgilenmesi gereken daha acil konular vardı şu an.
Mesela bu ölen doktorların tek alakası gerçekten Betül müydü?
Yutkundu. Bu kız nasıl bir belaya bulaşmıştı böyle? Ya da belki de... Betül bulaşılmaması gereken belanın ta kendisiydi.
Hızlıca mutfak masasından kalkıp salona girdi. Bir dizüstü daha vardı bu evde, çalışma odasında olmalıydı. Salondan çıkıp merdivenlere yöneldi. Bir şey huzursuz ediyordu kendisini, ne olduğunu bilmiyordu. Rahatsız ediyordu onu. Acele etmesi gerekiyormuş gibi hissediyordu.
Bir şey olacaktı sanki, bir şey gerçekleşmek için onu bekliyordu...
Çalışma odasına girdi. Masanın üzerindeki bilgisayarı aldığı gibi koşar adım aşağı inmişti tekrar. Aslında tek lokma bir şey yemeden tekrar işinin başına dönmek istiyordu fakat eşinin sözünü çiğnemeyi sevmiyordu. O yüzden ilk yemeği aradan çıkarttı.
Masayı tertemiz hallettiğinde nihayet dizüstüsünü açmış yanına da yanında bulundurmayı alışkanlık hâline getirdiği A4 kağıtlatını hazır etmişti.
İlk önce şu ana kadar araştırdığı isimleri başlık olarak attı,
Yiğit Karaaslan
● Terör eylemleri sırasında akademiden mezun olmamıştı. Daha önce canlı bir operasyonda etkin bir silah deneyimi olmamasına rağmen 15 kişinin hayatını kurtarabilmek adına kendilerini köşeye sıkıştıran terör mensubunu, üstlerinden bir emir almadan başından nişan alarak gerçekleştirdiği bir el atış ile etkisiz hâle getirdi (öldürdü)
● Kısa bir aradan sonra Betül'ü kliniğe abisi değil, Yiğit getirdi. Kızın ailesinin karantinada olduğunu söyledi. Artık mezun, yardımcı komiser olarak.
Ömer Karaaslan
● Yiğit Karaaslan ile baba tarafından bir yakınlıkları var, muhtemelen kardeşler fakat küçüklüklerine dair doğru düzgün bir fotoğrafları yok. İlkokulu aynı sınıfta okudular ama Ömer yaşça daha küçük.
Tam burada durup başını kaldırdı. Araştırması gereken kişiler bunlar değildi. Buna daha sonra devam etmesi gerekiyordu. Kağıdı bir kenara çekti.
Hiç değilse şimdilik, doktorlar ile ilgilenmeliydi. Ölen doktorlar ve Betül'ün arasında gerçekten önemli bir alaka varsa bu kendi canını da tehlikeye atardı.
Haber sitesini açtı. İki hafta içinde üç doktorun ölümü vardı medyada. Hiç mi saklamaya uğraşmamışlardı? Biri kalp krizinden, biri trafik kazasından ölmüştü. Sonuncusu ise ölü bulunmuştu. Medyaya bir bahane dahi sunmamışlardı. En aklı nakıs vatandaş bile bunların doğal ölüm olmadığını anlardı.
Betül ile alakalı tuttuğu o kalın dosyayı da getirmişti. Masanın üzerine aldığı dosyayı kendisine çevirip içini karıştırmaya başladı, aradığı şeyi bulduğunda yutkunma isteği geri geldi.
Ölümler sırasıyla gerçekleşmişti. Biri kendisi ile alay ediyordu resmen. Okan, kardeşi hastalığından bahsederken "Sanki bütün iç organlarım birbirine giriyormuş gibi acıyor." dediği için onu ilk önce bir dahiliye doktoruna götürmüştü. Sonra bir genel cerraha danışmışlar ve en son Betül'ün kalp ağrıları arttığı için Kardiyolojiye görünmüşlerdi. Hepsi sırayla ölmüştü...
Bir kişi hariç...
