18. Bölüm

15. Bölüm

Aliya Sancaktar
pusu_13

 

"Seansın nasıl geçti?"

Tebessüm etti Betül. Yanlarına geldiği ilk andan itibaren abisi bunu düşünüyor olmalıydı. Bu sorunun geleceğini biliyordu, olaylı geçen yarım saat içinde kendini olabildiğince dış dünyaya kapatmış Yiğit'in ne yaptığıyla ilgilenmeyi bir kenara bırakmıştı. Psikoloğu Yusuf'u ve seansını düşünmüş ancak bu şekilde biraz olsun toparlayabilmişti.

"Güzeldi." dedi tatlı bir ciddiyetle,

"Başlarda anlatmaya çok çekindim. Sonradan dilim çözüldü de anlatabildim."

Abisi ile yengesi bir süre birbirlerine baktılar. Gözlerinde değişik bir ifade vardı, anlayamamıştı Betül. Yanlış bir şey mi demişti yoksa?

"Ne oldu?"

"Hiç ilginç bir şey olmadı mı?" diye sordu Livâ, eşi uzanıp elini sıktığında oralı olmamıştı.

"Burak geldi?"

"Yâni geldi sanırım, sesini duyduğuma eminim ama ben seanstan çıktığımda kendisini göremedim."

Bir yandan konuşuyor diğer yandan dikkatle muhataplarının tepkisini gözlüyordu. Garip bir şey vardı yüzlerinde, henüz tam anlam verememişti. Yengesinin yüz ifadesi kurduğu cümleler ile değişmiş abisine "Ben demiştim." der gibi bakmaya başlamıştı.

İkinci kere duraksadı Betül,

"Bir şey mi oldu?"

Hissettiği gerginlik sesine yansıyordu.

"Abi bir şey söylesenize, neden garip garip bakıyorsunuz?"

Kardeşinin kucağındaki eline uzandı Okan. Livâ baktı eşi söylemekte zorluk çekiyor, olduğu gibi döktü ortaya ne varsa.

"Burak bu okuldan hiç ayrılmadı, Betül."

"Ne demek ayrılmadı?" dedi kız hayretle.

"Ama ben... Ama ben onu duyduğuma eminim!"

Okan söze başlaması gerektiğinin farkındaydı ama nasıl diyeceğini bilemiyordu.

"Abim..."

Başarısız konuşma girişimini yanlış anladı genç kız, acıma sandı. Yüzü allak bullak olmuş titrek bir nefes alıp tekrar önüne dönmüştü.

"Burak hep buradaydı." dedi, güçsüz çıkan sesiyle. Deli gibi elini tutan eli sıkıyor gözleri boylu boyunca yeri tarıyordu.

"Hayal gördüm ben yani."

"Hiç ses yoktu aslında."

Kurduğu her bir cümle diğerinden daha cılızdı. Sanki cümleleri de hastalığından birer pay alıp bitap düşmüştü.

"Neden oldu bu?"

"Hastalık yüzünden mi?"

Elleri titremeye başladı yeniden, ateşe değermiş gibi abisinin elinden çekti ellerini. Okan hayretle kardeşindeki değişimi izliyordu.

"Abim, beni dinle. Sakin ol, lütfen."

Yutkundu Betül.

"Beni... Beni biraz yalnız bırakır mısınız?" diye rica etmiş fakat abisi bu stresin bir yanlış anlamadan kaynaklı olduğunu bildiği için buna yeltenmemişti.

"Dışarı çıkalım ağabeyciğim." dedi.

"Bir nefeslen sonra sana her şeyi açıklayacağım, söz veriyorum."

Odayı terkedenlerin ardından baktı sadece Livâ, en başından böyle olacağını biliyordu. Uyarmıştı eşini. Ama sonra ona da hak vermişti. Betül psikoloğa isteyerek gitmemişti bu sefer, her şeyi anlatmayacaktı. Okan bunun bilincinde olduğu için doktor bu kalbimin sesi meselesinin gerçek bir insana dayandığını öğrensin istemişti. Yüzünün rengi nasıl atıyor görsün, nasıl böyle korkuyor şahit olsun istemişti. Yanlış bir karar vermiş fakat başka bir fikir de gelmemişti aklına.

Başta Yusuf Bey çok karşı çıkmıştı, "Kardeşin sana, bana olan güvenini kaybeder." demişti ama ikna da edememişti abisini,

"Ben anlatırım ona, açıklarım. Bana gönül koymaz."

"Beni anlar." demişti.

Sonuç olarak Okan, Betül okuldan ayrılır ayrılmaz Burak'ı yanına çağırmış kapıdan içeri girdiğinde zikrettiği şeyleri çaktırmadan ses kaydına almış ve Yiğit'e atmıştı. Gerçi Yiğit seans odasının içinde olacağını söylemişti ama bunu duyurmak için iki dakikalığına da olsa dışarı çıkabilirdi.

Acele etmişti Okan, kardeşine durumu nasıl açıklayacağını düşünmemişti hiç. Şimdi zorlanıyordu işte. Biliyordu Livâ, en başından biliyordu ama kardeşi için geç kalmaktan korkan bir yüreğe nasihat vererek engel olamamıştı.

Eşi hiç hata yapmamıştı şu güne kadar, yaptığı şeyi açıklamak kadar bunu yapmış olması da ağır geliyor olmalıydı kendisine. İçi acıdı genç kadının, Okan içten içe çürüyordu, hissediyordu bunu. Kardeşi yaşadığı acının altında göz yaşı dökerken abisinin ciğerleri parçalanıyordu. Kırmızı kehribarlar acıyı tartmaya çalışıyorken kanıyorlardı, göz yaşı akmıyordu belki yanaklarından aşağı ama gözleri her daim kanlı oluyordu. İçten içe çürüyordu. Kimseye sezdirmeden, usul usul ölüyordu Okan.

Yutkundu genç kadın. Titreyen ellerine aldırış etmeden cama uzandı, bir hışımla çevirdiği kolu tutup camı araladı. Bedeni olduğu gibi titriyordu. Nefesi kesikleşmeye başladı. Bir iki adım geri gidip nefesini düzene sokmaya çalıştı, içeri giren hava ciğerlerine ulaşmıyordu sanki. Okan geri gelene kadar kendisini toparlaması gerekiyordu. Kardeşi için paramparça olmuş bir yürek bir de kendisi için çırpınamazdı.