Derin bir nefes alıp verdi. Sıradaki kişi... Kendisiydi. Hiç şüphesiz.
Ne kadar vakti vardı? Kurtulabilir miydi? Diğer doktorları neden öldürmüşlerdi?
Eğer Betül ile alakalı ise hastalığı sebep olmuş olmalıydı. Şu an karantinadaydı çünkü hastalığın bulaşıcı olma ihtimali vardı değil mi?
Doktorları karantinaya almamışlardı. Neden?.. Karantinada sadece hasta kız ve ailesi yoktu. Emindi bundan. Betül'ün bugün bahsettiği Burak her kimse o da bu fikrine delil olmuştu.
Neden doktorları öldürüyorlardı? Meşhurlar diye mi? Karantinaya alamazlardı değil mi? Sessiz sedasız karantinaya alamazlardı onları. Duyulurdu. Mutlaka duyulurdu. O yüzden öldürmüşlerdi. Karantinaya girmesinler ama hastalığı da bulaştırmasınlar diyerek öldürmüşlerdi.
Yutkundu.
Saate kaydı gözleri. Gece yarısı olmuştu çoktan, 1'e geliyordu saat.
Hazal... O da öğrenmiş miydi? Mutlaka bu kişileri ziyaret eden insanlara ulaşmaya çalışacaktı. Yapabilir miydi? Kısa süre içinde yapması mümkün değildi. Hastaların gizliliği için bu bilgiler saklanıyor olmalıydı. Eğer içeriden biri ile işi bağlamadıysa hiç değilse şimdilik öğrenemeyeceğini umuyordu Yusuf. Öğrenmemeliydi.
Sessizliği delen sakin bir melodi dikkatini farklı yöne çekti.
Telefonu çalıyordu. Tanımadığı bir numara telefonun ekranına kurulmuş darda kalan hâli ile alay eder gibi çağrının cevaplanmasını bekliyordu.
Eline aldı telefonu, aramayı yanıtladı. Kulaklarına ulaşan ses, dikkat kesilmesine sebep olmuştu.
"Rahat durmayacağını biliyordum."
"Anlamadım?" dedi, sesi stres içermiyordu. Rahattı. Duygu yönetimi konusunda kimse eline su dökememişti şu zamana kadar. Fakat... Anlamıştı aslında. Birileri bu işi kurcaladığını biliyordu.
"Anladın sen doktor, anlamasaydın aramazdım."
Sessizlik oldu. Karşı taraf aranın çok açılmasına izin vermeden konuşmasına devam etmek istedi, sözünü kesti Yusuf, sesi bezmiş ve umursamaz çıkıyordu.
"Gecenin şu saati benimle uğraşabileceğinizi size düşündüren şey nedir?"
"Boş vaktiniz mi?"
Karşı taraf ses çıkarmadı bir süre. Sabırla bekliyordu, hâlâ rahat pozisyonunu bozmamıştı Yusuf. Telefonun diğer ucundaki her kimse sesini duyması lazımdı. Tepkisini anlayabildiği sürece olayı güzelce yönetebilirdi. Aldığı psikoloji eğitimleri hastaları anlamaktan çok kriz anlarını yönetmesini sağlıyordu ve bu eğitiminin ona en büyük getirisi olabilirdi.
"Boş vaktimin olduğunu nereden çıkardın?"
"Saat bir."
Bir an olsun duraksamadan yapıştırmıştı cevabı. Bir gülüş sesi geldi kulağına,
"Tam olarak bu yüzden şu an benimle konuşabiliyorsun Yusuf."
Anlayamadı. Dile getirmemişti ama... Cidden, ne saçmalıyordu bu adam?
"Kendim için aramadım seni,"
"Senin için aradım."
"Zira ben aramasaydım, en fazla bir yarım saat sonra numaramı bulup beni arayan sen olacaktın."
Kendisi araya girmesin diye cümleleri hızla birbirinin ardına katıyordu konuşan kişi. Bunu anladığı için bitirmesini bekliyordu Yusuf, bu saçma muhabbet daha ne kadar ilginçleşebilirdi onu anlamaya çalışıyordu.
"Telefon konuşmalarının gizliliğine güvenmediğim için sorularını buradan yanıtlayamayacağım."
"Ama aradığın iki kişiden biri benim, diğeri de yanımda, seni dinliyor."
İrkildi. Biz öldürdük, diyordu açık açık.
Buradayız.
Seni bekliyoruz.
"Söylemek istediğin bir şey?"
Söylemek istediği birden fazla şey vardı. Bir sıraya koyması gerekecekti o yüzden,
"Neden beni arayarak kendini ifşa ettin?"
Bu sefer cevap duraksamadan geldi, ses ciddileşmiş belki de biraz sinirlenmişti.
"Kendimi ifşa etmedim, adımı bimiyorsun."
"Rahatlıkla öğrenebilirim."
"Kolay gelsin." dedi karşı taraf, kestirip atmıştı. Telefonun kapanacağını anladığında araya girmişti Yusuf,
"Madem açığa çıkmaktan bu kadar korkuyorsun o zaman kulaklarını aç. Beni iyi dinle."
Saati bir kere daha kontrol etti, orurduğu yerde doğrulmuş sesine tekrar otoriter bir tını eklemişti.
"Adını öğrenmem ikimiz için de hiçbir şey ifade etmeyecek, dikkatimi farklı yere çekmeye çalışıyorsun. Çok belli oluyor."
Cevabın gelmesini beklemeden devam etti.
"Bir şey duymak istiyordun fakat o şey her neyse onu sana vermedim, kapatmak için konu aradın ve ifşa olmak bahanen oldu."
"Açığa çıkmaktan korkan bir adam gecenin bu vakti beni aramaz. Aptal değilim."
Karşı taraf ses çıkarmıyordu ama duyduklarından memnun olmuş gibiydi. Huzursuzluk sezmemişti Yusuf, bu ürperticiydi.
"Doğru."
"Ne duymak istiyorsun?"
"Sıradakinin kim olduğunu senden duymak istiyorum."
"Sıradaki benim."
Yeni bir gülüş sesi, onaylamaz bir tınısı vardı bu sefer. Sesin dili olsa onaylamadığını alenen söyleyecekti sanki.
"Hayır." dedi.
"Sıradaki sen değilsin, sıradaki sizsiniz."
Ve... telefon kapandı.
Dünya bir anlığına karardı sanki.
Boşluğa takıldı gözleri. Kısa bir an öylece kalakaldı olduğu yerde.
Sıradaki sizsiniz...
Aniden irkildi. Nasıl düşünememişti bunu? Kendisini gözden çıkaran, eşini yaşatacak mıydı? Hazal şimdi açıkça tehlikedeydi. Üstelik nereden ve ne zaman geleceğini bilemediği bir tehlikeydi bu.
Bir çıkar yol yok muydu?
"Kahretsin!"
Daha Betül'ü ağırladığı ilk günden bir şeylerin ters gideceğini ve olayların büyüyeceğini biliyordu fakat eşinin bunlardan etkilenme ihtimali gelmemişti aklına hiç. O kızın hastalığı en başından bir garip gelmişti kendisine zaten, hastalık dediğinin bedende izi olmaz mıydı? Kriz gibi vurup geçen şey dışarıdan bir madde alımı ile de olabilirdi.
Birden gözünün önü aydınlandı sanki. Az önce kapanan numarayı tuşlarken öfkesini geri planda tutmak için çaba sarf ediyordu. Kendisine dokunulabilirdi ama korumak istediğine uzanılınca şahlanan öfkesini bastırmak zor oluyordu. Hazal olmazdı. Öldürülmek şöyle dursun kendisi yüzünden bedenine bir çizik dahi alsa kendisini bir ömür affetmezdi Yusuf.
Telefon açıldı.
"Betül'ün hastalığını kullanıyorsunuz." dedi olduğu gibi. Karşı taraf bunu beklemiyordu belli ki.