Yaklaşıp yatağın üzerindeki suluğu aldı, acele hareketlerle kuruyan dıdağını bir yudum su ile ıslattı. Yutkundu. Ciğerindeki burukluk canını yakıyordu.

Her geçen gün daha derine gömdüğü duyguları yalnız kalmanın verdiği rahatlamayla dışarı çıktılar o an, her şey bir iç çekişle başladı. Ne yazık ki devamının gelmesine engel olamamıştı bu sefer. Telaşla açtığı camı geri kapattı. Okan dışarıdaydı, sesini duyarsa şayet tanırdı.

Güçlü olmalıydı. Ağlasa bile duyurmamalı, eşi yüzüne baktığında huzur bulmalıydı. Kalbindeki soru işaretlerini bir bir atmalı, gözleri o kadar kanamamalıydı.

Onun yanında güçlü olması gerekiyordu, evet. Ama şu an bunu yapabilecek halde hissetmiyordu kendisini. Yalnızlık bütün zayıflıklarını ortaya döküyordu.

Hıçkırıkları ciğerlerini acıtacak kadar derinden geliyordu. Sesi de nefesi gibi kesiliyor, soluklanırken tuzlu gözyaşları alışık olduğu tadları ile dudaklarını ıslatıyorlardı. Ağlıyordu. En son ne zaman böyle sesli dökmüştü içini? Hatırlamıyordu ama kesinlikle ihtiyacı vardı, biliyordu. Düşmemek için elini duvara dayamıştı lakin kolları da cüssesini tartabilecekmiş gibi durmuyordu. Bedeni içindeki zehri olduğu gibi dışarı atmak istiyordu sanki, yaşadıkları yüreğine ağır geliyordu.

Sırtı sarsılırken duvara yasladı bedenini, sakinleşmeye çalışıyordu. Kendisini engellemek adına derin derin soluklanması midesini bulandırmaya başlamıştı. Yaslandığı duvara sürüne sürüne aşağı indi. Oturur hâle gelmişti. Öğürdü. İstemsizce oluyordu her şey, zehirlenmiş gibi tepki veriyordu bedeni. Bastırdığı duygular ne zamandan beri bu kadar tehlikeli hissettirir olmuştu? Eşi de böyle hissediyor muydu?

Tekrar öğürdü. Ağzına gelen safrayı güç bela geri göndermiş gözlerini tavana dikmişti. Şimdi ölse ne güzel olurdu. Ne Okan'ın acısına daha fazla şahitlik eder ne de Betül için suçlu hissederdi. Onlara yardım edemedikçe ve günden güne yıprandıklarını gördükçe kendini parçalayası geliyordu.

Ölse ne güzel olurdu...

Başını iki yana salladı hızla, ne düşünüyordu öyle? İstediği olsa ne olacaktı sanki? Kurtulacaklar mıydı? Keşke diye geçirdi içinden, keşke...

Kucağındaki suluğu aldı eline tekrar, kapağını açıp içindeki suyu olduğu gibi yüzüne boşaltmış ve gözlerini kapatıp sakinleşmeyi beklemişti.

Vakit geçti. Belki yarım saat belki kırk dakika belki de çok daha fazla. Zamanı takip edememişti ama sakinleşmişti nihayet. Berbat görünüyordu. Üstü başı sırılsıklam olmuş, üzerinde kurumaya başlamıştı. Gözleri hafif kızarık, saçları hafif hafif ıslaktı. Suluğun ağzını kapatıp yavaş hareketlerle doğruldu, pencereye döndü. Betül'ü görmüş fakat Okan'ı görememişti. İçeri mi girmişti yoksa? Heyecanla atmaya başlayan kalbi biraz olsun kendine getirdi onu. Tam üstünü başını toparlamaya saçlarından başlamıştı ki ellerini aşağı indiremeden kapı aralandı. Elleri başının üstünde, saçları yukarıdan bir at kuyruğu ile toplanmış sırılsıklam bir halde yakalanmıştı.

Bakışlarını yerden kaldırıp eşinin gözlerine baktı Okan. Yine kanlıydı gözleri, kehribarları hem hiç olmadıkları kadar canlı hem de hiç olmadıkları kadar soluktu. Soğuktu. Terkedilmiş bir ev kadar ıssısız, kimsesiz bir çocuk kadar sessizdi. Boğazında ikinci kez bir yumru oluşurken yüzündeki tebessümü korumaya çalışıyordu Livâ, yutkundu.

"Hoşgeldin."

Cevap alamadı. Yavaş adımlarla kendisine yaklaşan bedene dikti gözlerini,

"Okan?"

Bir iki adımda önünde durdu genç adam. Kolları aniden bedenini sarınca istemsizce geri çekmek istedi kendini. Ne yaptığını anladığındaysa heyecanla güm güm eden kalbinin sesini bastırabilmek için nefesini tutmaya başlamıştı. Boynunda titrek bir nefes hissetti. Yüzünü gömmüştü boyun girintisine, sesi çıkmıyordu ama bu hareketi bütün olan biteni anlatmaya yetmişti.

"Hataydı." dedi kırgın sesi, kendi kendine kızmış yine kendi kendine darılmıştı.

Tebessüm etti Livâ, tamamen ona özelmiş gibi hissettiren parfümünün kokusunu çekti içine. Kalbi deli gibi atıyordu ama alışkındı kocası, ne zaman yakınlaşsa bu heyecanına maruz kalıyordu. Şimdi ise acımasız bir desteğe ihtiyacı vardı, gerçekleri konuşmak istiyordu.

Livâ'nın aksine o hiçbir zaman acı bir gerçek yerine tatlı bir yalanı tercih eden taraf olmamıştı.

"Evet, hataydı."

Bir eli kocasının sırtına yerleşmiş diğeri saçlarını okşamaya başlamıştı. Çok seviyordu onu, bir yolu olsaydı da keşke uğruna öleceği bu kızıl gözlere gömülseydi. Kimseye bakmasaydı eşi, sadece kendisini görseydi bütün gün. Bencilce geliyordu kulağa ama fena da olmazdı.

Gülümsedi tekrar,

"Uyarmıştın."