"Anlamadım?"
"Gayet iyi anladın. Birilerinden kurtulmak istiyordunuz ve bu yüzden kızın bedenini kullandınız."
"Kimsesi yok zannediyordun değil mi? Abisi farklı bir aileden gözüküyordu çünkü. Akrabasının olduğunu fark ettiğinde de susturabilmek için karantina adı altında içeri tıktın onları."
Önünü kesti gelen ses, daha fazlasını dinlemek istemiyordu belli ki.
"Bunları neye dayanarak söylüyorsun?"
"İçeri alamadığın herkesi öldürmene dayanarak söylüyorum."
...
"Sana karşı dürüst olacağım Yusuf, düşüncelerini birisi ile paylaşabilecek kadar bile vaktin olmayabilir."
"Ve bu benim elimde olan bir şey değil."
"O yüzden saçma sapan fikirlerinle milletin aklını bulandırmaya çalışacağına kendini kurtarmaya bak."
Açıkça söylemişti işte. Mümkün değildi ama, bunu ikisi de biliyordu.
"Sen benimle kafa mı buluyorsun? Ebelemece mi oynuyoruz? Türkiye'yi dört dönsem yine enselenirim, bunu ikimiz de biliyoruz."
"Evet, biliyoruz." diye onayladı kendisini,
"Yani ne istiyorsun?"
"İçeri girmek istiyorum."
"İçeri?"
"Karantina."
Genizden bir gülme sesi geldi. Dayanamamış bir de kahkaha patlatmıştı hattın diğer ucundaki kişi,
"Karantinaya girmek istiyorsun ve burada kafa bulan benim değil mi?"
"Merak ediyorum,"
"Hiç bir psikoloğa görünmeyi düşündün mü?"
Komikti. Ama gülebilecek durumda değildi şu an.
"Kabul ediyor musun? Etmiyor musun?"
"Benim kabul etmem neyi değiştirecek?"
"Ölmeyecek misin o zaman?"
"Sana içeride ulaşamaz mıyız?"
"Ulaşabilirsiniz." dedi Yusuf,
"Ama gerçekten bahsi geçen bir hastalık varsa zaten eceline yürüyen bir adam için uğraşmazsınız."
"Yok eğer gerçek bir hastalık yoksa o zaman bu teklifim fikrinizi değiştirmez."
"Öldürmeye niyeti olan içeri girmemi beklemeyecektir."
Bunları derken dosyayı çıkardığı çantadan bir taşınabilir belleği alıp dizüstü bilgisayara yerleştirmişti.
"İşte sizinle yapacağımız bu küçük ayrım da bu kızcağız ile alakalı edindiğim bütün araştırmayı bir tuşla yayınlayıp yayınlamayacağımı belirleyecek."
"Kimsin bilmiyorum ama belli ki tanışıyoruz. Beni tanıyorsun."
"Ben blöf yapmam."
Ölüm sessizliği sindi odaya aniden. Belki de ilk defa karşı tarafın düşünerek konuştuğunu hissetti. Tedirgin etmişti onu.
"Karantina işini gizlemek devletin kararı biliyorsun." dedi aynı ses, temkinliydi.
Güldü. Son kozlarını kullanıyordu gizemli şahıs,
"Hangi devlet? Sağlık Bakanlığı olmayan bir devlet mi?"
"Sağlık sektörü özel şirketlere geçtiğinden beri ne yazık ki sağlık alanında başımızda olan bir devlete sahip değiliz."
"Karantinaya alabilmiş olması bile şaşırtıcı. Adı kaldı sadece, Sağlık Bakanlığı."
...
"Karantinayı üstlenen şirketin sahibi sensin değil mi? O yüzden bu kadar yırtınıyorsun."
Bir sessizlik daha oluştu. Yine bir cevap gelmeyince teklifini yinelemişti,
"Karantina girişine onay veriyor musun? Yoksa ben dosya yüklemeyi onaylayayım mı?"