...

"Evet, uyarmıştım."

Derin titrek bir nefes daha,

"Kalbi kırıldı."

"En başından beri bunun olacağını biliyordun Okan."

Yüzüne vurulan gerçeklerle beraber sarıldığı kızı daha derine gömdü. Üzerindeki baskının ağırlığından dolayı nefes almakta zorlanmaya başlamıştı Livâ.

Bir müddet onun vicdan muhasebesi yapmasına izin verdi, kötüleşeceğini anlarsa duruma el atacaktı. Fakat biliyordu ki, şimdi bunun için erkendi, bir miktar sağlıklı düşünmeye ihtiyacı vardı.

"Nasıl yapıyorsun?"

Boynundan yükselen boğuk ses irkilmesine sebep olmuştu. Çaktırmadan saçlarını okşamaya devam etti. Huzur onun kollarının arasındaydı sanki. Öyle güzel sarılıyordu ki Okan, sarılırken hiçbir zaman aralarındaki boy farkı sorun olmuyordu.

"Neyi nasıl yapıyorum?"

"Nasıl bu kadar güçlü duruyorsun?"

...

"Güçlü durduğumu mu düşünüyorsun?"

"Güçlü duruyorsun."

Kıkırtı kaçtı dudaklarından, gözleri dolmuştu. Daha sıkı sarıldı, aşkında kendini kaybettiği adamın bedenine... Yüzüne bakabilmek için kendisinden uzaklaşmasından korkmuştu. Dolan gözlerini görmesi isteyeceği en son şey bile değildi.

"Sana aşığım." dedi hasret kokan bir sesle, çok sevince böyle oluyor olmalıydı. Yanında, karşısında olduğu kişiye bile özlem duyuyordu insan, anlaşılan bu bir yanı eksik his hiç geçmiyordu.

"Her bir detayına, senin farkına varamadığın her ince düşüncene..."

Kendini hafifçe geri çekip okşadığı saçların üzerinden öptü eşini,

"Ailene sahip çıkışına, kardeşin için göze aldıklarına..."

"Güçlü olduğun yerlere nasıl hayranlık besliyorsam güçsüz kaldığın konuları da bir o kadar seviyorum."

"Varlığın benim için yeterli."

"Sana olan sevgim, beni senin için diri tutuyor."

İç çekti. Bir öpücük daha bıraktı eşinin omzuna,

"Eğer bir gün senin için ölmem gerekirse hiç düşünmeden ölüme atlayacağımı biliyorum, bu yüzden..."

"Senin için yaşamak da, senin için güçlü durmak da zor gelmiyor."

Yalandı. Kocaman, kuyruklu bir yalandı. Omuzlarında o kadar ağırlık vardı ki altında eziliyormuş gibi hissediyordu. Yine de sevgisi için konuşuyordu, o gerçekti. Sevgisi ile ayakta durduğu, yanında olduğu halde özleminden deli divane olduğu yadsınamaz bir gerçekti.

Boynunda bir hareketlilik hissetti. Okan kendini geri çekmişti. Hiç düşünmeden eşinin dudaklarına kapandığında genç kadın irkilip geriye kaçacak oldu, bedeni hâlâ sıkı sıkı tutulduğu için başaramamıştı. Kalbi yerinden çıkacaktı sanki, o kadar hızlı atıyordu ki göğüs kafesi acıyordu. Aşk her şekilde acıtıyordu anlaşılan...

Nefes alması gerekiyordu. Kalbinde duyduğu heyecanın sızısıyla eşinin geri çekilmesini bekledi.

Ayrıldıklarında çaktırmadan derin bir nefes almış ve kızaran yüzünü başka bir tarafa çevirmişti.

İki kişilerdi sadece lakin biri aşk evliliği yaparken diğeri mantık evliliği yapmıştı. Aşk yuvasını çok seviyordu Livâ. Okan kendisini hiç o şekilde sevmemişti ama hayatına almış, değer vermişti. O yüzden böyle hareketleri pek sık görmüyordu kendisinden. Azıcık sevgi gösterse ölecek gibi hissediyordu. Kalbi dört nala koşan bir hayvan gibi vahşice sesler çıkartıyor, çırpınırken ciğerlerini eziyordu. O yaptığı mantık evliliğinde mutlu muydu, bilmiyordu fakat kendisini asla yabana atmamıştı. Sorumluluk alıyordu. Karısı gibi davranıyordu gerçekten. Bu adama hayranlığı o dereceydi ki, kardeşini gördüğünde kendi kardeşi gibi sevmiş abisine olan sevgisini tatsın diye bir parça da ona ikram etmişti.

Gözlerini gözlerine dikti sevdiği adam, kırmızı kehribarlar ruhuna işledi yine.

"Teşekkür ederim..."

Buruk sesi kulaklarına ulaştığında ona sarılmak için kaldırdığı kollarına engel olmadı. Çok mutluydu, ilgisini eksik etmediği için, sevgisini görmezden gelmediği için çok mutluydu. İçindeki hüzün deli gibi çarpan kalbini yoruyor, sevinci ile harmanlanınca ciğerinde buruk, garip bir tat bırakıyordu.

Kendisinden ayrılıp gözleriyle bedenini baştan aşağı bir güzel süzdü Okan,

"Üstün neden ıslak?"

Tebessüm etti Livâ, sormak için doğru anı kollamış olmalıydı kocası, ilk sarıldığında anlamıştı. Ne diyecekti ki şimdi?

"Yanlışlıkla," dedi kızaran yüzünü gözardı edip

"Suluğu döktüm. "

Okan daha dikkatli bakıyordu şimdi,

"Yanlışlıkla üzerine döktün?"

"Evet."

"Hepsini hem de?"

"Evet..."

Gülümsedi, inanmamıştı. Dostça bir tavırla tekrar kendine çekip sarıldı eşine, "Hadi inandım, inandım!" der gibi bir hava katmıştı bu hareket ona.

"Sen öyle diyorsan." dedi.

"Öyle olsun."

Yutkundu Livâ, kızarıyordu ister istemez. İlk defa bu kadar uzun süre yakın davranıyordu Okan. Bir kere daha denemek istedi şansını,

"Bana karşı ne hissediyorsun?"

Okan'ın tebessümü buruklaşırken içtenliğini korumuştu. Saçlarının üzerinden öpüp yüzüne baktı.

"Sana güveniyorum."

Başını öne düşürdü. Nefesi ciğerlerine takılı kaldı, hayal kırıklığına uğramıştı yine. Bile isteye her defasında bu soruyu soruyor ve cevabın "Seni Seviyorum." olarak değişmesini bekliyordu. Bir kere olsun şu cümleyi duymak için neler vermezdi? Böyle düşünse de yalan söylemediği için eşine minnettardı. O cümle değiştiğinde doğruluğundan şüphe etmeyecekti çünkü. Bu kadar zaman sevgisine hasret yaşamanın karşılığını o zaman alacaktı.

Küçük bir hareketlenmeyle eşinden ayrılıp telefonundan saati kontrol etti.

"Hava kararmış, akşam ezanı da okunmuş. Buraya ses gelmiyor mu?"

"Binanın içinde gelmiyor olabilir. Zaten yüksek bir yerdeyiz, yakında camii olduğunu zannetmiyorum." dedi Okan,

"Biz de ezan sesi bile duyulmayan yerde hayırlı bir gelişme bekliyoruz." diye söylendi Livâ, namaz kılmıyordu ama ezanın sesinde huzur buluyordu. Duyamadığında gavur milletine gurbete kalmış gibi hissediyorum, diyordu. Betül'ün çabaları ile bir iki kez namaza başlamış fakat devam ettirmek için gerekli çabayı bir türlü göstermemişti.

"Neyse, Betül gelir birazdan. Namazını geciktirmez. Biz de aşağı inelim, hava alalım biraz."

İtirazvâri bir cümle duymayınca kocasının elini tutup odadan dışarı çıkardı. Koridora çıktıklarında tuttuğu eli bırakmış eşinin yanına hizalanıp yürümreye başlamıştı.

Kapıya yaklaştıklarında Betül'ün de içeri girebilmek için merdivenlerden çıktığını gördüler. Son basamağı da geride bırakmıştı ki,

"Betül!"

Koşar adım biri peşinden yetişmişti, Okan şahit olduğu manzara karşısında ilerlemeyi bıraktı.

Burak gelmişti. Seslenerek durduğu kıza bir şeyler söylüyor, konuştuğu şeyler duyulmuyordu. Bekledi abisi; kardeşi garip bir tepki verecek, peşinden gelen çocuğu cevapsız bırakıp konuşmayı bitirecek, içeri girecek diye bekledi. Betül ise yüzünde masum bir ciddiyetle, başı önünde kendisine söylenileni dinlemiş aşırı bir tepki vermediği gibi söylenilen şeyi cevapsız da bırakmamıştı.

Hayret etti Livâ,

"Tepki vermiyor." dedi,

"Yusuf Bey ne konuştu da bu kız daha dün sergilediği tavrı bugün bir kenara bıraktı?"

Okan başını önüne düşürmüştü.

"Kim bilir?.." dedi

"Belki de sebebi yaşadığı hayal kırıklığıdır?"

"Benden böyle bir şey beklemiyordu. Kırıldığı konu yüzünden... Belki de bu yüzden rüya meselesini dert etmemeyi deniyordur?"

"Sebebi her neyse," dedi Livâ, bilerek konunun üzerine gitmemişti.

"Sonucunun muazzam olduğu kesin."

Bir süre orada durup duyamadıkları muhabbetin bitmesini beklediler. Bekleyiş uzadıkça ortam da geriliyordu.

"Bu çocuk gözüme batıyor biliyor musun? Rüya konusu, Betül'ün tepkileri, sürekli her taşın altından çıkması rahatsız etmeye başladı."

Alayla yüzüne baktı karısı, olgun birisi olmasaydı şu an muzipleşirdi.

"Kıskanıyorsun."

"Evet, kıskanıyorum."

"Betül kimseye yüz vermiyorken hayat fazla huzurluydu, şu an fark ettim."

Kıkırdadı yanındaki kadın, kıkırtısı küçük bir kahkahaya dönüştüğünde okulun kapısı açılmış Betül içeri girmişti.

Okan mahcubiyetle yüzünü farklı bir tarafa çevirdi. Kardeşine karşı utanıyordu. Asla yapmayacağı bir hata yapmış ve daha bir iki saat önce kardeşiyle yüzleşmişti. Betül yalnız kalmak istediğinde onu bahçede bırakıp odasına çıkmıştı. Yüzüne bakmaya çekiniyordu. Sessiz sedasız bir şekilde yanından geçip gitmesini bekledi.

Bir süre hareketlilik olmadı. Tekrar önüne dönmeye niyetlendiğinde eline değen tanıdık bir ten ve zorlukla kulağına ulaşan bir nefes hissetmişti.

"Sorun yok."

İrkilerek başını sesin geldiği yere doğru çevirmek isteyince bedenine sarılan hafif cüsse dikkatini tekrar önüne topladı. Betül sıkı sıkı sarılmıştı abisine,

"Benim iyiliğim için yaptığını biliyorum. Kırıldığım için üzülebilirsin ama kendini suçlamanı istemiyorum."

Bir şey demesine izin vermeden yeşil gözlerini kehribarlarına dikip gülümsedi.

"Abi, seni çok seviyorum."

_ _ _

Kucağındaki kediyi bırakmadan doktorun karşısındaki sandalyelerden birisine oturmuş söze nasıl gireceğini düşünür olmuştu. Ömer konuşma isteğini kabul etmişti ama anlatması çok zordu, keşke kendini açıklamak konusunda birinden yardım alabilseydi.

"Nasıl anlatsam?" dedi sızlanır gibi,

"Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum."

Sabırla bekliyordu Ömer, gözü de sürekli kar beyazı kediye kayıp duruyordu.

"Dağın başında kediyi nereden bulduğunu anlatmaktan başla istersen." dedi. Tebessüm etmişti muhatabı,

"Devletin malzeme kamyonunun geldiği günün sabahı okulun içinde dolanıyordu."

"Bir kere ilgilendim, peşimi bırakmıyor şimdi."

Ömer ikiliyi süzdü yavaşça, sanki bir şey demek istiyordu fakat nasıl diyeceğinin hesabını daha yapmamıştı. Sıkıntıyla elini ensesine attığını gördü Burak,

"O kediye daha fazla dokunmasan iyi olur." demişti gözlerini masada dolandırırken, bunu demeye çekinmişti anlaşılan, çaktırmadan gözlerini kaçırıyordu.