"Veriyorum."
Yüzü aydınlandı Yusuf'un, telefon görüşmesinde olmasaydı sesli ve rahat bir nefes alırdı.
"Yarın ailenle beraber hazırlan ve medyaya bir şey sızdırma."
"Karantina bölgesine ulaşımınızı ben sağlayacağım."
"Ve unutmadan, aynı saçma tehditle bir daha karşılaşırsam bu sefer paçayı kurtaramazsın."
"Hasta bir kızı çıkarına kullanabilecek kadar vicdansız olduğunu bilmezdim."
"Ben de sözde Sağlık Bakanlığının adam öldürmeye bu kadar meyilli olduğunu bilmiyordum."
Cevap gelmesine izin vermeden telefonu kapattı.
Halletmişti nihayet. Yarına kadar vakitleri vardı. Bulunduğu koltuktan içi rahatlamış bir halde kalktı. Şimdi işin ikinci ve zor kısmı vardı, Hazal'a açıklamak...
Merdivenlere döndürdü bedenini, ayaklarını sürüye sürüye yukarı çıktı. Bu konuyu hiç konuşmak istemiyordu aslında. Fakat başka seçeneği yoktu.
Çalışma odasının kapısını açtı, defterine bir şeyler yazan eşini gördü gözleri. Bilgisayardan yansıyan ışık yüzünü, çok parlak olmayan sarımtırak lamba ise yazı yazdığı defteri aydınlatıyordu. Omuzlarına düşmüştü kahverengi saçları, koyu renk gözleri çok güzel görünüyordu.
"Hazal."
Sesi eşine ulaşamadı. Nasıl açıklayacaktı? Omzuna binen yük sesini de kısmıştı sanki. Duygusal bağ kurduğu bir insan olmasaydı karşısındaki kişi, bu kadar ağırlık hizzetmezdi asla. Ama sevip evlendiği bir insanı, deyimi yerindeyse bir b*k çukuruna sürüklemişti ve bunu açıklamak asla, asla kolay olmayacaktı.
"Hazal!"
Genç kadın irkilerek aralanan kapıya döndürdü bakışlarını, gözlerindeki şaşkınlık loş ışıkta bile belli oluyordu.
"Yusuf?"
"Sen daha yatmadın mı? Yorgun argın ne yaptın içeride bunca zaman? Saat gece iki, biliyorsun değil mi?"
Cevap vermedi Yusuf, aşağı eğmişti yüzünü.
"Hazırlan." dedi sadece,
"Sabaha karşı bir yere gitmemiz gerekebilir."
Doğruldu Hazal, eşinin yüzüne bakmak istiyordu ama Yusuf kafasını kaldırıp bakmamıştı. Ayağa kalktı. Muhatabının yanına doğru adımlarken genç adam elini kapıdan çekmiş usulca uzaklaşmaya başlamıştı.
"Beklesene!"
"Kime diyorum?"
Merdivenlerde yetişti nihayet, koşar adım aşağı inmiş ve önünü kesmişti.
"Nereden çıktı bu birden bire?"
Gözlerini kaçırdı Yusuf. İç geçirdi Hazal, hiç iyi gözükmüyordu eşi. Ne olmuştu da bu adam böyle garip davranmaya başlamıştı aniden?
"Ayak üstü anlatabileceğim bir mevzu değil."
Git gide garipleşiyordu.
"Nereye gideceğimi bilmeden hazırlanmamı bekliyorsun yani?"
"Evet, mecburen."
"Mecburen?"
"Adam akıllı açıklar mısın şu mevzuyu?"
Tam o an kapı çaldı. Biri iki kere kapıya vurmuştu dışarıdan. Hazal allak bullak olmuş bir yüz ifadesiyle kapıya döndü yüzünü.
"Bu saatte?"
Tam bakmak için kapıya yaklaşacağı sırada kocası bileğini tuttu. Yüzü gerilmiş koyu kahveleri kapıya kilitlenmişti. Elini kurtarmak için kolunu kendine çekmek istedi, daha sıkı tutmuştu Yusuf.