"İnsanlardaki bulaşıcı hastalıklar hayvanlara da bulaşabiliyor."

"Temas edersek taşıyıcı olup olmadığını bilemeyiz."

Dudaklarını birbirine bastırdı Burak, kaşlarını hafifçe kaldırdı. Duyduklarına memnun olmamıştı.

"Hayvandan insana geçiyor mu peki?" diye sordu,

"İnsandan insana bulaşmasından daha zordur elbet ama imkansız değil ve biz, daha bu hastalığın bulaşıcılığından bile emin değiliz, ne yolla bulaştığını da bilemiyoruz dolayısıyla."

"Yâni," diye devam etti, konuşurken kelimelerini özenle seçtiği çok belli oluyordu. Muhatabına özeniyor, işine geldiği gibi, diline geldiği gibi konuşmuyordu.

"Hepimizin iyiliği için o hayvanın buradan çıkması şart."

"Anlıyorum." dedi Burak, canı sıkılmıştı fakat pek belli etmiyordu. Gülümsedi. Kucağındakini yere bırakırken tatlı tatlı gözlerine bakmış,

"Sen de anladın değil mi?" diye sormuştu.

Miyav!

"Ben kalkana kadar burada otur, tamam mı?"

Miyav!

"Sonra dışarı çıkartırız seni."

Miyav!

Yere bıraktığı hayvan oturduğu yerde bir süre onları izlemiş ardından ardını dönüp okulun yolunu tutmuştu.

Kısa bir sessizliğin ardından Ömer konuşmayı açan taraf olmayı üstlenmiş, ilk soruyu o sormuştu.

"Sen ne konuşmak istiyordun?"

Burak en başından beri bu sorunun gelmesini bekliyordu sanki, mahçup olmuş, utanır bir halde başını aşağı eğmişti.

"Bazı şeyleri birinci elden öğrenmek istiyorum ve burada buna müsait olan yalnızca sen varsın Doktor."

"Ne gibi şeyler?" dedi Ömer. Nötr bir tavrı vardı, ne ilgili ne ilgisiz.

Boğazındaki düğümü açabilmek adına öksürdü genç çocuk, yeşillerinin derinlerine gömdüğü korku birazdan açacağı konuların birer ön gösterimiydi. Yalnızca Ömer'in daha haberi yoktu. Muhatabının gözlerindeki saklı duyguları fark etmiş ama anlam verememişti Doktor.

"Öğrenmek istediğim bazı dini konular var." dedi Burak konuyu daha fazla uzatmadan,

"Yanlış anlama, hiçbir zaman dini için yaşayan biri olmadım."

"Ama açıkçası, buradan canlı çıkacağımı düşünmüyorum."

Yutkundu. Başını yine aşağı eğmişti, kendini anlatabilmek için en derine gömdüğü yaralarını deşecekti şimdi. Düşündükçe ölme isteği oluşturan konular, hatırladıkça bedeninde bir titreme olarak günyüzüne çıkıyordu. Elleri titremeye başlamıştı yine. Ömer'in gözü bu defa da titreyen ellerine takılınca masanın üstünde tuttuğu ellerini aşağı indirerek saklamak istemişti.

"Kendi hayatımda başa çıkamadığım sıkıntılar var." dedi.

"Elbette sana oturup bunları anlatamam ama..."

"Çok fazla vaktim kalmadı. Burada hastalıktan ölmesem de dert edindiğim o sıkıntılar beni öldürecek. "

Yutkundu.

"Eminim neden bahsettiğimi anlamıyorsun. Yine de bil diye söylüyorum."

"Bu zamana kadar yaşamama izin verilmesi bile bir mucize."

Tek kelime etmeden dinliyordu Ömer. Açıkça anlamamıştı ama umursamamazlık da yapmıyordu. Ne öylesine bakıyordu ne de anlatılanla dertlenmiş, anlamaya çalışıyor gibi duruyordu.

"Eğer bu karantina olayı medyada duyulursa,"

"Sabahı göremem."

Sesi titriyordu.

"Yattığım yatakta ölü bulursunuz bedenimi."

Bunları söylemek çok zor geliyordu kendisine, yutkunamıyordu. Canı acıyordu, etten değil daha derinden... Ama işte, bu kadardı. Seninle aynı acıları çekmeyen birine ne kadarını anlatabilirdin?

"Bu yüzden, kalan azıcık ömrümde birilerine faydalı olmak istiyorum."

"Burada en çok yardıma ihtiyacı olan kişi Betül."

Ömer konunun nerede sonlanacağını tahmin etmeye çalışıyordu sanki, farkında olmayabilirdi fakat gözleri hafifçe kısılmıştı.

Konuyu yanlış anlamaması için hızlıca toparlamak istedi, yeşilleri yere inmişti yine.

"Dediğim gibi, onu tanımıyorum ama..."

"Yaşadığı çaresiz duruma rağmen güçlü durmak zorunda oluşu bana kendimi hatırlatıyor."

"Onu tanımadığım için emin olamam tabii,"

"Ama daha önce hiç intihara girişmediğine yemin edebilirim."

Ömer burada araya girdi, gözlerine sinen endişe duygusu Burak'a tebessüm ettirmişti. Derin veya yoğun değildi. Bir yabancı için ne kadar endişelenebilirse o kadardı sadece, insanlık namına olan borcunu ödüyordu ama bu bile yeterliydi içten bir tebessüm için, fazlasına gerek yoktu.

"Sen denedin mi?"

"Ölmeyi mi? Evet, iki kez."

"Kolay bir şey değil ama anlatmak istediğim konu bu değil, izin ver bitireyim."

Yutkundu Ömer, gözlerini devam et, dercesine hafifçe kapatıp açmıştı.

"Benden güçlü duran bu küçük kız çocuğuna yardım etmek istiyorum."

"Elimden ne gelir ne gelmez bilemem, yalnızca üç gündür görüyorum ve ne zaman görsem benden daha çaresiz göründüğünü ama daha güçlü olduğunu hissediyorum. Belki de sebebi inancıdır?"

"Sana kendi hayatımdan bahsettim çünkü Betül konusunda beni yanlış değerlendirmeni istemedim."

"Ölümün eşiğinde nasıl bu kadar güçlü durduğunu anlayamıyorum, öğrenmek istiyorum."

"Hem bu bahane ile kendi açığımı kapatırım, yaşantımı düzeltirim elimden geldiği kadar, bunun için gerçekten çok geciktim."

"Ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyorum."

Nefesini tuttu ve kucağındaki ellerini tekrar masaya kaldırdı. Kollarına yaslanmış masaya biraz daha yanaşmışmıştı. Yeşil gözlerini, sıkıntıyla birbiri ile oynayan parmaklarından çekerek Ömer'in gözlerine kaldırdı.

"Ne diyorsun?"

"Bana öğretir misin?"

Bir süre sesini çıkarmadı Doktor, düşünüyordu. Uzun uzun neyi düşündüğünü anlayamamıştı Burak, tam çekinerek de olsa sebebini soracaktı ki söze girdi Ömer,

"Bir şartla isteğini yerine getiririm, "

Anlık bir bekleyişten sonra kendini düzeltmişti.

"İsteğin, dediğime bakma ben de sana inandığım şeyleri anlatmak isterim."

"Fakat sebebi ne olursa olsun bir kızı anlayabilmek amacıyla sana bunu anlatmak istemiyorum."

"Niyetini 'Betül için,' diye alırsan öğrendiklerinden hiçbir fayda göremezsin."

"Bana dilediğini sor ama 'Öğrenmeye geciktiğim senelerin telafisi' olarak niyet almanı istiyorum."

Heyecanlanmıştı Burak. Kitaplıkta dikkatini çeken bir ansiklopediyi büyük uğraşlarla aşağı indirmiş başında ilk sayfasını açmayı bekleyen bir çocuğun heyecanını taşıyordu içinde. İçeriğindeki yazıları anlayamayabilirdi, resimlerin nereye ait olduğunu bilemeyebilirdi, önemli değildi. Önemli olan öğrenmeye olan isteğiydi. Öğrendikçe büyüyecekti elbet. Manzaraları birer birer tanıyacak vakti geldiğinde kendisini o manzaraların içinde hissedebilecek kadar bilgisi olacaktı. Bir şeyleri aşıyor yeni şeylere kucak açıyordu. İliklerine kadar hissettiği ürperti, heyacanının en güzel yansımasıydı.

Gözlerinde şahlanan heyecana şahit olduğu gence çok bakmadan sözüne devam etti Ömer,

"Betül konusu benim üzerime vazife değil, onu kendi içinde hallet." diyerek onu biraz olsun kendine getirmeye çalışmıştı.

Gülümsedi Burak,

"Niyetimi düzgün alacağım," dedi,

"Sorularıma cevap bulayım yeter."

"Nedense seninle konuşma kararı aldığımdan beri içimden bir ses bunun bir şeyleri düzelteceğini söylüyor."

Gülümsedi Ömer. Muhatabı belli etmese de içten içe hayret naraları atıyordu, üç gündür ilk kez gülümsüyordu Doktor. İlk defa gözlerinin içinde küçük bir ışık görünmüştü. İnancını anlatmak, bildiği şeyleri paylaşmak bu kadar mutlu edebiliyordu insanı demek...

"Nasıl yapalım?" dedi Ömer,

"Beni hiçbir şey bilmiyormuşum farz et. Hiçbir şey bilmeyen birine nereden anlatacaksan oradan başla."

Doktor daha ilgili görünüyordu şimdi. Masaya biraz daha yanaştı, kahvelerini muhatabının yeşillerine çıkarmış şaşkınlığını ilgisinin ardına saklamıştı.

"Dini bilgim eksik derken gerçekten bu kadar büyük bir eksiklikten mi bahsediyordun?"

"Sanırım," dedi Burak,

"Camii kursuna bile gitmedim ben, bu konuda ilgilenecek bir ailem yoktu."

"Aldığım dini eğitim ortaokul ile sınırlı, lisede din kültürü dersine türkçeci giriyordu."

"Ek ders alarak fazla para kazanmayı hedeflemişti, o ders kendi dersi olmadığı için öğrenip öğrenemediğimizi umursamıyordu."

Ömer hayretle dinliyordu anlatılanları, belli etmemeye çalışıyordu.

"Tamam, baştan alırız. Benden yana hiç sıkıntı değil. Kabalık ettim, kusuruma bakma."

Gülümsedi Burak,

"Ne kusuru Doktor? İyiyiz. Aksine beni başından savmadığın için, oturup sonunun nereye varacağını bilemediğin bir konuyu sabırla dinlediğin için teşekkür etmem gerekir."

"Estağfirullah." dedi Ömer, yüzü gülmüştü yine. Tebessüm etmişti.

"Madem öyle, önce inancımızı tazeleyelim,"

"Kelime-i Şehadet getirebilir misin?"

"Ayıp ettin," diye bir itiraz geldi, gülüyordu muhatabı. Doktorun boşluğuna gelmiş olmalıydı. Müslümansa Kelime-i Şehadet'i de bilirdi elbet. O nasıl soruydu öyle?

"Gavur değilim, cahilim."

"Anlamını sormazsan istediğin kadar getiririm."

"Anlamını bilmeden olur mu?"

...

"Olmaz mı?"

"Eksik olur."

"Bak şimdi, şöyle yapalım. Sen bildipin gibi şehadet getir, ben anlatacağım."

Böyle başladı. Yarım saat, kırk dakika kadar konuştular. Ezan okunmuş vakit biraz ilerlemişti. Konu da hafifçe rayından çıkmış, muhabbet fazlasıyla sarmıştı. Burak tam heyecanla duyduğu ve hoşuna giden bir konuyu anlatıyordu ki arkasında bir hareketlilik hissetmiş, arkasını dönmüştü. Sustu birden. Bir süre önüne dönmeyince Ömer de baktığı yere bakma gafletinde bulundu.

"Bir şey mi oldu?"

Neden sustuğunu anladı o an. Betül okulun önünde, oturduğu yerden doğrulmuş kıyafetinin etek kısmını sirkeliyordu. Hâline bakılırsa birazdan içeri girecekti.

"Müsaadenle." dedi Burak, masadan kalkarken.

"Yanına mı gideceksin?"

"Psikoloğa gittikten sonra soru sormamın daha uygun olacağını söylemiştin. Abisi de yok yanında. Hazır yalnızken yanlış anlaşılmaya mahal vermeden hızlıca sorup geleyim diyorum."

"Tamam. Dikkat et, korkutma."

Masaya arkasını dönecekken durdu birden,

"Bir şey demeyecek misin Doktor?"

Gelen soru şaşırtmıştı Ömer'i, oturduğu yerden kalkarken kendisine yöneltilen soruyu yine soru ile cevapladı.

"Ne diyeyim?"

"Dediklerime güvenmiyordun. Açıkça benden şüpheleniyordun. Sabahtan beri sana 'Betül' diyorum, ağzını açıp tek kelime etmedin?"

"Sanki bu sabah böyle bir şey teklif etsem bir şekilde beni ondan uzak tutardın ama şu an karışmıyorsun?"

...

"İyi bir gözlemcisin," dedi Ömer gülerek, kolunun manşetini düzeltirken yine ara ara gülüyor yumuşayan bakışlarını muhatabının gözlerine kaldırıyordu. Bu sohbet ikisine de iyi gelmişti anlaşılan.

"Ben fırsat bulamadım ama abisi kardeşinin psikoloğu ile mutlaka görüşmüştür,"

"Direkt seninle alakalı bir konu olsaydı Okan canına okurdu. Hâlâ canlı olduğuna göre kızın derdi başka."

"Umarım." dedi Burak, okula doğru döndüğünde aradaki mesafeyi Betül içeri girmeden kapatamayacağını fark etmişti. Ömer ile konuşurken geç kalmıştı çünkü.

Kız kendisinden korkuyordu, peşinden koşamazdı fakat okula girerse daha ona yetişemez, soracağı soruyu da soramazdı. Koşar adım ilerlerken tam kapının ağzına gelen kızın dikkatini çekebilmek için seslendi,

"Betül!"

İsmini ilk kez ona karşı kullandığını fark ettiğinde garip hissetti. Kıza da garip gelmişti elbet. Betül olduğu yere çivilenmişti sanki. Ne arkasını dönmüştü, ne de bir adım ileri yol almıştı. Kendisine yetiştiğinde nefes nefeseydi, yarısından çoğu gerginlikten, kalan azıcık kısım hızlı yürümekten kaynaklıydı fakat gerginliği öyle ağır geliyordu ki o küçücük kısmı hissetmiyordu bile.

"Affedersin." dedi soluklanırken, bir hışımla seslenip dikkatini çekmişti. Peki ne diyecekti şimdi?

Betül sakince önüne döndü. Kısa bir an kendisine seslenen kişi gerçekten zannettiği kişi mi diye kendisine bakmış ardından hemen kaçırmıştı bakışlarını.

Sakindi. Şaşkındı Burak. Daha bu sabah karşısına çıksa kaçabilecek olan kız şu an sakince Burak'ın söze girmesini bekliyordu. Gerginliği hâlâ hissedilebilir durumdaydı, evet. Yine de aşırı tepki vermiyordu.

"Kusuruma bakma, ben..."

Yutkundu.

"Bir soru soracaktım, müsaade edersen."

Betül başını hafifçe aşağı yukarı sallayıp onayladı.

"Sorunu tahmin edebiliyorum." diye mırıldanmış cevap beklememişti. Şok üstüne şok yaşıyordu Burak, az önce kendisi ile konuşmuştu bu kız. Gözlerine bakıp muhatap olmamıştı ama bu dediği şey, sorusunu cevapsız bırakmayacağının somut bir kanıtıydı.

Yüzüne bakmaya çekiniyordu Burak. Görenlerin bazısının komik, bazısının tatlı bulacağı bir manzara oluşturuyorlardı böyle. İkisi de gözlerini kaçırıyor, kendi omuzlarına ya da ayak uçlarına bakıyorlardı. Utangaç yeni bir çifte benziyorlardı. Kesinlikle biri diğerinden korkan iki kişi değillerdi bugün, bu güzel bir şeydi.

"Bana öyle gelmiş de olabilir..." diye mırıldandı.

"Ama sanki... Benden çekiniyor gibiydin?"

"Farkına varmadan sana karşı bir hata mı yaptım? Eğer öyle bir şeyse söyle ki kendimi düzelteyim, çok düşündüm ama bulamadım. Ben kendi kendime anlayamıyorum sanırım."

Derin bir nefes aldı Betül,

"Nasıl göründüğünü tahmin edebiliyorum," dedi titreyen bir sesle,

"Ama sandığın gibi değil."

"Sesin, birine çok benziyor. Son zamanlarda rüyalarımda beni sürekli rahatsız eden bir ses... Seni duydukça ya da gördükçe aynı kabusu tekrar yaşıyorum. Uyanık olsam da kendisini hatırlatıyor."

"Bu benzerlik beni korkutuyordu, o yüzden muhatap olmak istemiyordum."

Burak sustu. Peşinden geldiğine pişman olmuştu. Omuzları hafifçe çöktü. Ne yani? Sesi korkutuyordu onu? Hem de ona yardım etmek isterken? Gerçek miydi bu?..

"Keşke sesimi değiştirebilmenin bir yolu olsaydı."

Betül hayret ederek kaldırdı başını. O kendisine bakmıyordu, dalıp gitmişti. Şahsına söylenmemişti bu cümle, belliydi. Kendine kendine kurulmuş, çocuk masumiyetinde bir sözdü.

Yutkundu. Nereden çıkmıştı bu çocukça tavır şimdi? Yapmacık değildi. Bir anlığına da olsa içini açmıştı Burak sanki, sanki az önce kendi değil de on yıl önceki hâli konuşmuştu.

"En... Endişe etme!" dedi konuyu kapatıp ayrılabilmek için. Eğer biraz daha burada kalırsa bu gereksiz uzatılan muhabbetten rahatsız olmaya başlayacaktı çünkü.

"Üzerinden zaman geçtikçe daha sahici bakar oldum, sadece bir rüya. Şu an iyiyim, endişe etmene gerek yok."