"Yukarı çık."
Kapı hızla vurulmaya başladı, dehşet bir ses geliyordu evden içeri. Evdeki bütün telefonlar bir çalıp bir susuyorlardı. Bütün sesler birbirine girdi o an. Büyük bir gürültü ortaya çıkmış kapıya açıkça ağır bir nesne inmişti.
"Neler oluyor?"
...
"Yusuf?"
Aniden kolundan çekerek merdivenlere yöneldi eşi, anlayamıyordu Hazal. Ağır belaya bulaştıkları ilk sefer değildi fakat Yusuf'u ilk defa bu kadar stresli görüyordu. Gecenin bu saati, tam olarak ne ile karşı karşıya olduklarını anlayamamak sinirini bozuyordu genç kadının.
Kocası bir kere daha kolundan çekti ve savrulan bedenini, kendi bedenine yasladı. Merdivenlerin iç duvarına yaslanmış bir eliyle de karısının ağzını kapatmıştı.
"Sesini çıkarma."
Tüyleri ürperdi. Yutkunamıyordu. Sırtı olduğu gibi eşinin göğsüne yaslanmış başı istemsizce geriye yatmıştı. Parmak ucunda duruyordu. Adrenalin sebebiyle nefes alış verişleri hızlanmış ses çıkaramayacak hâle gelmişti.
Kapı büyük bir gürültüyle kırıldı. İçeri doğru savrulan ağır demir sertçe duvara çarpmıştı.
İçeri girip dağılan bir avuç polisi gözleri ile takip ediyordu Yusuf,
"Sakin ol," diye fısıldadı eşinin kulağına,
"Beraberiz, iyiyiz."
Başıyla onayladı genç kadın, böyle durumlara alışıktı aslında. Kahretmesin ki deli dolu bir hayatları vardı. Ama polisler tarafından basılmak? Bu ilk defa oluyordu. Genelde gücüne güvenen zengin iş adamlarının namlusuna hedef oluyordu Hazal, her konuyu fazla irdelediği için pek çok defa birilerinin yasa dışı işlerini bozmuştu. Tehditler, hakaretler, kendisine dönen namlular alışık olduğu şeylerdi. Fakat devleti karşısına almak? Yusuf tam olarak ne yapmıştı?
Sessiz, derin bir nefes aldı. Ağzındaki ele uzanmış yavaşça tutup aşağı indirmişti. Sesini çıkarmadan eşinin yönlendirmesine uydu Yusuf, boşta kalan elini Hazal'ın belindeki diğer elinin yanına yarleştirdi.
"İyiyim." diye fısıldadı kadın, geriye yatırdığı başı yüzünden verdiği nefes kocasının yüzüne değiyordu. Elini beline çıkarttı ve belindeki ellerden birine sarıldı.
"YUSUF KARAN!"
Var gücü ile bağıran polis tuttuğu eli daha çok sıkmasına sebep olmuştu. Kocasına bir şey olsun istemiyordu. Hayat arkadaşının, polisi cezbedici bir şey yapması fikri aklına yatmıyordu. Yusuf bir suçlu değildi ki, suçtan nefret ederdi.
"YAPTIĞIN ANLAŞMAYI HABER ALDIK!"
"CAN GÜVENCESİNE SAHİPSİN!"
"ORTAYA ÇIK!"
Sesini çıkarmadı Yusuf, aşağıdan gözükmemesine dikkat ederek karısını tek eliyle bulunduğu yerden yukarıya doğru çekti.
"Git." diye fısıldadı.
Ama kadın gitmedi. Elini daha sıkı kavramış fısıltıyla tekrar konuşmuştu.
"Burada tek kalamazsın, "
"Gidelim."
"Açık alanda yüzleşirsin polislerle. Hadi."
Hızlı karar vermesi gerekiyordu, eşini dinlemeyi seçti. Az önce bırakmaya yeltendiği eli sıkı sıkı tutmuş ve sırtını duvardan ayırmadan yukarı çıkmaya başlamıştı.
"Bu katta değiller."
"KATLARA DAĞILIN!"
İkinci katta sessiz olmayı bir kenara bıraktı Yusuf. Aşağıdan koşar adım gelen üç dört kişi kendi seslerinin arasından onları duyamazdı zaten. Koşar gibi hızlı adımlarla üçüncü kata attılar kendilerini. Bu kat sadece çatı ile direkt ev bağlanmasın, yalnız kalmak istendiğinde kaçabilecekleri güzel manzaralı bir yerleri olsun, diye yapılmıştı. Geniş camları ve büyük balkonu haricinde hiçbir şeyi yoktu. Ne bir oda ne de duvarlara asılı bir tablo. Yalın beyaz bir duvar ve ahşap bir tavan...
Aşağıdan yukarı çıkanlar kendilerine yetişemeden çatıya bağlanan kapaktan yukarı çıktılar, dışarı attılar kendilerini. Son anda kata giren bir tanesi peşlerinden silah sıkmış fakat isabet ettirememişti. Çok kısıtlı süreleri vardı. Kendilerini gören eleman diğerlerine haber verene kadar o çatıdan inmeleri gerekiyordu. Arka balkonlar alt alta denk geliyordu. Yutkundu Yusuf, kucağına aldığı kadına hızla, hafifçe sarıldı ve boynundan öptü.
"Sakın korkma. Bir şey olmayacak, tamam mı?"
Kollarından tutup yavaşça aşağı sarkıttığı kadın kendisini çok zorlamadan terasın balkonuna inebilmek için kollarını bırakmıştı. Yere çok ses çıkarmadan düştüğünde peşinden Yusuf kendisini aynı balkona bırakmış ve karısı çok sert düşmesin diye bir alttaki balkona yine aynı şekilde indirmişti.
Son kattan aşağı çimene indi Hazal. Bu mesafe daha yüksek olduğu için bu sefer canı yanmıştı. Yusuf için endişeleniyordu. Yere kendisi kadar yumuşak inemeyecekti. Yardım edebilmek isterdi ama aşağıdan yapabileceği pek bir şey de yoktu. Eşi son balkonun korkuluğuna tutunup kendisini aşağı sarkıttığında... Bir el silah sesi geldi.
"YUSUF!"
Yere düşen beden yüreğini ağzına getirdi. Ne kadar dehşet bir korkuydu bu böyle? Bağırmamıştı Yusuf ama nefes alıp verişi sesli bir hal almıştı. Güç belâ kalkıp kocasının yanına attı kendisini.
Kesik kesik nefes alıp öksüren eşininin yanına vardığında elinden geldiğince yumuşak davranarak onu yavaşça doğrultmuştu. Eline bulaşan sıcak sıvı öğürme isteği oluşturuyordu. Hafif hafif dokunarak yaranın yerini anlamaya çalıştı, ağlamak istiyor fakat tek damla gözyaşı akıtmamaya yeminli gibi dişlerini sıkmaktan başka bir şey yapmıyordu. Elleri titriyordu öfkeden. O polisim diye gezinenlere gününü gösterecekti.
Yusuf'un suçlu olduğuna inanmıyordu. Yusuf yalan söylemezdi. Boğazını kessen yalan söylemeyecek bir adam işlediği suçun arkasında durur, kaçmazdı. Beraberce kaçtıklarına göre bu işin içinde bir iş vardı mutlaka.
"Neresi?" dedi titreyen bir sesle, yarayı bulamamıştı hâlâ.
"Karanlık, göremiyorum."
Bir süre cevap gelmedi. Bu esnada kendilerine adım adım yaklaşıyordu biri, otların yumuşacık sürtünme sesi geliyordu kulaklarına.
İçindeki öfkeye sahip çıkarak bekledi. Yusuf kendine gelene kadar bu adam artık her kimse, yanlarına ulaşmıştı.