Başını sallamakla yetindi Burak, konuşmamıştı. Kasıtlı bir hareket değildi. Konu sesi olunca refleksen yapmıştı ama üzerine alınmıştı Betül,

"Gerçekten," dedi,

"Normal davranabilirsin, sesin sıkıntı değil."

"Bu konuyu bir daha açma yeter."

Ortamın havası değişmeye başladığında kızın rahatsız olmaya başladığını hissetti. Daha fazla uzatmış olmamak için sesli bir şekilde "Tamam." demişti bu sefer.

"İstediğin gibi konuyu bir daha açmayacağım ve normal davranacağım."

Betül başı ile onaylayıp tekrar arkasını döndü. Okulun kapısından içeri girdiğinde kısa bir an aralanan kapıdan Okan'ın gözlerini gördüğünü sandı Burak. O an ne oldu bilemiyordu ama derisi aşınacaktı sanki, gerçekten kehribarları üzerinde hissettiğine yemin edebilirdi. Buna rağmen dönüp kızın abisine baktığında onun kapıdan tarafa bakmadığını görmüştü. Tüyleri diken diken olmuş bir halde geri döndü, tam Ömer ile konuştuğu masanın yanından geçiyordu ki üzerindeki kağıdı fark etmişti. O yoktu. Namaz kılmaya gitmiş olmalıydı. Gördüğü kağıda uzanıp eline aldığında üzerinde yazan yazı tebessüm etmesine vesile olmuştu.

"İntihar etmek haramdır. Haram, müslüman kimseler için yapılması kesinlikle yasaklanan eylemler anlamına gelir."

Düşüncesinin inceliği tebessümünü büyütürken kağıdı özenle katlayıp cebine koydu. Bugün ne kadar güzel geçiyordu böyle? En son ne zaman böyle hissetmişti? Uzun zamandan sonra ilk defa ruhunun ısındığını hissediyordu. İçindeki çocuk hayran hayran zihninde dönüp dolaşan şu birkaç saati izleyip duruyordu.

Samimiyet, uzun zamandır Emir haricinde kimsede göremediği bir şeydi. Birini kendisine yakın bulmayı özlemişti. İçi ısındı. Belki de fazla güzel hissettirmişti bu, birden bu kadar yüksek bir doz alınca gözleri dolmuştu. İçinde bu zamana kadar dolmayı bekleyen boşluk daha net hissettirir olmuştu kendini. Kalbi acıyordu. Aksak adımlarla okulun arkasına yöneldiğinde gözlerine yük olan yaşları daha fazla tutamamıştı. Ağlıyordu. Sessizce. Ellerini yüzünün altına hizaladı, avucuna düşen her bir damla bir öncekinden daha gerçekçi hissettiriyordu. Akşam ayazı çıkmıştı. Serince esen rüzgar titretti içini.

Yaşadığını hissetmek böyle mi oluyordu?

Üzülecek bir şeyi vardı artık, bu zamana kadar yaşadığını sandığı vakitlere ağlıyordu.

İçinde var olduğunu bildiği boşluğun kendisine ne kadar zarar verdiğini yeni anladığı için ağlıyordu.

Bugün öğrenmek için aldığı kararı daha önce almadığı için ağlıyordu.

Yaşıyordu!

YAŞIYORDU!

YAŞIYORDU İŞTE!

O an gerçekten içinden geldiği için bir şey yaptı. Belki de içindeki çocuk önayak olmuştu bunu yapması için, o kadarını bilmiyordu.

Dizlerini kırdı, ellerini çimene koydu, yüzünü toprakla buluşturdu.

"Teşekkür ederim!"

Bu anı bekliyordu sanki, ciğerlerinden kaçan hıçkırığa engel olamadı. Mecali kalmamıştı, takati kesilmişti. Bir cümleden gerisi gelmemişti. İlk defa bu kadar çaresiz hissediyordu, ilk defa bu kadar gerçek... Toprak sesini içine hapsediyordu, duymazdı onu hiçkimse, bir kişi hariç. O'nun duymaması için elinden hiçbir şey gelmeyeceğini biliyordu, yerin yedi kat dibine dahi girse yine duyardı kendisini. Yine görürdü.

Secde pozisyonunda ne kadar vakit geçirdiğini bilemiyordu, uzunca bir vakit geçti. Uzaklardan duyulan yatsı ezanı kendisine ulaştığında başını yerden kaldırmış sakinleşmiş, sakinleştikçe yorgunluğunu daha çok hissettirmeye başlamış bedenini güçlükle ayağa kaldırıp odasının yolunu tutmuştu.

Diğer taraftan Ömer akşam namazını kılmış, ellerini dua için göğe açmıştı. Her zamanki gibi duasına kendisini, ailesini, zulüm altındaki müslümanları, devlet erkanını dahil etmişti.

Anne babasından bahsederken sakince iyi dileklerini sıralıyor, içtenlikle iyiliklerini istiyor, bütün bunları huzurlu bir şekilde, sakin bir bedenle yapıyordu. Sıra abisine geldiğindeyse dolan gözleri, boğazına düğümlenen cümleleri birbirleri ile yarışıyorlardı. Ama bugün farklıydı. Bugün yaşadığı hüznün ardından kendisine bahşedilen teselli bambaşkaydı, huzur veriyordu kendisine.

Secdeye koydu başını, gözyaşlarını seccade ile buluşturdu,

"Beni en yakınımla imtihan ettikten sonra hidayet nasip edeceği kuluna yine beni aracı kılan Rabb'ime hamdolsun..."

"Allah'ım sen ne yücesin ki, imtihan olunduğum ortamdan ayrılmadan beni böylesine büyük bir mükafatla teselli ediyorsun."

"Burak kardeşimin hidayetini daim eyle! "

"Allah'ım abim... Abime de hidayet nasip eyle, günahlarını affet!"

"O bilmiyor, öğret Allah'ım!"

"İkimizi de kendi yolunda eğit Allah'ım!"

"Başta Betül kardeşimiz olmak üzere bütün hastalarımıza şifâ ver Ya Rabbi!"

"Kayıp vermeden bu imtihandan kurtulabilmeyi hepimize nasip et! Bizi bir başımıza bırakma Allah'ım!"

"Yardım et, yardım et Rabb'im,"

"Yardım et..."

.

.

.

Âmin.

 

 

 

 

Bölüm : 23.08.2025 04:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...