"Vurulunca kanadı kırık keklik gibi düştün bakıyorum."
Yanlarına çöktü.
"Söz konusu karın olmamasına rağmen yanından bir an olsun ayırmadın."
"Dokunuruz diye mi korktun lan yoksa?"
Elini yumuşacık kahve saçlara uzattığında Yusuf aniden sağlam olan kolu ile bileğinden tutmuştu adamı, yattığı yerden güçlükle doğrulmuşken bu kadar ani bir hareket yapması polis olacak adamı şaşırtmıştı.
"Tek bir teline elini sür..."
"Gebertirim seni. "
"Bu bahçeye hiç adım atmamış olmayı dilersin."
Pis pis sırıttı muhatabı,
"Amma boş konuşuyorsun be bilader! Ne yapayım ben senin karını? Tepkini merak ettim sadece. Ama işi de biliyorsun doğrusu, kuğu gibi kızı almışsın. Ne silahtan anlar bu, ne de dövüş..."
Sözünü bitirebilseydi "Dövüşten" diyecekti. Hazal kocasının önünde utanmadan saçına el uzatan adamın suratına dirseğini geçirmiş zaten dikkati Yusuf'un kendisine müdahale etmesi ile dağılan adamın diğer elindeki silahı, o acı çekerken beklemediği bir anda söküp almıştı.
Hiç düşünmeden tetiği çekti. Olur da oyalanırken elimdeki silahı kaybederim, korkusuna gözünü bile kırpmadan yanındaki adamın omzuna sıkmıştı.
"OR*SPU!"
"TÜKÜREYİM!"
Acı içinde geriye attı kendini.
Yusuf halktan insanların silah kullanmasına ve onlara silah verilmesine karşıydı. Bu konuda katı olduğu için evden içeri sokmuyordu. Karısının yanında bulundurmasına da izin vermiyordu. Daha önce kullanmamasına rağmen soğukkanlılıkla nasıl elindeki tabancaya hakim olup kendisini koruduğunu görünce gözlerinden hayranlık parıltıları geçti.
"DOKUNMAYACAKTIM! MESELE KOCANDI! NE LAFTAN ANLAMAZ..."
"Neler oluyor?"
Muhtemelen ekibin başı olan eleman geldi. Vurulan ekip arkadaşını görünce soğukkanlılıkla,
"Zorluk çıkartıyorsunuz." demişti.
"Yusuf Karan, teslim ol."
"Eşin de bizimle birlikte karakola gelmeli."
Yusuf kolunu tutarak ayağa kalktığında, Hazal önüne geçmiş
"İlk önce suçunu söyleyin." demişti.
"Neden kocana sormuyorsun?"
"Onun suçlu olduğuna inanmıyorum."
Başını arkaya yatırdı polis,
"Gerçekten sıkıldım." derken belindeki tabancayı çıkarmış bir ayağını geriye atmış ve doğrudan Yusuf'un gözlerinin içine bakmaya başlamıştı. Silahı karısına doğrulttu.
"Eşinin gözleri önünde yapmayacaktım ama başka seçenek bırakmadın."
"YUSUF KARAN, KAMU SAĞLIĞININ KORUNABİLMESİ ADINA İNFAZINA KARAR VERİLMİŞ BİR KAHRAMANDIR!"
Tabancayı yukarı kaldırdı. Artık silahın muhatabı Hazal değil Yusuf'tu.
"DEVLET HİZMETLERİNE MİNNETTARDIR VE DAİMA MİNNETTAR KALACAKTIR!"
.
.
.
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı ve yavaş yavaş derinine indiğimiz olaya dair görüşlerinizi buraya alalım :)
Şekillenecek teorileri, görüşlerinizi çok merak ediyorum.
Yusuf ve Hazal çifti yorumları da buraya :))
Şahsen ben onlara hayran olmuş olabilirim,
Yeni bölüm çok yakında sizlerle,
Allah'a emanet olun,
Yazarınız,
Aliya Sancaktar🥀
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |